Karayılan: Hiçbir planı başarılı olamaz

Newroz ve Garê direnişinin, ‘Çöktürme Planı’nın başarısızlığını kanıtladığını belirten Karayılan, “Hiçbir soykırım planı, Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi karşısında başarıya ulaşamaz, sonuç alamaz. Bunu herkes bilmeli” dedi.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, tüm Kürdistani siyasi parti, kurum ve kuruluşlara şu çağrıyı yaptı: “Hepimiz içinde bulunduğumuz bu nazik ve hassas süreci göz önünde bulunduralım ve ulusal birliği geliştirmek için sorumluluklarımıza sahip çıkalım. Bu konuda herkes kendi açısından çaba sergilemelidir. PKK olarak süreci bu çerçevede okuyoruz ve ortak-ulusal bir siyaseti geliştirme ve ulusal birliği sağlama konusunda üzerimize düşen sorumlulukları yerine getireceğiz.”

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat karayılan, Dengê Welat Radyosu’nun sorularını yanıtladı. Söyleşinin tamamını paylaşıyoruz.

Garê direnişinden sonra KDP’nin Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı tavırları değişti mi, KDP ile aranızda görüşmeler oldu mu?

Garê’deki başarı, tüm Kürt halkı için iyi bir başarıydı, çünkü düşman Garê’de sonuç almak ve böylece kendini bölge üzerinde daha da hakim kılmak istiyordu. Bunu yapamadı ve başarısız oldu. Bir diğeri, TC devleti kendini o kadar abartıp yüceltiyordu ki sanki nereye el atsa direkt orayı alabilir, onun önünde kimse duramaz gibi gösteriyordu. TC ordusunun Garê’de yaşadığı bu kırılma, hakikatin öyle olmadığını açığa çıkardı. Karşısında güçlü bir irade olduğu zaman askeri ve tekniği öyle güçlü değil. Bu hakikat, Garê’deki zaferle birlikte açığa çıkmıştır. Tabi bu durum, Kürt siyasetinin elini daha fazla güçlendirdi. Nasıl ki 2008’de TC devletinin Zap’ta kırılması Kürt siyasetinin elini güçlendirdiyse şimdi de Garê’deki direniş ve başarı da aynı rolü oynadı. Bugün Kürt siyasetinin eli eskisinden daha güçlüdür. Şüphesiz herkes, Garê direniş sürecini yorumluyor; sadece Kürtler değil, bölgedeki tüm güçler bunu yapıyor. Ortaya çıkan bu gerçeklik temelinde herkes siyasetini belirliyor ve gözden geçiriyor. Sadece Garê’de ortaya çıkan sonuçlar açısından değil, esas olarak çok önemli ve hassas bir süreçten geçmekteyiz. İnanıyoruz ki hem içinde bulunduğumuz bu sürecin hassasiyeti hem de Garê’de ortaya çıkan sonuçlar Kürt siyaseti üzerinde de olumlu bir atmosfer yaratacaktır.

Sizin sorduğunuz gibi, KDP ile üzerine değerlendirme yapılabilecek bir ilişki mevcut durumda yoktur fakat önemli olan görüşme ve ilişkiler değil, önemli olan nasıl yaklaşıldığı ve var olan atmosferle durumun herkes tarafından anlaşılmasıdır. Bu konuda da bir düzey oluşacağına inanıyoruz.

Hareketiniz tarafından yapılan ulusal birlik çağrısından sonra da KDP’nin gerilla alanlarına dönük saldırıları oluyor. Bunun nasıl okunması gerekir?

Öncelikle içinde bulunduğumuz dönemi doğru okumamız gerekmektedir. Bugün bölgemiz Ortadoğu’da III. Dünya Savaşı yaşanıyor. Bu savaşla, 20. yüzyılın siyasi sistemini değiştirmek ve onun yerine 21. yüzyılın siyasi sistemini oturtmak amaçlanmaktadır. 20. yüzyılın siyasi sisteminde Kürtlerin yerinin olmadığı biliniyor. Maalesef Lozan Antlaşması’yla Kürt halkının varlığı ve hakları inkar edildi. Kuşkusuz halkımız bunlar karşısında sessiz kalmadı. Bunun için 100 yıldır Kürdistan’da savaşlar yaşanmış, kan akmış, çok büyük trajik olaylar yaşanmıştır. Tüm bu yaşananlara rağmen halkımız hala da direnmektedir ve bugün sahnededir.

