Kesilen her ağaç için dal budak örgütlenmeli

Kesilen her ağaç için dal budak örgütlenmeli

PAJK Koordinasyon Üyesi Bêrîtan Cûdî, AKP'nin sınırsız doğa yıkımına karşı parça parça değil bütünlüklü eylemsellikler geliştirilmesi, toplumda ekolojik bilincin örgütlendirilmesi gerektiğini söyledi. 

Günümüzde ekolojik anlamda yaşanan sorunlar, toplumun bünyesini ciddi anlamda etkiliyor. Çünkü ekoloji toplumun temellerini oluşturuyor. AKP hükümeti Kürdistan’da baraj ve HES projeleriyle, kalekol yapımlarıyla ciddi bir doğa tahribatı yaratıyor. PAJK Koordinasyon Üyesi Bêrîtan Cûdî, yaşam alanlarının yok edilmesinin herkesin soluğundan bir anın eksilmesi anlamına geldiğini ifade ederek, her kesilen ağaca mukabil, dal budak örgütlenmeyle karşılık verilmesi gerektiğini söyledi. Cûdî'ye AKP iktidarı ile birlikte son yıllarda Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da geliştirilen doğa tahribatlarına ilişkin sorular yönelttik. 

Kadının ekoloji ile olan bağını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Kadın ve doğa bütünlüklü kavramlardır. Kürtçe'de 'xweza' kendini yaratmak, yapılandırmak, kendini işletmek anlamına geliyor. Kadının özünde de yaratıcılık vardır. Kadınla doğa simbiyotik ilişkiler içerisindedir. Doğa kadında kendini ifade ediyor. Kadın bir mikro doğadır. O da doğa gibi  doğurmakta, yaratmaktadır. 

Doğa salt bir ağaçtan, çiçekten ya da dağdan ibaret ele alınamaz. Böylesi indirgemeci yaklaşımlar paragmatizme götürür, doğayı nesnelleştirir ve her türlü tahakkümü meşrulaştırır. İnsanların doğa üzerine tahakküm kurmasıyla birlikte kadın üzerinde de tahakküm geliştirilmeye başlandı. Fakat insanlık tarihi tahakkümün tarihiyle, iktidarlaşmanın tarihiyle ele alınıyor. Ne zaman ki insan doğaya, kadına karşı bir tahakküm geliştirdi, o zaman iktidarlaşmanın dönemi başladı. Ve iktidarla birlikte insan doğadan uzaklaşmaya başladı. İnsan doğal ortamdan, topraktan uzaklaştıkça kendi özünden uzaklaştı. Kadına yönelik şiddet ve tahhaküme paralel olarak doğaya yönelik tahakküm de geliştirildi.

Günümüzde yaşanan ekolojik tahribatlar da kadına yönelik geliştirilen şiddetle eş değerdedir. Bir toplumda kadın katliamları varsa, o toplumda ekolojik yıkımlar da vardır. Bu bir hakikattir. Eko nasıl ki barınma anlamına geliyorsa, kadın da bu barınılacak olan yerin kurucusu rolündedir. Fakat bugün bu toplumsallaşmanın, yaşamın kurucusu kadına ve varoluş mekanı olan doğaya yönelik ciddi bir saldırı bulunmaktadır. Kadınlar bir taraftan katledilmekte sokak ortasında, şiddete maruz kalmakta, diğer yandan ise ağaçlar kesilmekte, barajlarla sular kurutulmakta, doğal alanlar, tarımsal alanlar tüketilmektedir. Böylesi sorunların yaşandığı bir ülkede demokratik bir zihniyetten, barışçıl bir özden bahsedilemez. Çünkü kadın ve doğa demokratik özü içerir, onlar üzerinde geliştirilen tahakküm ise iktidarın gelmiş olduğu düzeyi gösterir. Bu nokta bir ülkede iktidarın ulaşmış olduğu vahşetin düzeyini ölçmek istiyorsak, istatistiklere bakmamız ve katledilen her kadının yüzüne bakmamız, kesilen her ağacın düşen yapraklarının savruluşunu izlememiz yeterlidir. Her katledilen kadın, yaşamı yok etmektir, her katledilen ağaç, betonlaştırılan her karış toprak da insanlığın yok oluşu, soluksuz kalışıdır.  

