İnsan hakları polis ablukası altında!
İnsan hakları polis ablukası altında!
İnsan hakları polis ablukası altında!
İHD İstanbul Şubesi’nin 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası dolayısıyla Taksim Gezi parkında merdivenlerinde yapmak istediği açıklamayı polis engelledi. Bu keyfi ve hukuksuz uygulamayı söyledikleri devrim türküleri ve şiirlerle protesto eden İHD üyeleri, bugün burada insan hakları savunucularına koyulan engelin Türkiye’nin vardığı totaliter, otoriter polis devleti tablosunu tüm çıplaklıyla gözler önüne serdiğini vurguladı.
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nin İnsan Hakları Haftası etkinliklerinin startını vermek için Gezi Parkı merdivenlerinde yapmak istediği açıklama polis engelline takıldı. Ellerinde “İnsan Hakları Derneği Şubesi” pankartını ve tüm dillerde yazılmış barış dövizleriyle İHD İstanbul Şubesi’nden Gezi Parkı’na yürüyen insan hakları savunucularının yolu Fransız Konsolosluğun yanında TOMA, çevik kuvvet ve sivil polis ablukasıyla kesildi.
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun bu keyfi uygulamasına devrim türküleri ve şiirlerle protesto eden insan hakları savunucuları, yağan yağmura aldırmadan barikatın açılması için 45 dakika boyunca bekledi. Ablukanın kaldırılmaması üzerine Fransız Konsolosluğun önünden İHD İstanbul Şubesi’nin bulunduğu Çukurlu sokağa yürüyen aktivistler, İstiklal Caddesi boyunca,” İnsanlık onuru işkenceyi yenecek”, “İnsan haklarıyla insandır” sloganlarını attı. İnsan Hakları Savunucular adına açıklamayı İHD İstanbul Şubesi Başkanı Ümit Efe yaptı.
Ümit Efe, Taksim’de Hakkari Yüksekova’da polis tarafından iki sivilin öldürülmesini protesto eden kitleye ve Torba yasasının karşı basın açıklaması yapmak isteyen hekimlere saldıran polisin bugün de insan hakları savunucularının önüne TOMA’larla set çekmesinin Türkiye’de otoriter ve totaliter polis rejimin ne boyuta vardığını gözler önüne serdiğine dikkat çekti.
Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin kabul ediliş yıldönümü olan 10 Aralık gününü izleyen haftanın bütün dünyada insan hakları haftası olarak kutlandığını hatırlatan Efe, 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı korkunç yıkımın ardından bildirgenin kabulüyle daha adil, hak ve özgürlüklere saygılı bir döneme girilmesi umulduğunu ancak tarihin böyle olmadığını ne yazık ki bütün acı ve yeni yıkımlarla kendilerine gösterdiğini ifade etti.
Efe, “Katliamlar, işkence ve baskılarla mücadele içinde geçen 65 yılın ardından, 2013 yılı insan hakları haftası etkinliklerini düzenleyen biz insan hakları savunucuları, maalesef ki ülkede ve dünyada olumlu bir panorama çizebilecek durumda değiliz” dedi.
Türkiye’de Kürt sorununda çatışmasızlığın devam ediyor olması dışında çözüme yönelik ciddi ve samimi adımların atılmıyor olmasının yarattığı bir belirsizlik ve gerilim birikmesini kaygı verici bulduklarını da sözlerine ekledi.
Kürdistan’da çözüme yönelik yapılan sivil demokratik talep ve tepki gösterilerine 90’lı yılları aratmayan ve ölümlere yol açan müdahaleler yaşandığına da dikkat çeken Efe, bu olayların ciddiyetle ve hızlı bir şekilde soruşturmamasının devletin ve iktidarın çözüm noktasında ne kadar “samimi” olduğunu gözler önüne serdiğini vurguladı.
CEZAEVLERİNDE 12 EYLÜL’Ü ARATAN UYGULAMALAR
Sürekli kanayan bir yara olmaya devam eden cezaevlerinde, 12 Eylül’ü dahi aratan uygulamalar yaşadığını hatırlatan Efe, Türkiye'de işkencenin, işkenceci zihniyetin en açık örnekleri arasında yer alan cezaevleri toplumların insan hakları karnesi için en önemli göstergelerden biridir. Ne yazık ki bu gösterge ile Türkiye en büyük hak ihlallerinin gerçekleştiği ülkeler arasında bulunmaktadır” diye konuştu.
Yine Gezi olayları sürecinde her türlü hukuksuzluğun yanı sıra yaşanan ölüm ve ağır yaralanma vakalarının soruşturulmalarında kasıtlı engeller çıkarılması yanı sıra tutuklamaların ve Gezi avının sürdürüldüğünü belirten Efe, Türkiye’de yaşanan hak ihlallerini şöyle sıraladı: “Avukatlar cezaevlerine doldurulur, yargıya talimatlar verilirken adalete göre değil hükümetlerin müdahalelerine göre çalışan mahkemeler durmaksızın utanç kararlarına imza atıyorlar. Dünyada siyasi nedenlerle cezaevlerine konulmuş en çok gazeteci, avukat, sendikacı, öğretmen, öğrenci, seçilmiş temsilci ülkemizde bulunuyor.