Önemli olan soru şudur; 21. yüzyılın yeni siyasi sistemi içerisinde Kürtler yer alacak mı almayacak mı? Kürtlerin bu sistem içerisinde yer almaması için Kürdistan’ı sömüren, yani işgal eden güçler çok kapsamlı çaba içerisindedir. Özellikle de TC devletinin öncülüğünde bu çabalar geliştirilmektedir. Onlar yeni oluşacak siyasal sistem içerisinde Kürtlerin yer almasını istemiyor.

Kuşkusuz biz de bu duruma karşı meydanı boş bırakmamalıyız. Kürt hareketleri olarak herkesin kendi köşesine çekilmesi ve stratejisiz olarak hareket etmesi doğru değildir. Kürt halkı olarak bizim de ortak bir stratejimizin olması ve onlara karşı bizlerin de çaba içinde olmamız gerekmektedir. İkinci bir Lozan geliştirilirse ne Güney Kürdistan’daki ve Rojava’daki kazanımlar ne de başka yerdeki kazanımlar kalır.

Lozan Antlaşması, 100 yıllığına geçerli bir antlaşmadır ve iki yıl sonra, yani 2023’de artık bu antlaşmanın hükmü kalmıyor. Erdoğan bundan önce “biz bu antlaşmayı kabul etmiyoruz; orada bizim hakkımız yenilmiştir” diyordu. Şimdi ise partisinin kongrelerini yaparak kendilerini her açıdan yeni sürece hazırlıyorlar. Esasta TC devleti Erdoğan’ı bu sürece hazırlıyor. Ne için? Çünkü onlar 2023’te yani Lozan Antlaşması’nın ömrünü doldurduğu ve hükmünün kalmadığı zaman tekrardan Misak-ı Milli sınırlarını işgal etmek istiyorlar. Onlar bu hazırlığın içindedirler. Şu an bütün hazırlıkları bu temeldedir. Şüphesiz bu konular çok önemli ve stratejik konulardır. Bunun için de bütün Kürt siyaseti stratejik düşünmeli, bu dönemde aklını başına almalı ve dar yaklaşmamalıdır. Hatta sadece Kürtler değil, Türk devletinin bu işgal saldırılarından bölgedeki Arap, Asuri-Süryani ve diğer halklar da büyük zararlar görecektir. Hem Kürt hem de bölgedeki tüm halklar bu duruma karşı duyarlı olmalı ve onlar da doğru bir tarz ile hareket etmeliler. Kimse, “küçük olsun ama benim olsun” anlayışıyla yaklaşmamalıdır. Doğru tutum bu değildir. Dönem öyle küçük, dar-siyasi anlayışla bazı şeyleri kurtarma dönemi değildir. Ortada geneli ilgilendiren şeyler vardır. Eğer sadece kendin için küçük şeyleri istersen o da elinden gider. Dönem böyle bir dönemdir. Bunun için biz, “herkes süreci doğru okumalıdır” diyoruz.

Diğer yandan saldırılardan söz ettiniz. Doğru, bazı saldırılar da vardır. Yani mesela Newroz günü Berdesor’da arkadaşların küçük bir timinin üzerine bir saldırı gerçekleşti. İyi ki olay büyümedi. Onun dışında orada burada yol tutma gibi olaylar hala da vardır fakat biz geniş bir pencereden döneme bakıyoruz ve diğer tarafların da bu sürece böyle bakmasını istiyoruz. Böylesi tarihi bir süreçte kapsamlı bir düşünceye ulaşmazsak hepimiz kaybederiz. Kürdistan toprağı üzerine hesaplar vardır. Bunun için böylesi bir dönemde birliği geliştirmeliyiz. Eğer birlik kurulamıyorsa da Kürtler düşmana yardım etmemeli ve birbirlerine karşı çalışmamalıdır. Halkımızın en azından böylesi bir yaklaşıma ihtiyacı vardır. Eğer birlik olunursa iyidir, ancak birlik olunamıyorsa bile birbirine karşı olunmamalıdır. Yani birbirini zayıflatma olmamalıdır. Bu önemlidir. En iyi olan kuşkusuz bu tarihi dönemde birlik olma ve ortak strateji etrafında birlikte çalışma yürütmektir. Ben buradan tüm Kürdistani siyasi parti, kurum ve kuruluşlara çağrı yapıyorum: Hepimiz içinde bulunduğumuz bu nazik ve hassas süreci göz önünde bulunduralım ve ulusal birliği geliştirmek için sorumluluklarımıza sahip çıkalım. Bu konuda herkes kendi açısından çaba sergilemelidir. Biz PKK olarak süreci bu çerçevede okuyoruz ve ortak-ulusal bir siyaseti geliştirme ve ulusal birliği sağlama konusunda üzerimize düşen sorumlulukları yerine getireceğiz.

