Karayılan: Halkımız eylemcileri yalnız bırakmamalı

Açlık grevi eylemlerinin en onurlu eylemlerden biri olduğunu belirten HSM Komutanı Murat Karayılan, "Eylemcilerin, bu değerli ve onurlu insanların yalnız bırakılmaması için haklımız vicdanının sesine kulak vermeli ve direnişe geçmeli" dedi.

PKK Yürütme Komitesi üyesi ve Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan, Stêrk TV’deki Özel Programa konuk oldu. Rosida Mardin’in sorularını cevaplayan Karayılan 15 Şubat 1999 devletlerarası komplosu ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecride karşı büyük bir kararlılıkla sürdürülen direnişe ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. "Artık söze yer kalmadı, bıçak kemiğe dayandı, vicdan hareketi başlamalı" diyen Karayılan sürecin olağanüstü olduğunu, herkesin elini taşın altına koyarak sürecin kendisine yüklediği sorumluluğu yerine getirmeye çalışması gerektiğini belirtti.

Komplonun 21. yılını büyük mücadele yılı haline getirmek istediklerini söyleyen Karayılan 2019’daki gelişmelerin sonraki yıllara da damgasını vuracağını kaydederek, 21. yılı komplonun tümden parçalandığı bir yıl haline getirme iddiasında olduklarını vurguladı. Konuşmasına Mir Tahsin Beg için başsağlığı dileyerek başlayan Karayılan "Bundan birkaç gün önce Êzidî halkımızın Miri Tahsin Beg vefat etti. Öncelikle merhum Mir Tahsin Beg’in ailesine, Êzidî halkımıza ve tüm Kürt halkına başsağlığı diliyor, ailesinin acı ve üzüntüsünü paylaşıyoruz" dedi.

ULUSAL BİRLİK ÇAĞRISI

Ulusal birlik çağrısını yineleyen Karayılan, "Çağrı yaptığımız zaman hiç kimse ‘PKK çağrı yapıyor ve herkes onunla birlikte savaşsın istiyor’ demesin. PKK kendisine yetebilecek kadar savaşabiliyor. PKK savaştan korkmuyor. Çünkü savaş gücüdür ve fedaidir" dedi.

Her yıl 15 Şubat yıldönümünde gelişen bedenini ateşe verme eylemleri için de uyarıda bulunan Karayılan, "İster gerillada, ister gerilla dışında kim böyle yaparsa yanlış yapar, onaylamıyoruz. İşte eylemciler doğru yolu gösteriyor: Diren!" diye konuştu. Karayılan’ın konuşmasında öne çıkanlar:

"Komplo üzerinden 20 yıl geçti. Kuşkusuz bu 20 yıl çetin bir mücadele ile geçti. ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ şiarıyla fedai eylemler gerçekleştirerek, kendilerini feda ederek komplo karşısında nasıl durulması gerektiğini bize ve herkese gösteren o kahraman şehitleri saygıyla anıyorum. Bu 20 yılda kahramansı destanlar ve onurlu bir direniş gelişti. Tabi bu direniş mücadelesi büyük bedeller ve çok değerli şehadetler pahasına gelişti. Bu tarihi direnişlerin yakından tanığıyız. 20 yıl içerisinde uluslararası komploya karşı kahramanlıklarıyla direnişler yaratan tüm şehitlerimizi komutan Erdal, Adıl, Nuda, Viyan, Delal, Atakan ve Zeki Şengali yoldaşlar şahsında minnetle anıyorum."

KOMPLO AMACINA ULAŞAMADI AMA HENÜZ TÜMDEN ORTADAN KALDIRILMADI

Halkımız ve hareketimizin kadroları komplonun amacına ulaşmaması ve komplo kıskacının parçalanması için çetin bir mücadele yürüttü. Önder Apo’nun İmralı’daki tarihi ve anlamlı duruşu sayesinde ve yine İmralı’da geliştirdiği yeni paradigma ile hareketimizi yenilemesi temelinde Önder Apo’nun sergilediği çabalar, kahraman yiğitlerimizin direnişi ve halkımızın fedakarlığı neticesinde komplo sonuca gidemedi.

Komplonun amacı hareketimizi tasfiye edip, bitirmekti. Eğer bugün bu olmamışsa ve bilakis PKK giderek büyümüşse bu da göstermektedir ki komplo amacına ulaşamamıştır, boşa çıkarılmıştır ve sonuç alamamıştır. Ama komplo bir bütünüyle henüz kırılmamıştır. Diyebiliriz ki geçen bu 20 yılda komployu kırabilirdik. Fakat komployu tümden ortadan kaldırmış değiliz.

