KNK Yürütme Konseyi Üyesi Adem Uzun, Kürtlerin uzun bir mücadele sonucu Ortadoğu’da kendilerine bir yer edindiklerini belirterek, “Bunun sonucu günümüzde Kürtler, uluslararası arenada diplomatik olarak ret ve kabul ölçülere sahip” dedi.
Kongreya Neteweyî ya Kurdistanê- Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) Yürütme Konseyi Üyesi Adem Uzun, Kürtlerin Ortadoğu’nun en dinamik halkı olduğunu belirterek, “Kürtler bugün bölgede kendilerine ciddi anlamda yer edinmiş bir durumdalar. Bundan 100 yıl önce Sykes-Picot anlaşmasıyla bölünen Kürtler, bugün büyük bedeller ödeyerek, kendilerine gerek Ortadoğu’da gerek ise uluslararası arenada yer edindi. Bunu büyük bir mücadele sonucunda elde ettiler” dedi.
Bu mücadele sonucu uluslararası alanda Kürt diplomasisi yükseldiğini kaydeden Adem Uzun, “Şu anda Kürt diplomasisi karşıdaki güce ‘sen beni kabul edersen, ben de seni kabul ederim’ aşamasındadır” diyerek, içerisinde bulunduklarının durumu özetledi.
Uzun, AKP ve Türk devletinin Kürt yükselişini engellemek için ellerinden gelen her şeyi yaptığını ancak bunu başaramadığı ve yaptığı yanlış politikalardan dolayı bütün dünyada tecrit edildiğini söyledi.
KNK Konseyi Üyesi Adem Uzun, Kürt diplomasinin içerisinde bulunduğu durumu, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın Ortadoğu politikaları ve Sykes-Picot anlaşmasının 100’ncı yüz yılında Kürtlerin Ortadoğu’daki konumu gibi konuları üzerine ANF’nin sorularını yanıtladı.
‘STATÜKOLAR PARÇALANIYOR’
Sykes-Picot anlaşmasının üzerinden 100 yıl geçti. Kürtlerin bugün içerisinde bulunduğu durumu değerlendirecek olursak ne diyeceksiniz?
Genel fotoğrafı değerlendirdiğimizde, Kürtlerin 21’nci yüz yılda, içerisinde bulunduğu pozisyon gerek bölgesel gerek ise uluslararası alanda kendilerine bir yer edindiler. Bugün diplomatik ve bölgesel tartışmalarda kendilerini olmasa olmaz bir şekilde kabul ettirdiler. Bu Kürt mücadelesinin bir başarısıdır. Büyük bedeller ödeyerek, bunu elde etti. Birçok gücün, devletin çözümsüz kaldığı bir noktada, bölgede Kürtler çözüm üretti. Başkan Apo’nun önerdiği demokratik konfederalizm modeli, mevcut krizden bir çıkış oldu. Hem de evrensel demokrasinin öncüsü olma gibi bir role sahip. Bunun hem pratik boyutta çözüme katkısı hem de teorik tartışmalara katkısı var. O anlamda Kürtler, bugün hem pratik politikada hem askeri alanda ve hem de diplomasi anlamında bir düzeye ulaştılar. Bunun karşısında eskiden beri uygulana gelen klasik devlet politikası yürütülüyor. Bundan yüz yıl önce Sykes-Picot ile birlikte devletler politikası oluşturuldu. Bu politikada sadece devletler esas alında. Onun için de Kürtler sürekli kurban edildi. Asimle edildi, bastırıldı. Bu uluslararası güçlerin desteğiyle yapıldı. Şu anda bu statüko parçalanıyor. Bu böyle olunca kendi varlığını tehlike gören ulus devletler başta da Türkiye ağır bir saldırıya geçti.
Türkiye’nin Kürtlere yönelik saldırısının altında yatan korku bu mu?
Türkiye bugün Kuzey Kürdistan ile birlikte Güney ve Rojava’ya saldırıyor. Elinde gelse Rojhilat’a da saldıracak. Ancak Kuzey’de daha şiddetli saldırıyor. Çünkü AKP, “Ben burada bu hareketin bel kemiğini kırar, darbe vurursam, diğer parçalarda otomatikman darbe yer” mantığı var. Kürtlerin bu yeni oluşan Ortadoğu düzeyinde kendi adlarına ve statüleriyle yer almalarını engelleyip, varlığını bir yüz yıl daha sürdürmek istiyor. Çünkü bu sistem Kürt ve diğerlerinin inkarı üzerinde kurulmuş.