Amerika’daki seçimden sonra Amerika-Türkiye ilişkisi ile Rusya-Türkiye ilişkisi Rojavayê Kurdistan üzerinde nasıl bir etki yaratır?

Kuşkusuz bu önemlidir. Türk devletinin amacı, Rojava Devrimi’ni tasfiye etmektir. Hatta sadece Rojava Devrimi’ni tasfiye etme değil, Suriye’nin yeni anayasasında Kürtlerin adının ve haklarının olmaması için her şeyi yapmaktadır. Tüm çabaları bu yönlüdür. Bu çerçevede bazen sırtını ABD’ye, bazen de Rusya’ya dayıyor. Bunun için de Türkiye’nin tüm onurunu, varidatını ve jeo-stratejik konumunu pazarlıyor. TC devleti Kürt halkına kaybettirmek amacıyla uluslararası güçlerin desteğini almak için her şeyi yapıyor. Yani böylesi kapsamlı bir çaba içerisindedir.

Biz de tabii ki buna karşı güçlü bir siyaset yürütmeli, siyasette ve diplomaside çalışkan olmalı, bütün dünyaya derdimizi duyurmalıyız. Yani TC devletinin sömürgeci-soykırımcı siyasetinin önünü almak için biz de dünya çapında siyasi bir çaba göstermeliyiz. En önemli olan şey; kendimize güvenmeli ve kendimize dayanmalıyız. Bugün Rojava’da ve tüm Kuzey-Doğu Suriye’de halk ve savaşçılar bir olursa, irade olursa, geri çekilmeyip direnirse ve halk ile savaşçı aynı mekanda birlikte direnirlerse zafer elde edilebilir. Dönem böyle bir dönemdir. Yani insan kendi kendisini irade haline getirmeli, öz gücüne dayanmalı, kendine inanmalı ve bu temelde siyaset yürütmelidir. Yok eğer sen kendini irade haline getirmez ve ‘ben sadece siyaset ile sonuca gideceğim’ dersen sonuç alamazsın. Bu konuda kimse şaşırmamalı. İnsan, savaş meydanında kendini güç ve irade haline getirmelidir. Bunun yolu da halk ve savaşçının birbirini bırakmaması ve geri çekilmemesiyle olur. Dikkat edin; Garê’de yaşanan savaşın ikinci gününde oradaki arkadaşlar karar alıyor ve ‘ya biz ya düşman’ diyor. Yani “ya biz burada olacağız ya da düşman olacak; bunun için de düşmanı buradan çıkarmamız gerekmektedir” diyorlar. Böyle kararlı yaklaşıyorlar. Zaten en son aldığımız bilgilere göre savaşın son gününde düşman güçlerini koordine eden Albay Necmi Arman da öldürülüyor. Bu şekilde perişan oluyor ve alandan kaçıyorlar. Yani Rojava Devrimi ve Kuzey-Doğu Suriye’nin yürüteceği siyaset bu konuda önemlidir. Kürt, Arap, Asuri-Süryan halkları birbirini tutmalı, kendi kendilerini irade haline getirmeli, kendi güçlerine inanmalı ve bu temelde doğru bir siyaset yürütmeli. Eğer böyle olursa TC devletinin tüm çabalarını boşa çıkarma ve halkımızın Rojava ile Kuzey-Doğu Suriye’de bu hunharlara karşı başarılı olma imkanları vardır. Biz doğru temelde bir siyaset geliştirileceğine, kendilerini örgütleyeceklerine, güç haline geleceklerine ve kendilerine inanmaları halinde kesinlikle kazanacaklarına inanıyoruz.

8-21 Mart’ta çıkan coşku heyecan ve onların mesajlarında Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü vardı, bunun nasıl ele alınması gerekir? Yılki heybetli Newroz nasıl anlaşılmalı?

