KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, “PKK’ye ömür biçenler aslında o ömrü kendilerine biçiyorlar farkında değiller. Hiçbir savaş kuralına uymadan, her türlü etik dışı yöntemle ve silahla bize karşı savaşabilirler, zaten savaşıyorlar. Hem de devletin tüm imkânlarını seferber ederek ve ülke değerlerini pazarlayıp dış destek sağlayarak. Ve ele geçirdikleri her türlü ileri silah tekniğini kullanarak. Yapıyorlar bunu. Ama sonuç alamazlar. Alamıyorlar. Onların silahları, kirli ittifakları ve ilişkileri, PKK’nin toplumsal, siyasi ve askeri aklını yenmeye yetmez. PKK insanlık değerlerine dayanan Kürdistani olduğu kadar bölgesel, bölgesel olduğu kadar evrensel bir güçtür, harekettir” dedi.
Türkiye’de barışın, demokrasinin ve özgürlüğün yolunun Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünden geçtiğini vurgulayan Hozat, gündemdeki gelişmelere ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.
Önderliğiniz üzerindeki ağır tecrit durumu halen devam ediyor. Bu konuda neler belirtebilirsiniz?
Önderliğimiz üzerindeki ağır tecrit durumu AKP-MHP faşist blokunun Kürtlere karşı uyguladığı soykırım planının İmralı’daki uygulama biçimidir. 30 Ekim 2014 tarihinde MGK toplantısında kararı alınan soykırım planı 5 Nisan 2015 tarihinden itibaren ağırlaştırılmış tecritle pratiğe konuldu. Önderliğimiz Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için büyük bir barış ve demokrasi mücadelesi verirken, çıkarını savaş ve katliamda gören Erdoğan ve AKP faşist iktidarı ağırlaştırılmış tecridi devreye koyarak Kürtlere ve Türkiye halklarına karşı topyekün savaşı başlattı. Barışın ve demokratik çözümün tek iradesi, büyük emekçisi Önder Apo susturulmaya çalışılarak, Kürt halkı ve Türkiye halkları kanlı ve acılı bir savaş sürecinin içerisine sokuldu.
Dinci, ırkçı, tek adam diktatörlüğüne dayalı faşist bir rejim tutkusuyla yanıp tutuşan Erdoğan ve partisi AKP, kuşkusuz hedefine Önder Apo’yu koyacaktı. Çünkü Önder Apo demokratik, çoğulcu, özgürlükçü ve eşitlikçi bir Türkiye için mücadele ediyordu. Mücadelesi sadece Kürtlerin özgürlüğü için değildi. Geliştirdiği paradigma ve topluma sunduğu çözüm projesi Türkiye’de yaşayan tüm farklı kimliklerin özgürce ve eşitçe bir arada yaşamasını öngörüyordu. Önder Apo demokratik çözüm projesinde, kadınların özgürlüğünü toplumsal özgürleşmenin temeline koyuyor ve erkek egemen cinsiyetçi kültüre savaş açıyordu. Çevrenin korunmasını, doğal dengenin sağlanmasını, sağlıklı ve güvenli yaşamın esası olarak ele alıyor, doğa kırım politikalarına karşı mücadele edilmesini istiyordu. Tüm bunlar faşist-sömürgeci karaktere sahip Erdoğan’ın cinsiyetçi, dinci ve ırkçı rejim hedeflerini zora sokuyor, önünde engel oluşturuyordu. Erdoğan’ın Kürtlere soykırım, Türkiye toplumuna kırım, kadın kırım ve doğa kırım politikaları önünde, Önder Apo, demokratik, barışçıl ve özgürlükçü duruşuyla meydan okuyordu. Tecrit, Önder Apo’nun bu onurlu meydan okuyuşuna büyük bir saldırı anlamına geliyor.
