‘Kurtarıcının’ Kürtlerle imtihanı - Cahit Mervan
‘Kurtarıcının’ Kürtlerle imtihanı - Cahit Mervan
‘Kurtarıcının’ Kürtlerle imtihanı - Cahit Mervan
ABD başkanı Barack Obama ‘merakla‘ beklenen açıklamasını 11 Eylül günü yaptı. Herhalde bir tesadüf olmasa gerek. Hiç kuşkusuz Obama, bilerek dünyanın çivilerini yerinden söken 11 Eylül 2001 saldırısının 13. Yıldönümünde IŞİD’e karşı ‘savaş konseptini‘ açıkladı. Bu aynı zamanda Beyaz Saray’da oturan başkanın siyasi tercihinden öte, ABD’nin ‘derin politikalarının‘ süreklilik arz ettiğini göstermesi açısından da önemliydi. 11 Eylül saldırısının gerçekleştiği akşam, dönemin ABD başkanı George W. Bush yaptığı ‘ulusa sesleniş‘ konuşmasında yeni ‘düşmanı’ açıklamıştı. Birkaç gün sonrada ‘düşmana’ karşı küresel çapta bir savaşın başladığını ilan etmiş ve başlayan savaşın on yıllar süreceğini söylemişti.
‘KONTROLLÜ İSTİKRARSIZLIK’ POLİTİKASI DEVREDE
ABD’ye yapılan saldırı büyüktü. Saldırıya uğrayan gücün ‘meşru müdafaa hakkı’ vardı. Ancak Bush’un açıklaması ve sonrasındaki gelişmeler bu hakkın kullanılmasını kat be kat aşan şeylerdi. Afganistan ve daha sonra Irak bir yangın yerine dönüştü.
Bush’un savaşın on yıllarca süreceğine ilişkin yaptığı ‘tahmin’, aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte dünyanın tek patronu olduğunu ilan eden süper güç ABD’nin ‘kontrollü istikrarsızlık’ politikasının da devrede olduğunu gösteriyordu. Yani savaş, dünyayı yeniden şekillendirmek için acımasız bir enstrüman olarak bölgesel ve zaman zaman ise küresel boyutta istikrarsızlığa yol açacak ve öngörülen ‘sınırlar’ aşıldığı zaman ise ‘kurtarıcı’ devreye girecek. Bu nedenle Afganistan’a karşı ilan edilen savaş, 11 Eylül saldırılarının faili El-Kaide’yi cezalandırmayı aşarak yüzbinlerce insanın yaşamını yitirdiği bir felakete, sürekli bir istikrarsızlığa ve sorun üretmeye yol açmıştır.
Afganistan ile başlayan, Irak ve Suriye’yi içine alarak genişleyen savaş, 11 Eylül ile birlikte devreye giren bu ‘kontrollü istikrasızlık’ politikasının bir sonucuydu. Bu nedenle o kadar yıkıcı olmasına rağmen son bulmadı. Kısa gelecekte de son bulmayacak.
Elbette ki ABD durup dururken arı kovanına çomak sokmadı. 11 Eylül saldırıları gibi güçlü bir nedeni vardı. El-Kaide tarafından İkiz Kuleler ve Pentagon, kaçırılan sivil uçaklarla vurulmadan yaklaşık 10 yıl önce Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı çökmüştü. Bu çöküş ‘özgür Batı’nın sosyalizm karşısındaki zaferiydi, ama ABD ve NATO kendilerini yeniden üretmek için ihtiyaç duydukları çok değerli bir ‘düşmanını’ yitirmişti. İşte bu nedenle 11 Eylül saldırısı ABD için korkunç olduğu kadar, yeni fırsatların kapısını da açıyordu. Geçmişte Afganistan’da Sovyetler Birliği’ne karşı savaşta CİA ile içli dışlı olan Usame Bin Laden’in başında bulunduğu El-Kaide ile birlikte nihayet yeni düşman bulunmuştu. Ve soğuk savaş döneminde mümkün olmayan müdahale için 11 Eylül paha biçilmez bir fırsat olarak ortaya çıktı. Afganistan savaşını Irak izledi. Saddam Hüseyin rejimi 2003 yılının Mart ayında büyük bir gürültüyle çöküp gitti.
IŞİD DERİN STRATEJİNİN BİR ÜRÜNÜ
Saddam’ın çökmesiyle normalde Irak’ta barışçıl bir sürecin başlaması gerekiyordu. Ancak bunun tam tersi oldu. Irak, tıpkı Afganistan gibi bir ateş topuna döndü. Kendisiyle birlikte bu kez çevreyi yakıp yıkmaya başladı. ABD Irak’tan çekildi çekilmesine, ama kendisinin kontrol ettiği ve istediği zaman müdahale edeceği bir ‘istikrarsızlığı’ da orta yerde bıraktı. Tekrar dönmesi ve o uzun savaşı sürdürebilmesi için bu gerekliydi.