KOMPLO 100 YILDIR VAR VE 1999'DA ZİRVEYE ULAŞTI

Devletlerarası komplo 15 Şubat 1999’da Önderliğimizin esaretiyle zirveye ulaştı. 15 Şubat halkımız için Kara Gün’dür. Orucun tutulduğu, bunun derin acısının yaşandığı bir gündür. Halkımız bugüne böyle yaklaşıyor ve bu doğru bir tutumdur. Ancak bilinmelidir ki halkımız üzerindeki komplo son 20 yılda değil, öteden beri vardır. Kürt halkı üzerindeki en büyük komplo Lozan Antlaşmasıyla yapıldı.

Lozan konferansı sona erene değin, hep bir Kürdistan’ın kurulacağı söyleniyordu. Başta da İngiltere’nin dış işleri bakanı Lord Curzon ile diğer Avrupa devlet yetkilileri böyle diyordu. Ama sonra ne oldu? Ülkemizi dört parçaya ayırdılar. Bu da yetmezmiş gibi tümden inkar ettiler, hiç bahsetmediler. Komplo böyle başladı.

KOMPLONUN ALT YAPISINI GELİŞTİREN AVRUPA'DIR

Biz geçmiş tarihimizden iyi biliyoruz ki Avrupa devletlerinin Mir Bedirxan’dan bu yana halkımıza ve Kürdistan halklarına yaklaşımı olumsuzdur. Hele hele Kürt sorunun çözülmesine hep olumsuz yaklaşmışlardır. Çözüm için bir çabaları olmadığı gibi hep Kürdistan üzerinde soykırım siyaseti yürüten işgalci devletleri desteklemişlerdir. Önder Apo 1998’de Avrupa’ya, Roma’ya gitti. Gitmesindeki amacı Kürt sorunun demokratik ve barışçıl yol-yöntemlerle çözülmesi ve Avrupa’nın da bunu desteklemesi içindi.

İtalya’nın o zamanki başbakanı Massimo D'Alema o zaman hakikati anladı ve samimi yaklaştı. Kürt sorununu görüp Avrupa’da bir çözümün gelişmesi için Almanya başta olmak üzere diğer Avrupa devletlerini dolaştı ama hepsi bu çözümü reddetti. Sonuç olarakta komplo gerçekleşti. Kuşkusuz komplonun öncülüğü yapan Amerika’ydı, ama öncesinde ve sonrasında bunun altyapısını geliştiren Avrupa devletleriydi.

KÜRT SORUNU DEVLETLERARASI BİR SORUNDUR

Bu devletlerin yaklaşımı henüz değişmemiştir. Sözü geçen devletler ve uluslararası koalisyon beş yıldır DAİŞ’e karşı mücadele ediyor. DAİŞ’in tüm insanlığa, Amerika’ya, Avrupa’ya karşı nasıl büyük bir tehlike ve tehdit olduğunu zaten herkes biliyor. İşte bu DAİŞ’e karşı Kürtler göğsünü siper ederek Efrin’den Kerkük’e kadar mücadele edip, savaştılar. Bunu da Amerika’nın ve devletlerarası koalisyonun desteğiyle, ittifakıyla yaptı öyle değil mi? Ama buna rağmen bu güçler halen de Kürtlere karşı tutumlarını değiştirmemiştir. İşte Kerkük’te nasıl tutum aldıklarını gördük.

Şimdi bakıyoruz ABD’li bazı yetkililer diyor ki, ‘Türk devletinin hassasiyetlerini göz önüne alıyoruz.’ Ne hassasiyeti? Türk devleti Kürtleri soykırımdan geçirmek istiyor, terör estiriyor. Hangi hassasiyetten bahsediyorlar? Ama açıklamalarında hep bundan böyle söz ediyorlar. Kürt meselesinin tümüne dair bir çözüm siyaseti geliştirmelerini bir yana bırakalım şimdi Rojava Kürdistanı’ndadırlar, Suriye devletine karşıttırlar ama Rojava Kürdistanı’na dair siyasetlerini halen netleştirmemişler. Çünkü Kürtlere dair bir çözüm siyasetleri yoktur.

Asıl tehlike budur. Biz Kürtler şimdi sadece Türk, Arap ve Fars devletlerinin mağduru değiliz, uluslararası devletlerin mağduruyuz. Kürt sorunu bu nedenle devletlerarası bir sorundur. Çünkü devletlerarası bir anlaşmayla inkar edilip yok sayılarak sorun haline gelmiştir. Bu nedenle komplo sadece son 20 yıllık değildir, böylesi bir tarihi arka planı olup daha derindir.