AKP-MHP faşist bloku hiçbir etik sınır tanımadan, uluslararası hukuku da ayaklar altına alarak Önder Apo şahsında Kürt halkını ve Türkiye toplumunu ağır bir tecrit sürecine almıştır. Bu tecrit sürecini soykırım uygulamalarıyla sonuca götürmeye çalışıyor.
Bu açıdan kadınlar ve Kürt halkı başta olmak üzere demokrasi, özgürlük ve barış isteyen herkes tecride karşı mücadele etmelidir. Önder Apo’nun sağlığı, güvenliği ve özgürlüğü, kadınların, halkımızın, halklarımızın güvenliği ve özgürlüğüdür. Kendi sağlığı, güvenliği ve özgürlüğü için herkes gücünü birleştirerek direnişini büyütmelidir. Kürtlerin, Türkiye toplumunun ve bölge halklarının özgür geleceği açısından Önder Apo’nun sağlığı ve özgürlüğü kilit bir öneme sahiptir. Türkiye’de barışın, demokrasinin ve özgürlüğün yolu Önder Apo’nun özgürlüğünden geçer.
AP, Türkiye’de gelişen OHAL ve sonrasında KHK’lerle yapılan uygulamaların AB normlarına uymadığından kaynaklı Türkiye ile müzakereleri dondurdu. Erdoğan’ın sınır kapılarımızı mültecilere açarız tehdidini ve giderek dış politikasında sıkışan Türkiye’nin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye fiili olarak faşist bir diktatörlük rejimiyle yönetiliyor. OHAL bu faşist diktatörlüğü kurumsallaştırmanın, hukuksal çerçeveye oturtmanın sürecidir. Bu sürecin rahat işlemesinin önünde tek engel Kürtler ve demokrasi güçleridir. Bunun için faşist AKP-MHP ittifakı devletin tüm imkânlarıyla Kürtlere ve demokrasi güçlerine saldırıyor. Saldırırken hiçbir etik ve estetik değer tanımıyor. Türkiye tıpkı 1915-1938 yılları arası süreci yaşıyor. Kürtlere karşı korkunç bir soykırım planı uygulanıyor. Kürtlerin soykırımı ve demokrasi güçlerinin tasfiyesi üzerinden tek adama dayalı faşist ırkçı ve dinci, kadın düşmanı bir ulus devlet sistemi-rejimi yeniden dizayn ediliyor. Faşist AKP-MHP-Ergenekon bloku bu dizayn sürecini tamamlayana kadar OHAL sürecini uzatmak istiyorlar. HDP’ye saldırıları, eşbaşkanların ve vekillerin tutuklanması, belediyelere kayyum atamaları, özgür-demokratik basını ve sivil toplum kurumlarını kapatmaları, gazeteci, yazar ve akademisyenleri tutuklamaları, idam tartışmaları bu dizayn sürecinin birer parçasıdır. Karşılarında tek bir muhalif ve aykırı ses bırakmak istemiyorlar.
