Kandemir: İşçiler direndikçe umut vardır

15-16 Haziran büyük işçi direnişi önderlerinden Ekrem Kandemir, bu direnişin günümüze ışık tutmaya devam ettiğini belirterek, “Bugünkü DİSK yönetimi kendi mirasının gerisinde kalmış olsa da işçiler direndikçe umut vardır” dedi. 

15-16 Haziran büyük işçi direnişinin üzerinden 52 yıl geçti. Büyük işçi direnişi, 1970 yılında Türk-İş'ten DİSK'e işçi akışını önlemek için Adalet Partisi ve CHP işbirliği ile, çalışma yaşamını ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası'nda değişiklik yapan tasarının meclisten geçmesiyle başladı. Bu saldırıya karşı İstanbul’un dört bir yanında örgütlenen işçiler Taksim Meydanı'na yürümek istedi. Levent bölgesindeki Oto Sanayi’den başlayan yürüyüşün işçi önderlerinden Ekrem Kandemir, 15-16 Haziran’ı ve o günden bugüne mücadelenin geldiği noktayı ANF’ye  değerlendirdi. 

‘EN TEMEL TALEP SINIF HAREKETİYDİ’

Bugün 78 yaşında olan Ekrem Kandemir, hala o günlerin heyecanını taşıyor. 1944 yılında Karakoçan ilçesinin Şamani köyünde doğan Kandemir, 1961 yılında geldiği İstanbul’da en büyük iki fabrikadan biri olan Philips’te sendikal mücadeleyle tanıştı. 

Kandemir, o dönem tek konfederasyon olan Türk-İş’e bağlı Maden-İş Sendikası’na üye olduğunu anlattı. 1961 Anayasası’yla birlikte sendikal hakların da genişlediğini belirten Kandemir, “O zaman Türk-İş’e bağlıydık ve işçiler olarak taleplerimiz vardı ancak bunu karşılayabilecek sendikal örgüt yoktu. Sosyalist, devrimci ve sendikacılardan oluşan bilinçli bir ekip vardı. Bu ekip, talepler konusunda Türk-İş’i zorluyordu. 10 saat olan çalışma saatlerinin indirilmesi gibi taleplerimiz vardı ancak en temel talep sınıf hareketiydi, çünkü Türk-İş bünyesinde öyle bir sınıf hareketi yoktu. TİP’in de meclise 15 milletvekili soktuğu 1965’te demokratik kitle örgütleri, devrimciler, komünistler birlikte yeni bir sendika oluşturma konusunda çalışmalar yürütüyor. Maden-İş, Lastik-İş ve Basın-İş sendikaları, 12 Şubat 1967'de yaptıkları olağanüstü kongrede, Türk-İş'ten ayrılma ve konfederasyonlaşma kararı aldılar. 13 Şubat 1967'de Bağımsız Gıda-İş ve merkezi Zonguldak'ta bulunan Türk Maden-İş'in de katılımı ile DİSK kuruldu” dedi.

‘DİSK’E İŞÇİ AKIŞININ ÖNÜNE GEÇMEK İSTEDİLER’ 

DİSK’in kurulmasıyla oraya geçiş yapan Kandemir, Türk-İş’in hiçbir zaman yanaşmadığı, kabullenmediği maddelerin hepsinin DİSK’in programında ve tüzüğünde yer aldığını ve çok hızlı bir çalışma içine girildiğini belirtti. O dönemde Philips fabrikasında işçi temsilcisi olan Kandemir, o sırada Dev-Genç’in de kurulduğunu anımsattı. 

Dolmabahçe’de 6. Filo’nun denize dökülmesi, Kanlı Pazar gibi birçok olayda yerini alan Kandemir, bu bütünsel mücadele atmosferinde işyerlerinde çok hızlı bir örgütlenmenin başladığını vurguladı. O dönemde bazı işyerlerinde Türkiye’de hiç görülmemiş sözleşmelere imza atıldığına işaret eden Kandemir, çalışma saatlerinin düşürülmesi, senelik izinler, ikramiyeler, çocuk kreşleri gibi DİSK’in programında yer alan bütün hakların aşama aşama, işçi tabanının söz ve karar sahibi olması ilkesiyle birlikte hayata geçirildiğini belirtti. 

