Kışanak: Avrupa çözümde rol oynamalı

Kışanak: Avrupa çözümde rol oynamalı

Avrupa Parlamentosu’nda (AP) gerçekleşen 10. Kürt konferansında konuşmacı olarak katılan BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak, Kürt sorununda çözüm konusunda Avrupa’nın rol oynamasının sorumluluklarının gereği olduğunu söyledi.

Konferansta konuşan Kışanak, Kürtlerin yaşadığı sorunlar ve trajediler konusunda Avrupa’nın tarihsel olarak sorumlulukları olduğunu dile getirerek “Bugün de çözümün gerçekleşmesi konusunda pozitif bir rol oynaması bu sorumluluklarının bir gereğidir” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çözüm deklarasyonunu hatırlatan Kışanak, birinci aşamada yapılması gerekenlerin yapılmadığını söyleyerek “İkinci aşama reformların, yasal düzenleme ve anayasal değişiklikler öngörüyordu. Hükümet yasal düzenlemeler yapmadı. Paket beklentileri karşılamaktan uzaktı.  Bir anayasa çalışması da yapılamadı” dedi. Bunun bir sonucu olarak gerillaların geri çekilme sürecini durdurduğunu belirten Kışanak konuşmasına şöyle devam etti: “Üç aşamalı sürecin ciddi bir tıkanma ile karşı karşıya kalındı. Sayın Öcalan ile görüşmeleri sürmesi önemlidir. Partimizin bir heyeti sınırlı da olsa Sayın Öcalan ile görüşmeye devam ediyor ve ateşkes devam ediyor. Bu üç pozitif şeye daha fazla önem vererek ama eksiklikleri de görerek, yaşanan tıkanıklığı aşabiliriz.

Üçüncü aşama normalleşme aşaması olarak görülüyordu. Normalleşme aşaması Türkiye’de biraz da hükümetin söylemleri ile biraz tartışılmaya başlandı.

Başbakan genel af tartışması başlattı. Her ne kadar Başbakan sonra inkar etse de Türkiye kamuoyu böyle bir tartışmayı yaşıyor. Müzakerenin sağlıklı bir şekilde yürümesi için yasal dayanaklar oluşturulmazsa, sadece işi bir genel tartışmasına indirgemek bu süreci ortadan kaldırabilir. Böylesi büyük bir riskle karşı karşıyayız.

Eğer bir çözümden bahsedilecekse, çözüm Kürt halkının ve Türkiye’de yaşayan diğer kimliklerin temel hak ve özgürlüklerine kavuştuğu bir süreçle gerçekleşebilecektir. 

Normalleşme doğru tartışabilirsek, bütün üç aşamayı da kapsayan bir çözüm aşamasına yeniden dönebiliriz. Türkiye cumhuriyeti katı merkeziyetçi, asimilasyoncu, hukuk dışı yollara başvuran, evrensel hukuk normlarını kabul etmeyen bir devlet gerçeği ile karşıyayız. Eğer bir normalleşmeden bahsedeceksek, devletin normalleşmesi gerekir.”

Kışanak sürecin bundan sonra devam etmesi için ilk aşamada yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:

“Sayın Öcalan ile yapılan görüşmelerin devam etmesi ve kapsamının genişletilmesi gerekiyor.

Sayın Öcalan’ın KCK yöneticileri ile temas kurabileceği iletişim imkanlarına sahip olması gerekiyor.

Hasta tutsaklarla ilgili pozitif bir adım kamuoyunda büyük bir karşılık bulacaktır. Çünkü tam bir insanlık dramına dönüştü.”

ERGİL: ULUS DEVLETLER KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİĞİ TAŞIMIYOR