KÜRTLER HALA BİR ULUS OLARAK KABUL EDİLMİYOR

Komploya karşı sürdürdüğümüz mücadele hiç şüphesiz bir düzeye kadar geldi. Bu devletlerin 20 yıl önceki tavırlarıyla şimdiki tavırları bir değildir. Belki bazı değişimler var ama tümüyle değişmemiştir. Kürt halkı ve Kürt siyaseti olarak bunun bilincinde olmalıyız. Şimdi Güney Kürdistan yetkilileri bundan yararlanmaya çalışıyorlar ama bu yanlıştır. Çünkü Kürt halkı bir ulus olarak kabul edilmemektedir. Kürt ulusunun da bu topraklar üzerinde özgürce yaşamaya hakkı vardır. Peki TC gibi işgalci, sömürgeci ve soykırımcı devletlerin bu topraklar üzerinde ne gibi bir hak ve meşruiyetleri vardır? Ne hakla gelip topraklarımızı işgal ediyorlar?

Erdoğan ne hakla her gün ‘Şuraya buraya gider, işgal ederim’ diyor. Hiç kimse dönüp de Erdoğan’a ‘sen ne hakla böyle söylüyorsun, Kürtler en kadim halklardandır, onlar da bu topraklarda kendi dilleriyle, kendi kültürleriyle ve toplumsal zenginlikleriyle özgürce yaşasın, neden bunu bir tehlike olarak görüyorsun’ demiyor. Böyle diyemezler mi? Diyebilirler ama çıkarları gereği bunu yapmıyorlar. Çünkü asıl Kürt ve Kürdistan inkarcılığını geliştirenler kendileridir. Komplonun bir boyutu da budur.

KOMPLOYU 21. YILINDA KIRACAĞIZ

Bugün komplo karşısında geldiğimiz düzey fena değildir. Çünkü komplo artık zayıflamış durumdadır. Mesela en son üç arkadaşımız hakkında para ödülü konularak bir komplo yapma ve sonra da Rojava Kürdistanı’nı TC’ye adeta peşkeş çekme tutumları gelişti. Ama bunun karşısında hem halkımızın, halkların hem de o devletlerin kendi içerisinde tepki oluştu ve komplo zayıf düştü. Komplonun 21. yılını komplonun tümden kırıldığı bir yıl haline getireceğiz. Bu konuda iddialıyız. Bu iddia ve kararlılıkla mücadele edeceğiz.

Avrupa’nın komplodaki rolü köklüdür, esastır. Komplonun temeli Avrupa’da atıldı. Önder Apo Avrupa’ya gitti ve Önder Apo şahsında Kürt halkına karşı geliştirilen komplo Avrupa’da tezgahlandı. Uluslararası komplo Lozan’ın devamıydı. Bundan birkaç gün önce AİHM Cizre Direnişi sırasındaki olaylar hakkında yapılan başvurulara dair bir karar verdi. Cizre’de herkesin gözleri önünde üç ayrı bodrumda 137 insanımız yakılarak katledildi. Cizre Direnişi sırasında 300 insanımız şehit edildi ama onun yanında bir de 137 insanımız üzerine benzin dökülerek diri diri yakıldı.

Bu katliam bir insanlık suçudur, savaş suçudur. Bunun için AİHM’de TC aleyhine dava açıldı. AİHM bu dava hakkında karar verip, ‘iç hukuk yolları tümden tüketilmediği için davayı reddediyoruz’ dedi. Türk devleti de bundan büyük memnuniyet duydu. Şimdi onlara diyoruz ki: ‘Ey Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve onun sayın üyeleri; Türkiye’de bir iç hukuk var mıdır? Eğer varsa bu hukuk neden bugün İmralı’da işlemiyor?’ Türkiye iç hukukuna göre her tutsak ailesiyle görüş yapma, telefonla aile görüşmesi yapma, yazışma, avukatlarıyla görüşme hakkı vardır. Peki o zaman bu haklar neden İmralı’da gerçekleşmiyor? Türkiye’de bir iç hukuk yok ki!

CPT'NİN YAPTIĞI SAHTEKARLIKTIR, İKİ YÜZLÜLÜKTÜR

Eskiden Türkiye’de bir hukuk vardı, TC devleti Kürdistan üzerinde sömürge hukuku uyguluyordu. Kürt halkını bitirmek için kendisi için bir hukuk oluşturmuştu. En azından bu hukukun ne olup olmadığı belliydi. Mesela Kenan Evren öncülüğünde gelen 12 Eylül Cuntası’nın bile bir hukuku vardı. Doğrudur, onun amacı da Kürt halkını bitirmekti ama bir kanunu vardı. Şimdi Erdoğan geldi ve onun kendine göre bir hukuku var. Fakat Erdoğan’ın hukukunun ne olduğunu hiç kimse bilmiyor. Çöl paşası gibi her şeye kendisi karar veriyor. Bu yüzden Türkiye’de hukuk yoktur, Erdoğan ortada bir hukuk bırakmamıştır. Her şeyi ayaklar altına almıştır. Bugün Kürdistan’da artık sömürge hukuku bile yoktur. Eğer olsaydı bugün İmralı’daki sistem böyle olmazdı.