‘TÜRKİYE BÜTÜN DÜNYADA TECRİT EDİLMİŞ DURUMDA’
Başta Rusya olmak üzere bütün komşu ülkeleriyle sorunlu. Bunun yanında batıyla da ciddi çelişkileri söz konusu. Böylesi bir ortamda Türkiye bu politikalarında ne kadar başarılı olabilir?
Türkiye’nin dış politika mantığında şu vardı, “Ben NATO üyesi, ABD müttefiki bir ülkeyim” Ortadoğu’daki devletleri etkileyebilir, etkimi yayarım.” Ancak Arap baharıyla birlikte devletler ciddi sorunlarla karşı karşıya kalınca bu sefer Türkiye devletlere karşı olan muhalif kesimlere hiç bir kural kaide ve ölçü tanımadan destek verdi. Bunların içerisinde El-Kaide, Ahrar El Şam, DAİŞ var. Bir de kendisinin kurduğu paramiliter güçler var. Bu güçlerle siyasetini yaymaya çalıştı. Böyle olunca Türkiye’nin oradaki istikrarsızlığı derinleştirdi, savaşı uzattı. Bundan dolayı da müttefikleriyle karşı karşıya geldi.
Rusya, İran, Mısır, Irak ve Suriye ile sorunları var. Avrupa Birliği (AB) müzakereleri donmuş durumda. NATO her gün Türkiye ne delilik yapacağına dair tedbirlerini almaya çalışıyor. ABD ile de Kürtler ve DAİŞ üzeri sorunları var. Türkiye şu anda bu politikalarından dolayı uluslararası arenada tecrit olmuş durumda. Bütün planları alt-üst olunca bu sefer Kürtlerin Ortadoğu’da statü sahibi olmaması için çalışıyor. Bunun için Kürtlerin bölgede söz sahibi olma girişimlerini engellemeye başladı.
PKK ile başlattığı çözüm süreci sürdürseydi mevcut tablo nasıl olurdu?
PKK hareketi ile bir müzakere başlamıştı. Başkan Apo’nun yürüttüğü barış süreci vardı, yol haritası, protokoller, Dolmabahçe sarayı süreci vardı. 7 Haziran ile birlikte halkın büyük bir desteği ortaya çıktı. Ama zihniyet ve mantık olarak buna hazır olmayan Türkiye Cumhuriyeti ve AKP bütün bu birlikte yaşama olanakları kenara itti. Ve saldırıya geçti. Dediğimiz gibi kuruluş felsefesi diğerlerini inkar etme üzerindeydi. Osmanlı imparatorluğun yıkılışından sonra ulus devlet sistemine geçti. Bu da inkar üzerinde kuruldu. Ermeniler, Asuri-Süryaniler katledildi. Kürtleri de İslam adı altında bir süre kendi yanlarında tuttu. Ulus devlet sistemini kurduktan sonra cumhuriyetten sonra bu sefer Kürtleri hedef aldı. Yeni durumda ise Türk İslam projesiyle hareket ediyor. Bunun başını da Erdoğan ile çekiyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra aslında Türkiye’de rejim değişikliğine gitti. Bu politikaların teorik ve pratik boyutları oluşturuldu. Bazı devletlerle ilişkiye geçti. Bunu bu yöntemlerle hayata geçiremeyince Ortadoğu’da bazı terörist gruplarla amacına ulaşmaya çalışıyor. Projesi de şu, bölgede Türk İslam sentezi çerçevesinde farklı kültürleri eriterek, yok etmek.
Dünyada sadece Suudi Arabistan, Katar, KDP ve DAİŞ ile ilişkisi olan Türkiye kanlı bıçaklı olan İsrail ile tekrardan ilişki geliştiremeye başladı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye, Ortadoğu’da hegemon bir güç olmak istiyor. İsrail’de hegemon bir güçtür. Buna izin vermez. Türkiye bu savaşta yenildi. Ortadoğu, Arap ve Kürt realitesini iyi hesaplamadığı için Türkiye bu arayışında yenildi. Bundan dolayı da tecrit edildi. İsrail ile yeniden bir ilişki geliştiriyor. Burada büyük arayışları yok. Sadece “Kürtleri nasıl bastırırım” diye müttefik arıyor.
‘ERDOĞAN SALDIRIYI BİR NEVİ ÜSTLENMİŞ OLDU’
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan ‘AB’nin güvenliği Türkiye’den geçiyor’ diye açıklamada bulundu. Sizce buradaki amaç ne?
