‘Kobanê’deki Apocu ruh tecridin boşa çıktığını gösterdi’

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecride ilişkin değerlendirmelerde bulunan hukukçu, HDP 25-26’ıncı dönem Iğdır Milletvekili Mehmet Emin Adıyaman, tecrit ile istenen sonuca varılmadığını söyledi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın uluslararası komplo ile rehin alınması 21’inci yılında girerken, konu ile ilgili ajansımızın sorularını yanıtlayan Halkların Demokratik Partisi (HDP) 25 ve 26’ncı dönem Iğdır Milletvekili Mehmet Emin Adıyaman, Türk devletinin Öcalan’ı sıradan bir hükümlü olarak algılatmaya çalıştığını ifade etti. Adıyaman, Öcalan’a yönelik komplonun nedenlerini, Öcalan’ın halklar ve Kürtler açısından önemi ile son dönemde başlatılan tarihi açlık grevlerini değerlendirdi. Adıyaman aynı zamanda uluslararası kurumların Türk devletinin tecrit politikasına yaklaşımlarını da hukukçu kimliği ile ajansımıza paylaştı.

Sayın Adıyaman, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit yıldan yıla ağırlaştırıldı. Bunun nedenlerini nasıl değerlendirirsiniz?

Bir boyutu son 300 yıldır süren Kürt inkârında, hatta daha da ilerisi Kürtleri yok etme planında ve 1920’de bugünkü TC’nin kuruluş felsefesinde aramak gerekiyor. Bir boyutu budur. Tarihsel boyutuyla baktığımızda Sayın Öcalan’ın rolü ortaya çıkar. Yine bir başka boyut Kürtlerin bu 300 yıllık inkâr, imha süreçleri içerisinde pek çok irili ufaklı başkaldırılar var. Kimisi özgürlük talepli, kimisi bölgesel feodal önderliklerin talepleri doğrultusunda gerçekleşti. Ve bu başkaldırılara devletin yönelimi ve elde ettiği sonuçlar var.

Türk devleti Sayın Öcalan öncesi çıkan başkaldırılarda sonuçlar aldı. Fakat Türk devleti sayın Öcalan ve partisi PKK ile de kesintisiz bir ‘sonuç alamama’ yaşıyor. Sayın Öcalan’a yönelik tecrit bu hırsın sonucu olsa gerek. Ne düşünüyorsunuz?

Buradan hareketle son kırk yıldır kesintisiz devam eden bir özgürlük mücadelesi var. Yine sadece Sayın Öcalan bir şahsiyet, dünyadaki herhangi bir örgüt lideri gibi bir önder değil. Sayın Öcalan’ın yüklendiği misyon, ortaya koyduğu paradigma, düşünce ve felsefesi sadece Kürtler açısından bir kurtuluş paradigması da değil, aynı zamanda bütün Ortadoğu halkları hatta onu da aşarak dünyanın bütün mazlum halklarının kendilerine rehber seçebilecekleri bir paradigma.

Sayın Öcalan’ın paradigması nedir? Neden bu kadar saldırı ile karşı karşıya…

Neden bu paradigma? Çünkü bu paradigma yeni bir yaşam önermesi ile ortaya çıkıyor. Günümüzde bir çıkmazı yaşayan ve artık miadını da tamamlayan kapitalist modernitenin bir alternatifi haline geldi. Hem ulusların özgürleşmesi, hem ezilen sınıfların özgürleşmesi, kadın özgürlük mücadelesi, ekolojik özgürlük yani yaşamı bir bütünü ile kapsayan bir paradigma. Bütün bunları bir arada düşündüğümüzde, Sayın Öcalan üzerinde uygulanan tecridin sıradan bir devletin kendi stratejisi ile uyguladığı bir tecrit değil, bu tecridin çok boyutu ortaya çıkıyor. Uluslararası boyutu ortaya çıkıyor.

Belki şöyle olsaydı, örneğin Öcalan’ın düşüncesi ve felsefesi dar olsaydı ve sadece Kürtleri ilgilendiren dünyanın herhangi bir yerinde ulusal kurtuluş mücadelesi veren önderlikler gibi dar milliyetçi bir şey olsa dünyanın küresel güçlerini pek rahatsız etmeyecekti. Zaten 15 Şubat komplosunun bir devamı da olarak görmek lazım. Tecrit aslında bu söylediğimiz nedenlerden dolayı önderlik üzerinde uygulanan komplo kesintisiz devam ediyor. Sadece biçim değiştirdi.