AKP hükümetinin Kürdistan üzerindeki ekoloji politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?  

Zihniyet olarak doğadan kopmuş bir hükümetin ekoloji politikasından bahsedilemez. Politika toplumun çıkarları doğrultusunda, toplumu doğalitesini bozmadan yönetmeyi gerektirir. Fakat AKP hükümeti politize olmuş bir zihniyet ve algıya sahiptir. Zihniyet olarak ekoloji karşıtıdır, doğa karşıtıdır. Doğal olarak da toplum karşıtı bir zihniyete sahiptir. 

AKP hükümeti doğaya hükmettiği oranda gücünü topluma dayatıyor ve toplumu kendi köklerinden uzaklaştırarak kendi zihniyetinin tohumlarını ekiyor. Toprağı elinden alınmış her toplum kendine yabancılaşmaya başlar. AKP hükümeti de güvenlik politikaları adı altında barajlarla, HES’lerle, kalekollarla Kürdistan topraklarını sınırsız tüketimin hizmetine sokuyor. Sular altında bırakılmak istenen tarihi alanlardan tutalım, tarım amaçlı kullanılan alanlara kadar barajlarla insanlığın bin yıllarca yaratmış olduğu emek yok edilmek isteniyor. Doğa tarihin sessiz tanığıdır, tarihin resmedildiği zemindir. Doğa üzerine böyle pervasızca hükümranlık kurarak Kürtlerin tarihini, emeğini, zihniyetini ve bilincini yok etmek, sular altında, köksüz bırakmak istiyor. 

Kürtlerin en büyük varlık alanı toprağıdır. Fakat bugün AKP hükümeti politize olmuş zihniyetiyle, bu emeğin kök saldığı toprakları askeri alanlara dönüştürerek, Kürtlerin öz emeklerini darbeliyor. Ormanlık alanlar güvenlik bahaneleriyle yok edilip, Kürtlerin nefes damarları tüketilmek isteniyor. Asimilasyonun, kimliksizleştirmenin, toplumsal kırımın temellerini Kürdistan’ın doğasına yedirmek istiyor. Kürdistan’da bir talan politikası uygulayarak, cihadın ganimetlerini sınırsızca sömürme anlayışıyla kırk haramiler misali iktidarına taşıyor. 'Kürdistan topraklarından ne koparırsam kardır' mantığıyla tüm değerleri gasp edip sömürüyor. "Kürdistan’ın malı deniz, yemeyen domuz" dercesine, el atılmadık bir karış toprak bırakmıyor. Ona göre en iyi ekolojik bakış açısı, cebine para, iktidarına güç akıtmaya yönelik olan politikalardır. 

Türkiye'de de hava limanı projeleriyle doğal alanları kullanıma açıyor, ağaçları keserek doğayı katlediyor...

İktidarın iştahı büyüktür. Tüketici bir toplum yaratırken, kendi iştahını iktidarla, toplum ve doğa üzerinde geliştirdiği hükümranlıkla doyurmaya çalışıyor. Türkiye’de yürüttüğü ekoloji politikasının Kürdistan’da yürüttüğü politikadan tek farkı; Kürdistan’ı yağmalayıp tüm güzellikleri katletmek iken, Türkiye’de ise kendi iktidarının yüksekliğini gökdelenlerle taçlandırmaktır. Türkiye'yi iktidarını yükseltip yücelttiği yer olarak ele alıyor. 