Öncelikle 8 Mart’ta özgürlük bayrağını yükselten tüm özgürlükçü kadınları selamlıyorum. Yine 21 Mart’ta Newroz bayrağını yükselten ve meydanlara çıkarak ‘Bijî Serok Apo’ sloganını haykıran tüm yurtsever-demokrat halkımızı ve halkımızın dostlarını selamlıyorum. Onların duruşu ve iradeli yaklaşımlarını takdir ediyorum. Bugün özellikle Kuzey Kürdistan’da faşist ve baskıcı bir sistem vardır. Şiddet, baskı, işkence ve faşizmin zulmü vardır. Halkımıza ve kurumlarına yönelik geliştirilen bu saldırılara karşı başta Amed olmak üzere halkımızın Bakur’da ve tüm Kürdistan’da sergilediği iradeli duruş, Newroz’a katılım ve atılan sloganlar, gerçekten tarihsel bir tutumu ifade etmektedir ve yüz kere de selamlansa yeridir. Ne TC devletinin baskı ve tehditleri, yani AKP-MHP faşizminin virüsü ne de Koronavirüsü halkımızın önünde engel olamamıştır. Halkımız dört parça Kürdistan’da ve yurt dışında özellikle de Kuzey Kürdistan’da tarihsel ve çok önemli bir tutum geliştirdi. Kuşkusuz mesaj, Önder Apo’nun özgürlüğü mesajıdır. Yani halkımız bir kez daha ne kadar baskı altında da olsa Önderliğinin özgürlüğünü istediğini göstermiştir. Bu, bu Newroz’da bir kez daha ilan edildi.

Tabii ki bu Newroz’un birçok anlamı vardır. AKP-MHP faşizminin 6 yıldır Kürdistan üzerinde yürüttüğü ‘Çöktürme Planı’ sonuçsuz kalmıştır, yenilmiştir. Halkımızın bu duruşu, onların hiçbir sonuç alamadığını göstermiştir. Yine demokratik siyasete yönelik çok büyük bir baskı vardır. Yasal olan siyasi partiler bugün baskı altındalar. Bugün HDP şahsında Türkiye’de demokrat insanlar ve Kürdistan’da Kürt halkı tarafından bir mücadele yürütülmektedir. Bakıyoruz bugün AKP-MHP faşizmi onlar üzerinde de zulüm yürütmektedir. Halkımız Newroz’da aynı zamanda buna karşı da tavrını ortaya koydu ve HDP’ye de sahip çıktı. Neden? Çünkü ortada yapılan bir haksızlık vardır. Kürt halkının ve Türkiye’deki tüm demokratik güçlerin iradesini ezmek istiyorlar. Sadece HDP’yi kapatmak değil, Türkiye’deki demokrasiyi bitirmek istiyorlar. Esasta bu bir projedir; yollarını temizlemek istiyorlar. Şu an AKP-MHP faşizminin HDP’ye karşı almış olduğu tutum, aynı zamanda Türkiye’deki tüm muhalefete karşıdır. Onlar önlerini temizlemek ve bu temelde bir kez daha kazanıp rejimlerini kalıcılaştırmak istemektedir. Maalesef Türkiye’deki bütün muhalefet bunun farkında değildir. Bu çerçevede halkımız bu tutuma karşı da tavrını ortaya koymuştur.

Burada bir şey daha söyleyebilirim; şimdi HDP, PKK ile ilişkisi olduğu belirtilerek suçlanıyor. Böyle bir şey söz konusu değildir. Vaktinde, çözüm için bazı görüşmeler oldu ama bunun da önünü AKP hükümeti açtı. Devlet HDP’lileri bizim yanımıza gönderdi ve biz de onları öyle tanıdık. Ondan önce ben Pervin Buldan’ı, Sırrı Süreyya Önder’i ve diğerlerini tanımıyordum. Devletin resmi izniyle yanımıza geldiler ve biz onları öyle tanıdık. Selahattin Demirtaş’ı hiç görmemiştim; ilk defa o zaman heyet olarak geldiler ve onları öyle gördük. Yani hem devlet onları yanımıza gönderdi hem de şimdi o zaman çekilmiş fotoğrafları delil gibi gösterip onlarla HDP’yi suçlamak istiyorlar. Yani bu biçimde dürüst olmayan ikiyüzlü bir yaklaşım vardır. HDP ile herhangi bir örgütsel ilişkimiz yoktur. HDP de kendine göre bir kulvarda siyaset yürütmektedir. Görülüyor ki belli bir emek de sarf ediyorlar. Kalkıp örgütsel bir ilişki varmış veya birbirlerinin devamıymış gibi lanse etmek doğru değildir. Böyle bir şey yoktur. Bunlar sahtekarlık yapıyorlar ve esas olarak iktidarlarının ömrünü uzatmak istiyorlar. Tüm çabaları bu yönlüdür ve özünde bunu amaçlamaktadırlar. Yani Kürt halkının, tüm sol siyasetin, Türkiye’deki demokratların ve kadın özgürlük mücadelesinin, yine gençliğin üzerine bu kadar gidilmesinin nedeni; kendi iktidarlarını hakim kılmak, kimsenin sesini çıkarmaması, sesini çıkaranı da ezmek istemelerindendir. Bugün bu rejim böyle bir duruma gelmiştir. Bu saldırıların hepsi bu çerçevede geliştirilmektedir.

