Kankılıç: 14 Temmuz direnişi, Türk egemen sistemini altüst etti
Direniş sürecini ANF’ye anlatan Kankılıç, “14 Temmuz Kürt halkının direniş ruhuna dönüştü. Ancak 14 Temmuz direnişi anlaşılırsa Kürtlerin bugünkü ayağa kalkışı anlaşılır” dedi.
Direniş sürecini ANF’ye anlatan Kankılıç, “14 Temmuz Kürt halkının direniş ruhuna dönüştü. Ancak 14 Temmuz direnişi anlaşılırsa Kürtlerin bugünkü ayağa kalkışı anlaşılır” dedi.
14 Temmuz tanıklardan Hamit Kankılıç, direnişin Türk egemen sisteminin Kürtleri inkar politikasını altüst ettiğini vurguladı.
Direniş sürecini ANF’ye anlatan Kankılıç, “14 Temmuz Kürt halkının direniş ruhuna dönüştü. Ancak 14 Temmuz direnişi anlaşılırsa Kürtlerin bugünkü ayağa kalkışı anlaşılır” dedi.
Hamit Kankılıç, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi'ni bizzat yaşayan devrimcilerden. Devletin acımasız ve ırkçı yüzüyle tanıştığında henüz 18 yaşında olan Kankılıç, PKK Ana Davası'ndan idama mahkum oldu ve 20 yıl cezaevinde yattı. 12 Eylül Darbesi'nden 3 ay önce, Haziran 1980’de tutuklanan ve Amed zindanına getirildiği günü dünmüş gibi hatırlayan Kankılıç, şunları söyledi:
"Cezaevinin etrafında gecekondu haricinde hiç ev yoktu, hep tarlaydı. Bu manzarayı görünce içimden burada bizi öldürseler bile kimsenin haberi olmaz, diye geçirdim. Cezaevindeki normal denilebilecek koşullar bile askeri darbeyle birlikte tümden değişti. Sistematik işkence rutin haline geldi. Darbenin ertesi günü cezaevindeki askerlerin tavırları birden değişti. Mazgal deliklerine vurarak tutsakları taciz etmeye başladılar. İlk hafta yasaklanan aile ziyaretleri tekrar açıldığında bize askeri yürüyüş tarzı, tekmil verme gibi bundan sonra cezaevinde uyulması zorunlu askeri kurallar dayatıldı. Tabii bu dayatmayı kabul etmedik ve baskılar yoğunlaştı. Eylül ayının sonundan itibaren saçlarımız, bıyıklarımız zorla kesilmeye başlandı. Bir bütün olarak bedenimizi de askere benzetmeye çalıştılar. Bu kötü gidişata cevap olarak 1 Ocak 1981 tarihinde açlık grevi başlatma kararı alındı. Açlık grevinin sonlandırılması için grevin ikinci gününde koğuşları basan askerler tüm tutsakları zincirlerle ve sopalarla darp ettiler, bize zorla yemek yedirmeye çalıştılar, yemediğimizde ise falakaya yatırıp dövüyorlardı. İlk o dönemde hücrelerle tanıştık. O zaman Mustafa Karasu ile birlikte 22. koğuşta kalıyorduk ve hücrelere konulduk. Açlık grevi tam 12 gün sürdü ancak işkenceler giderek arttı. Askeri disiplin dayatmasına bir de zorla yemek duası edilmesi eklendi."
'İLK ÖLÜM ORUCU ŞUBAT 1981’DE GERÇEKLEŞTİ'
O sırada kendisine 'gestapo' diyen Mevlut Başçavuş gitti, onun yerine Esat Oktay Yıldıran geldi. Esat Oktay gelir gelmez komandolarla ve askeri marşlarla hücreleri kat kat dolaşıp tutsaklar üzerinde psikolojik baskı yaratmaya çalıştı. Giderek artan bu işkencelere karşı Şubat 1981’de ilk ölüm orucunun başladığını aktaran Kankılıç, şöyle devam etti:
"Hayri Durmuş, Kemal Pir, Muzaffer Ayata, Rıza Altun, Yılmaz Uzun, Ali Erek’in içinde bulunduğu 15 arkadaşımız ölüm orucuna başladı. Ölüm orucunu yapan arkadaşlarımız birinci katta hücrelere konmuşlardı. Bu direniş sürecinde küçücük hücrelerde kimi zaman 60 kişi tutulduğumuz için, sayı 15’e indiğinde kendimizi kral dairesinde gibi hissederdik. Hücreler eğimliydi, su akmıyordu, o nedenle yağmur yağdığında demir borulardan damlayan suları topluyorduk… Ölüm orucu tam 45 gün sürdü, Ali Erek arkadaşımız şehit oldu. Ölüm orucunun 45. gününde Hayri Durmuş ve Kemal Pir ile görüşen Esat Oktay taleplerin kabul edildiğini söyledi. Ölüm orucu bitti ama onlar sözlerini tutmadılar.”