Kışanak’ın ardından konuşan Profesör Doğu Ergil ise Kürtlerin artık zamanının geldiğini, siyasal olarak sahneye çıktığını ifade ederek şunları söyledi: “Ulus devletlerin dar ulus tanımı artık kültürel çeşitliliği taşımıyor ve yönetemiyor. Tarafların gönüllü olarak kabul edeceği yeni bir anlaşma lazım. Öcalan ülkelerin toprak bütünlüğünü bozmadan özgürlüklerini istediklerini belirtti. Kürtler biz ayrılalım, ayrı devlet kuralım demiyor. 95’te yaptığım araştırmada Kürtlerin yüzde 10’u ayrılmayı istiyordu. Peki Kürtleri içeren bir demokratikleşmeyi nasıl başaracağız. Yönetim bunu anlayamıyorsa, kendi ülkelerini de yönetemezler. Burada yapılan kardeşlik edebiyatı anlamsız. Kardeşlik bir sürü haksızlık ve eşitsizliği örten bir tabirdir. Kimse kimseyi aldatmasın. Bu eşitliği nasıl sağlayacağız. AKP’nin barış sürecine takvim sunamaması, aşamalandırılamamasının altında toplumsal direnç de var. Çok yakın zamanda hain, düşman dediğin insanlara, bir süre sonra barış yapıyorsun, halk bunu anlamıyor. Halk ‘biz yenildik de mi barışıyoruz’ diye soruyor. Bu sorun çok iyi planlanmış bir halkla ilişkilerle aşılabilir. Şimdi pozitif barışın inşa edilmesi lazım. Böyle bir hazırlık yok, böyle bir hazırlık olmayınca Kürtlerin beklentisi, demokratikleşme nasıl olacak.

Devlet adına siyaset yapmaya başlanınca halk adına siyaset yapmaktan uzaklaşılır. Bir anayasa yapamadık. Sadece AKP’nin çekilmesi değil, diğer partiler de transplantasyon ile birçok organı değişen 82 anayasa kafası durduğu sürece o kafa nasıl çalışıyorsa çalışması değişmiyor. Otoriter merkeziyetçi devletle toplumun ayrıldığı ve her şeyin yukarıdan belirlendiği refleks devam ediyor. Herkes AKP’den ve devletten bekliyor.

Burada birkaç yıl önce yaptığım konuşma, bir gün eski PKK’lilerin ellerinde şemsiyelerle turist rehberi olarak, biz burada toplanırdık, şurada mağaramız vardı, şurada pusu attık gibi bir turistik program uygulayacaklarını söyledim. Gidince canıma okudular. Artık bir Kürdistan doğuyor. Kürdistan’ın bulunduğu ülkelerin kabul edip kapsayacağı mı, yoksa dışlayacağı mı önemli. Her ülkenin Kürdistan’ı kültürel olarak var.”

YAYMAN: BİR TAKIM BARİYERLER ÇÖZÜMÜ ENGELLİYOR

Kürt sorunu yüzyıllık sorunlardan bir tanesi olduğunu hatırlatarak konuşmasına başlayan akademisyen Hüseyin Yayman şunları ifade etti: “imparatorluk döneminden bize miras kaldı. Kürt sorununda tarihsel olarak iki temel paradigma olduğunu gördük. Sorunu güvenlik, asayiş sorunu olarak gören, çözümü de güvenlikçi politikalarda arayan temel bir paradigma. 1925 yılında Şark-ı Islahat planında görebiliriz. Kürt sorununun demokratik çözümünü esas alan bir paradigma. Gelinen aşamada Kürtlerle Türkler arasında bir takım bariyerlerin olması çözümü engelliyor.

Türkiye 3 Ocak 2013 tarihinde milletvekillerinin gitmesi ile başlayan İmralı çözüm sürecine gelmeden önce 9 defa PKK ile görüşmeler ya da müzakereler başlattı. Son 20 yılda 10 büyük küçük, önemli önemsiz, devletle PKK arasında, hükümetle PKK arasında bir temasın, arayışın olduğunu görüyoruz. Bu süreçlerin başarısız olması çözüm stratejisinin olmaması, devlette aktör olmaması, statükocu yapıların, Ergenekon yapılanmalarının siyasi irade ve kararlılık meselesi olarak gösterebiliriz.

