Hükümet 'demokrasi' dedikçe antidemokratik bir sabaha uyanıyoruz
Hükümet 'demokrasi' dedikçe antidemokratik bir sabaha uyanıyoruz
Hükümet 'demokrasi' dedikçe antidemokratik bir sabaha uyanıyoruz
Gezi Parkı direnişi pek çok ilki temsil ederken; sanatçıların toplumsal meselelere olan ilgilerini de artırdı. Bir kısmının zaten politik aidiyetleri olsa da; 'hareket etmede' istekli veyahut koşul sahibi değillerdi. Bu direniş sürecinde aktif olarak yer alan isimlerden biri de, Ceylan Ertem idi. Müzisyen, çevreye ve özgürlüklere olan temayülü doğrultusunda 'orada' olduğunu söyledi. Ertem'e göre; sorgulama, muhalefet ve başkaldırı sanatçıda aranması gereken koşullardan.
Gezi Parkı direnişinde yer alan müzisyenlerden Ceylan Ertem ile hem direniş sürecini hem de genel hatlarıyla sanatın etkisini konuştuk...
'GEZİ DİRENİŞİ SANATÇILARI DA BULUŞTURDU'
Müzisyen Ceylan Ertem, kendisinin de katıldığı Gezi Parkı direnişinin toplumu birleştirici bir rol taşıdığını ve yine topluma birlikte hareket etmeyi öğrettiğini düşünüyor. "Duyarlı ve aklı başında her insan bu sürece destek oldu; içinde yer aldı. Sanatçılar da, esnaf da, ev hanımları da; genç, yaşlı, karşıt görüşteki binlerce insan da; herkes oradaydı. Bu, bir birikimin sonucuydu" diyen Ertem, sanat çevresinin de şimdiye kadar kitlesel olarak 1 Mayıs'larda bir araya geldiğini ancak çoğunluğunu aynı çatıda buluşturanın Gezi süreci olduğunu ifade etti.
"Benim de yer almam için onlarca faktör vardı. Başlıcaları; elbette çevreye dair sorumluluk ve genel olarak özgürlüklerin kısıtlanma çabasına tepkiydi."
'BAZI SANATÇILAR ŞAŞIRTTI'
Ertem, Gezi direnişi sürecinde hükümetin baskıcı politikasına itiraz etmediği gibi; bu gücün yanında yer alan sanatçı kesimine de tepkili: "Herkes istediğini düşünmek ve hissetmekte özgür. Ancak bir sanatçının; müzisyenin, oyuncunun, ressamın ve yazarın içinde bulunduğu şartlara ve korkutucu biçimde yaklaşan geleceğine bu denli gözlerini kapatması beni çok şaşırttı. Başkaldırı, sorgu, eleştiri, muhalefet; bunlar şimdilerde bir sanatçıda aranan koşullar olmayabilir ama aynı zamanda hayalimizdeki sanatçılar için aradığımız ilk koşullar..."
Hükümetin, müdahaleci yaklaşımında trajikomik örnekler sunduğuna dikkati çeken Ertem, 'tencere tava' gibi araçların militer ögeler gibi ele alınmasını eleştirdi: "Aslında bu süreçte çok acı çektik, çok da güldük. Bu tencere-tava meselesi ya da 'çapulcu' yakıştırması bizi epey eğlendirdi. Trajikomik tabii. Olacak iş değil! Demokrasi kelimesi örneğin; bu kelimeden soğudum, duymak bile istemez haldeyim. Demek ki, hangi ağızda olduğuna göre anlam değiştirebiliyormuş. Türkiye'de demokratik davrandığını bağıran hükümet ve her sabah onların demokrasiden çok uzak yeni bir yasağıyla uyanan halk gerçekliği var."
'SERMAYE MÜZİĞİ DE SÖMÜRMEYE ÇALIŞIYOR'
Ertem toplumun sanatla olan ilişkisine de değinirken, maddi olanakların olumsuz etkisine; bu çerçevedeki faaliyetlerin ücretlendirmesine vurgu yaptı:
"Benim de çoğu konsere bilet fiyatı sebebiyle gidemediğim oldu. Bir Roger Waters konserinin bilet fiyatı neden örneğin, Türkiye ve Bulgaristan'da oldukça farklı? Bilmiyorum. Devletin belediye etkinliklerinde neden hep pop şarkıcılarının ya da yandaş müzisyenlerin konserleri var? Ancak öte yandan 2 saat sahnede kalıyoruz; konser fiyatı 20 TL... Bunu organizatörlere, mekan sahiplerine ve dinleyici kitlesine sormak gerekiyor ve belki de cevaplardan yola çıkarak bir yeni düzene gidilmesi gerekiyor."
