Kurşun: Direnmek için tek silahımız bedenimizdi
Kurşun: Direnmek için tek silahımız bedenimizdi
Kurşun: Direnmek için tek silahımız bedenimizdi
19 Aralık 2000 tarihinde "Hayata Dönüş" adı altında yapılan operasyonunun üzerinden tam 13 yıl geçti. Operasyonda çoğu yanarak 28 kişi hayatını kaybetti. Devlet tarafından gerçekleştirilen en kanlı operasyonlardan biri olarak tarihe geçen katliamın sorumluları hâlâ cezalandırılmadı. O süreçte cezaevinde olan ve ölüm orucu direnişine katılarak 273 gün eylemini sürdüren Muharrem Kurşun, eylemlerinin amacını ‘Cezaevinde direnmek için tek silahımız bedenimizdi. Deyim yerindeyse onu namluya sürdük’ diye özetliyor.
19 Aralık 2000'de, koğuş sisteminden F- tipi cezaevi uygulamasına karşı ölüm orucunu sürdüren devrimci tutuklu ve hükümlülere karşı 20 cezaevinde eş zamanlı saldırılar gerçekleştirildi. Operasyona alay edercesine ‘Hayata Dönüş’ adı verildi. Aradan geçen 13 yıla rağmen sorumlular hala cezalandırılmadı.
Açlık grevi 20 Ekim'de başlamış, 45. günde ölüm orucuna dönüştürülmüştü. Bunun üzerine 19 Aralık'ta 3 gün sürecek operasyon başlatıldı. Operasyona yüzlerce asker, özel tim ve polis katıldı. 28 tutuklu müdahale sonucu yanarak hayatını kaybetti, 237 tutuklu yaralandı. 2 asker de jandarmanın silahlarından çıkan kurşunlarla can verdi. Operasyonun sorumluları hakkında göstermelik davalar açıldı, büyük kısmı zaman aşımından düştü.
O süreçte TKİP davasından Çankırı Cezaevi’nde olan Muharrem Kurşun (43) operasyon öncesi ve sonrasında yaşadıklarını ANF’ye anlattı.
-19 Aralık Operasyonu öncesini biraz anlatır mısınız? Cezaevinde nasıl bir atmosfer vardı?
İlk önce Ulucanlar katliamı oldu. Bu katliam sırasında hücreler yapılmış olsaydı hemen bizi hücrelere götüreceklerdi. Ama hücreler henüz yapılmamıştı. Hücre karşıtı muhalefetin yükselmesi gerekiyordu. Dışarıda 2000 Şubat’ında Ulucanların ilk davasından sonra hücre karşıtı muhalefet yükselmeye başladı. Cezaevinde artık yanıt verilmesi gerekiyordu. İlk de son da aklımıza gelen ölüm orucu olmuştu. Hemen burada şunu belirtmekte yarar var; ölüm orucuna girerken ‘aman ölmek istiyoruz’ gibi bir şey asla yok. Cezaevinde direnmek için bedenlerimizden başka hiçbir şeyimiz olmadığı için ölüm orucunu tercih ettik. O noktada artık bedenimizi namluya sürdük. Aslında yaptığımızın özü bu. Bizim yaptığımız sadece ölümü göze almak, ölmek değil. Biz bu eylemi gerçekleştirmesek, bizi tek kişilik hücrelere koyacaklar ve bunun da ölümden bir farkı yok. Tamamen devrimci kimliğimize yönelik bir saldırıydı, hücreleştirmek. Buna izin vermemek gerekiyordu.
-Daha sonra ölüm orucuna başladınız… Ne kadar sürdü? Ölüm orucunda iken neler yaşadınız?
Benim ölüm orucu eylemim 273 gün sürdü. 19 Aralık operasyonundan sonra B1 kullanmayı da kestik. Çünkü dışarıda devlet bizim B1 kullanmamızı farklı yansıtıyordu. Sanki biz ölüm orucu yapmıyormuşuz gibi bir yansıtma durumu vardı. Bu nedenle B1 kullanımını da kestik. Bendeki hasar da B1 kullanımını kesmemiz nedeniyle oluştu. Sürekli kullanmış olsaydık böyle bir hasar oluşmazdı. 200’lü günlerden sonra tekrar B1 kullanmaya başladık. Ben tahliye olduktan sonra en az 250 gr şeker yiyordum. Bayram şekeri alıyorduk, onu oturup yiyordum. Açıkçası bu kadar uzun süre ölmemek tek başına mucize ya da iradeyle açıklanabilecek bir durum değil. Çünkü 60. Gününde şehit düşen arkadaşlarımız da vardı. Onların iradesi bizimkinden daha az değildi. Sanıyorum biraz bünye meselesi veya suyun etkisi oldu.
‘OPERASYONU BEKLİYORDUK’
-Cezaevine operasyon bekliyor muydunuz? Operasyon sırasında neler yaşandı?