İmralı çözüm süreci ile beraber Erdoğan, Kürt sorununda deneme yanılma yolu ile yürüttüğü stratejide çok önemli değişiklik yaptı. Öcalan ile müzakere sürecinin başlaması cumhuriyet sürecinde hiç kimse cesaret etmedi. Ama kararlı adımların atılmaması o sürecin bir anlamda son bulmasına yol açtı. 2005-2009 sürecinde Kürtsüz Kürt sorununu çözme yaklaşımı sergilendi. 2009 demokratik açılım süreci ile beraber AKP Kürtsüz Kürt sorununu çözmekten vaz geçti, o gün legal temsilcilerle Ahmet Türk ve Emine Ayna ile yapılan görüşme ile demokratik açılım süreci başladı. Bu da maalesef Habur süreci ile sona erdi. Hükümet bu süreçte farklı bir süreç başlattı. Hükümet ardından pKK ve Kandil ile bir süreç başlattı, bunu Oslo süreci diyoruz. Bu süreç de Silvan saldırısı ile sona erdi. Deneme yanılma yolu ile en son bu süreç ve en doğru olan başlatıldı. Ben en başından itibaren aktörlük konusunda sorun olduğunu görüyorum. Devlette oluşan çok aktörlü oluşum, sürecin ilerlemesini engelledi. 2013’te Erdoğan devletin aktörlük sorununu çözdü. Tabii  ki aktörlük sorununun PKK tarafı da çözüldü. BDP muhatap Öcalan’dır demesi başta kabul görmedi, gelinen aşamada bu sorun da çözüldü.

Diğer bir sorun güven sorunuydu.

En büyük sorun takvim sorunu. AKP’nin takvimi ile BPD’nin takvimi arasında sorun var. AKP zamana yayarak, BDP ve PKK ile hızlandırarak çözmek istiyor. Müzakerelerin devam etmesi, askerin biraz da kenera çekilmesi ve en son olarak da Sakine Cansız’ın Diyarbakır’daki cenaze töreninde yazılı olan ‘Savaşın kazananı, barışın kaybedeni yoktur’ anlayışı ile hareket edilmeli.”

CEMAL: BÜTÜN MESELELER DÜĞÜMLENMİŞ, ÇÖZÜM KÜRT SORUNUNDA

Konferansın konuşmacılarından gazeteci-yazar Hasan Cemal ise Türkiye’nin Kürt sorununun hala çözülemediğini ifade ederek “PKK hala dağlarda, gerilla ellerinde hala silah tutuyor. Evet şimdilik silahlar sustu, 11 aydan beri patlamıyor, dağdan ölüm haberleri gelmiyor, analar göz yaşı dökmüyor. Her iki taraf da ateşkesi ilk kez bu kadar ciddiye almış durumda. Bu elbette güzel bir gelişme. Barış fikrinin Abdullah Öcalan’ın 21 Mart Newroz açıklaması ile genel kabul görmeye topluma mal olmaya başladığını görmek de güzel bir gelişme” dedi.

Bugün gelinen noktanın Kürt sorununun barışçıl çözümü için yeterli olmaktan uzak olduğunu söyleyen Cemal konuşmasının devamında şunları belirtti: “Ankara’da atılan adımlar var, bazı tabular kırılıyor, yetersiz, utangaç da olsa bazı şeyler gerçekleşiyor. Ama hala çözüme yakın değil, uzağız. Çözüm konusunda bazı alanlar var ki, onlara maalesef damarda girilemiyor. Ankara çözüm açısından yaşamsal temel meselelere hala el atamamış durumda.

Bu konuda anlaşılan AKP’nin bu konuda siyasal iradesi yok. Milliyetçi zihniyet hala çözüme giden yolu tıkıyor. Öyle anlaşılıyor ki Tayyip Erdoğan milliyetçiliği de 1920’lerde sorunu ortaya çıkaran Kemalist mantık örtüşüyor. Kritik konulara damardan giremediği için havlu attı. Vatandaşlık hakkı, anadilde eğitim hakkı, yetersiz de olsa güçlü yerel yönetimler konusunda AB’de geçerli olan yerel yönetim çerçevesi, seçim kanununda, siyasal partiler kanununda demokrasinin gerektirdiği temel değişiklikler, TMK, TCK, demokrasinin kolunu, kanadını kıran ifade ve örgütlenme özgürlüklerini fena halde kısıtlayan, hatta bazı durumlarda yok eden düzenlemeler. Hapisteki milletvekilleri, KCK’lileri, gazetecileri özgürlüklerine kavuşturacak yasal düzenlemeler. İmralı koşullarının çok daya iyileştirilmeesi…

Tayyip Erdoğan’dan çözüm sürecinde hala umudunu yitirmemiş olduğumu söyleyebilirim…

Bütün meseleler iç içe düğümlenmiştir ve karmaşıktır. Çözüm için önce yakalanacak mesele de Kürt sorunudur. Bu halkaya asılmadan diğer sorunları çözmek imkansızdır.

