'Kürt petrolüyle Kürtlere karşı savaş'

Erdoğan iktidarının Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı derinleştirdiği savaşın finansmanında Güney Kürdistan’ı önemli bir ayak olarak kullandığını belirten ekonomist Ehmed Pelda, Kürt petrolüne işaret etti.

Ekonomist-yazar Ehmed Pelda, Erdoğan’ın iktidarı boyunca derinleştirdiği savaşı, klasik ordu ve gayri nizami harp kurumlarına eklenen yeni paramiliter güçleri finanse ve yandaşlarını zengin etmek için yağma ve talanı serbest bıraktığını belirtti. Tüm bunların da savaş ve iktidarın hırsızlığını finanse etmeye yetmediğini ifade eden Ehmed Pelda, Erdoğan’ın Ortadoğu’daki konjonktürel gelişmeleri değerlendirerek savaşı dışarı yaydığını ve bunu bir finansmana dönüştürdüğünü söyledi. Ehmed Pelda, Türkiye dışında Erdoğan’ın savaş ve paramiliter örgütlenmesini ilk finanse eden mekanizmanın Güney Kürdistan olduğunu dile getirerek, “Güney Kürdistan’ın petrolü ucuza alınarak büyük fiyatlarla ilkin Türkiye iç piyasasına, sonrasında dünya piyasalarına da sunuldu” dedi.

Ehmed Pelda ile söyleşimizin ikinci ve son bölümü şöyle:

Klasik Türk ordusuna 1980-90’lı yıllarda eklenen gayri nizami harp birimlerinin yanı sıra Erdoğan ve AKP iktidarı boyunca farklı paramiliter güçler de eklendi. Erdoğan Ailesi ve yandaşlarının hırsızlıkları gündemde. AKP-MHP hükümeti döneminde savaşın şiddeti ve Türk devletinin bu savaşta teknik kullanımı en üst düzeye çıktı. AKP bu savaşı nasıl finanse ediyor?

Sun Tzu’dan günümüzün modern savaş sanatlarının önemli bir ilkesi vardır. Eğer bir yerde askeriniz varsa ve bu gelir getirmiyorsa sizi çökertir. Eğer gelir getiriyorsa sizi güçlendirir. Yani askeri güçleriniz eliyle ele geçirdiğiniz yerlerden bir gelir sağlamanız gerekir. Ekonomik varlıkları, yer altı ve yer üstü kaynakları ele geçirmek, yağmalamak ve kendi çıkarı için kullanmak gerekir.

Erdoğan da tam bunu yapıyor. Klasik ordunun yanı sıra özel harp güçleri, Erdoğan döneminde sayısı artırılan polis teşkilatı, ek olarak bekçiler, SMO vb. paramiliter güçlerin finansmanı, bütçeyle karşılanamaz. Öyleyse yağma ve talanın teşviki veya serbestiyeti önem arz eder.

HEM YAĞMA VE TALAN SERBEST BIRAKILDI HEM DE KULLANILAN BÜTÇE BÜYÜDÜ

Bu, bütçeyi kullanmadığı anlamına mı gelir? Yağma, talan ve diğer kaynaklar dışında Erdoğan iktidarı boyunca ek paramiliter güçlerin oluşturulması bütçeyi nasıl etkiledi?

Hayır, bu bütçeyi hiç kullanmadığı anlamına gelmez. Neredeyse son 10 yılda polis asker, çete vs. bütün militer güçlere yapılan harcamaların bütçedeki payı her geçen gün büyüyor. Yine örtülü ödenek ve özel operasyonlar payı da hızla arttırılmaktadır. Bu yasalar çerçevesinde belirlenmiş maaş gibi ödenekler için daha çok kullanılıyor. Kadrolu polis, MİT, asker, bekçi için kullanılan bu bütçe, personel çokluğundan ülke ekonomisinin adeta bir kara deliğidir.

Operasyon yapan askeri, özel ve istihbari birimler bulundukları yerleri yağma etme imtiyazına da sahipler. Bundan dolayı herhangi bir engel yok ve hatta bunun teşvikiyle olur olmaz saldırılar gerçekleştirmektedirler. FETÖ borsası adıyla Gülen Grubu’na bağlı birçok kesimin malına el konulması. Turizm, sanayi, inşaat vb. alanlarda faaliyet gösteren, Erdoğan sisteminin dışında olan işverenlerin işletmelerine bir bahaneyle el koyma. Bunların turistik, sınai, ticari gelirlerini gasp etme. Mafya grupları eliyle gerçekleştirilen uyuşturucu ticareti, gasp ve talandan pay alma ve yandaşların yararlanmasını sağlama.