İki temel hedef koyuyor önüne. Birincisi; toprak üzerinden toplumu kişiliksizleştirme ve özünden uzaklaştırma politikasıdır. Ekoloji; barışçıl olmayı, farklılıklarla zenginlik yaratmayı, sadeliği, emekle bütünleşmeyi kapsar. Fakat bugün AKP hükümeti Türkiye’nin her karış toprağını inşaat sektörüne açarak insanları emekten, topraktan uzaklaştırıyor. Tarım için devlet bütçesinden ayrılan yüzde birlik kısmı bile ödemeyerek, tarımcılığı açlık politikası üzerinden zayıflatmayı amaçlıyor. Diğer yandan ise her yeri inşaat sektörüne açarak, insanların gözlerini griye endeksliyor ve kişilikleri robotlaştırıp, kuklaya dönüştürmeye çalışıyor. 

AKP hükümetinin ekoloji politikasıyla amaçladığı ikinci hedef ise; iktidarının ihtişamını, hükümranlığını gözler önüne sermektir. Bugüne kadar tüm iktidarlar, toprağı gasp ederek kervansaraylar, köprüler, hanlar inşa etmişlerdir. Bugün de AKP hükümeti gökdelenleri yükseltirken aslında kendi iktidarının 'ihtişamını' nakşetmek istemektedir. Ne kadar beton yığını, o kadar iktidar... Ona göre en güzel ağaç, masasının tahtası olandır. En güzel hayvan ise, koltuğunu ve duvarlarını süsleyendir. Doğa sevgisi, iktidarının iştahını süslediği kadarıyladır. Her gün temel atma törenleri düzenlerken iktidarının ne kadar temellendiğini de göstermeye çalışıyor. Ekoloji laflarını herkese pazarlamaktan da geri durmuyor ama tek bir ağaç dikimi törenine katıldığını gören olmamıştır. Aksine her gün onların imzalarıyla ağaçlar kesiliyor, tarım arazileri beton yığınlarıyla yok ediliyor. Böyle bir hükümetin ekolojik bir zihniyeti olduğunu söyleyebilir miyiz?  

Bugün doğa katliamlarına yönelik halkta bir tepki ve karşı koyuş görülüyor. Bu yeterli mi? Doğa tahribatlarını durdurabilmek için nasıl bir örgütlenmeye gidilmesi gerekir? 

Bugüne kadar ekolojik tahribatlara karşı birçok direniş gerçekleştirildi. Her türden eylemsellik tarzı denendi, fakat bu doğa tahribatlarının önünü almaya yetmedi. Sorun sadece eylemsellik geliştirmek değildir, toplumda ekolojik bilinci oluşturmaktır önemli olan. Toplumda doğru bir bilinç geliştirilmezse daha birçok ağaç kesilecek, doğal yaşam alanları şehirlerin uzantılarına dönüşecek, nehirlerimiz HES projeleriyle süslenecektir. Yırca’da yükselen “evlatlarımızı katlettiler, şimdi de ortadan kaldırmamızı istiyorlar” diyen sese kulak vermemiz gerekmektedir. Bu topraklarda kesilen her ağaçla birlikte bütün toplumun soluğu kesiliyor, gözlerine perdeler çekiliyor. Bunu herkese kavratmak önemlidir. Eğer bugün Yırca’da kesilen ağaçlar için sadece Yırca halkı ayaklanıp eylem geliştiriyorsa, toplumda yaratılan duyarsızlık ve bilinçsizlik her geçen gün derinleşiyor demektir. Havalimanları için inşaata açılmak istenen doğal yaşam alanlarında sadece kuşların, vahşi hayvanların yaşam alanları yok olmuyor, herkesin soluğundan bir an eksiliyor. Kürdistan'a atılan her bomba İstanbul’u da vuruyor, her kuruyan nehir onların damarlarındaki kanı da kurutuyor. Bunların bilincinde olmak ve bu bilinçle bütünlüklü eylemselliklere yönelmek gerekiyor. Gezi olaylarıyla nasıl ki örgütlü bir ruh oluştu, her kesilen ağaçta için de dal budak örgütlenilmeli ve harekete geçilmelidir. Ve kadın kendi doğasındaki canlılıkla harekete geçmeli, bunun öncülüğünü yapmalıdır. Doğa kadar yaratıcı, doğa kadar kapsayıcı olmalıdır.