'İHANET DAYATMASINA KARŞI ÖLÜMÜNE DİRENİŞ!'
Cezaevinde baskıları sonlandırmak için direnişi mahkemelere taşıdıklarını belirten Kankılıç, 14 Temmuz'a giden süreci şöyle anlattı:
“Cezaevindeki işkenceler giderek yoğunlaştığı için 35’te hücrelerde kalan ve fiili direnişi Hayri Durmuş, Kemal Pir, Mazlum Doğan arkadaşlar direnişi mahkemelere de taşıma kararı aldı. PKK Ana Davası dört bölgeyi kapsıyordu. Normalde dört bölge olarak alındığımız mahkemelere, sırf direnişin önünü kesmek için bölge bölge alınmaya başlandık. 1982’ye giden süreçte cezaevinde tecavüzden tutun insanlara pislik yedirmeye, bedenlerde sigara söndürmeye, zorla marş söyletmekten mahkemelerde siyasi savunmaları engellemeye kadar akıl almaz işkenceler ve baskılar boy göstermeye başladı. Devlet bu baskı ve işkencelerle sadece bize kurallara uymayı değil; itirafcılaşmayı, ihanet etmeyi dayatıyordu. Esat Oktay bu sistematik işkencelerle amacını ‘Ben sizi öyle bir hale getireceğim ki, sizi dışarıya bırakmak istediğimizde dahi dışarıya çıkamayacak hale geleceksiniz’ diye açıkça söylüyordu. Bu gidişatın önüne geçmek için Mazlum Doğan arkadaşımız 1982 yılında 20 Mart’ı 21 Mart’a bağlayan gece hücresinde üç kibrit yakarak eylemini gerçekleştirdi ve kendini astı. Bunu öğrenen Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin, Necmi Öner 18 Mayıs’ta ellerini kenetleyerek bedenlerini ateşe verdiler. Bu eylemler teslimiyetin dayatıldığı cezaevinde büyük etki yarattı. Ayrı ayrı hücrelerde tutulan Hayri Durmuş, Kemal Pir arkadaşlar yeni bir direnişe karar vermişlerdi.
‘BİZ YAŞAMI UĞRUNA ÖLECEK KADAR SEVİYORUZ!’
14 Temmuz 1982 tarihinde ana davanın Urfa grubunun mahkemesi vardı. O sabah ellerimiz kelepçeli, yüzümüz duvara dönük bir şekilde saatlerce koridorda bekletildik, sonra ring aracına bindirilerek mahkemeye götürüldük. Mahkeme heyeti siyasi savunma yapanlara konuşma izni vermiyordu. Hayri Durmuş arkadaş ısrarla söz hakkı isteyerek önemli açıklamalarda bulunacağını söyledi. Konuşmasında Kürdistan halkına karşı sorumluluğunu yerine getiremediği için halka borçlu olduğunu ifade eden Hayri Durmuş, 'Ölürsem mezar taşıma bu halka borçludur diye yazın' diyerek bunun katıldığı son mahkeme olduğunu vurguladı ve ölüm orucu kararını açıkladı. Peşinden Kemal Pir arkadaş kalktı ve Hayri arkadaşa katıldığını, kendisinin de son mahkemesi olduğunu söyledi. Mahkeme başkanı Emrullah Kaya, ‘Ne oldu Kemal, yaşamı sevmiyor musun' diye sorduğunda, Kemal Pir, ‘Biz yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz’ diye karşılık verdi. Sonra sırayla Ali Çiçek, Ali Kılıç, Bedrettin Kavak ve A.K. arkadaşlar kalkıp ölüm orucuna katılacaklarını beyan ettiler. Böylece altı kişiyle büyük direniş başlamış oldu. O ana kadar bizim de ölüm orucu kararından haberimiz yoktu.