Erdoğan’ın temel amacı herkese diz çöktürmektir. Bunun için başta DAİŞ olmak üzere her türlü terör odağını, paramiliter gücünü ve gizli odaklarını tüm insani ve hukuki değerleri çiğneyerek devreye koymaktadır. Kendisine ters olana veya anlayışına göre olmayana, bu AB’de olsa, bu güçleri kullanarak şantaj yapmakta bazen de direkt eylemleri teşvik etmektedir. Bunun en bariz örneği mülteci krizi yaratarak herkesi tehdit etmesi, yine canlı bombalar ile şantajı devam ettirmesidir. İçeride yaptığını dışarda da yaparak kendisini ve iktidarını kalıcı kılmak istemektedir. Yani saldırarak teslim almak istemektedir. Bu taktik içeride Kürt özgürlük mücadelesine karşı tutmadığı gibi dışarda da tutacağını sanmıyorum. Bu konuda Brüksel’de yapılan son DAİŞ saldırısını Erdoğan önceden yaptığı açıklamalar ile bir nevi üstlendiği için daha fazla deşifre oldu.
Dünya kamuoyu Erdoğan’a nasıl bakıyor?
Dünya Erdoğan’dan kurtulmanın arayışında. Bu konuda fazla bir şey yapmıyorlar doğru ama kamuoyunun devletler üzerinde baskısı her geçen gün çoğalmaktadır. Erdoğan’ı aslında şimdiye kadar insanlığın kazanımı olan temel değerlere, yani demokrasi, özgürlükler, kadın ve hakları vb. saldıran ve yok etmek isteyen bir yeni sultan, faşist ve diktatör olarak görme var. Dediğim gibi devletler bu konuda halen devletten devlete ilişkilerden ve kendi dar ekonomik, askeri ve güncel politikalarından dolayı her hangi bir yaptırıma gitmemektedir ama halkların ısrarı bu devletleri de hizaya getirecektir. Özellikle Kürtlerin özgürlük mücadelesi ve elde ettikleri başarılar bunlara daha fazla umut vermektedir.
‘ÇİZGİMİZ DOĞRULTUSUNDA DİPLOMASİ YÜRÜTÜYORUZ’
Ortadoğu’da bütün bunlar olurken Kürt diplomasisi ne durumda?
Bugün Kürt diplomasisi Kürt mücadelesinin kazanımları üzerinden yükseliyor. Burada rolü büyüktür. Eskide Kürt diplomasisi mağduriyet üzerinde yürütülüyordu. Köylerin yakılması, hakların verilmesi, insanların öldürülmesi gibi benzeri argümanlar üzerinden mağduriyeti anlatılıyordu. Teşhir üzerindeydi. İlişkilerde bu düzeydeydi. Mevcut durumda ise Kürt mücadelesi ve diplomasisi farklı bir aşamaya geldi. Yani eskiden varlığını kabul ettirme diplomasisi yürütülüyordu. Biz buna negatif diplomasisi diyoruz. Yani mağduriyet.
Bu tamamen aşıldı mı?
Hayır. Bu da dahil yeni bir aşamaya girildi. Yeni aşamada özgürlüğünü elde etme aşamasıdır. Kürtler mevcut duruda, konjonktür olarak bir kilit konumundalar. Özgürlük ve statü elde etme aşamasındadır. Böylesi bir durumda olan Kürtlerin diplomasisi de pozitif bir konumdadır. Bu da proje ve planla ilişki geliştirmektir. Stratejik ilişkiler geliştirmek anlamına geliyor. Bu yeni dönem diplomasisinin iki temel paradigması var.
Nedir bunlar?
1’ncisi devletler ve uluslararası resmi kurumlarla olan ilişki. 2’ncisiyse sivil toplum örgütleri, kamuoyu ve sistem dışı kalan kesimlerle yani toplumun yüzde 99 olan kesimle. Şu anda ikisi birlikte yürüyor. Toplumun yüzde 99 kesimini oluşturan sivil toplum örgütleriyle yapılan diplomasi oldukça başarılı. Kürt bu konuda kendini kabul ettirmiş bir pozisyonda. Devletler ve uluslararası kurumlarla olan diplomasiye daha çok taktik düzeyinde yürütülüyor.
Kürtler eskide mağduriyet üzerinde diplomasi yürüttüğünü söylediniz. Peki, bugün ret ve kabul ölçüleriniz var mı?
Şu anda Kürt diplomasisi karşıdaki güce “sen beni kabul edersen, bende seni kabul ederim” aşamasındadır. Biz ne bölgesel devletlerin çıkarlarına angaje olan nede uluslararası kapitalist modernite politikalarına angaje olmuş bir durumdayız. Tam tersine kendi çizgimizde doğrultusunda diplomasi yürütüyoruz.