Bana hiç Kandili, PKK’yi eleştirmedin diyenler deolabilir, elbette eleştirilecek yanları vardır. Bugün gelinen noktada eğer içtenlikle çözüm sürecinde yol almaktan söz ediyorsak, buna gerçekten inanıyorsak, kaç yıldır silahın bir alternatif olmaktan çıktığını ve tamamen çıkması gerektiğini düşünen bir gazeteci olarak, bir noktayı bir kez daha vurguluyorum. Çözüm sürecinde top bugün Ankara’da Başbakan Erdoğan’ın sahasındadır. Çözüm sürecinde PKK’yi kendi içinde demokrasiye davet edenler, öncelikle Erdoğan’ı reform yoluna çağırmalıdırlar.”

SINCLAIR-WEBB: KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ HAK İHLALLERİNİ ARTIRIYOR

HRW Araştırma Görevlisi Emma Sinclair-Webb ise konferanstaki konuşmasında şunları kaydetti: Örgütümüz, birkaç kez Kürt sorunun çözülmemesinin Türkiye’de insan hakların da saygı duyulması önünde engel olduğunu dile getirdik. Barış sürecini tehlikeye atan, özellikle de azınlık haklarını tehlikeye atan yaklaşımlar olduğunu söyledik. Bu yıl iki önemli gelişme oldu. Barış süreci ve Gezi olayları. Gezi gösterilerinin başlaması ardından tüm Türkiye’ye yayılan gösteriler oldu. Bu iki konu birbiri ile bağlantısız olan konular değil. İkisi arasında önemli bağlantılar var…

Gezi gösterilerinde ve barış sürecinde ortaya çıkan bir durum var. Türkiye’de pasif vatandaşlıktan, aktif vatandaşlığa yönelim söz konusu. Sadece Ankara’dan gelen talimatlar konusunda değil, kendi geleceklerini tayin edecek olan vatandaşlar haklarını savunmaya başladı. TMK’nin istismarı sözkonusu. Gazetecileri, öğrencileri, sadece Kürt olduğu için vatandaşları tutuklamak, mahkum etmek için kullanılıyor.

Suçların cezasız kalması durumu var. Kamu kuruluşlarının, devlet kurumlarının işlemekte olduğu suçların cezasız kalması durumu hala sürüyor. Türkiye’nin sorunu sistematik bir sorun. Ceza sistemi içerisinde yer alan bir sorun. Keyfi tutuklamalar hala sürüyor. Aynı zamanda adil olmayan yargılama süreçleri yaşanıyor.

KCK davaları üzerinde çalıştım. Binlerce kişi yargılanıyor, hatta bu salonda bulunan bazı katılımcılar da KCK davalarında yargılanıyorlar. Birçok kişi, çok uzun süre boyunca tutuklu kaldı. Diyarbakır’daki davada birçok milletvekili ve belediye başkanı, Muharrem Erbey, Nejdet Atalay da dört yıldan fazladır tutuklu. Acilen bu sorunun çözülmesi gerekiyor. Barış süreci çerçevesinde bu sorunun çözülmesi gerekiyor. Sadece siyasi bir çözümden bahsetmiyoruz. Keyfi tutuklamaların önüne geçmekten bahsediyoruz. Mahkemeler hiçbir gerekçe olmaksızın tutukluluk sürecini sürdürüyor. 3. ve 4’üncü yargı paketinde bazı düzenlemeler getiriliyor. Ama yine de hala alınması gereken uzun bir yol var. Ceza kanununu 314 sayılı maddesi de sorunlu.

Barış süreci ile ilgili olarak, geçmişte işlenen suçların cezasız kalması durumu söz konusu. Şu anda süregelen davalar var.

Güney Amerika’da adalet gerçeklik komisyonları kuruldu. Bu komisyonlar davaları kolaylaştırdı. Hakikat komisyonu Türkiye’de de aynı şekilde önemli bir role sahip olabilir. Devlet eliyle yaşanan istismar olayları, faillerin tespit edilmesi gerekiyor. Özellikle JİTEM’e ilişkin bunun uygulanması lazım.  PKK de bu süreçte bir takım hataların olduğunu kabul etti. Geçmişte işlenen suçların kabul edilmesi gerektiğini düşünüyorum ki, kalıcı barış olabilsin. Türkiye’de çok önemli bir süreçten geçiyoruz. Türkiye’deki insan haklarının güçlendirilmesi şeklinde bakıyoruz.

Konferansın bugünkü oturumu, soru cevap ile devam etti.