Diğer önemli bir husus, Önder Apo’ya ilişkin olan konudur. Doğru; halkımız Önder Apo’ya çok anlamlı bir şekilde sahip çıktı. Bu, kalıcı kılınmalı ve örgütlü bir mücadeleye dönüştürülmelidir. Bildiğiniz gibi bugün dünya çapında Önder Apo’nun özgürlüğü için bir çaba var ve bu eksende düzenlenen kampanyalar vardır. Bu çerçevede halkımız da bu sahiplenişini süreklileştirirse ve örgütlülüğü esas alırsa bu birbirini tamamlar. Bu dönemde böylesi bir şeye ihtiyaç vardır. Özellikle şimdi Önder Apo hakkında bazı haberler yayıldı. Bu konuda durum netleştirilmeyene kadar KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı’nın yaptığı çağrıda belirtildiği gibi halkımız eylemlerine devam etmelidir. Hatta Önder Apo’la yüz yüze bir görüşme yapılmayana ve bir haber alınmayana kadar eylemlerin bırakılmaması gerekir. Biz de bu hususta Halk Savunma Güçleri, Kürdistan Özgürlük Gerillası olarak çok dikkatli bir şekilde bu süreci takip ediyoruz. Önemli ve stratejik bir konudur. Bu mesele sıradan bir mesele değildir. Bütün Türkiye ve Kürdistan halkı için çok önemli, stratejik ve yaşamsal bir meseledir. Önderlik’le ilgili olan konular sadece Kürtleri ilgilendirmemektedir. Bunun için de hızlı bir şekilde bu konuda haber alınması gerekmektedir. Halkımız bunun için harekete geçmeli, herkes bunun için gerekli çabayı sarf etmelidir. Belirttiğim gibi biz de takip ediyoruz ve devredeyiz. Bunu herkes bilmelidir.

Zaten bu vesileyle, konu Kürtler ve Önder Apo olunca TC devletinin hukuk, nizam, ahlak adına hiçbir şey yürütmediği açığa çıkmıştır. İşte bir senedir Önder Apo’dan hiçbir haber gelmedi. Peki hangi kanunda ve hukukta bu vardır? Bu hususta Önder Apo hakkında uluslararası kurumlar da sorumludur. Uluslararası güçlerin Türkiye’ye verdiği biliniyor. Dolayısıyla İmralı sisteminden onlar da sorumludurlar. O zaman onlar da sorumluluklarına sahip çıkmalıdırlar. Tabii ki bu husustaki en büyük sorumluluk AKP’de ve bizzat Tayyip Erdoğan’dadır ama aynı zamanda diğer devletler ve kurumlar da sorumludur. Biz herkesin sorumluluklarına sahip çıkmasını ve Önder Apo’dan doğrudan bir haber alınması için imkan oluşturulmasını bekliyoruz.

Bazı Kürt güçleri bu Çöktürme Planı’nda yer alıyorlar mı?

Çöktürme Planı, Kürt halkını yok etme planıdır; Şark Islahat Planı’nın yenilenmesidir. Şark Islahat Planı, 1925’te Türk devleti tarafından gizli bir biçimde devletin bir siyaseti olarak yürütüldü. Amacı Kürt halkını soykırıma uğratmaktı. Çöktürme Planı da onun devamıdır. Bu plana karşı başta Önder Apo İmralı’da tutum alıp direndi ve halen büyük bir direniş yürütmektedir. Yine arkadaşlarımız zindanlarda, halkımız sokaklarda, Kürdistan Özgürlük Gerillası dağlarda ve her yerde direndiler. Yani bu plana karşı bir direniş vardır. Çok tehlikeli bir plandır ve amacı Kürt halkını soykırıma uğratmaktır. Bu vesileyle “Dem Dema Azadiyê ye” kampanyası çerçevesinde zindanlarda açlık grevinde olan arkadaşları selamlıyorum ve başarılar diliyorum. Yine özellikle Şehit Rüstem Cudi Kampı, yani Maxmûr’da yaşayan halkımızı selamlıyorum, başarılar diliyorum. Aynı zamanda Yunanistan’da Lavrion Kampı’ndaki halkımız da açlık grevindedir. Onları da selamlıyorum. Bugün zaman gerçekten sorumluluk ve mücadele zamanıdır. Çöktürme Planı’nı yenilgiye uğratmak için herkes direnmelidir.