Türkiye’de sendikal hareketin hızla gelişmesinden rahatsız olan emperyalizm, sermaye ve onların güdümündeki işbirlikçilerinin giderek büyüyen mücadeleyi engellemek için düğmeye bastıklarını belirten Kandemir, 1970 yılında Demirel hükümetinin DİSK’e işçi akışının önüne geçmek için 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası'nda değişiklik yapan tasarıyı meclise getirdiğini dile getirdi. Bu tasarıların meclisten geçmesinin DİSK ve ona bağlı tüm sendikaların kapatılması, 1961’den 1970’e kazanılmış bütün hakların geri alınması anlamına geldiği için buna karşı hemen eylem hazırlığı içine girdiklerini anlatan Kandemir, Taksim’e yapacakları büyük yürüyüş öncesi hazırlıklara başladıklarını anlattı. Türk-İş’in işçilerin yürüyüşe gitmesini engellemek için hepsini ücretli izne çıkardığına dikkat çeken Kandemir, ancak bunun da ters teptiğini, ücretli izne çıkan tüm işçilerin alanlara akın ettiğini söyledi. 

‘HALK, ÇOLUK ÇOCUK DESTEĞE GELDİ’

Kandemir, 15-16 Haziran’da yaşanan büyük direnişi şöyle anlattı: “İstanbul’da eylem alanları Anadolu, Avrupa ve Rumeli bölgeleri olarak üçe bölünmüştü. Bu üç bölgeden Taksim’e yürünecekti. Bizim bulunduğumuz Levent Oto Sanayi bölgesine o zaman Rumeli bölgesi deniliyordu. 15 Haziran’dan günler önce fabrikaların ve işyerlerinin önünde yürüyüş provalarına başlamıştık ama her seferinde mesafeler uzatılarak yapılıyordu bu provalar. 15 Haziran’da da yürüyüşler yapıldı. 16 Haziran’da ise Haliç’ten Boğaz’a kadar olan Rumeli bölgesinde, Oto Sanayi bölgesinde toplandık. Sayımız 100 bini aşkındı. Ben direniş komitesi sorumlusuydum. Oto Sanayi bölgesinde 100 bini aşkın işçi çalıştığı için en derli toplu ve kalabalık bölgeydi. O zaman bu kadar bina yoktu, gecekondu mahallesiydi. Bugün Sanayi metro durağının olduğu nokta o zaman boş araziydi. Kortejler oradan başlıyordu. Kadın işçi arkadaşlarımız kortejin en arka tarafındaydı ama yürüyüşe ters yönden başladığımız zaman ön tarafa düştüler. Bugün Sabancı Center’ın bulunduğu nokta o zaman boş araziydi. Oraya geldiğimizde önümüze barikat kurulduğunu gördük. Önce askeriye üç el havaya ateş etti. Sonra sağa sola açıldılar ve arkalarında bekleyen polis direkt saldırdı. Kadın işçi arkadaşlarımız kortejin önündeydi. Önce onlara saldırdılar hem de acımasızca. Hem darp hem de küfür ediyorlardı, kurşun sıkıyorlardı. Birkaç dakika bir panik yaşandı sonra hemen toparlandık. Komite olarak karşı saldırıya geçmeye ve yürümeye karar verdik. Çatışma başladığı andan itibaren Gültepe, Sanayi mahallesi halkı, hepsi çoluk çocuk desteğe geldi. Polis ateş açmaya başladı, molozları kendimize siper ederek taş atmaya başladık. O zamana kadar silah kullandıkları için denge polisten yanaydı ama sonra halk gelince karşılıklı çatışmaya döndü. Bu sefer polis kaçmaya başladı. Yanımdaki iki arkadaş ayaklarından ve bacaklarından vuruldu. Kendimizi kurşunlardan korumak için banka reklam tabelaları arkasına saklandık.

