Kaybettikleri savaşı kazanmak istiyorlar - Cahit Mervan

Kaybettikleri savaşı kazanmak istiyorlar - Cahit Mervan

Türk özel harekat timleri Gever’de Veysel İşbilir ve Reşit İşbilir adlı iki yurtseveri infaz etti. Bu bir katliam. Bir infaz. Ayrıca sıradan ve rastgele bir katliam değil. Türk polisinin sinirlerinin gerildiği bir anda meydan gelen ‘istenmeyen bir olay’ değil. Bu planlı-programlı bir katliam. Bütün göstergeler bu yönde.

Her zaman olduğu gibi devletin gizli ödeneğinden’ beslenen Türk medyası katliamı perdelemeye çalışıyor. Ahlakı ve vicdanı hiçbir sorumluluk taşımadan yalan ve masa başında uydurulmuş haberlerle gerçeği gizleyebileceğini düşünüyor. Örneğin derin devletin yeni tetikçisi ve özel ödenekten yararlanarak ‘yapılanan’ Türkiye gazetesi ‘Yüksekova geriliminin perde arkası’ türünden yalan haberlerle katilleri aklayabileceklerini sanıyor.

Kürdistan halkı Kürt kanı akıtıldığı zaman katiller adına yalan haber yaparak gerçeği karatmaya çalışan bu insanlığın yüz karası basını iyi tanıyor. Daha cenazeler yerde iken, katledilen amca ve yeğenin kanı kurumamışken, aile ve sevenlerinin acısı halen bir ateş gibi yürekleri yakarken katilleri gözden ırak tutmak için ‘KCK’nin özerklik ayaklanması’, ‘Yabancı el Yüksekova’da gibi manşet atanların da aslında gazetecilik değil, insanlığa karşı suç işlediklerinin de biliyor.

Kürdistan halkı bir şeyi daha biliyor. Bu kirli ve çirkef manşetleriyle katil devlete yardım ve yataklı yapan bu organların aslında ‘alçaklığın evrensel tarihini yeniden yazma’ peşinde olduklarını da biliyor. Ve bunun Türk medyasının en temel karakteri olduğunu da biliyor.

Bu nedenle başta AKP hükümetinin gizli ödenekleriyle ayakta kalan ve yayın hayatlarını sürdüren Türkiye, Yeni Şafak, Sabah ve Akit gibi gazetelerin son olarak Gever’deki katliama ilişkin yaptıkları haberlerin ve ortaya attıkları iddiaların da beş kuruşluk değeri olmadığını da biliyor.

Aslında Türk medyasının Gever’deki açık infaz karşısında sergilediği ‘adi tutum’ karşısında söylenecek çok şey yok. ‘Sahibinin sesi gibi konuşuyorlar’ demek yetiyor.

Ancak Gever katliamı o sahiplere çok pahalıya patlayabilir. Çünkü bu katliam tamda ciddi bir kriz içinde olan çözüm sürecinin canlanmasına ilişkin yeni umutların ortaya çıktığı bir ana denk geldi.

Bir el tekrardan devreye girdi. Çözüm sürecine açıktan bir saldırı daha gerçekleştirdi. Tıpkı 9 Ocak 2013’te Fransa’nın başkenti Paris’te olduğu gibi.

9 Ocak 2013’te Paris katliamı yapanlarla / aralık 2013’te Gever’de alini ve açıkça iki Kürt yurtseverinin infaz eden ‘güç’ aynıdır. Aynı ekiptir. Aynı ‘network’un adamlarıdır. Amaçları da aynıdır. Kürt sorunun çözümü için atılan her adımı açmaza itmek. Çatışma ve gerilim ortamı yaratmak. PKKK lideri Abdullah Öcalan tarafından başlatılan barış ve çözüm sürecinin akamete uğramasını sağlamaktır.