Avrupa Konseyi bugün sahtekarlık yapıyor. Halkı kandırmak için CPT diye bir kurum kurmuşlar. Neymiş, daha işkence olmadan CPT gidip onu kontrol edip, önleyecekmiş. Peki, şimdi tüm Avrupa hukukunda tecridin işkence olduğu yazılıyor. Hani işkenceyi önleyen CPT? Hepsi sahtekarlık yapıyor, sadece kendi çıkarlarını gözetiyorlar. Halkı kandırıp yalan söylemek için böylesi kurumlar kuruyorlar ama aktifleştirmiyorlar. İşte bugün 14 siyasetçi, gazeteci, sanatçıdan oluşan Kürtlerin tanınan isimleri CPT’nin yanı başında 57 gündür açlık grevindedirler. Bunu görmüyorlar mı, gördükleri açık. Avrupa komplonun temelini atan ve bugün de yürütendir. Bu nedenle netlik, şeffaflık yoktur, ikiyüzlülük vardır ve bu da aşikardır.

SADECE ÖNDER APO DEĞİL TÜM HALKIMIZ TECRİTTEDİR

Öncelikle değerli devrimci Leyla Güven ve Nasır Yağız şahsında tüm açlık grevi eylemcilerini saygıyla selamlıyorum. Tecrit sadece Önderlik üzerinde değildir. Önder Apo şahsında tüm halkımız üzerinde uygulanan bir tecrit var. Hatta tüm Türkiye üzerinde ve halkların geleceği, özgürlüğü üzerinde tecrit var. Eğer bugün İmralı’daki tecrit kalkarsa faşizan baskı ve uygulamalar da ortadan kalkar. Çünkü sistemin kökü İmralı’daki uygulamalardadır.

Bugün Türkiye üzerinde, Türkiye emekçileri, halkları ve Kürt halkı üzerinde bir zulüm var. Bu da İmralı’daki tecritten kaynaklanıyor. Bu nedenle tecrit böyle ele alınmalıdır. Tecridi kaldırma, faşizmi yıkma hamlesi, sadece Önder Apo’nun özgürleştirilmesi olarak değil halkların özgürleştirilmesi hamlesi olarak ele alınmalıdır. Böyle yaklaşılmalıdır. Çünkü birçok kimse dar ele alıyor. Tecride karşı mücadele etmek, demokrasi ve özgürlük mücadelesi vermektir. Bu çerçevede çok anlamlıdır.

AÇLIK GREVİ HAMLESİ TOPLUMUN DİPTEN GELEN ÇIĞLIĞIDIR

Açlık grevi eylemleri örgütün verdiği bir kararla gelişmemiştir. Bireylerin kendi özgür iradeleriyle aldıkları karar neticesinde gelişmiştir. İlkin değerli devrimci Leyla Güven bunu gördü, kendisine düşen sorumluluğu görüp hissederek eyleme başladı. Ama bu toplumun dipten gelen sesi ve çığlığıdır. Dipten, yani tabandan kadrolardan, yurtseverlerden, demokratlardan, devrimcilerden gelen bir talep var. Bu açlık grevi hamlesinin böylesi bir karakteri vardır. Çünkü bizzat toplumun içinden ve kendisinden gelen bir sestir, tavırdır. Mesela bir yurtsever çıkıyor, ta dünyanın öbür köşesinde direniş kararı alıp bu direnişi yürütüyor. Bu yeni bir şeydir. Leyla Güven ve Nasır Yağız öncülüğünde gelişen direniş dalgası Avrupa’ya, zindanlara ve Kürdistan’ın tümüne yayılmış durumda.

Böylesine büyük ve yaygın bir hamledir. Hareketimizin yaptığı sadece bu hamleye destek olmaktır. Direnişin toplumsal karakterde olması, halkın dipten gelen derin itirazı ve haklı talebi görülmelidir. Toplum içerisindeki duyarlı devrimciler, militanlar ve kendisini sorumluluk sahibi olarak görenler eyleme karar verip bu eyleme başlıyorlar. Bu yeni bir şeydir. Bir grup bir araya gelerek karar vermiyor. Hayır, bireyler tek tek karar verip eyleme başlıyorlar. Zaten Leyla Güven mektubunda ‘artık yeter, ayıptır, tecride alışmayacağız’ dedi. Leyla Güven bu tutumuyla Kürt halkının sesi, soluğu oldu ve bu eylemi tam da yerini buldu. Tarihsel bir süreçte eylemiyle böyle bir adım attı ve bu da bir hamle oldu. Halkta da karşılığını bulduğu için yaygınlaşıp, genişledi.