‘CİPİN ÜZERİNE FIRLAYIP BİNBAŞININ YAKASINA YAPIŞTIM’

Çatışma olduğu Anadolu ve Avrupa yakasından duyuldu. Onlar henüz yürüyüş halindeydi. Bu haberi alır almaz yürüyüş istikametlerini değiştiriyorlar ve Taksim yerine bizim bulunduğumuz Levent bölgesine gelmeye karar veriyorlar. Deniz ve vapur seferleri durduruldu. Bizden sonra Kadıköy’de de büyük çatışmalar başladı. Avrupa yakasından yürüyenler de Sultanahmet’e geldi. Orada da aynı çatışmalar yaşandı. Bizim bulunduğumuz bölgede çatışmalar saat 16.30 civarında bitti. Askerler tekrar barikat kurdu ve biz yine barikatları zorladık. Bir binbaşı askeri cipin üzerine çıktı. O çıkar çıkmaz ben cipin üzerine fırlayarak yakasına yapıştım ve gözaltına alınanların serbest bırakılmasını istedim. Binbaşı tek bir kişinin bile alınmadığını söyleyerek beni ikna etmeye çalıştı. Sonra binbaşıyla beraber cipe binip gittik, gözaltı olup olmadığını kontrol ettik ve hakikaten de kimse alınmamıştı. Polis kaçmıştı zaten. O zaman öyle sivil polis yoktu, toplum polisi vardı. Ulusoy firması ne kadar otobüs varsa onlara tahsis etmişti. O otobüslere binip kaçmışlardı. Daha sonra aynı binbaşı bize, ‘Valinin emriyle fabrikaların önünde üç gündür nöbet tutuyoruz ve sürekli rapor ediyoruz. Vali beye işçilerin kimseye zarar vermediğini rapor ettik, ancak bizi değil işvereni sesini dinlemedi, polisi çağırdı ve polis gelir gelmez olay çıktı’ dedi. Daha sonra Philips Fabrikası’na geri döndük. Oturduk bahçeye. O zaman 20-30 radyo vardı, bir radyoyu çıkardık ve gelişmeleri dinledik. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler konuştu. Üretimden gelen gücümüzü kullanarak yaptığımız eylemin başarıya ulaştığını söyleyerek işçilere fabrika ve işyerlerine geri dönme çağrısı yaptı. O zaman bu çağrı yanlış anlaşıldı, işbaşı yapın olarak değerlendirildi ve çok eleştiri oldu. Oysa işbaşı yapın değil, işyerlerine dönün çağrısı yaptı.” 

‘BÜYÜK DİRENİŞİMİZ BAŞARIYA ULAŞTI’

Üç kişinin hayatını kaybettiğini, kurşunla yaralanan bir kişinin kangren olan bacağının kesildiğini, pek çok kişinin yaralandığını, 16 Haziran günü sıkıyönetim ilan edildiğini, çok sayıda insanın gözaltına alındığını anlatan Kandemir, fabrikalarda kalarak iş yavaşlatma eylemi yaptıklarını söyledi. Bir hafta üretimi durdurduklarını, daha sonra patronlarla masaya oturduklarını anlatan Kandemir, “İşçilerin polise ihbar edilmemesi, fabrikada 1 hafta çalışmış gibi haklarımızın verilmesi konusunda taleplerimiz oldu ve anlaştık. İş durdurma olan birçok işyerinde ve fabrikada da bu anlaşmalar yapıldı. Ama o zaman İstanbul genelinde yaklaşık 2 bin kişi gözaltına alındı. Ama büyük direnişimiz başarıya ulaştı. Çıkarmak istedikleri yasa patronların yüzüne şamar gibi indi” dedi. 

‘TAKSİM 1 MAYIS ALANIYSA ORAYA GİDECEKSİN’

12 Eylül askeri darbesiyle kazanılmış tüm hakların geri alındığını belirten Kandemir, dünden bugüne özellikle DİSK özelinde sendikal mücadelenin çok zayıfladığını belirtti. DİSK’in getirildiği noktayı eleştiren Kandemir, DİSK’in şimdiki yönetimini Ramazan ayında para toplayan davulculara benzetti. 1 Mayıs’ta kutlamaların Taksim yerine Maltepe’de yapılması başta olmak üzere yapılanların, kendi zamanlarındaki eylem biçimi olmadığını vurgulayan Kandemir, “Taksim 1 Mayıs alanıdır. Ve eğer Taksim, 1 Mayıs alanıysa oraya gideceksin, gerekirse copu da yiyeceksin. Ama bunlar tabanı kandırıyorlar” dedi. Birkaç gün önce İstanbul Çalışma Müdürlüğü önünde yapılan eylemde işçilerin değil, sendika başkanlarının ve işçi temsilcilerinin yer aldığına işaret eden Kandemir, şunları kaydetti: “Bu bizim açımızdan kabullenilemez bir eylem biçimidir. Eskiden en ufak bir taleple ilgili olarak o günkü DİSK yönetimi bütün işyerlerini harekete geçiriyordu. İş yavaşlatmaya gidiyorduk ve biz değil işveren masaya gelmek zorunda kalıyordu. Çünkü emekten gelen gücümüzü kullanıyorduk. İşveren masaya geldiğinde ise direkt sendikayı devreye sokuyorduk. Çünkü örgütsüz iş olmaz. Ve bir yerde bir kazanım olduğu zaman bütün yurt geneline yayılıyordu. O yüzden bugünkü tarzı Ramazan ayında para toplayan davulcuya benzetiyorum. Davulcu da kapı kapı çalışarak para istiyor. Eski sendikacılar tabanla birleşerek örgütlenmelerini yapıyordu. Öyle kolay yönetici de olunamıyordu. Burada sorun, sendikaların görevlerini yapmamasında yatıyor. Şimdi deyim yerindeyse, salla başını al maaşını gibi bir durum var. Sen gücünü ortaya koymadıktan sonra bir kazanım elde edemezsin.” 