Bu nedenle adına Irak-Şam İslam Devleti denilen IŞİD, bu stratejik politikanın sonucu olarak doğdu veya daha doğru bir değimle doğurtuldu. IŞİD sorunların diyalog ve demokratik mekanizmalarla çözülmediği zaman ‘bela’ üretecek bir zemin üzerinde ortaya çıktı. Irak’ta ona yol verildi. İhtiyaç duyulduğu kadar gelişmesi ve güçlenmesi için hoşgörü gösterildi.
IŞİD, elbette ki Irak ve Suriye başta olmak üzere İslam dünyasında çözülmemiş onca sorunun üzerinde yükselirken, haklı bir davanın ‘temsilcisi’ olarak kendisini lanse ediyor. O, Irak’ta sistemden dışlanmış, Suriye’de Baas rejimi tarafından on yıllardır baskı altında kalmış Sünni’lerden, Afganistan, Çeçenistan, Somali gibi savaş çöplüklerinden beslenen bir öfke hareketi olarak doğmuş olabilir. Ancak o bu ‘haklı masumiyeti’ çok aşan bir şebeke haline geldi veya getirtildi. Öyle ki yaratılan bu canavar şimdi ortadan kaldırılmayı bekliyor.
Çünkü şebeke işini yaptı, rolünü oynadı ve oyun dışına atılmasının zaman geldi. Diğer yandan IŞİD adlı şebeke öngörülen ‘kontrollü istikrarsızlık’ politikasının sınırlarının dışına taştı. Yer yer kontrolden çıkma eğilimleri gösterdi. Küresel güçlerin öngördüğünden fazla işleri karıştırınca, hedef haline geldi.
Eğer IŞİD gibi her türlü vahşet ve soysuzluğu amacına ulaşmak için mubah sayan bir örgüt Irak ve Suriye’de faal olmamış olsaydı, Barack Obama yeni düşman bulmada hayli zorlanacaktı. Veya Bush’un 11 Eylül sonrası öngördüğü on yıllara yayılan savaşı devam ettiremeyecekti.
ABD YENİ DÜŞMANINI BULDU
Şimdi durum ‘normale’ döndü. ABD düşmanını buldu. Ve Washington tıpkı Birinci ve İkinci Körfez Savaşları’nda olduğu gibi yeni bir savaş koalisyonu için harekete geçti. Hem de onlar adına Irak ve Suriye alanında ‘vekâlet savaşı’ ve harfiyat çalışması yürüten bir şebekeyi ortadan kaldırmak için.
IŞİD gibi bir şebekenin ‘yenilmez’, bükülmez’ ve hatta her tarafı tehdit eden bir güç gibi gösterilmesinin esas nedeni, sürdürülecek olan savaşların gerekçesinin sağlam kazığa bağlanması ile alakalıdır. Yoksa IŞİD veya benzeri ‘belalardan’ kurtulmanın yolu bellidir. Milyonlarca insanın bilmediği ve hesaba katmadığı devletlerin, küresel güçlerin o bencil ekonomik-askeri-politik stratejik çıkarları yerine, diyalog ve demokratik yollara ağırlık verildiği zaman, IŞİD ve benzerleri birer marjinal grup olarak kalmaktan öteye geçemezler. Kaldı ki IŞİD Kürdistan’da yenilmiştir. Irak ve Suriye ordularına kök söktüren IŞİD, Rojava’da YPG karşısında başarısız kalmıştır.
ABD SOYKIRIMI ÖNLEMEK İÇİN HİÇ BİR ŞEY YAPMADI
IŞİD ve benzeri örgütlenmeler uzun bir zamandan gelip Kürdistan’a bela oldular. Rojava Kürdistanı’na karşı acımasız ve hem de Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi devletlerin, Irak ve Suriye’deki Baas artıklarının desteğini alarak bu işi yapmaya çalıştılar. ABD ve Batı dünyası bütün bu saldırıları izledi. Sessiz kaldı. Onayladı. ABD Suriye’de IŞİD ve benzeri çetelere karşı amansız bir mücadele veren Kürtlerin lideri PYD eş başkanı Salih Müslim’in dahi ABD’ye girişine vize vermedi. Bu nedenle bu günlerde Türkiye’yi Kürtlere karşı savaşan çeteleri desteklediği için uyarması ikiyüzlü politikanın bir başka örneğidir.