Şimdi siz bu plan içinde olan Kürtleri sordunuz. Bunun için ne söyleyebilirim ki? Onlara kalacak olan tek şey, yüz karalığıdır. Bu plan bozulmuş ve başarılı olamamıştır. Newroz bunu kanıtlamıştır. Garê direnişi bunu ortaya çıkardı. Yani TC devletinin hiçbir soykırım planı, Kürt halkı ve Kürdistan Özgürlük Hareketi karşısında sonuç alamaz. Bunu herkes bilmeli. Hiçbir Kürt yüzünü daha fazla karartmamalı. Doğrudur, bazı Kürtler gidip katıldı ve bunun ayağı oldular. Onlar, PKK bu şekilde tasfiye olunca biraz ekmek alabileceklerini sandı. Bu biçimde bir yanlışa düştüler. Dediğim gibi, onlara sadece yüz karalığı kaldı. Garê’de yaşanan savaş ve başta 8 Mart ve Newroz duruşu olmak üzere son dönemde yaşanan gelişmeler, bu gerçekliği daha fazla açığa çıkardı. Yani hiçbir plan bu hareket üzerinde bu halk üzerinde başarıya ulaşamaz ve sonuç alamaz.

Bildiğiniz gibi İstanbul Sözleşmesi kadınlar için önemli bir anlama sahipti. Türk iktidarı bu sözleşmeden çekildi. Özgürlük hareketi olarak bunu nasıl değerlendirip yorumluyorsunuz?

Bizim paradigmamıza, yani Önder Apo’nun paradigmasına göre İstanbul Sözleşmesi dar bir çerçevededir. Yani doyurucu değildir. Doğrudan bir şekilde erkek egemenliğini aşıp gerçek bir eşitlik oluşturmuyor ama yine de erkek egemenliğine karşı kadının bazı haklarını koruyor. Bu biçimde kadın açısından olumlu yanları vardır. Yani kapitalist modernite zihniyeti çerçevesinde kadına yönelik bazı hakları barındırmaktadır ve bu olumlu bir şeydir. Sahip çıkılması gerekir, ancak bizim düşüncemize ve paradigmamıza göre yeterli değildir. Biz kadın devrimini ve gerçek bir kadın-erkek eşitliğini esas alıyoruz. Biz özgür toplumun ancak kadın özgürlüğü temelinde oluşturulabileceğini düşünüyoruz. Bunun dışında mümkün olmadığına inanıyoruz. Yine de ülkenin içinde bulunduğu koşullar göz önünde bulundurulduğunda İstanbul Sözleşmesi ilerici bir şeydir.

AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın zihniyetinde kadın-erkek eşitliği yoktur. Onlar, kadın haklarına çağdaş bir zihniyetle yaklaşmıyor Bunun için kimseyle tartışmadan, kimseye sormadan ya da gündeme koymadan bir gecede bu anlaşmayı iptal ettiklerini söylediler. Bu, bunların ne kadar gerici bir zihniyete sahip olduklarını gösteriyor. Bunlar özgürlükten ve demokrasiden korkuyor. Özellikle de özgürlükçü kadınlardan korkuyorlar. Onlar, kadının kendi gölgelerinde köle gibi yaşamasını istiyor. Özgür, kendi öz gücüne dayanan kadından korkuyorlar. Bunun için bu sözleşmeyi iptal ettiler.

Türkiye halkının özgür toplum ve demokrasi mücadelesi, kadın özgürlük mücadelesiyle daha da gürleşebilir. Tabi ki sorun sadece kadın sorunu değildir ama kuşkusuz her şeyden önce Erdoğan’ın bu uygulamaları Türkiye’deki tüm kadınlara karşı bir tutumdur. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmak ve bunun için gerekli mücadeleyi vermek gerekir. Gerçekten bu sözleşmede kadının bazı hakları vardır ve korunmaktadır.