Ortadoğu’daki konjonktürel gelişmeleri de değerlendiren Erdoğan savaşı sınır ötesine taşıma, ihraç etme ve bundan gelir kazanma pozisyonuna geçti.

TÜRKİYE DIŞINDA SAVAŞI FİNANSE EDEN İLK MEKANİZMA GÜNEY KÜRDİSTAN

Savaşı sınır ötesine taşımaktan söz ettiniz. Savaşın taşırıldığı ilk alanın Güney Kürdistan olduğunu biliyoruz. Türk ordusu bugün Güney Kürdistan’da gerilla alanlarına işgal saldırıları yürütürken, diğer yandan son yıllarda Güney Kürdistan’da Türk şirketlerinin mantar gibi çoğaldığını görüyoruz. Türkiye’nin onlarca askeri üssü ve yine KDP yetkilileriyle 50 yıllık petrol anlaşması var. Güney Kürdistan’ın PKK’ye karşı yürütülen savaşı finanse etmedeki rolü nedir?

Yurt dışından Erdoğan’ın militer örgütlenmesini finanse eden ilk mekanizma Güney Kürdistan oldu. Güney Kürdistan’ın petrolü ucuza alınarak büyük fiyatlarla ilkin Türkiye iç piyasasına, sonrasında dünya piyasalarına da sunuldu. Erdoğan ve yandaşları, petrolün taşımacılığı için gemi filosu oluşturdu. Petrolü alarak Türkiye piyasasına dağıtımını yaptılar. Yukarıdan aşağıya doğru olarak Erdoğan’dan başlayarak koruma güçlerine, çalışanlara kadar kazancı paylaştırdılar ve sistemlerine ortak ettiler.

Başûr’daki yöneticileri de işlerine ortak ederek ayrılmaz bir bağ oluşturup, Başûr’a nüfuz ettiler. Başûr’daki işletmelerin neredeyse tümü Erdoğan ve paramiliter ağına aittir. Bakurlu Kürtler, Araplar ve başka işveren grupları tasfiye edildi. Çoğunlukla KDP ve Barzani Ailesi’nin referansına sahip olanlarla işler yapıldı. Avrupa, Rusya vs. ülkelerde satamadıkları ürünlerini Başûr’a satan şirketler, büyük gelirler kazanmakta. Faaliyetleri sürdüren çalışanlar, onların yanında yer alan veya işletmenin korumalığını yapan silahlı birimler bu yolla finanse edildiler. Farklı işlerde de kullanıldılar. Başûr’da TC tarafından kurulan askeri üsler, şu an gerçekleştirilen saldırılar, neredeyse her kentte kasabada oluşturulan istihbarat ve ajan ağı, Türkmenler ve bazı aşiretlerin örgütlendirilmesi gibi faaliyetlerin tümü, Başûr’u denetim altında tutmak, her yıl milyarlarca doları bulan petrol ve ticaret gelirlerini Türkiye’ye akacak şekilde devam ettirmeyi amaçlamaktadır. Dış ticarette artısı olan tek kapıdır. Bu artı değer Avrupa, Rusya gibi bölgelerle yapılan dış ticaret açığını da telafi edecek düzeydedir.

SURİYE TALANI VE DAİŞ, İKTİDAR VE YANDAŞLARA FİNANS KAYNAĞI OLDU

Erdoğan iktidarının Kürtlere, Türkiye ve Ortadoğu halklarına karşı yürüttüğü kirli savaşın finanse edilmesinin diğer yurt dışı ayakları nelerdir?

DAİŞ’in büyümesi ile Erdoğan rejimi büyük gelirlere kavuştu. Hem Erdoğan Ailesi, hem yandaşları hem de militer ve paramiliter güçler büyük servetler elde etti. DAİŞ’in silahlanması için Katar, Suudi Arabistan vb. ülkelerin gönderdiği paralar Türkiye’de tutulurken, karşılığında ucuz silahlar büyük fiyatlarla DAİŞ’e satıldı. Ticaret kapıları açık tutuldu ve DAİŞ’in olduğu tüm alanlarda Türk malları satıldı. DAİŞ’in Musul başta olmak üzere Irak’ta ele geçirdiği petrol bölgeleri ve Suriye’de ele geçirdiği alanlarda temin edilen petrol, çok ucuza Türkiye’ye oradan da yüksek fiyatlarla iç piyasa ve dünya pazarlarına aktı. Gemi filoları, rafineriler, ülke içi taşımacılık çok gelişti. Buna sahip olan yandaşlar ciddi kazançlar elde etti.