Türkiye’deki bu sınır tanımaz AKP-MHP faşizmi Türkiye ile AB’yi karşı karşıya getirdi. Avrupa Konseyine üye, Avrupa Birliğine aday ve NATO üyesi Türkiye, bağlı olduğunu söylediği uluslararası sözleşmeleri bir tarafa atarak Avrupa’ya; ‘Ya faşizmimi destekleyeceksin ya da ben senden koparım, Şanghay beşlisine girerim, mültecilere de sınırları açarım’ diyerek meydan okudu. Avrupa Erdoğan’ın bu şantajına fazla gelmedi, bir uyarı niteliğinde Türkiye ile müzakere sürecini geçici olarak dondurdu. Avrupa açısından bu önemli bir tutumdu. Avrupa tutum alınca Erdoğan konuşmalarına ayar vermeye başladı. AB Türkiye’nin şantajlarına, faşist ve soykırım uygulamalarına karşı demokratik değerleri esas alarak tutarlı bir tavır ve politika geliştirirse, Türkiye kendisine çeki düzen vermek zorunda kalacaktır. Bu konuda esas nokta Kürt sorunudur, yani Türkiye’nin demokratikleşme sorunudur. Avrupa ülkeleri Brüksel mahkemesinin aldığı örnek kararda olduğu gibi daha da ilerisine giderek, PKK’yi terör örgütleri listesinden çıkarırsa, bu Avrupa’nın Türkiye ve Kürt politikasında köklü bir değişikliği gündeme getirecek, Türkiye’de demokratikleşmenin önünü açacaktır. Dikkat edilirse şantajcı Erdoğan herkese kabadayılık yaparak istediği sonucu alacağını düşünüyor. Yüksek perdeden konuşarak Türkiye’de yaşanan siyasi, ekonomik ve toplumsal krizin ve kaosun üstünü örtmeye çalışıyor. Türkiye’nin dış politikası artık tamamen bir şantaj ve kendini pazarlama politikasına dönüşmüştür. İç politikası gibi Türkiye’nin dış politikasında da hiçbir ilke ve etik yoktur. İlke ve etikten yoksun bir politikanın uzun vadeli ömrü de yoktur. Bu politika kaybetmeye mahkum bir politikadır. Bu politika Türkiye’yi güvenilmez, saygı duyulmaz bir ülke haline getirdiği gibi giderek dünyadan da tecrit ediyor. Faşist AKP-MHP bloku içte faşizm-soykırım, dışta şantaj ve işgalci politikalarla ömrünü daha fazla uzatamaz.
TÜRKİYE TAMAMEN ŞANTAJCI SİYASET YÜRÜTÜYOR
Erdoğan’ın ‘Şanghay beşlisine gireriz’ söylemi Avrupa’ya karşı bir şantajdır. Tıpkı mülteci meselesinde olduğu gibi bunu da Avrupa’ya karşı bir şantaj olarak kullanıyor. İyi biliyoruz ki; Avrupa, Türkiye’yi Avrupa Konseyi’nden ve NATO’dan atsa da Türkiye çıkmaz, kalmak için direnir. Çünkü çıkarsa batacağını çok iyi bilir. Türkiye bir NATO ülkesidir. Çıkması durumunda ne tür bir bedel ödeyeceğini iyi biliyor. Bu anlamda Rusya’nın Türkiye’yi Avrupa’dan, NATO’dan koparma çabaları da, sonucu beyhude çabalardır. Rusya, Çeçen karargâhı haline gelen Ukrayna’da, Kırım’da ve Kafkasya’da dincilik ve ırkçılık üzerinden Rusya karşıtı politika geliştiren yayılmacı Türk devletinden bu biçimde kurtulamaz. Rusya, Türkiye’nin faşist ırkçı-dinci-işgalci politikasına onay vererek Halep meselesini de çözemez. AKP’nin kendisine bağlı çeteleri Halep’ten çekmesiyle Halep-Suriye sorunu da çözülemez. Zaten AKP de çeteleri çekmez. Halep-Suriye sorunu Türkiye Suriye’den çıkarılarak, Türkiye’nin işgal harekâtına tavır alınarak çözülür. Ukrayna, Kırım, Kafkasya’daki Rusya karşıtı politika da Türkiye demokratikleştirilerek aşılır. Türkiye Kürt sorununu demokratik çözer, demokratikleşirse yayılmacı politikadan vazgeçer. Rusya’nın başı da Suriye ve Irak’ın başı da rahat eder.
Diktatör Erdoğan, faşist AKP-MHP ittifakı, Avrupa’nın yaşadığı ekonomik krizi, Avrupa’nın DAİŞ ve mülteci korkusunu Avrupa’ya karşı bir silah olarak kullanıyor. Bu konuda tamamen şantajcı bir siyaset yürütüyor. Hâlbuki Türkiye’nin durumu çok beter bir durumdur. Türkiye çok derin bir sistem krizi yaşıyor. Tarihinin en büyük siyasi, ekonomik ve sosyal krizi ile boğuşuyor. Diktatör Erdoğan liderliğinde faşist AKP-MHP bloku, Türkiye’yi iç savaşın içine sokmuştur. Erdoğan-Bahçeli kliği iç savaş sarmalında faşist diktatörlüğü kurumsallaştırma mücadelesi veriyorlar. Mülteci şantajıyla da Avrupa’yı kendilerine mecbur bırakacaklarının hesabını yapıyorlar. Ama bunlar boş hesaplardır.