TECRİT KOMPLONUN DEVAMIDIR

Tecrit komplonun devamıdır. Tecridi ve komployu kaldırmak bizim görevimizdi. Örgüt olarak yürüttüğümüz mücadele sonuç alıcı yol-yöntemlerle tecridi sona erdirip ortadan kaldırmalıydı. Halen gerçekleştirilmesi gereken bir görev olarak önümüzde duran tecridi kaldırma mücadelesi devam etmekte. Bizim yapmamız gerekeni bu halkın değerli devrimcileri olan eylemci arkadaşlar, kendi inisiyatifleriyle üstlenip yürütüyorlar. Hem de canlarını ortaya koyma pahasına böyle bir görevi üstleniyorlar. Bu, çok değerli, anlamlı ve onurlu bir duruştur.

Kendi başına karar verip, kendi başına yola çıkarak bir hamleyi geliştiriyorlar. Değerli eylemcileri bir kez daha saygıyla selamlıyor, kendilerini kutluyorum. Bu hamle Kürdistan özgürlük mücadelesinde yeni bir dönemdir. Açlık grevi eylemi devrimci eylemler içindeki en zahmetli eylemdir. Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmazlar bunun öncülüğünü yaptığı açlık grevi ve ölüm orucu eylemi geleneğini bir kişi çok kararlı, iradeli olmazsa yürütemez. Bir askeri eylemi belki gidip birkaç dakika içinde gerçekleştirebiliyorsun. Ama bugün değerli yoldaş Leyla’nın eylemi 95, Nasır yoldaşın 82 günü geride bırakıyor.

An be an, saniye saniye direniyorsun. Eğer çelikten bir irade olmazsa kişi böyle direnemez. Bu nedenle açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri en onurlu eylemlerdir. İnsanın kendisini her şeyiyle ortaya koyduğu eylem türüdür. Bu eylemi öncüler yapar. Bugün Leyla ve Nasır yoldaşlar bizim öncülerimizdir. Bu şartlarda yürüttükleri direnişle, kendilerini her şeyleriyle amaçlarına yatırmış durumdalar. Bu büyük bir iradenin, tutumun ispatlanmasıdır. Eğer bir kişi bu kararlılık ve iddiada olmazsa hücre hücre kendini eriterek direnemez.

DİRENİŞÇİLER DEĞER YARATMIŞ SEÇKİN İNSANLARDIR

Dikkat çekici olan bir husus da şudur, eyleme karar verenler tek tek kararlarını verip öyle başladılar. Strasbourg’da 14 kişi birlikte karar verip başladılar. Örneğin bunlardan Mustafa Sarıkaya 13 yaşından bu yana 41 yıldır bu mücadelenin içerisindedir. 20 yılını zindanda geçirdi, yaralandı, tutuklandı. Her bir arkadaşın bir bilinci, direniş öyküsü var. Bu devrime emek vermiş insanlardır. Örneğin şu anda durumu ağırlaşan Yüksel Koç, Gülistan Çiya İke, Kerem Solhan’ın durumları böyledir. Durumlarını takip ediyoruz ve halen direniyorlar. Bunun kolay olmadığını biliyoruz.

Hepsi de emekleriyle, mücadeleleriyle ürün vermiş, değer yaratmış seçkin insanlardır. Birlikte karar verip greve başladılar. Ama birçok yerde örneğin İmam Şiş Galler’de tek başına Strasbourg eylemiyle birlikte eyleme başladı, 56. Gününe girdi. Yusuf İba Toronto’da, dünyanın öbür yanında eylemini yürütüyor. Yine 4 değerli devrimci Mustafa Tuzak, Şiyar Xelil, Ömer Bağdu ve Cemal Kobanê Almanya’da, Şıvan Ağaoğlu ve Sultan Yiğit Avusturya’da, Hollanda’da Hüseyin Yıldız ve Hasbi Çakıcı, Fadile Tok Maxmur’da açlık grevi eylemindedir. Bütün bu eylemciler Kürt halkının direnen toplum iradesini göstermektedir.