Halep ve Efrîn başta olmak üzere birçok kentte sanayi tesislerini yağma eden DAİŞliler ve TC’nin paramiliter güçleri, fabrika aletlerini söküp Antep, Konya vs şehirlere taşıdı, kendilerine bedavaya fabrikalar kurdu. Efrîn, Girê Spî, Serêkaniyê, İdlib, Bab, Ezaz, Cerablus gibi işgal edilen yerlerde insanların tüm mallarına el koydular. Tarımsal alanları, ürünleri, zeytin ağaçlarını yağmaladılar. Tarihi eserleri söküp götürdüler ya da yıktılar.

ERDOĞAN SAVAŞ GÜCÜNÜ İHRAÇ EDEREK PARA KAZANMAYI ESAS ALIYOR

Erdoğan iktidarının Katar’la da önemli ekonomik ilişkileri var. Yine Libya ve Azerbaycan’a net ve somut olarak asker ve paralı çetelerini gönderdi. Tüm bunlar nasıl finanse ediliyor ve Türk ordusunu nasıl etkiliyor?

Erdoğan oluşturduğu savaş gücünü ihraç ederek karşılığında da para kazanmayı esas almaktadır. Artık Türk askeri, istihbaratı, ABD başta olmak üzere yabancı güçlerin ticaret aparatına dönüşüyor. Mesela Erdoğan Katar’a üs açtık, dediyse de oraya gönderilen özel birlikler sadece Katar emirini korumakla yükümlüdür. Darbelerden korunan Emir, aslında TC’nin denetimine girmiş oluyor. Her yıl bu hizmet karşılığında nakit para ödemektedir. Ek olarak TC ile Katar arasında kayıt dışı para aklanmaktadır. Rıza Zarrab olayında olduğu gibi petrol uyuşturucu, İran ambargosunu delmekten kaynaklanan illegal kazanç, iki ülke arasında legalleştirilmektedir. Katarlılar, Türkiye’de de birçok yatırım yaparak sıcak para aktardı ve kriz dönemlerini rahatlıkla aştılar. Erdoğan’a sözde 100 milyonlarca dolara mal olan uçağı da hediye eden Katar emiri ve ülkesindeki iş adamlarına Kanal İstanbul’da arazi vererek rant sağlayan Erdoğan, şimdi bu kanalı yapmakla yükümlü.

Ermenistan karşısında Azerbaycan’ı destekleyen Erdoğan, SİHA ve askeri araçlar satmakla birlikte devlete, yani Aliyev’e ait Azeri petrol şirketi Soccar’ın hissedarı, petrol satış bölgesi olarak bu ülkenin kaynaklarını sömürmeye başladı. Yandaş inşaat firmaları ülkenin tüm imar ihalelerini yüksek kazançlar getirecek şekilde ele geçirdi. Ticaret’te de Başûr gibi bir yol izlenmektedir.

Libya’ya çete, askeri güç ve SİHA’larla zırhlı askeri teçhizatlar gönderen Erdoğan, dönemin hükümetini desteklemek karşılığında açıktan 4 milyar dolar aldı. Gizli olarak ne kadar aldı ve nasıl değerlendirdi bilinmiyor. Yine buradaki çetelerin maliyetleri de Libyalılar tarafından karşılandı. Bunların yanı sıra Erdoğan, Libya ile kıyı anlaşması yaparak Akdeniz’e müdahale etmek istedi. Libya’nın da petrol kuyularına el koymayı amaçladı. Ancak sonraki gelişmeler istenen biçimde gitmiyor ve er veya geç tüm askeri güçlerini çekmek zorundadır.

AFGANİSTAN’DAKİ UYUŞTURUCU TİCARET AĞINI ELE GEÇİRMEYİ HEDEFLİYORLAR

Polonya, Ukrayna, Fas ve Azerbaycan’a SİHA satan Erdoğan, motorunu alabilirse Pakistan’a da helikopter satmak istiyor. Yine ABD ve NATO’nun finansmanına güvenerek Kabil’deki havaalanını korumalığını almak isteyen Erdoğan, buradan uyuşturucu ticaret ağını da eline geçirmeyi, inşaat ihalelerini almayı, ticaret ağını genişletmeyi ve daha yüksek gelirler elde etmeyi umuyor.

Aynı şekilde savaş sonrası Suriye ve Irak’ın inşası sürecine katılmak; bu kez yandaş inşaat firmaları eliyle büyük gelirler elde etmeyi, inşaat, gıda, giyecek ve yan ürünler ticaretiyle de piyasaya hakim olmanın hesaplarını şimdiden yapıyor.