Komplo ve ağırlaştırılan tecrit ile amaçlanan neydi, hedeflerine ulaşabildiler mi?

Aslında devam etmesi de anlaşılır bir durum. Çünkü önderliği dört duvar arasına hapsetmekle fiziki olarak önderliğin düşüncesi ve paradigması yani halklara barış ve özgürlük önerileri dört duvara hapsedilemedi. Bunlar pratikte hayat buluyor. İşte Rojava örneği, aynı şekilde Kuzey Kürdistan’da Rojhilat’ta. Daha da ötesi önderliğin paradigması sadece özgürlük mücadelesi veren örgütler, halklar için bir referans değil aynı zamanda doktrinsel anlamı da var. Dünyanın en iyi üniversitelerinde yüzlerce öğrenci Öcalan’ın fikirlerini doktora tezi şeklinde çalışmaktadır. Bilim alanında da felsefe alanında da Öcalan ciddi bir yer tutmaktadır.

Kürtler açısından nasıl tanımlıyoruz Sayın Öcalan’ı. Sadece bir lider olarak mı? Önderlik kavramı var bir de… Halkı ile fiziki bir bağı yok fakat fikirleri ile ilerleyen bir mücadele var.

Kürtler için Sayın Öcalan eşittir Kürtlerin var olması. Başka bir deyişle Kürtlerin uyanışıdır. Kürtlerin başkaldırısıdır Öcalan. Kürtlerin ruhu, beyni, yüreği ve vicdanıdır. Şimdi bu kadar bütünleşmiş bir önderliği dünyanın hiçbir yerinde bulamazsınız. Böyle bir önderliği o halktan koparmadan o halkı esir almak mümkün değil. İşte Türkiye özel olarak böyle bir politika uyguluyor. Görüştürmeyerek, tecritle, partisi ve halkı ile ilişkisini keserek fikirlerinin baskılanmasını istiyor. Son üç yıldır bunu deniyor ama bu da tutmuyor. Çünkü önderlik ile Kürt halkının ilişkisi fiziki bir ilişki değil ruhidir, zihinseldir. Beyninde, zihninde Öcalan’ı taşıyan milyonlarca insan var. Kobanê’de direnen ruha bakalım. DAİŞ 2 saatte milyonluk Musul’u aldı. Reqa’yı bir gün bile sürmeden zapt etti. Ama Kobanê’yi aylarca kuşatmasına rağmen alamadı peki orada direnen kimdi? İşte Apocu ruhtu. Kobanê’deki direni ruhu Apocu ruhtu. Tecrit Kobanê’de parçalandı. Kobanê’deki Apocu ruha bakarsanız tecridin işe yaramadığını görürsünüz.

Sayın Adıyaman, sayın Öcalan üzerindeki tecrit konusunda uluslararası hukukun işleyişini sormak isterim. Uluslar arası hukuk neden işlevsiz?

Öcalan’ın ezilen halklar üzerindeki etkisini doğru ortaya koyduğumuzda uluslar arası hukukun da neden işlevsiz kaldığını anlamak mümkün oluyor. Uluslararası kurumlara baktığımızda esas itibari ile Birleşmiş Milletler (BM) beyannamesi ile uluslararası hak, hukuk ve adalet kavramları dünyanın literatürüne yerleşti. Daha sonraları baktığımızda Avrupa Birliği’nin siyasi ve kişisel haklar sözleşmesi, AİHM, CPT gibi kurumlar kuruldu. Ama bu kurumlar hiçbir zaman egemen küresel hukuk anlayışından ve bu kurumsallaşmayı yaratan devletlerin ulusal çıkarlarından ayrık değiller. Dolayısıyla AİHM ve diğer kurumların pek çoğu zaten ilgili devletlerin temsilcileri ile yürür. En bağımsız gibi görünen AİHM’e hâkimleri atayan kim? Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerin ilgili hâkimleri. Böyle olunca da belki bir takım adli vakalarda ilgili birey ve devlet arasında daha çok mülkiyet ilişkisine dayanan birtakım durumlarda çözüm geliştirebilirler. Ama siyasi boyutu olan ve sadece ilgili devleti değil, aynı zaman uluslararası boyutları olan meselelerde bu tür kurumların bağımsız karar alması düşünülemez. Bu noktada da Avrupa Birliği başta olmak üzere pek çok uluslar arası hukuk kurumu kendi iç kamuoylarına yönelik, zaman zaman Kürtlerin de gönlünü okşayan mesajlar verseler de pratikte nötr kalıyorlar.