MÜLTECİ SORUNUNUN KÖKLÜ ÇÖZÜMÜ SURİYE’NİN İÇİNDE MÜMKÜNDÜR
Avrupa’nın bugüne kadar mülteci şantajına rehin kalması gerçekten son derece manasız bir durumdur. Hâlbuki mülteci sorunu çok rahatlıkla çözülebilir bir sorundur. Geçmiş süreçte Rojava yönetimi mülteci sorununun çözümü konusunda bazı açıklamalar ve çağrılar yaptı. Bu çağrılar oldukça anlamlıydı. “Mülteci sorununu Suriye içinde çözebiliriz” diyorlardı. Ve gerçekten mülteci sorunu Suriye sınırları içinde rahatlıkla çözülebilecek bir sorundur. Gelinen aşamada QSD’nin denetim sahasında, güvenlikli geniş bir saha mevcuttur. Türkiye’ye göçen ve şu anda Türkiye’de kalan mülteciler, Kuzey Suriye’de QSD tarafından kurtarılmış bu özgür alanlara yerleştirilebilir. Mültecilerin yerleştirildiği bu alanlar BM’nin güvencesi altına alınabilir, BM sahip çıkabilir. Avrupa ülkelerinin mülteciler için Türkiye’ye verdiği paralar BM kontrolünde buradaki mültecilere verilebilir. Halkın güvenliğini ise QSD sağlayabilir. Yani QSD, DAİŞ, El Nusra vb. çetelere karşı halkın savunmasından sorumlu olabilir. Göç etmiş halkın yaşadığı bu alanları her türlü saldırıya karşı koruyabilir. QSD’nin o gücü ve yeteneği vardır. Bunu sayısızca defa ispatlamış bulunmaktadır.
Şu anda da bildiğimiz kadarıyla Rojava’da ve QSD güçlerinin kontrolündeki Kuzey Suriye sahasında binlerce ve on binlerce kapasiteli göçmen kampları var. Ve bunların tüm ihtiyaçlarını Rojava yönetimi kendi kıt kanaat imkânlarıyla karşılıyor. Tabii ki bu kadar yükü büyük bir savaş içinde olan Rojava’nın üstlenmesi adil değildir. BM ve uluslararası kurumlar bu sorunla da ilgilenmeli ve genel olarak mülteci sorununu Suriye içinde çözmenin çabası içerisine girebilmelidir. Avrupa’yı rehin olmaktan kurtaracak bu sorunu Avrupa, faşist Erdoğan’ın elinde silah olmaktan çıkarmalıdır. Bunun köklü çözümü de Suriye içinde mümkündür. Türkiye’ye göç eden halk zaten Suriye halkıdır. İmkân sunulursa ve geri dönüş yolu açılırsa tek bir kişi bile Türkiye’de kalmaz ve Suriye’ye geri döner. Bu biçimde Erdoğan’ın şantajlarına da son verilmiş olur. Avrupa da rahat nefes alır.
AKP ve MHP faşist ittifakının Kürtler başta olmak üzere demokrasi güçleri üzerinde estirdiği terör son hızıyla devam ederken, yeni Türkiye ve yeni anayasa ile yaşadığı sorunların üstünü örtmeye çalışıyor. Sizce AKP ve MHP ittifakından bir sonuç çıkar mı?