EYLEMCİLERİN BİZİ ÇAĞIRAN SESİNİ DUYMALI, KULAK VERMELİYİZ

Zindanlar da hakeza böyledir. Toplam sayı 300 oldu ve ilk grup 57. gününe girdi. Zindanlarda bu eylemi sürdürmek daha zor ve tehlikelidir. Dışarıdaki koşullara ve imkanlara sahip değiller. Onlar da tek tek karar alıp bu eyleme başladılar. Tüm bunlar sıradan şeyler değildir: büyük bir iradedir, onurlu bir tutumdur ve çok değerli bir duruştur. Kendisini sorumlu görüp bu eyleme katılanlar kuşkusuz en değerli ve onurlu insanlardır. Halkımız bunu göz önünde bulundurmalıdır. Halkımız, bölgedeki ve Türkiye’deki demokratlar bu eylemcilerin bizi çağıran sesini duymalı, kulak vermelidir.

Açlık grevi hamlesine destek vermek için yapılan eylemler var, mitingler oluyor. Bunlar iyidir ama yetmemektedir. Kürt parlamenterlerinin tutumu çok sıradandır. Bu hususta kimseye pek bir şey söylemek istemiyoruz. Çünkü bunu kendi sorumluluğumuz olarak görüyoruz. Ama bilinmelidir ki mevcut duruş yetersizdir… Kritik aşamaya gelmiştir. Kritik konak nedir? Artık şehadettir. Şehadet olursa katil Erdoğan’dır. Çünkü tecrit sistemini geliştiren Erdoğan’dır, onun kararıyla yürütülüyor. Türkiye meclisinin bir üyesi olan Colemerg milletvekili 95 gündür eylemdedir ve eğer şehit olursa onun katili Erdoğan’ın kendisidir.

BIÇAK KEMİĞE DAYANDI

Fakat bu eylemin sorumluluğu bize aittir. Çünkü biz halk olarak, tüm demokratlar olarak, yurtseverler olarak bunun önüne geçebiliriz. Eğer önüne geçmez ve sadece izlersek o zaman sorumlusu bizler oluruz. Tüm yurtseverler, devrimciler, demokratlar artık elini taşın altına koymalıdır. Gereken budur. Geldiğimiz an itibariyle artık söze yer kalmadı, bıçak kemiğe dayandı ve vicdan hareketi başlamalıdır. Halkımıza çağrımız budur. Bu saatten sonra insan ne diyebilir ki? Canını ortaya koyarak direnen ve şehadet aşamasına gelen bu değerli insanlar karşısında insan nasıl sanki her şey normalmiş gibi evinde oturup, yemek yiyebilir? Hayır! Mutlaka yapılacak bir şeyler vardır.

Peki neler yapılabilir? Her şeyden önce kitleselleşmelidir, toplumsallaşmalıdır. Sadece açlık grevi eylemi yok ki, çeşit çeşit eylemsellik türleri vardır. Açlık grevi en masumane eylem çeşididir, yemek yemeyerek itirazını ortaya koyuyorsun. 500 kişi Amed Bağlar’da bir yerde oturup eylem yapabilir. Bunu yapamayan evinde eylem yapabilir ya da ortak bir yere gidip eylem yapabilirler. İstanbul’da yapılabilir. Artık kitleselleşmelidir, böylesi bir dönemece girdik. Olağan koşullar yoktur, her şey olağanüstüdür. Bu olağanüstü dönem tüm devrimcilerin, yurtseverlerin ve demokratların omuzuna sorumluluk yüklüyor. Bu sorumluluktan kaçınılmamalı. Bu tarihi dönemeçte tüm halkımız bir imtihanla karşı karşıyadır.

LEYLA GÜVEN VE NASIR YAĞIZ'IN MESAJI DOĞRU OKUNMALIDIR

Tüm dünya vicdansızlaşmış durumda, direnişi izleyip sonu nasıl olacak diye bakıyorlar. Ama bizler öyle bir ayağa kalkmalıyız ki tüm dünya ibretle izlesin. Esasen 100 yıllık ömrü olan komploya karşı Kürtlerin nasıl başkaldırdığına herkes şahitlik etsin. Gerekli olan budur. Böylesi bir döneme girdik, acıları büyüktür, ağırdır. Bunun farkındayız ama artık herkes harekete geçmeli. Tüm insanlarımız kendisini bundan sorumlu görmeli. Mesela Avrupa’da yürüyüşler var, bu iyidir. Zindanlarda bazılarının sağlığı el vermiyorsa dönüşümlü greve girer, sağlığı el veriyorsa dönüşümsüz girer.

Toplumda da böyledir, hangi eylem olursa muhakkak bir faydası vardır. Eskiden Önderlik bir kez halka çağrı yapmıştı: ‘eğer birisi hiçbir şey yapamıyorsa içinden dua etsin’ demişti. Şimdi de böyledir, bir şey yapamayan içinden dua etsin. Yürüyüş yapabilen yürüsün, dönüşümlü grev yapabilen onu yapsın ama hiç kimse oturup izlemesin. Bu sürecin karakter ve özelliği budur. Tüm Kürt gençleri, kadınları, Kürdistan emekçileri, yurtseverler ve demokratlar için çağrımız; Leyla Güven ve Nasır Yağız tarafından verilen mesajı doğru okuyalım. Halkımızın bu çağrıyı cevapsız bırakmayacağına ve gün be gün cevap olacağına inanıyorum.