Biz cezaevinde saldırıyı bekliyorduk. Dışarıda görüşmeler vardı. Dönemin Adalet Bakanı Sami Türk, ‘6 ay bekleteceğiz’ şeklinde açıklamalar yapıyordu. Bu görüşmelerin hepsinin oyalama taktiği olduğunu biliyorduk. Bizim içeride teknik olarak sürekli saldırıya karşı hazırlığımız vardı. Moral ve motivasyon olarak saldırıya hazırlıklıydık. 18 Aralık gecesi yatarken 19 Aralık’ta saldıracaklarını hissetmiştim. Her şeyi bekliyorsun. 19 Aralık sabah 05.00 civarı arkadaşların ‘saldırı var’ sesiyle uyandık. Ancak çok geçmeden koğuşlara yoğun bir sinir gazı attılar. Sinir gazı öyle bir şey ki, ilk önce çok derin bir acı hissediyorsun daha sonra bir şey hissetmiyorsun. Ben o esnada ‘ölüyorum’ diye düşündüm. Hareket edebiliyorsun ama vücudunun hareketlerini hissetmiyorsun. Ben daha sonra konuştuğum bütün arkadaşlarımın da ölümü düşündüklerini anladım.
EN SEVDİĞİN ARKADAŞIN KARŞINDA KENDİNİ YAKIYOR!...
-Feda eylemleri oldu… Onlardan bahsedebilir misiniz? Nasıl karar verdiniz?
Ondan sonra feda eylemleri oldu. Herkes elinde ne varsa; kolonya ve benzeri yanıcı ne varsa kullanarak feda eylemi yapmaya başladı. Burada amaç saldırıyı durdurmaktı. Bu ne kadar etkili oldu bu tartışılabilir ama amacımız buydu. Ölüm orucunda niyetimiz ölmek değildi ama artık feda eyleminde kendini feda edip başkalarının kurtulmasını sağlamayı düşünüyorsun. O sırada benim üzerime dökecek bir şey kalmamıştı. Bir arkadaşım yanıyordu. Ona sarılarak birlikte yanmak istedim. Arkadaşıma sarıldığımda birlikte düştük. Ben kendim yanayım derken arkadaşımın üzerindeki ateşi de söndürdüm. Daha sonra üst kattan alt kata mutfağa geçtik. Bekliyorduk. Bir kişinin feda eyleminde bulunacağı söylendi. O kişi Hasan Güngörmez oldu. Hasan’ı özel olarak da çok severdim. Çok sevdiğin bir insan karşında kendini yakıyor. Bu şuan kelimelerle anlatılabilecek bir duygu değil. Normal koşullarda sevdiğin kişinin başına bir şey gelse insan deliye döner ama orada sanki biraz daha soğukkanlı olmak zorundaydık. Koşullar bunu bize zorunlu kıldı. Saldırı sırasında bunu çok fazla düşünmüyorsun. Acıyı çok hissetmiyorsun. Vücut savunma mekanizması oluşturuyor. Kendi adıma ben Hasan kadar yürekli olabilir miydim? Olamazdım diyorum. Sonuçta feda eylemini insanlar kendi istediği için yapıyor. Dışarıda devlet ‘bunları tehdit ediyorlar’ diye propaganda yapıyorlar ama bir insanı neyle korkutabilirsin. En fazla ‘seni öldürürüm’ dersin. Ama zaten kişi kendini feda ediyor. Zaten ölüme gidiyor.
‘ŞEHİT DÜŞEN ARKADAŞLARIMIZDAN MORAL ALIYORDUM’
-Saldırı sonrasını biraz anlatır mısınız? Nasıl bir ruh hali hakimdi?
Daha sonra biz ölüm orucuna devam ettik. Bu sırada ne zaman kendimi güçsüz hissetsem neredeyse bir şizofreni gibi şehit düşen arkadaşlar yanıma geliyordu ve bana moral veriyordu. Bunu anlatmak çok zor ama en kötü dönemlerimde Hasan beni hiç yalnız bırakmadı. Hasan’ın feda eylemi bize çok büyük moral verdi. Güçsüz düşmeye hakkımız yoktu.
Şunu da söylemekte fayda var. Çeşitli nedenlerle ölüm orucu direnişine katılamayan arkadaşlarımız vardı. Onlar bizi canları pahasına korudular, kolladılar. Bize her zaman ‘kusura bakmayın arkadaşlar sizi yeterince koruyamadık’ diyerek bizi korumaya çalıştılar. Burada neredeyse insanüstü bir dayanışma vardı. 19 Aralık operasyonunda 20 cezaevinde aynı tablolar yaşandı. Ben Çankırı’da yaşadıklarımı anlatıyorum ama diğer cezaevlerinde de benzer şeyler yaşandı. Kazanmak için ölümü göze alabiliyorsun.