Dikkat ederseniz, AKP-MHP döneminde kadın cinayetleri arttı, kadına yönelik saldırılar çok daha fazlalaştı. Bunlar kendiliğinden olan şeyler değildir. Rejim, böyle bir anlayış geliştiriyor. Erkek egemen zihniyeti geliştiriyor. Öyle bir kültürü hakim kılıyor ve bu temelde o erkekler gidip kendilerine en yakın olan kadını öldürüyor. Bunun altında bir zihniyet var ve bu zihniyetin tarihte 5000 yıla dayanan bir kökü var ama bugün ülkemizde bu erkek egemen zihniyeti güçlendiren de AKP-MHP rejimidir. Buna karşı mücadele etmek gerekir. Bu konuda son olarak şunu belirtebilirim; bizim yürüttüğümüz mücadele aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesidir. Toplum ancak kadın devrimiyle özgürleşebilir.

Önemli bir bahar sürecindeyiz. Kuşkusuz bu bahar hareketli olacak. Türk devleti ve gerilla açısından durum nedir?

Şu an Kahramanlık Haftası’ndayız. Kahramanlık Haftası’nın ruhuyla tüm halkımızı selamlıyorum. Biz Kahramanlık Haftası çerçevesinde döneme yaklaşmak istiyoruz. Şimdi yoğunlaşmalarımız ve çabalarımız bu çerçevede gelişiyor. Aynı zamanda 28 Mart Büyük Komutan Egîd (Mahsum Korkmaz) yoldaşın şehadet yıl dönümüdür. Bundan 35 yıl önce 28 Mart 1986’da Gabar Dağı’nda değerli komutanımız hain bir pusuda şehit edildi. Büyük Komutan Egîd yoldaş şahsında tüm Kürdistan şehitlerini anıyorum. Onlara verdiğimiz sözü bu vesileyle bir kez daha tekrarlıyorum. Egîdlerin çizgisinin takipçisi olacağız. Egîd yoldaşın çizgisi, başaran gerilla çizgisidir. Aynı zamanda Önder Apo’nun askeri çizgisidir. Egîd yoldaş Önder Apo’nun askeri çizgi temsilcisi olarak tarihi bir rolün sahibi oldu. Bu temelde o gerilla savaşının yaratıcı komutanı oldu. Zaten sadece 15 Ağustos 1984 değil, ondan önceki ve sonraki tüm eylemlerde Egîd yoldaşın imzası vardır. Egîd yoldaş gerillanın temelini atan komutanımızdır. Komutan Egîd’in çizgisi bugün de bizim için geçerlidir.

Egîd yoldaş, cesaret, kararlılık ve saldırı ruhunun sembolüydü. Bilindiği gibi 15 Ağustos Atılımı’nın en belirgin özelliği, kararlılık ve saldırı ruhuydu. Komutan Egîd bunu temsil ediyordu. O kararlılık, o yetenek ve o Apocu fedai ruh, bugün de bizim için örnektir. Egîd yoldaşın başından beri yürüttüğü çizgi bugün de bizim için esastır ve gereklidir. Biz bugün de Egîd yoldaşları arıyoruz. Devrimimizin bugün bu tarihi dönemde de yeni Egîdlere ihtiyacı vardır. Egîd ve Zîlan yoldaşların fedai ruhu zaferin işaretidir. Bu ruh bugün de bizim için temeldir.

Sorunuza gelecek olursam; düşman Garê’de yaşadığı kırılmanın ardından adeta sersemledi. Kendi içindeki sorunların daha da derinleştiği görülüyor fakat bunu aşmak istiyor. İntikamlarını almak için şu an bir hazırlık içinde olduklarını biliyoruz. Nisan içerisinde Güney Kürdistan’a dönük yeni saldırı gerçekleştirebilir. Düşmanın bu yönlü hazırlıkları vardır, çünkü düşman yaşadığı bu kırılmadan çıkmak istiyor. Bu yenilgi psikolojisinden çıkmak için hangi bölgede boşluk varsa oraya saldırmak istemektedir. Şu an böyle bir saldırı hazırlığı içerisindedir. TC devleti bu şekilde o oluşan atmosferi aşmak istemektedir ama dikkat edin bu bir buçuk aydır hiç hareket etmemiştir. Çünkü dediğim gibi, sersemlemiş ve kendi kendisiyle uğraşmaktadır. İşgalci TC ordusu sadece istihbarat ve tekniğine güvenmektedir. Karadan öyle savaşabilecek bir güçleri yoktur. Garê pratiğinde istihbaratlarının da fos çıktığı, tekniklerinin de öyle fazla sonuç almadığı ortaya çıktı. Bunun için aşırmışlar ve arayış içindedirler. Herhalde şu anda istihbarat ve tekniklerini gözden geçirip güçlerini yeniden hazırlamak istemektedirler. Harekete geçmelerini bekliyoruz. Önümüzdeki ayda bu hususta hareketleri görülebilir.