Bir de Avrupa Birliği’nin Erdoğan’ı finanse ettiğini görüyoruz. Erdoğan, DAİŞ’le bu kadar ilişkiliyken, ülke içinde sistem giderek daha faşistleşirken Avrupa’nın bu yaklaşımı Türk iktidarına haraç vermek değil midir?

Elbette “Avrupa Erdoğan’a haraç veriyor” demek yanlış olmaz. Türkiye’nin mülteci politikasını da savaş politikasının bir parçası olarak görmek gerek. Suriye, Afganistan, İran, Irak vs. bölgelerden gelen mülteciler Türkiye’yi bir geçiş bölgesi olarak görmekteydi. Ancak zamanla Türkiye’de yerleşmeye başladılar. Çünkü Erdoğan, Avrupa’dan aldığı para karşılığında bunları Türkiye’de tutmaktadır. Mülteciye karşılık euro. Eğer olmazsa paramiliter güçlerini, çeteleri, mafya gruplarını devreye sokarak mültecileri örgütleyip Avrupa’ya kaçak yollardan geçirme kabiliyetine ve organizasyonuna sahip. Avrupa, bunun önüne geçmek için Erdoğan’a haraç verdiği gibi onun iktidar alanına dokunmamakta, savaş suçlarına, ekonomik usulsüzlüklerine değinmemekte, aksine iktidarının devamına destek vermektedir.

Peki savaş böyle bir rant ve talan kapısıyken Türkiye toplumu giderek daha fazla fakirleştiriliyor ve bastırılıyor. Türkiye bu yükü taşıyabilir mi?

Sonuçta militarizmin çeşitlendirilmesi, toplumun terörize edilmesi, her yerde şiddetin tercih edilmesi, gasp ve mala çökme ile oluşturulan ekonomi politik, Erdoğan ve çevresini güçlendirdi. Halkı ise ekonomik olarak kurtarmaya yetmedi. Zaten öyle bir amaç da söz konusu değildir. Halkın ekonomik olarak çökmesi, daha düşük ücretlere razı olması, Türk parasının değerini yitirmesi; Türk tarımının, sanayinin, topraklarının ucuzlaması; iflas eden ya da eşiğindeki işletmelerin kelepir fiyatına düşmesi, Erdoğan için toplumsal tehdide yol açmadığı sürece sorun değildir. Kaldı ki herhangi bir toplumsal isyanda mevcut güçlerini kullanmaktan çekinmeyeceği aşikârdır. 7 Haziran’daki seçimin iptal edilmesi ve ardından Adana, Amed, Suruç ve Ankara katliamları, 15 Temmuz’daki devlet içi çatışmada kullandığı güçler bunun göstergesidir.

Halkın boyun eğip fakirleşmeyi kabul etmesi karşılığında Türkiye’nin, Avrupa sermayesinin Çin’i olması mümkün. Bu amaçla AB yöneticileriyle yaptığı üst düzey görüşmelerde hazır olduğunu gösterdi.

Bu kadar derinliğine örgütlendirilmiş özel savaşa karşı mücadele eden bir gerilla gerçekliği var. Devlet 40 yıldır da anlattığınız bütün güçleri ve ilişkilerine rağmen özgürlük mücadelesine karşı başarılı değil. Gerilla nasıl bugüne kadar direnebildi?

Türkiye’de özel savaş örgütlendirildi. Kürtlere fiziki anlamda büyük zararlar verdiği aşikar. Ölümler, göçertmeler, ağır trajediler yaşandı. Akrebin dönüp kendini sokması ve zehirlemesi gibi Türk toplumunu da zehirledi. Türkiye savaş, ırkçılık, şiddet üzerinde bloke edildi. Ekonomi, sosyal ve kültürel gelişmelerin hepsi tıkandı. Öcalan, özel savaş kliğinin iç ve dış dinamiklerini zamanında gördü ve bu şiddeti boşa çıkarmak için politik hamleler yaptı. Öcalan’ın kurmay zekasının önemi, stratejik yaklaşımının değeri burada ortaya çıkıyor. Özellikle 1993’teki ateşkes girişimi, savaş lobisini boşa çıkarmak için çok değerli bir adımdı.