15 ŞUBAT'TA HALKIMIZ GEREKLİ MESAJI VERECEKTİR

Komplonun 21. yılını büyük mücadele yılı haline getirmek istiyoruz. Gerilla için kış koşullarından dolayı zorlukları vardır. Ama hareketimizin hazırlıkları vardır. Açlık grevi direnişçileriyle bir hamle başladı. 2019’a direnişle girdik. Komplonun yıl dönümünü büyük bir hamle ile karşılıyoruz. 15 Şubat’ta yani Kara Gün’de bu hamlenin büyüyeceğine inanıyoruz. Bu yıla sıradan yaklaşmamalıyız, olağanüstü bir yıldır. Leyla Güven ve Nasır Yağız şahsında sergilenen duruş büyük bir ruhtur. Tüm Kürt gençlerinin, kadınlarının, Kürdistan toplumunun bu ruhtan etkilendiğine inanıyorum. Gerilla da bu direnişten gerekli mesajı çıkarmaktadır. 15 Şubat’ta halkımız gerekli cevabı verecektir.

Komplo gerçekleştiğinde nasıl ki halkımız Kürdistan’ın dört parçasında ve dünyanın her yerinde direnişe geçti ve büyük bir çıkış yaptı şimdi de aynı ve hatta ondan büyük bir çıkış gerçekleştirilmelidir. Bu şekilde eylemcilerin şehadetlerinin önüne geçerek hamleyi büyütmeliyiz. Bu sürecin bedelleri olacaktır ama her şeyi göze almalıyız ki komployu kırabilelim. Amacımız komployu tümden parçalamak olmalıdır. Şunu iyi biliyoruz; komplo parçalanmadan, Önderlik özgürleşmeden bizler kendimizi başarılı sayamayız. Komployu tümden kırma, yarattığı tahribatları ortadan kaldırma ve böylece özgürlüğü gerçekleştirmeliyiz. Her şey bir yıl içerisinde olacak demiyorum ama bu yıl içinde yaşanacaklar önümüzdeki yılları da belirleyecektir. Önemli bir dönem olacaktır.

DÜNYANIN EN BÜYÜK YALANCISI ERDOĞAN'DIR

Bu düşmanın Efrin’de neler yaptığını gördük. Şimdi bunu daha da ileriye götürmek istiyor. Efrîn’de etnik temizlik yaptı. Ama şimdi ekranlara çıkıp açıkça Kobanê'de, Cızir’de, tüm Rojava’da böyle yapacağım diyor. Bir de Efrin’de huzuru sağladım, özgürlüğü getirdim diyor. Bu büyük bir yalandır, tüm dünyanın gözlerinin içine baka baka yalan söylüyor. Dünyanın en büyük yalancısı Erdoğan’dır.

Efrin’e gelip, oradaki insanları öldürüp, öldürmedikleri Kürtleri ise oradan çıkartıp üstüne üstlük ‘Kürtlerle bir sorunumuz yok, Kürtler kardeşimizdir, Kürtlere biz sahip çıkıyoruz’ diyor. Düşmanın yalancılığı, gerçek yüzü, kan emiciliği gözler önündedir. Bu düşman karşısında tüm yurtseverler, Kürdistanlı siyasetçiler omuz omuza verip gerekli cevabı vermelidir. Kanaatimiz budur.

BEDENİNİ ATEŞE VERME EYLEMLERİ OLMAMALIDIR, ONAYLAMIYORUZ

Her yıl 15 Şubat’ın yıl dönümünde saflarımızda yapılan bazı yanlışlıklar var. Bu yıl böyle şeyler gerçekleşmemelidir. Gerilladır, elinde silahı vardır ama o silahı bir kenara koyup bu dağlarda üzerine bir bidon benzin döküp yakarak ‘düşmanı protesto ediyorum’ diyor. Böyle olmaz. Örgütümüz karar aldı, böyle yapanları şehit ilan etmeyeceğiz. Tüm arkadaşlarımız bunu bilmelidir. Doğrudur, bugün Leyla ve Nasır yoldaşlar şahsında yükselen bir direniş ve fedai ruhu var. Gerillanın da bundan gerekli payı ve gerekli mesajı aldığını biliyorum. Ama gidip de bedenini ateşe vererek böyle cevap olunamaz. İster gerillada ister gerilla dışında kim böyle yaparsa yanlış yapar, onaylamıyoruz. İşte eylemciler doğru yolu gösteriyor: Diren!