‘SENDİKA PASİFLEŞMEZ SENDİKACI PASİFLEŞİR’

Sendikaların aktif olmamasının sol partilerin eksikliğinden, yeterince faaliyet göstermemesinden de kaynaklandığını belirten Kandemir, dünden bugüne yöntemlerin de çok değiştiğini söyledi. Sendikal hareketin böyle olmaması gerektiğinin altını çizen Kandemir, “Sendika pasifleşmez, sendikacı pasifleşir. Yani burada esas eksiklik sendika yöneticilerindedir. Mesela bu yöneticilerin ekonomik durumları da çok iyi. Bizim dönemimizde hep borçluydular. Kimi zaman işçilerden borç para alıyorlardı. En yüksek aidat Maden-İş’te alınıyordu. İki yevmiyeydi. Şimdi sendika başkanlarının hepsinin milletvekili olduğunu görüyoruz. Bu nasıl bir şey? Mesela Kemal Türkler’e milletvekili olması için bütün partilerden teklif gelmesine rağmen bu tekliflerin hiçbirini kabul etmemişti. ‘Ben küçük kitleleri temsil edecek kişi değilim, ben milyonların temsilcisiyim’ demişti. İşçi sınıfını kendine basamak olarak kullanmak hiç iyi bir şey değildir. Bu bir sendikacıya yakışmaz, bu işçi sınıfının ilkelerine aykırıdır. Ben bunu hiçbir zaman kabul etmiyorum” diye konuştu. 

‘DİSK MUTLAKA ASLINA DÖNMELİ’

Bugün eski tarz sendikacılık geleneğini sürdüren sendikacı olarak Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nu örnek gösteren Kandemir gülerek, “Ali Rıza çok iyi bir mücadele veriyor, o da benim gibi her eylemde dayak yiyor ama şaka bir yana her yere de koşturuyor” dedi. DİSK’in mutlaka aslına dönmesi gerektiğini vurgulayan Kandemir, DİSK yöneticilerinin direnen işçilerin her gün yanında olması, maddi ve manevi destek vermesi, diğer direnişteki işçilerle buluşturması, bunu yapamıyorlarsa da sendikacılığı bırakmaları gerektiğinin altını çizdi. 

‘ÖNEMLİ OLAN DİRENİŞLERİ BİRLEŞTİRMEK’

Bütün bu olumsuzluklara rağmen işçi sınıfının sömürüye karşı fabrikalarda, işyerlerinde ördüğü direnişlerin umut olmaya devam ettiğini ve bu durumun mutlaka bir değişime evrileceğini vurgulayan Kandemir, işçilerin bu çabasını bütünsel bir mücadeleye dönüştürmek gerektiğini kaydetti. “Bugünkü DİSK yönetimi kendi mirasının gerisinde kalmış olsa da işçiler direndikçe umut vardır” diyen Kandemir, önemli olanın bu direnişleri birleştirmek olduğunu belirtti. Bu anlamda 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin günümüze ışık tutmaya devam ettiğini vurgulayan Kandemir, “Yeni bir 15-16 Haziran yaratmak için direnişlerin yan yana gelip konfederasyonu zorlaması lazım” dedi. Burada en önemli noktanın eğitim olduğunu belirten Kandemir, işçilerin mutlaka bilinçlenmesi gerektiğini söyledi.