AKP-MHP-Ergenekon ittifakı bir plan temelinde kuruldu. Bu plan Kürdistan’da Kürt soykırımını, Türkiye’de demokrasi güçlerinin tasfiyesini ve komşu ülkelerin işgalini amaçlıyor. Bu açıdan AKP-MHP-Ergenekon ittifakını herkesin çok iyi anlaması gerekiyor. Bu sıradan ve hemen geçici bir ittifak değildir. Bu ittifakın bozulması mücadeleye, geliştirilecek direnişe bağlıdır. Bu faşist, ırkçı ittifak en başta Kürtlerin bölgedeki tüm kazanımlarını ortadan kaldırmayı hedefliyor. Bölge yeniden dizayn edilirken, Kürtleri bu yeni dizaynın dışında tutarak 20. yüzyılın inkâr ve imha politikasını, bu yeni yüzyılda da sürdürmeyi amaçlıyor. Ve yeni bir ikinci Lozan yaratarak faşist diktatörlüğe dayalı yayılmacı ırkçı, ulus devletçi bir rejim kurmayı öngörüyor. Bu açıdan bölgede de yayılmacı işgalci bir siyaset izleyerek, hegemonya sahasını genişletmeye çalışıyor. Türkiye’deki, Kuzey Kürdistan’daki faşizm, Cerablus ve giderek Suriye geneline yayılan işgal, Güney Kürdistan ve Irak işgali bu mezhepçi, ırkçı heveslerin yansımalarıdır.
AKP, MHP VE ERGENEKON İTTİFAKI İLE REJİMİ DEĞİŞTİRMEK İSTİYOR
Tabii ki bu ırkçı ve faşist ittifak lanse ettikleri kadar güçlü değildir. Bu ırkçı faşist ittifakın kendi içinde ciddi kırılma noktaları da vardır. Her iki güç de ırkçı ve faşist olduğu kadar kendi içinde tarikatlaşmış, partizancı, iktidarcı ve tekçi bir özelliğe sahiptir. Soykırımcı ve yayılmacı siyaset, ortak noktaları ve uzlaştıkları payda olsa da, tek başına Türkiye’yi yönetme hevesleri her an AKP-Cemaat ittifakında olduğu gibi birbirine düşmeye de müsait bir zemin sunmaktadır. Birbirinden faydalanma ve birbirini kullanma AKP ve MHP’nin temel ilkesidir. Bu ilkesizlik hali kavgaya ve çatışmaya en güçlü zemini sunmaktadır.
Hatırlanırsa Cemaat-AKP ittifakı da aynı ortak amaçlar üzerinde kurulmuştu. Fethullah AKP’ye desteğini açıklarken “Kürtlerin kökünü kurutmak lazım” diyordu. Tıpkı şimdi AKP koalisyon ortağı Bahçeli’nin söylediği gibi… AKP, Cemaat ile ittifak geliştirerek devleti ele geçirdi, MHP ve Ergenekon ile ittifak geliştirerek de rejimi değiştirmek istiyor. Gülen ile aynı dili kullanan Bahçeli’nin gittiği yer bellidir. Bu faşist ittifakların geçmişi ne ise bugünü ve geleceği de kesinlikle aynıdır. Aynı yolda düzülen kervan aynı yere çıkar. Sonuç; AKP ve MHP’nin iktidar çatışmasına dönüşür ve netice ikisinin de yıkımı olur.
DİRENEN VE MÜCADELE EDEN HİÇBİR HALK YENİLMEZ
İktidar ve çıkar hesabı peşinde koşan bu tür kirli ittifakların ömrü Kürtlerin kökünü kurutmaya yetmez. Kürtlerin kökü tarihin çok derinliklerindedir. Kürtler insanlık ağacının ana damarıdır. Ortadoğu’nun öz su kaynaklarıdır. Demokrasi, özgürlük ve eşitliğin, halklarla kardeşçe bir arada yaşamanın en soylu temsilcileridir. Kürtlerde temsilini bulan bu demokratik direnişçi gelenek faşist AKP-MHP ittifakıyla bırakalım yıkılmayı sarsılmaz bile.