Bu nedenle katliamdan bir gün sonra BDP-HDP heyeti ile görüşen Öcalan ‘bu cinayetler sürece dönük büyük bir provokasyondur. Yeni ve daha büyük provokasyonlara karşı herkesin daha uyanık ve daha dikkatli olması gerekir’ dedi.

Peki ‘sürece dönük büyük provokasyonu’ yapan güç kim? Bu güç İmralı’da Öcalan ile masaya oturan ve aynı zamanda sıkça ‘entegre tasfiye politikasından’ bahseden hükümet mi? Yoksa onunla kıyasıya bir iktidar savaşına tutuşmuş, Kürdistan’da özel harekat, polis ve yargı içinde güçlü Gülen Cemaati mi? Veya eski Türkiye’nin derin devletine ait Ergenekoncular mı?

Gever katliamını yapan gücü en iyi Erdoğan biliyor. Bu ‘güçlü provokasyonun’ adresini Erdoğan’dan daha iyi bilen kimse yok. Eğer bu ‘güç’ kendisi değilse açıklamak zorunda. Bu katliam ve vahşet açıklanmadığı sürece işler bıçak sırtında dahi yürüyemez. Çünkü bu var olan ateşkesin açıkça ihlalidir. Bu nedenle HPG güçlerinin Kürdistan’da Türk polis ve ordusunun sivillere kaşı açık terörüne misilleme hakkı doğuyor. Bunu HPG’nin kullanması halinde işlerin nereye varacağını kestirmek mümkün değil.

Eğer başbakan olarak ‘her şeyi bilen’ Erdoğan bu işin arkasında ise bilmelidir ki Kürtlerin sinir uçlarıyla oynamak kendi siyasi geleceği, hükümeti ve Türkiye için felakete yol açabilir.

Ancak bu büyük provokasyonun arkasındaki gücün hükümet olmama ihtimalide hayli yüksektir. Hatta bu olasılık çok ağır basa bilir. Yani çözüm sürecinin canlanabileceğini gören ve çözüm karşıtı güç tekrardan devreye girmiş olabilir. Bunu açıklamak Kürtlerden çok hükümetin işi olmalıdır.

Gever katliamının yaşandığı saatlerde kıran kırana bir savaşa tutuştuğu Gülen cemaatine ilişkin sert açıklamalar yapan Türk başbakanı şöyle diyordu:

‘Bu kampanyayı yürütenler, içeride ve dışarıda, eğer bunları biz açıklamaya başlarsak, ülkemizde yer yerinden oynar, onu da söyleyeyim.' 

Ya Erdoğan yalan atıyor ve şantaj yapıyor. Ya da gerçekten Türkiye’de Paris ve Gever katliamları gibi büyük saldırılar yapacak başka bir güç var. O zaman Erdoğan ve çevresi tıpkı Paris katliamında olduğu gibi Gever’de yalan ve kirli propagandaya başvuracaklarına bu gücü ararlar ve bulurlar.

Gever katliamı Türk medyasının yaptığı gibi perdelenemez. Erdoğan ve ekibi hiçbir şey olmamış gibi ‘nerde kalmıştık’ diyemez. Ya bu katliamın arkasındaki gücü açıklarla ve ‘yer yerinde oynar’, çözüm ve demokrasi gelir, ya da bu katliamın baş sorumlusu olurlar. Bunun ortası yok.

Çünkü Türk devleti ve hükümeti bütün gücüyle, ki buna eski devletin sahipleri Ergenekoncular ve Gülen cemaati de dahil, kıran kıran bir savaş yürüttü ve kaybetti. Şimdi kaybettikleri bir savaşı, Kürt öldürerek kazanmak istiyorlar. Yalan ve kirli propaganda ile perdeleyerek yapmak istiyorlar. Kirli ve iktidar savaşlarına Kürt kanı akıtarak devam etmek istiyorlar.

Bu olmayacak. Yolun sonuna gelindi. Hükümet için de, onun Kürdistan’daki kirli ortağı Gülen hareketi için de.