HER YER İŞKENCE ALANI
Cezaevlerinde, karakollarda, sokakta işkence ve baskı sürüyor. Topluma gerici, baskıcı bir ahlak anlayışı kabul ettirilmeye çalışılırken cezaevlerinde çıplak arama uygulamaları, kadınların polis tacizine uğraması devletin ahlakçı ahlaksızlığını ortaya koymaktadır.
Medya patronları hiçbir utanç duymadan ve mesleki etik kurallarını tanımadan hükümetin talimatları ile gazetecileri işlerinden atıyorlar. Medya genel anlamıyla ülke tarihinde olmadık bir çöküntü ve seviyesizlikle gerçek işlevini tamamen yitirmiş bir halde bulunuyor.
Bu topraklar bir kez daha baskı ve faşizan uygulamaların dinsel sosa bulandırılmış halini kabule zorlanıyor. Özel hayatlara müdahale evlerin içlerine sızıyor. Hak ve özgürlüklerin sınırı evrensel, vazgeçilemez değerlerle değil, ne olduğu bizzat bu baskı politikalarının uygulayıcılarınca tarif edilen bir çoğunluğun değer ve görüşleri ile çizilmek isteniyor. Genç yetişkinlerin kiminle, nasıl yaşayacaklarına karar veriliyor, karma eğitim sonlandırılmaya, zorunlu din dersleri beyin yıkama projesine döndürülmeye çalışılıyor. Etnik kimlikler kadar, farklı inançlara sahip grupların, farklı cinsel kimliği benimseyenlerin hak ve talepleri yok sayılıyor. Kadın erkek eşitliği reddedilip, kadınlar erkek egemen bir düzene hapsediliyor.
Faili meçhul cinayetlerin, kayıpların, işkencelerin sorumluları devlet içinde etkin ve önde konumlarını sürdürüyorlar. Bu kişilerden sadece darbeye teşebbüs ettiği ileri sürülenler cezalandırılırken, hükümete yönelik tertip içinde yer almadığı düşünülenler siyaset sahnesine alınarak ödüllendiriliyor.
Bütün bu baskı politikalarının önde gelen amacı ve sonucu olarak ekonomik sömürü çarkları işlemeye devam ediyor. Saatlerce çalıştığı halde evlerine yeterince ekmek götüremeyenler ek işlerde çalışmaya, yolsuzluğa, sadaka düzenine mahkûmiyete zorlanıyor. Devlet halka çalışma olanağı sunmayarak insanları işsizliğe, boş ve anlamsız bir yaşama mecbur kılıyor. Topluma çok çocuk yapması öğütlenerek kadınlar kamusal alandan uzaklaştırılırken, yeni işsizler ordusuyla ucuz işgücü garanti altına alınmak isteniyor. Gelir ve bölüşüm adaletsizliği sürüyor.
Hidroelektrik, kömür ve atom santralleri, yol, köprü ve diğer inşaat faaliyetleri nedeniyle ormanların yok edilmesi, derelerimizin, göllerimizin, denizlerimizin durmayan kirletilmesi çevre yıkımlarını beraberinde getiriyor.”
İNSAN, HAKLARIYLA İNSANDIR!
Türkiye’de katliamcı, işkenceci güçleri destekleyerek çevre ülkelere de ölüm ve işkence ihraç edildiğinin de altını çizen Efe, “Suriye’de, Batı Kürdistan’da yaşanan hak ihlalleri, katliam ve işkencelerde Türkiye’nin parmağı bulunduğu açık bir şekilde ortaya çıkmış durumda. Kendi topraklarımızdan yabancı ülkelere kimyasal silahlar, bombalar, savaşçı güçler transfer ediliyor. Türkiye Libya’da, Afganistan’da, Somali’de emperyalist politikaların uygulayıcısı, savunucusu haline geldi. Hükümet, iktidarı için gerekli olan dış desteği kaybetmemek için dünyadaki yıkım politikalarını, kimi zaman bunu uygulayanların hızını ve planlarını da aşarak desteklemek dışında bir politika gerçekleştirme imkanına sahip bulunmuyor” dedi.
İnsan hakları savunucularını böylesi bir dünya, böylesine yönetimler istemediklerinin altını da çizen Efe şöyle devam etti: “İnsanı, insanlığı mahveden bu düzenin yerine adil, özgür, temel hakların güvence altına alındığı yeni bir yaşam için direnmekten, haklarımızın korunması ve geliştirilmesi için tüm vatandaşlar ve dünya halkları için Gezi ruhuyla yeniden canlanan bir mücadele geleneğinden başka bir seçenek göremiyoruz. Çünkü ‘insan haklarıyla insandır’ diyoruz.”