Sermaye çevrelerinin de müziği sömürmeye çalıştığını; alışveriş merkezlerinde müşterilerin tüketimini bu yolla artırmayı hedeflediğini belirten Ertem, "AVM'lerde çalınan müziği bir sanat ürünü olarak değerlendiremeyiz. Oradaki müzik bir katalizör. Seni bir hisse, harekete iten bir aracı" diyor.
Müziğin sadece tüketimi değil, üretimi de olumlu etkilediğine dair tespitlerin olduğuna; zamanla ve mekanla olan bir bağının bulunduğuna vurgu yapan Ertem, ekledi: "Son olarak gittiğim doktor, 'ben senin durumundaki hastalara müziği öneriyorum; senin zaten hayatın bu' dedi. Müzik ilaçtır, zehirdir de. Başkaldırıdır, ağıttır da. Acı, dans, kahkaha, çığlıktır, kaçış ve kurtuluş. Anlatır, ayağa kaldırır, yerle bir eder, hayal ettirir, yol gösterir, yaşadır ve belki öldürür. Sinemaya, dansa, hatta şiire ve resme bakın; bence hepsi müziksiz eksik. Bir müzisyen şiir okumuyorsa, o filmi görmediyse, etrafa bakmıyorsa; çiçeğe, hayvana, insana dokunmuyorsa; acısını ve coşkusunu sonuna dek hissetmiyor; ölüm ve yaşam hakkında düşünmüyorsa bence o müzisyen de eksiktir."
'AKIM YARATABİLECEK ETKİLEŞİM VE ÜRETKENLİKTE DEĞİLİZ'
Müzikoloji eğitimi de alan Ceylan Ertem, tarihsel olarak inceleme fırsatı bulduğu bu alan için eski ve mevcut durum arasındaki farkı şöyle özetledi: "Elbette binlerce tabu varmış. Tabular yıkılmış. Bunu başarak tüm dev müzisyenler, kompozitörler her zaman öncelikli oldular. Mesela akımlar, ekoller... Şimdi eksik olan bu gibi. Eski tarihlerden bahsetmeyeceğim ama '60'lardan bahsetmek isterim; o kuşak çok önemli. Ve memlekette şairler, müzisyenler, yazarlar, ressamlar bir araya gelir, saatlerce sohbet eder; 'ölmeme günü' icat eder ve buna bağlı kalıp gelenek haline getirir, birbirini beslermiş. Şimdi ise bunu yapmıyoruz ve hepimiz dolayısıyla tüm disiplinler birbirinden oldukça kopuk. 68 kuşağı... Politik ve sanatsal anlamda inanılmaz olaylar, tavırlar, ürünler... Akım yaratabilecek etkileşimde ve üretkenlikte, farkındalıkta değiliz."
Magazin tarzının da sanata ve sanatçıya, toplumun algısına müdahale ettiğini düşünen Ertem, ne iş yaptığı dahi bilinmeyen kimselerin ana akım gazete ve televizyonlarda konuşturulduğunu anımsattı. Toplumun önemli kesiminin de bu tuhaflığa ortak olduğunu söyleyerek, bir 'afyon' durumunun yaşandığını dile getiren Ertem'e göre; müzisyenlerin bir dernek ve sendika çalışmalarının olmaması, bu olumsuz durumu geliştiriyor: "Oyuncular örgütlenme konusunda şanslı ve çalışkan. Bizim bin tane derdimiz var ancak nereye, kime bunları aktaracağız; kimler olarak ayaklanacak, nereden başlayacağız..."
"34 Kadın 34 Portre" isimli, kadına karşı şiddeti işleyen projede de yer almış olan müzisyen Ceylan Ertem, son sözlerini Türkiye'de hızla artan kadına şiddete ayırdı: "Sanatçıların bu sorunu sürekli gündemde tutması gerekiyor. Konuyla ilgili tüm sosyal projelerde yer alınmalı. Özellikle popüler isimler farkındalık için bu yönlü girişimlerini artırabilir. Ancak bu bir yere kadar etkili olabilir. Eşiti, kızını döven, öldüren bir adamın sanat eseri vasıtasıyla ıslah olacağını ummak hayal. Yine de susmayan, göz yummayan, cesaret edinen kadınlara ihtiyaç var. Devletin tutumu ise inanılmaz. Şiddetin bu denli yüksek olduğu bir başka ülkede çoktan önlemler alınmıştı. Ama devlet yanlış yapmaya, yanlış yaptırmaya devam ediyor."