Özal da bu adıma kayıtsız kalmadı. Özal, 12 Eylül’ü takiben kendisinin de oluşturduğu özel savaş aygıtının, rant, çıkar ve iktidara müdahil olduğunu, Özgürlük Hareketi’ne karşıymış gibi davranıp içeride ve dışarıda kendi hakimiyetini oluşturmaya başladığını gördü ve o yüzden barış sürecine sıcak yaklaştı. Ne var ki, içeride ve dışarıda örgütlü savaş lobisi, çok güçlüydü ve süreci provoke etmeyi başardı. Barış hamlesi boşa çıkarıldı. Özal, bunun bedelini canıyla öderken, savaş lobisinin içeride ve dışarıdaki uzantıları yıllarca uğraştıktan sonra Öcalan’a komplo düzenledi.

Belirtildiği gibi savaş her zaman cephede yapılmaz. Kurmay zekanın hamleleri çok ama çok belirleyicidir. Mesela gerillanın küçük birimler halinde geniş alanlara yayılması. Şiddete tapmak, arttırmak, intikamcı davranmak, suikast yapmak, bazı çevrelerin öfke ve nefretlerine hitap etmek yerine kör düğümlerde müdahil olması ve politik süreçlerin sigortası gibi hareket etmesi, devletin tüm şiddet aygıtlarını boşa çıkardı. İşlevsiz kıldı. Atıl kalan, gerillanın tarzına ve organizasyon biçimine müdahale edemeyen devasa yapı, ekonomik maliyetiyle, organizasyon yapısıyla, ırkçı ve çıkarcı yaklaşımıyla ortada da duruyordu. Bunun kontrolü çok kolay değildir. Nihayetinde dönüp kendi içinde kurumlar arası, klikler arası, partiler ve politikacılar arası çatışmalara, güç kavgalarına el attı. Siyaseti, siyasetçileri tehdit etti. Mesut Yılmaz’ın burnunun kırılması gibi fiziki müdahalede bulundu. Mafya tarzıyla halkın üzerine çöktü; Kürt, Türk fark etmez haraca bağladı. Şiddet uyguladı. Böylece Türkiye’nin hem politik krizini hem de ekonomik krizini derinleştirdi.

Türk özel savaşının gerillayı bertaraf edememesi ve Kürt toplumunun tarihsel, siyasal mücadelesine darbe vuramamasının, iradesini kıramamasının nedeni, PKK’nin 40 yıllık tecrübesinin salt öldürmeye dayalı savaşı esas almadan kurmay zekasını, taktik becerisini kullanarak hamleler yapmasının bir sonucudur. Maalesef birçok kesim henüz bunu idrak edememiştir.

DEVLET ORDULARINI BERTARAF EDEN TC, GERİLLA KARŞISINDA YENİLDİ

Daha da ötesi PKK sadece bir gerilla hareketi değil. Bir toplumsal harekettir. Bu süre boyunca toplumu eğitti. Düşünsel, siyasal, örgütsel, felsefi olarak toplum bir tarz, bir biçim, bir yaşam ortaya çıkardı. Bilinçli bir toplum, aynı zamanda kendi öz savunma reflekslerini geliştirdi. Provokasyon ve saldırılara karşı doğal tedbirler almayı öğrendi. Artık herhangi yurtsever bir insan, nerede nasıl davranacağını, ne zaman direneceğini, ne zaman taktik yapacağını biliyor. Ayrıca ideolojisi, üslubu ve tarzı itibarıyla de günlük yaşamını idame edebiliyor. Bu tarzın en belirleyici yanı, faşizmi tetiklememektir. Demokratik toplumsal eğilimleri desteklemek, birlikte hareket etmesini bilmektir. Bu bağlamda siyasal alanda, yerel yönetimlerde, sivil toplum kurumlarında da gücünü açığa çıkarmakta, şiddet esaslı kirli savaş aygıtına karşı kendi mekanizmalarıyla direniş göstermektedir.

Gerilladan da bir örnek verirsek, mesela son yıllarda teknik, lojistik, eğitsel anlamda da farklı deneyimler edindi. Öyle bir noktaya geldi ki, Suriye’de, Azerbaycan’da, Libya’da büyük askeri güçleri, orduları çökerten TC, gerilla karşısında katbekat güç kullanmasına rağmen bir adım atamıyor. Bazı yerlere konumlansa da gerillanın darbesine hedef olmaktan kurtulamıyor. Bu da askerin içinde, klikler arasında krizleri derinleştirmiş, çıkmaza sokmuştur. Yakın gelecekte bunun sonuçları daha iyi görülecek; Türkiye, Başûr ve Rojava dahil birçok alanda çekilmek zorunda kalacaktır. Zaten bunu bilen devlet, tüm umudunu Kürtler arası çatışmalara bağlamış ve yoğunluğunu buna vermiştir. Bu atlatılırsa politik anlamda çok umutlu olacağımız bir sürece tanık olabiliriz.