Kürtlerin sık sık protesto ettiği ve göreve çağırdığı CPT için ne söyleyebilirsiniz?

Bu bahsettiğimiz kurumların yanında bir de İşkenceyi Önleme Örgütü (CPT) gibi özel kurumlar var. CPT’nin esas görevi her ne kadar işkenceyi raporlama ise de kendi iç tüzüklerinde örneğin herhangi bir ülkede bir işkence vakasını tespit etse de kuruluş misyonu gereği ilgili ülkenin izni olmadan açıklama yapamaz. Dolayısıyla nötr bir kurumdur. Türkiye özel cezaevi İmralı’daki sayın Öcalan’a yönelik alacağı kararlarda da Türkiye’de izin alacaksa bu kurumun bağımsız karar vereceği düşünülemez.

Türk devleti Sayın Öcalan’ın tutukluluk durumunu sıradan bir birey pozisyonuna çekmek istiyor. Bu politikayı nasıl değerlendirirsiniz?

Bahsettiğimiz gibi Apocu felsefe büyük bir tehlike olarak görülmekte. İşte bu yüzden önderliği sıradanlaştırma politikası devreye giriyor. Sıradan bir konuma düşürmek, halkı ile bağını kesme, sadece “3 yıl da bir kardeşi gidip görebilir. Yaşıyor daha ne istiyorsunuz?” diyorlar. Buradaki mantalite aslında sıradanlaştırmadır. Herhangi bir sıradan mahkûm duruma düşürme niyetlenendir.

Türkiye de tutuklu ve hükümlülerin standart bir takım hakları var. Mesela haftada bir yakınlarına telefon ile konuşmak, yine her hafta bir yakını ile görüşebilme, ayda bir açık görüş hakkı var ve avukatları ile her zaman görüşebilme hakkı var. Türk devlet aklı Sayın Öcalan’ı normal bir mahkûm konumuna dahi koymuyor, tamamen gündemden düşürme, hafızadan yok etme uygulamasında. Orada var olan tutuklu arkadaşları ile de görüştürülmüyor. Buradaki mantık Öcalan’ın kendi kendini tüketmesi isteniyor. Ama 20 yıl bize gösterdi ki Sayın Öcalan güçlü bir irade ile tüm politikalarını boşa çıkardı. Düşünen, yaratıcı büyük bir irade geliştirdi.

Geçmiş Kürt başkaldırılarında dikkat edilirse hemen hemen tümünde önderlikleri alındığında hareket bitmiş oluyordu. Bunlar hala o mantalite üzerinden halktan koparma, önderliksiz bir halk yaratmak istiyorlar. Dediğim gibi bu anlayışların boşa çıkardı. Önderlik fiziki bir önderlik, bir rehber değil. Bir ruh bir düşünce biçimdir. Vicdan biçimdir. Bu Kürtlerde yer edinmiş. Örneğin şehit düşen yüzlerce Kürt genci önderliği görmedi. Ama ruhunu taşıdı.

HDP milletvekili Sayın Leyla Güven’in başlattığı açlık grevleri dönemin yeni mücadele hamlesi. Nasıl bir önemdedir? Neler söylersiniz?

40 yıllık mücadele tarihine bakıldığında her böyle kritik dönemlerde mutlaka bir atılım, bir çıkış yaratılmış. 80’li yıllarda büyük açlık grevleri, 84’teki gerilla hamlesi, 90’lı yıllardaki serhildanlar, önderliği esareti dönemindeki direniş, 2012 yılındaki açlık grevleri birer çıkıştır.

Bu da tarihi bir dönemdir, çıkıştır. Leyla vekilin başlattığı bu tarihsel hamle tüm alanlarda yeni bir direniş ve örgütlenme koşulları yarattı. Bu tarihi hamlenin özellikle önderlik üzerindeki tecritle endekslenmesi, tecridin ortadan kaldırılması talebiyle yapılması çok önemlidir. Ve inanıyorum bu başarılacaktır. Gelişen direniş bayrağı yükselen direniş dalgası karşısında hem küresel güçler hem özel olarak Türkiye’nin direnebileceğini düşünmüyorum.