-Birçok yaralı arkadaşınız vardı. Bu esnada hastaneye götürülmediniz mi?
Sonra ilk önce Çankırı Hastanesi’ne götürüldük. Garip bir şekilde asker vuruyordu, komutan onları engellemeye çalışıyordu. Onlara nasıl bir psikoloji yüklenmişti anlayamıyorum. Tabi askerlerin psikolojini tam olarak bilmiyorum. Orada epeyce dayak yedik. Üzerimizde ne varsa kol saatim, cüzdanım ve evlilik yüzüğümü aldılar. Çok iyi niyetli bir şekilde ‘o karmaşada unutuldu’ diyeceğim ama bana göre çalındı. Yani o karmaşa fırsat bilinerek üzerimizdeki değerli eşyalar çalındı.
Hastanede üzerimizdeki elbiseleri kesip aldılar. İlk gün iç çamaşırlarımızla kaldık. Ertesi gün bir arkadaşımızın ailesi bize eşofman aldı.
‘SOYUN’ DEDİLER, ‘HAYIR’ DEMEME FIRSAT KALMADAN ÜZERİME ÇULLANDILAR
-Sonra nakiller başladı. Nereye nakledildiniz? Nakil sırasında neler yaşadınız?
20 Aralık’ta Sincan’a götürüldük. Bütün F Tiplerinde hoş geldin merasimi var. Sincan’da bir odaya aldı askerler, ‘soyun’ dediler. Ben ‘hayır’ diyecektim, ‘ha…’ dedim. Bir baktım üzerimde askerler, ben yerdeyim ve soyulmuş bir şekildeyim. Tam olarak hatırlamıyorum ama sağ ya da sol kolum çatladı. Bir yıl boyunca çatlayan kolumun üzerine yatamadım.
Sonra bizi hücrelere attılar. Orada da ölüm orucu eylemini sürdürdük.
-Dışarıdan haber alabiliyor muydunuz? Olup biteni takip edebildiniz mi?
O dönem dışarıda faşist basın bile bizden ‘siyasi tutuklular’ diye bahsediyordu. Ama bir süre sonra çok şükür yine ‘terörist’ olduk. Basın o dönemde saldırgan bir dil kullansa dışarıda farklı bir tepki alabilirdik. Aslında biz 19 Aralık’ta çok net şekilde şunu gördük, ‘medya bizi yönlendiriyor’ diyorduk ama biz istediğimizde medyayı çok kolay yönlendirebiliyorduk. Yeter ki, iraden olsun.
19 Aralık’tan sonra dışarıda ‘kıyamet kopuyor’ diye düşünüyorduk. Bir süre sonra haberler gelmeye başladı ve dışarıda eylemlerin azaldığını gördük. Bu bizim içeride moralimizi çok bozdu. ‘Yenildik’ psikolojisi başladı.
‘İŞE YARAMADIĞIMI DÜŞÜNÜNCE İNTİHAR ETMEK İSTEDİM’
-Ne zaman tahliye oldunuz? Tahliye olmadan önce ölüm orucu eylemini sürdürüyor muydunuz?
Ölüm orucunun 273’üncü gününde ben tahliye oldum. Vücudum şişmişti. Doktor bana ‘bütün vücudun şişerse ani kalp durması olur, ölürsün’ dedi. Doktor bunu söylediğinde ben içimden sevindim. O anki psikolojide ölüm bana iyi geliyordu. Şehit düşen arkadaşımız olduğunda onu kıskanıyorduk. Şimdi düşündüğümde ölümü kıskanmak çok akıllıca bir şey değil.
Tahliye edildikten sonra bir hafta hastanede kaldım. Serumlarla tedavi olduk. Hastaneden çıktığımda ‘taburcu oldum’ diye hissetmiyordum, ‘tahliye oldum’ diyordum. Sonrasında Ankara’da bir doktora gittik. Bana, ‘Orta kulakta bir denge sorunu var. Sen düzeleceksin’ dedi. Korsakoff teşhisi koyamadılar. Ben de sevinmiştim o zaman, iyileşeceğim diye… Daha sonra yavaş yavaş konuşma bozukluğu oluşmaya başladı. Bir süre sonra Korsakoff teşhisi kondu. Hastalık hemen çıkmadı ama yavaş yavaş kendini hissettirdi. Ben o süreçte çok zorlandım. Bir işe yaramadığını düşünmek insanı intihara meyilli hale getiriyor. Bu hastalığa yakalanan birçok arkadaşımız hayatının bir döneminde intiharı düşündü, ben de düşündüm. İntihardan beni vazgeçiren bir arkadaşımın ‘benim sana ihtiyacım var’ demesi, beni tekrar hayata başladım. Ondan sonra sakatlığı kabullendim ve yaşama tutunmaya başladım. İlk anlarda olmasa da sonraları birçok şeyi yapabilir hale geldim.