AKP-MHP faşist ittifakı, kara faşizmle Kürtleri ve Türkiye toplumunu bastırarak amaçlarına ulaşacağını düşünüyor fakat çok büyük yanılacaktır. Halkımız ve halklarımız bu faşist karanlık günleri de mücadele ve direnişleriyle aydınlığa taşıyacaktır. Mücadele ederek, direnişlerini büyüterek, birliğini kurarak mutlaka kendi özgür zamanlarını yaratacaklardır.
AKP-MHP faşizminin Türkiye’de yarattığı bu derin sessizlik büyük bir öfkeyi de büyütüyor. Bu sessizlik AKP-MHP faşizminin korkması gereken bir sessizliktir. Bu sessizlik bir teslimiyet değil, kabaran öfkenin, bilenen isyan ruhunun patlamaya yakın zamanlarıdır. Özgürlüğün tadını almış bir toplum kara faşizme, Dehakların zulmüne uzun süre katlanamaz. AKP’nin algı operasyonları da bu hakikati saptıramaz. AKP-MHP faşizmi iyi bilmeli ki dünya yuvarlıktır, kendileri de merkez değildir. Dünya dönüyor ve her şey değişiyor. Bölgede üçüncü büyük bir dünya savaşı yaşanıyor. Ve Kürtler her yerde örgütlü öz iradeleriyle büyük bir özgürlük mücadelesi veriyor. Kavganın ta orta yerinde yer alıyor Kürtler… Başarmanın ve kazanmanın, varlığını ve özgürlüğünü sağlamanın yolunun direnmekten geçtiğini Kürtler artık çok iyi biliyor. Bu gerçeği çok iyi bildiği için her yerde mücadele ediyor ve direniyorlar. Direnen ve mücadele içinde olan hiçbir halk ve toplum asla yenilmez ve yok edilemez. Tarihsel deneyimler bunun bir toplumsal yaşam kanunu olduğunu binlerce defa ispatlamıştır. Bu çağ kadınların, Kürtlerin ve ezilen tüm halkların, kimliklerin özgürlük çağıdır. AKP-MHP faşizminin bu gerçeği yenecek gücü yoktur. Kadınlar, halkımız ve halklarımız direnişlerini birleştirip büyüttüğü sürece bu kara faşizm yerle yeksan olacaktır.
ONLARIN SİLAHLARI VE KİRLİ İTTİFAKLARI PKK’Yİ YENEMEZ
Erdoğan ve partisi sık sık “bu kış PKK’yi yok edeceğiz, şöyle bitireceğiz, böyle bitireceğiz” diyorlar. Hareketinize dönük bu türden açıklama yapmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Erdoğan, varlığını PKK’nin tasfiyesine bağlamış. Erdoğan, PKK’nin varlığını adeta kendi kaderiyle birleştirmiş. Erdoğan’ın-AKP’nin kendi kaderini bu kadar PKK’ye bağlaması ne kadar zavallıca bir durum değil mi? O yüzden Erdoğan yerinde çırpınıp duruyor. Yatıp kalkıp “PKK’yi şöyle yok edeceğiz, böyle yok edeceğiz, şu kadar zamanda yok edeceğiz, bu kadar zamanda yok edeceğiz” deyip duruyor. Sürekli nakarat gibi PKK “ha bitti ha bitecek” diyor. Bazen haftalık, bazen aylık ve bazen de mevsimlik ömür biçiyor. Fakat Erdoğan ve AKP’ye miras kalmış bu faşist kalıplaşmış sözler ne yazık ki kimseye yeni gelmiyor. Bayatlamış bu özel savaş söylemleri kimseyi de aslında pek fazla etkilemiyor. Ancak belki biraz Erdoğan’ın militanlaştırdığı yapıyı etkiliyor olabilir.
