Federal Kürdistan’da ‘’bağımsızlık’’ meselesi bir alevleniyor, daha sonra kısa vadedeki konjonktüre göre alev ortadan kayboluyor. Görüne o ki, bu konuya ilişkin siyasi, askeri, ekonomik, kültürel altyapısı oluşturulmuş, elle tutulu bir strateji söz konusu değil. Şuan Federal Kürdistan ciddi bir ekonomik kriz ile yüz yüze. Buna birde siyasi istikrarsızlığı eklediğinizde durumun ne kadar ciddi olduğu kendiliğinden anlaşılmış oluyor.
Elbette ki, Federal Kürdistan’da siyasi-ekonomik krizi tetikleyen ‘’dış faktörler’’ var. Ancak her şeyi bu dış faktörlere bağlamak doğru değil. Irak’ta devam eden iç savaş, DAİŞ saldırıları, Türkiye ve İran’ın özü itibariyle Kürt düşmanı politikaları bu ‘faktörlerin’ başında geliyor. Ancak bu yıkıcı faktörlere karşıda içte yeterli önlemlerin alındığı söylenemez.
SADECE PETROLE BAĞLI BİR GELECEK YIKIM DEMEKTİR
Bu yılın Ocak ayı ortasında Hewlêr yönetiminin ABD’den DAİŞ’e karşı savaşmak içim ‘mali yardım’ talebinde bulunması bizzat Beyaz Saray çevrelerinde ciddi tartışmalara neden oldu. Hatta bu taleplerin önemli bir kısmı ‘’karşılanamaz’’ bulundu.
O günlerde Associated Press’e konuşan ABD'nin Ulusal Savunma Üniversitesi'nden Denise Natali mevcut krizinin Hewlêr yönetiminin ‘’kendi hatası’’ olduğunu belirtiyor, problemin DAİŞ’ten öncede var olduğunun altını çiziyor ve "petrolden milyarlarca dolar gelir elde ettiler. Bu paralar nereye gitti?" diye soruyordu.
Natali’nin soruduğu "petrolden milyarlarca dolar gelir elde ettiler. Bu paralar nereye gitti?" sorusunu şimdilik bir taraf koyarsak, gerçekten sadece petrol gelirlerine bağımlı bir ekonomi, onun üzerinde şekillenmiş bir siyasi ve kültürel hayat olabilir mi sorusunun cevaplaması gerekiyor.
Federal Kürdistan toprakları tarım ve hayvancılık için son derece elverişli olmasına rağmen, içecek suyun dahi Türkiye’den ithal edilmesinin, üretim dışı herkesi maaşa bağlamanın, asker-sivil-parti bürokrasisinin lüks yapılarda şatafatlı bir hayat sürmesinin, binlerce kişinin örneğin Filipin gibi ülkelerden sadece hizmet sektörü için getirilmesi anlaşılır bir yanı yoktur.
Bu nedenle Güney’deki kriz geçici değil, köklüdür. Ve bu bizzat çok dillendirilen bağımsızlığının altını oymaktadır. Bu konuda elle tutulur kalıcı sonuçlara yol açacak adımlar atamaz. Ne yazık ki Federal Kürdistan yönetiminin, özelliklede PDK’nin içine düştüğü durum budur. Acıda olsa gerçek budur.
Öreğin Türkiye üzerinden akan petrol boru hattında meydana gelen bir arıza, sabotaj bile ekonomiyi durdurma noktasına getiriyorsa, bu vahim ötesi bir durumdur. En azında Saddam rejiminin yıkılmasından bu yana geçen 13 yılın ‘’hoyratça’’ harcandığını gösterir.
BORU HATTINI KİM, NİYE ‘’PATLATTI’’ ?
Bu bir, ikinci ise Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı gerçekten bombalandı mı, kim neden petrol akışını durdurttu?
Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı 16 Şubat’tan bu yana durmuş durumda. Boru hattının bir patlama sonucu işlemez hale geldiği duyurulmuş ve olay PKK’ye yıkılmaya çalışılmıştı. PKK yaptığı açıklamada patlama veya boru hattının işlemez hale gelmesiyle bir ilişkilerinin olmadığını açıklamıştı.
PDK medyası ‘’Türk mutfağında’’ üretilen yalanlara birazda kendisi ekleme yaparak günlerce boru hattının PKK tarafından ‘’patlatıldığı’’ iddiasını öne çıkardı. Bunun üzerinden Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı kirli bir propaganda yürüttü. Hatta işi ‘’PKK Güney’!in ekmeği ile oynuyor’’ noktasına kadar getirdi.
İş sadece bu noktada kalmadı. Çelişkili açıklamalar birbirini izledi. İlk başta hükümet Sözcüsü Sefin Dizayi, olaydan PKK’yi sorumlu tuttuklarını açıklamış, hatta “PKK’yi yaptıklarının yanlış olduğu ve halkın parasına el uzattıkları konusunda uyardık” demişti. Ancak aradan birkaç gün sonra VOA Kürtçe servisine konuşan aynı Sefin Dizayi ‘‘PKK daha önce patlattığı boru hattının sorumluluğunu üstlenmişti. Son patlama Türkiye sınırlarında Urfa’da gerçekleşti. Biz de bunun PKK’nin yapmadığını umuyoruz’’ diyecekti.