Gerillada elbet grev şeklinde olmaz ama yeniden yapılanma projesi kapsamında hazırlanarak gerilla kendisini zafer gücü haline getirmelidir. Gerillanın bu eylemlerden alacağı mesaj kendisini derinleştirerek düşmandan herkesin intikamını nasıl alacağını ve tarihsel hesaplaşmayı yapacağını göstermektir. Hazırlıklarını buna göre yapmalıdır. Sabırla, inatla, kararlılıkla ve iradeyle büyük güne, büyük atılıma ve zafere hazırlanmalıdır. Düşman nerede ne zaman ortaya çıkıp aniden vuracağımızı bilmemelidir. Gerilla böylesi bir eylemsellik sürecine hazırlanmalıdır. Belki koşulları uygun olan bazı yerler eylemlerle sürece şimdiden katılabilir. Ama esas olarak gerilla bu süreçte böyle yaklaşmalıdır.

ŞELADÎZÊ HALKININ EYLEMİ ÇOK CESARETLİ VE ONURLUDUR

Tüm halkımız eylemcilerin, bu en değerli ve onurlu insanların yalnız bırakılmaması için vicdanının sesine kulak vermeli, vicdan hareketini başlatmalı, direnişe geçmeli ve eylem bu saatten sonra toplumsal bir eyleme dönüşmeli. Artık toplumun kendisi sesini yükseltmelidir. 21. yıl büyük mücadele yılı olacak, komployla hesaplaşmayı daha üst bir aşamada yürüteceğiz ve zaferin halkımızın olacağına inanıyoruz.

Şeladızê halkının eylemi çok cesaretli ve onurludur. Şeladızê halkı şahsında tüm Güney Kürdistan halkımızı saygıyla selamlıyorum. Şeladızê şehitlerini minnetle anıyorum, onlar Kürdistan’ın şehitleridir. Halkımızın şehitlere nasıl sahip çıkılması gerektiğini Şeladızê halkı herkese gösterdi. Şeladızê’deki serhildanın nasıl geliştiğini biliyoruz ve yakından takip ediyoruz. Şimdi Şeladızê’den tutuklananlar var. Ama orada ulusal bir tutum gösterildi. Tüm taraflar bundan bir ders çıkarmalıdır. Orada sergilenen serhıldan ulusal bir tavırdı. Halkımız artık patlamak üzereydi ve tavrını böyle gösterdi. Değerli ve onurlu bir duruştur.

PKK SAVAŞ GÜCÜDÜR KİMSEDEN KORKMAZ

Genel olarak tarihsel bir süreçteyiz, düşmanın oyunları daha da çoğalmış durumda. Halkımıza çağrım; bu tarihsel dönemde herkes sorumlulukla yaklaşıp vicdan hareketini geliştirmeli, eylemcilere sahip çıkmalı, onları yalnız bırakmamalı. Kürdistan siyasetçilerine çağrım ise; bu tarihsel süreçte örgütsel çıkarları değil, ulusal çıkarları esas alalım, böylece düşmanlara, işgalcilere yol vermeyelim. Halkımız her zamankinden daha fazla ulusal birliğe ihtiyaç duymaktadır. Bu dönemde herkes sorumlulukla yaklaşmalıdır.

Bu süreçte gizli veya açık ulusal bir tutum, ulusal bir siyaset ve ulusal bir strateji geliştirirsek Kürt halkı Ortadoğu’da kazanacaktır. Kazanmanın imkan ve koşulları vardır. Ama bunun için doğru tutum, siyaset ve ulusal tavır gerekmektedir. Biz hareket olarak buna hazırız. Biz böyle dediğimiz zaman hiç kimse ‘PKK çağrı yapıyor ve herkes onunla birlikte savaşsın istiyor’ demesin. PKK kendisine yetebilecek kadar savaşabiliyor. PKK savaştan korkmuyor. Çünkü savaş gücüdür ve fedaidir.

Şimdi arkadaşlarımız gidip karakollara saldırmasın veya farklı bir şey yapmasın diye onları zor zapt ediyoruz. PKK böylesine fedai bir kuvvettir ve hiç kimseden korkmaz. Ama zafer için birliğe ihtiyacımız var. Bu halkın özgürce ve başı dik şekilde bu topraklarda yaşayabilmesi için ulusal bir tutuma ihtiyaç var. Bunun gerçekleşmesi için sürekli çağrı yapıyoruz. Umarım birileri bu çağrımıza doğru yaklaşır, bu dönem halkımızın çıkarları için ulusal birliğin sağlandığı, büyük direnişlerin geliştiği ve zafere ulaştığımız bir dönem olur.