DEVLET ŞOKTA…
Ölüm orucu kararıyla devlet şoka girdi. O gün mahkeme sonrası ilk defa ellerimiz kelepçelenirken, ring araçlarına bindirilirken, cezaevinde indirildiğimizde ellerimiz çözülürken hakarete uğramadık. Esat Oktay geldi ve Şubat 1981 ölüm orucunu kastederek Kemal Pir’e, ‘O zaman niye ölmedin’ diye sordu. Kemal arkadaş da ‘O zaman ölmesini bilmedik, şimdi ölmesini öğrendik’ cevabını verdi. Bu konuşma sonrası ilk defa darp edilmeden hücrelere alındık. O gece 35. hücrede bulunan Hayri arkadaş musluk boruları aracılığıyla Mustafa Karasu arkadaş ile konuştu. Ölüm orucuna başlamakta ısrarcı olan Mustafa arkadaşı vazgeçirmeye çalışan Hayri arkadaş, ‘Hayır, bu arkadaşlar sana emanettir’ diyordu. Ertesi gün Kemal Pir, Hayri Durmuşlar 35. hücrelerden 36. hücrelere alındığında, Akif Yılmaz ve Fuat Kav arkadaş da ölüm orucuna başladı. Daha sonra Mustafa Karasu ölüm orucuna başlattı, Ölüm orucunun 20. gününde ben de katıldım ve ben de diğer arkadaşların olduğu, 36. hücrelerin bulunduğu bölüme alındım. Birbirimizle ilişkilenmemizi engellemek için her iki hücre arasında bir boş hücre bırakılmıştı.
KEMAL PİR'İN KAYBI...
Ölüm orucunun 40. gününde dördüncü kattaki hücrelerde tutulan Kemal Pir’in gözleri görmemeye başladı. Kemal arkadaş diğer arkadaşların moralini bozmamak için bu durumu yansıtmamıştı. Esat Oktay eşliğinde kontrole gelen bir doktorun durumu fark etmesiyle Kemal arkadaşın gözlerinin görmediğini öğrendik. Ölüm orucunun 50. gününe gelindiğinde, normalde her sabah hücrelerdeki diğer arkadaşları uyandırmak için seslenen Kemal arkadaşın o sabah sesi çıkmayınca herkes meraklandı. ‘Kemal, Kemal’ diye bağırmalarımızı duyan cezaevi idaresi öğleden sonra ne olduğuna bakmak için Kemal Pir’in hücresine geldi. Kemal arkadaş hayatını kaybetmişti. Hücrelerin demir parmaklıklarından ayrılmadığımızı gören askerler, Kemal Pir’in cansız bedenini battaniyeye sarıp götürdüler. O gün tüm cezaevine bir hüzün çöktü. Çok etkilendik. Daha sonra Hayri Durmuş, Akif Yılmaz, Fuat Kav, Bedrettin Kavak, Ali Çiçek arkadaşlar hastaneye kaldırıldı. Hastanede ne olduğuna dair haber alamıyorduk. Ölüm orucunun 56. gününde önce Hayri arkadaş, 60. gününde Akif arkadaş, daha sonra ölüm orucuna katılan tüm arkadaşlarımızın hayatını kaybettiğini öğrendik.”
'KÜRT HALKININ DİRENİŞ RUHUNA DÖNÜŞTÜ'
Kankılıç, 14 Temmuz büyük ölüm orucu direnişinin ardından cezaevi idaresinin geri adım atmak zorunda kaldığını, mahkemelerde siyasi savunma yapma hakkının tanındığını, baskıların azaltıldığını belirtti.
Amed zindanlarında tam 8 yıl geçiren Kankılıç, 14 Temmuz sonrası direnişlerin yükseldiğini ve 1983’ün Eylül ayında Amed zindanlarında başlayan ölüm orucunun filli bir başkaldırıya dönüştüğünü aktardı. Bu anlamda 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi'nin bir dönüm noktası olarak tarihe geçtiğini vurgulayan Hamit Kankılıç, şunları da ifade etti:
"14 Temmuz Kürtler ve Türkiye demokrasi mücadelesi bir direniş noktasıdır. Diyarbakır cezaevi direnişi, Şeyh Sait isyan ve Ağrı isyanı sonrası Kürtleri betona gömdüğünü dile getiren ve Diyarbakır cezaevinde Kürt devrimcilerini ihanete zorlayan Türk egemenlik sisteminin Kürtleri inkar politikasını altüst etti ve aynı zamanda Kürt halkının Kürt devrimci hareketine güvenmesini de sağladı. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi devletin Kürt politikasında ciddi bir gedik açarken, Kürtler açısından yeni bir direniş sürecini başlattı.
Bugün gelinen noktada, devletin Kürtleri bitirmeye dönük politikaları 12 Eylül’den bu yana değişmedi. Bu coğrafyanın en eski halklardan biri olan Kürt halkının bu toplumsal kimliği kabul edilerek sorun çözülür. 14 Temmuz bu coğrafyada yaşayan halkların birlikte eşit ve özgürce yaşama ruhuna dönüştü. 14 Temmuz direnişi anlaşılırsa Kürtlerin bugünkü ayağa kalkışı da anlaşılır."