PKK dev bir çınardır. PKK sadece kırk yıllık bir parti değil, binlerce yılın özgürlük, demokrasi ve direniş geleneğine dayanan, halklaşan, toplumsallaşan ve sistemleşen bir düşünce ve yaşam biçimidir. PKK halktır, insanlığın geçmişi, bugünü ve geleceğidir. Hakikattir PKK. Hakikati bitirmek mümkün mü? Bunu ancak Erdoğan ve AKP-MHP gibi Kürt düşmanlığı ile aklını yemiş, sağduyusunu yitirmiş, akıl yoksunları düşünebilir.
PKK’nin şöyle bir hakikati var; faşizm ve zulüm arttıkça PKK güçleniyor. Çünkü PKK zalimin zulmüne uğrayanların sesidir, yüreğidir ve beynidir. Zulüm görenlerin barınağıdır, savunma hattıdır. Zulüm ne kadar şiddetli ve büyükse PKK de bir o kadar büyüyor ve çoğalıyor. PKK insanlık onurunu temsil eden bir harekettir. Faşizm karşısında bu onur mücadelesi daha çok güçleniyor ve bileniyor. Faşizmin körelttiği beyinlerin kavrayamadığı gerçeklik işte budur.
PKK’ye ömür biçenler aslında o ömrü kendilerine biçiyorlar farkında değiller. Gerçekten böyle anlamak gerekiyor. Hiçbir savaş kuralına uymadan, her türlü etik dışı yöntemle ve silahla bize karşı savaşabilirler, zaten savaşıyorlar. Hem de devletin tüm imkânlarını seferber ederek ve ülke değerlerini pazarlayıp dış destek sağlayarak. Ve ele geçirdikleri her türlü ileri silah tekniğini kullanarak. Yapıyorlar bunu. Ama sonuç alamazlar. Alamıyorlar. Onların silahları, kirli ittifakları ve ilişkileri, PKK’nin toplumsal, siyasi ve askeri aklını yenmeye yetmez. PKK insanlık değerlerine dayanan Kürdistani olduğu kadar bölgesel, bölgesel olduğu kadar evrensel bir güçtür, harekettir. PKK’yi dağlardaki gerilla sayısı ile ele almak, şu kadar öldürürsek sonuç alırız demek kadar ahmakça bir düşünce biçimi olamaz. PKK, insanlığın özgür aklı ve yüreğidir. Hayata özgürce akan, tazeliğini sürekli koruyan bir bakıştır PKK… Çok sayıda gerillayı şehit düşürerek de PKK’yi bitiremezsiniz. Yöneticilerine imha planları yaparak da… PKK her bir şahadette güçlenen bir harekettir. Çünkü her şahadet PKK’de mücadeleyi daha fazla büyütme ve zalimden intikam alma gerekçesi oluyor. Aklı olan, aklını PKK’nin çıkış gerekçeleri üzerinde yorar, derinliğine PKK gerçeğini kavramaya çalışır. Bundan uzak her tutum PKK’yi değil, kendisini bitirir, PKK’yi ise güçlendirir.