Bildiğiniz gibi, düşman aynı şekilde Kuzey’de de kışın Eren adı altında bazı operasyonlar gerçekleştirdi fakat bunların bitişini ilan etmediler. Sanki devam ediyormuş gibi göstermek istediler ama sonuç alamadılar. Belki birkaç yerde bazı timlerimiz darbe aldı ama genelde kış sürecinde TC devletinin operasyon çabaları hiçbir sonuç almamıştır.

Şu anda çok propaganda yapıyor, yaşanmamış birçok şeyi psikolojik propaganda ile sanki yaşanmış gibi göstermeye çalışıyorlar. Çok fazla yalan haber yapıyorlar. Her gün, ‘yakaladık’, ‘teslim aldık’ vb. haberler yapıyorlar. Bunların hepsini masa başında hazırlayıp sunuyorlar. Mesela biri 3 ay öncesinde Şengal’de firar etmiş gitmiş ama Türk devleti “biz operasyonla oradan alıp getirmişiz” diyerek haber yapıyor. Rojava’da olan biri 2 ay önce firar etmiş gitmiş ama şimdi “başarılı bir operasyon yapıp filan tugay komutanını kaçırıp getirmişiz” diye haber yapıyorlar. Bunların hepsi yalandır. Halbuki o kişi zaten devrimden kopmuş ve onların yanındadır. Masa başında oturup böyle yalan haberler yapıyorlar. Peki niye? Çünkü buna ihtiyaçları var. Sürekli olarak topluma, “bakın biz başarılıyız” demeye çalışıyorlar; yenilseler bile yine de “başarılı olduk” diyorlar. İşgalci Türk devleti böylesi bir çaba içerisine girmiştir.

Genel olarak biz bu yıl her zamankinden daha fazla umutluyuz. Gerek Garê direnişinin ortaya çıkardığı sonuçlar, gerekse de halkımızın 8 Mart ve Newroz’daki duruşu Hareketimiz ve halkımız açısından büyük moral olmuştur. Bunların dışında güçlü olan zeminimiz ve yaptığımız hazırlıklarımız, yine başarılı şekilde gerçekleştirdiğimiz toplantılar ve onların yarattığı gelişmeler bizim bugün kazanma imkanlarımızın her zamankinden daha fazla olduğunu gösteriyor. Bu konuda özellikle Kuzey’deki arkadaşlar açısından bu yıl daha fazla umudumuz vardır. İnanıyoruz ki Kuzey Kürdistan’daki özgürlük gerillası çok daha fazla rol oynayacaktır. Bu özel savaş propagandacılarına karşı bir cevap olacaklar. İşte Erdoğan başta Garê’yi kast ederek, “Çarşamba günü size müjde vereceğim” demişti ama müjde veremedi ve kameraların karşısına çıkıp “maalesef başarılı olamadık” dedi. Şimdi de kalkıp bir de utanmadan, “PKK’yi zayıflattık; artık Kuzey’de eylem yapamıyorlar” diyor. Kuşkusuz insan buna cevap vermelidir. Yani akıl ve sabır ile hareket edilmeli, doğru zamanın gelmesini beklemeli ve yerinde sonuç alıcı bir tarzla gereken cevap verilmelidir. Bu temelde arkadaşlar Garê ve Newroz ruhuyla hareket ederlerse önümüzdeki yıl her zamankinden daha fazla başarılı olabiliriz. “Dem Dema Azadiyê ye” Hamlesi çerçevesinde ve Önder Apo ile Kürdistan’ın özgürlük yürüyüşünün geliştirilmesinde Kuzey’deki ve her yerdeki tüm özgürlük gerillası bu yıl içinde, yani 2021’de önemli ve tarihi bir rol oynayacaktır.