‘ADI AİHM AMA...’
Türk devleti şu anda Kuzey Kürdistan’da suç işliyor. Sokak ortasında insanlar katlediyor, sivil yerleşim yerleri bombalıyor. Birçok suç duyurusu olmasına rağmen başta AİHM olmak üzere Avrupalı kurumlar sessizliğini kuruyor. Neden?
Adı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ama devletlerin çıkarları doğrultusunda kararlar alıyor. Çünkü devletlerin haklarını koruma yönünde kararlar veriyor. Onun için ben şahsen AİHM’den bir şey beklemiyorum. Bana göre Türkiye’yi uluslararası ceza mahkemesinde yargılamak gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin işlediği suçlar Cenevre anlaşmasını ilahlıdır. İnsan haklarını ihlal etmektedir, savaş hukukunu, evrensel hukuku ihlal etmektedir. Hiç bir kayda ve kuralı tanımamaktadır. O açıdan AİHM sadece devletlere bir ceza verir. O da para ceza cezası verir. Tansu Çiler zamanında şunu diyordu: “Siz istediğinizi yapın. AİHM para cezası verir. Biz de öder geçer gideriz.” Onun için AİHM’i eleştirmekle birlikte Türkiye’yi Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılamak sürecine taşımak gerek.
Kürt tarafı olarak böyle bir girişiminiz var mı?
Katliamlar, ihlaller var. Bunlar bunu gerektiriyor. Evet, Türkiye Roma statüsünü imzalamamıştır. Bundan dolayı böyle şey olmayabilir. Ama Türkiye’nin işlediği suçları başka yollardan bu tür mahkemelere götürme imkanı var ve bu olacak. Bunun için başta hukukçular olmak üzere herkes bu tür kurumlara suç duyurusunda bulunma ve belge toplaması gerekmektedir. Bizimde ayrıca çalışmalarımız var.
‘YERELLERE ÖNEM VERİYORUZ’
Avrupa’nın birçok ülkesinde diplomasi çalışmanız var. Bunlar nasıl yürütülüyor?
Dünyanın birçok ülkesinde diplomasi çalışmasını yürüten komite ve birimlerimiz var. Bunlar Kürdistan’da yaşanan katliam ve vahşeti yaşadıkları ülkelerin kamuoyuyla paylaşıyor. Bu dönemde bütün Kürtler, Türkiye’nin Sur, Cizre, Silopi, olmak üzere Kuzey Kürdistan’da yaptığı katliamları teşhir etmeme çalışıyorlar. Yine de her Kürt komşusuna, yaşadığı ilçe ve kent parti temsilcilerine, sivil toplum kuruluşlarına bu vahşeti anlatması gerekiyor. Yerel gazete, belediye olmak üzere herkesi bilgilendirmek gerekiyor. Bu yurtdışında yaşayan her Kürdün görevi olmalı. Farklı ülkelerde yaşayan Kürtler lobi yapmalı, parlamentoları etkilemeli, Kürdistan’a heyetler göndertmelidir.
Örneğin bu dönemde AP’de birçok karar tasarısı çıktı. Özel gündemlerle toplantılar yapıldı. Ama bunlar yetmez. Daha fazla olmalı. Bu dönemlerde Kürtlere ciddi bir sempati var. Bunun avantaja dönüştürülmesi gerekiyor. Şu anda Erdoğan teşhir olmuş, politikaları iflas etmiş. Hiç bir yerde kabul görülmüyor. Belki ekonomik ve siyasi çıkarlar için ses çıkarmıyorlar ama biz daha fazla yerelden üsten baskı oluşturabilirsek devletlerin politikalarını bozabiliriz.
Kürt diplomasisinin gelişimi için önümüzdeki dönemde nasıl bir yol haritasını izleyeceksiniz?
Kürt diplomasisin başarısı yapacağı halk diplomasisiyle mümkündür. Kürtlerin statü elde etmesi için daha geniş stratejik ve taktik ilişki kurulacaktır. Yine başkasından beklemeden kendi çıkarları temelinde ilişki geliştirip mücadelenin kazanımlarına daha fazla destek arayacaktır. Bir de evrensel demokrasi hareketine kendi paradigması çerçevesinde yoğun faaliyet içerisinde olacaktır. Bunları yapması içinde başta Kürt gençleri olmak üzere çok geniş kesimlere ulaşarak, büyümeyi hedef edecektir. Ancak örgütlü güç başarılara imza atabilir.