SESSİZLİK ZALİMİN ZULMÜNÜ ARTIRIR
Bir taraftan belediyelere kayyum atanması ve belediye başkanlarının tutuklanması HDP üzerindeki baskılar, tutuklanmalar ve STK’ların kapatılması devam ederken, Kürt halkı ve demokratik güçlerin tepkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP-MHP faşizmine karşı tepkiler yetersizdir. Hiç kuşkusuz bunun temel nedeni topluma nefes aldırtmayan kara faşizmdir. Türkiye’de ve Kürdistan’da şu anda yaşanan faşizm 1915-1938 yıllarını dışında tutarsak Türkiye tarihinin en koyu faşizmidir. Dinciliğin ve ırkçılığın el ele verdiği bu yeşil, kara ve beyaz faşizm, toplumu adeta boğmuş durumdadır. Fakat çare kuşkusuz boğulmayı kabul etmek değil, bedelini göze alarak mücadele etmektir. Özgürlük ve demokrasi mücadele edilmeden kazanılamaz. Sessizlik ve tepkisizlik her zaman zalimin zulmünü arttırmıştır. Kürt halkının ve Türkiye toplumunun büyük bedeller vererek yarattığı değerlere sahip çıkması gerekiyor. Bu değerler özgürlük ve demokrasi değerleridir. DBP belediyeleri, özgür demokratik basın organları, sivil toplum kurumları, tutuklanan eş başkanlar, milletvekilleri, siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler, devrimciler, halkımızın ve halklarımızın büyük bir emek ve mücadele ile yarattığı değerlerdir. Halkın özgür bir nefes aldığı, nefes verdiği, ses verdiği, sesini duyurduğu, dile geldiği, ben de özgür irademle varım dediği yerlerdir, anlardır ve temsilcilerdir. Halkın bu değerlere sahip çıkmaması demek kendi varlığına ve özgürlüğüne sahip çıkmaması demektir. O açıdan halkımızın mücadele iradesini her zamankinden daha güçlü bir biçimde ortaya koyması gerekiyor. Türkiye’nin ve Kürdistan’ın bütün sokak ve meydanlarını mücadele ve direniş alanları haline getirmesi, zalimi öfkesiyle boğması gerekiyor.
DBP belediyeleri faşist AKP-MHP iktidarı tarafından işgal edildi. Bu belediyeler kolay kazanılmadı. Halkımız çok büyük bedeller vererek bu belediyeleri kazandı. Binlerce şehit verdi. Halen birçoğunun mezarı bile yoktur. On binlerce insan cezaevlerine düştü, ağır işkenceler gördü ve birçoğu yaşamını yitirdi. Binlerce köy yakıldı yıkıldı, şehirleri yerle bir edildi, yüzlerce insan diri diri yakıldı, cenazelere işkence yapıldı, mezarlıklar, ibadet yerleri bombalandı. Kürdistan’ın dağları, ormanları cayır cayır yakıldı. Ve şu anda bu zulüm katlanarak sürüyor. Halkımız yıllarca bu zulme boyun eğmedi, büyük bir irade ve inançla mücadele etti. Her dönem zalimi alt ederek, zulmü yenerek, büyük değerler ortaya çıkardı. Belediyeler de böyle ortaya çıktı. Özgür basın ve sivil toplum kurumları da… 80 vekil de… Şimdi bu değerleri korumak için daha güçlü bir mücadeleye ihtiyaç vardır.
FAŞİZM SON DEMLERİNİ YAŞIYOR
Faşizm şimdiki haliyle çok daha koyu ve karanlıktır. Çünkü son demlerini yaşıyor. AKP-MHP faşizminin yarattığı bu koyu karanlığı aydınlığa çıkarmak, demokratik ve özgür Türkiye’yi, özgür-özerk Kürdistan’ı yaratmak için Kürt halkının ve Türkiye halklarının, demokrasi güçlerinin ve kadınların el ele, yürek yüreğe vererek, gücünü birleştirip mücadele etmesi gerekiyor. AKP-MHP faşizmine karşı Türkiye’nin demokrasi, özgürlük ve barış güçleri Kürtlerle bir araya gelmelidir. Yine kadın düşmanı AKP-MHP faşizmine karşı direnen kadınlar, mücadele saflarını birleştirmeli ve faşizme karşı birleşik direnişin başını çekmelidir. Bu süreç halkların ve kadınların birleşik direniş mücadelesini zorunlu bir biçimde dayatıyor. Faşizme karşı olan tüm güçlerin, kesimlerin, siyasi ve sivil yapıların, kişilerin bir arada ortak mücadele etmesini olmazsa olmaz bir gereklilik haline getiriyor. Bu sağlanırsa faşizmin hükmü kalmayacaktır.
YARIN: Türk devletinin Rojava’yı işgali ve Güney Kürdistan’a yönelik işgal planları