Boru hattını işlemez kılan ‘garip olayın’ PKK’nin işi olmadığına ilişkin en son noktayı ise başbakan Nêçirvan Barzani koydu. Barzani gazetecilere yaptığı açıklamada aynen şunları söyledi:
“Borunun patlatılıp patlatılmadığı, veya bu eylemin PKK tarafından yapılıp yapılmadığı konusunda bir iddiada bulunamam. Boru patlatıldı mı bilmiyorum ama boru delinmiş ve petrol sızıyor. Eğer sorunuz ‘PKK mi yaptı?’ yönündeyse, ben PKK yaptı diye bir şey söyleyemem.”
Barzani’nin bu açıklamasında çok ilgin bir yan var. Barzani PKK yapmadı derken, aslında boru hattının patlatılmamış olabileceğini ima ediyor, daha doğrusu söylüyor.
Peki boru hattı patlatılmadıysa, neden bu gürültü koparıldı ve petrol akışı durduruldu. Veya petrol akışını kim niye durdurdu?
Elbette bu soruların cevabını Barzani hepimizden daha iyi biliyor. Bu açıklama ile bir anlamda tek taraflı olarak Türk devleti tarafından boru hattının işlemez hale getirildiğini, olaya bir patlama süsü verildiğini aslında söylemiş oluyor.
Çünkü Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı’na yapılacak bir sabotajın gizli kalması mümkün değil. Petrol boru hattının geçtiği yerler bırakın yerden uzaydan anlık izlenmekte en küçük bir hareket dahi fark edilmektedir.
Hewlêr yönetiminin boru hattından dolayı PKK’yi suçlamaktan vazgeçmesinin esas nedeni bunun bir sabotaj değil, Türk devleti tarafından ‘’de facto’’ bir ambargoya dönüşmesinden kaynaklanıyor.
Büyük ihtimalle Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı’nı izleyen ‘Big Brother’’ elindeki istihbarat bilgilerini Barzani yönetimiyle paylaştı ve onlara ‘’bütün yumurtalarınızı sepetlerini koyduğunuz Türk kardeşleriniz sizi aldatıyor, ortada patlama filan yok, tek taraflı akışın durdurulması var’’ dedi.
Türk devletinin son dönemdeki Kürt düşmanı politikasını yakından izleyenle için bu şaşırtıcı değil. Türk devletinin ‘’sabotaj’’ veya fiili boruyu kesmek için çok nedeni var!
İlk akla şunlar geliyor: İran’a yönelik ambargonun kakmasıyla dibe vuran petrol fiyatlarının da etkisiyle baş gösteren ekonomik krizi Federal Kürdistan’da biraz daha derinleştirmek; bağımsızlık referandumunu boşluğa itmek: PKK’ye ve Rojava’ya karşı yürüttüğü savaşta Güney yönetimini Kürtler arasında çeliş, kriz ve çatışma yaratacak bir pozisyona çekmek.
Ne yazık ki Federal Kürdistan birçok balkımdan Türkiye’ye bağımlı hale gelmiş durumda. Bu ise büyük bir tehlikedir. Türk devleti ise Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek, Rojava Kürdistanı’nda ortaya çıkan özerkliği ortadan kaldırmak için Hewlêr yönetimi ile ‘’iyi ilişkiler’’ geliştirmesi son derece yanıltıcıdır. Kaldı ki, bu konuda da bazı politik değişikliğe gittiği söylenebilinir.
ERDOĞAN ESKİNİN KIRMIZIÇİZGİLERİNİ CANLANDIRMA PEŞİNDE
Erdoğan yönetimindeki Türk devleti bir taraftan Kuzey’de vahşette sınır tanımıyor, top atışları ve çeşitli provokasyonlarla, hatta en son Girê Sipî örneğinde olduğu gibi, bizzat çeteleri örgütleyerek saldırıda bulunuyor, diğer taraftan Güney Kürdistan’ını ekonomik ve siyasi istikrasızlığa iterek parçalamak ve daha çok kendisine bağımlı hale getirmek istiyor.
Dikkat edilirse ‘Kürt kardeşlerim’ demagojisi adı altında yürütülen psikolojik savaş ile birlikte Güney Kürdistan konusunda tekrar eski ’kırmızıçizgilere’ dönülüyor. Bu nedenle AKP sözcüsü Ömer çelik ’bağımsızlık referandumuna sıcak bakmadıklarını’ açıklıyor. Ve Kürtlerin olası bağımsızlık ilanını ’suni kriz yaratmak’ olarak niteleyerek, ‘Yeni devletçikler oluşturmak doğru değil’ diyor. Zaten Erdoğan şu an var olan Federal Kürdistan’ın statüsünü içine nasıl sindirmediğini ‘’Kuzey Irak’ta içine düştüğümüz hata’’ olarak nitelemişti.
Türk devletinin bu ‘’yeni’’ Kürt politikasından Hewlêr yönetimi ve PDK gerekli dersleri çıkarır mı, kendisi için yakın tehlikenin farkına varır mı, bilemeyiz. Türk devletinin kurduğu düşmanca tuzakların farkına varırsa hem kendisi için hem de Kürdistan halkı için yararlı olur.
Ama biline bir gerçek var ki, bütün yumurtalarını ‘’düşmanının sepetine’’ koymuş hiçbir siyasi irade bağımsız olamaz.