ABD’nin PYD’ye karşı tutumunu belki ideolojik nedenlerle izah edebiliriz. Gerekçe buluruz. Kendimizi aldatmanın bir anlamı yok. Gerçekçi olmak durumundayız. Çünkü, ABD 3 Ağustos’ta IŞİD çetelerinin Şengal saldırısını ve Êzîdî Kürtlerin karşı karşıya kaldığı soykırımı izlemekle yetindi. IŞİD’in Irak ve Suriye alanındaki her hareketini saniye saniye izleyen ABD, Şengal’a karşı, Güney Kürdistan’a karşı böyle acımasız bir saldırının gerçekleşeceğini bildiği halde, bunu önlemek için elindeki güçlü caydırıcı askeri gücü kullanmadı. İstihbarat bilgilerini dahi paylaşmadı. Oyun içinde oyun, hesap içinde hesap yaptı.
İlk önce Bağdat hükümetinin çökmesini bekledi. Güneyli Kürtlerin ‘bağımsızlık’ talebini aşağı çekmesini istedi ve onları tekrardan Bağdat’a yönlendirdi. IŞİD’in saldırıları sonucu ön gördüğü siyasal sonuçları alınca bir ‘kurtarıcı’ olarak sahaya geri döndü.
Bu ‘kurtarıcı’ için esas olan çıkarlarıdır. Sıkça sözünü ettikleri insan hayatı, çağdaş değerler, özgür dünya gibi söylemler, stratejik çıkarları perdelemek için ileri sürülen büyük yalanlardan başka bir şey değildir.
ABD’nin stratejik çıkarlarının esas olduğunu Kürtler bir an olsun akıldan çıkarmamalıdırlar. Dışarıdan bir kurtarıcı beklemenin nasıl vahim sonuçlara yol açtığını Kürtler defalarca yaşadılar. Birinci Dünya Savaşı sonrası Kürdistan’ın bu kurtarıcılar tarafından dörde bölündüğünü ve sömürge statüsüne mahkûm edildiğini bir tarafa koyalım. Şu son 30-40 yıl içinde yaşananlar bile çok öğreticidir. ABD ve NATO yıllarca Kürtlere karşı savaşta Türk devletini destekledi. Irak’ta Saddam rejiminin Enfal ve Halepçe soykırımlarına bütün duyu organlarını kapattı. 91’de Güney Kürdistan’da halk ayaklanması sonrası Saddam’ın giriştiği katliam denemesi sonrası yaşanan faciayı işlerine gelene kadar soğukkanlı bir şekilde seyrettiler. Sonra bir kurtarıcı olarak devreye girdiler.
İMTİHANI KÜRTLER DEĞİL, ‘KURTARICI’ KAYBETTİ
Şimdi ABD ve müttefikleri tekrardan birer ‘kurtarıcı’ olarak sahaya inmekteler. IŞİD’e karşı ilan ettikleri yeni savaşın ‘derin stratejisi’ nedir ve nereye kadardır, hangi amaçları var, nasıl bir düzenlemeyi öngörüyor, bilen yok. Görünürde ABD, Batı dünyası, NATO ve Kürtler aynı cephede yer alıyorlar. Abartılı bir şekilde bu yan yana gelişi ‘stratejik ortaklık’ diye yorumlayanlar dahi var. Obama’nın son açıklamasıyla birlikte IŞİD’in buharlaşacağını iddia edenlerde dahi var.
Evet. Bugün Kürtler IŞİD’e karşı savaşta ABD ve AB üyesi ülkeler ile aynı ‘cephede’ yer alıyor. Veya en azında böyle bir görüntü var. Ancak bu Kürtlerin birileri adına ‘vekâlet savaşı’ yürütmelerini gerektirmiyor. Buna niyetli olan Kürtler var. Çok şükür PKK öncülüklü Kürdistan Özgürlük Hareketi her zaman felaketlere kapı aralayacak böylesine pragmatik hesaplar içinde değil. Olmamaları bütün Kürtler açısından güvence anlamına geliyor. Şengal’ın işgali sonrası YPG ve HPG güçlerinin Rojava ve Güney Kürdistan’da çetelere karşı verdikleri savaşta sağladıkları başarı, PKK’nin tedbiri elden bırakmasını gerektirmiyor. Sağladığı başarı ve küresel çapta elde ettiği haklı meşruiyet başının dönmesine neden olmuyor. Daha düne kadar onu ‘ortak düşman’ ilan eden ABD’nin ve Batı’nın gözüne girme diye bir derdi de yok. Bu saatten sonra Kürtlerin bu kurtarıcıyla imtihanı sona ermiştir. Sınıfta kalan Kürtler değil, kurtarıcı olmuştur.
Yeni bir başlangıç için kurtarıcının, yani ABD ve Batı’nın Kürtler başta olmak üzere bölge halklarına karşı imtihanı söz konusudur. Kürtlerin tutumu nettir. Hiç kimse adına, bir başkasına karşı vekâlet savaşı yürütmeleri söz konusu olamaz. Kendi topraklarını korumak için işgalcilere karşı savaşıyorlar. ABD veya başka bir güç kendisini bu savaşın bir yerinde görmek istiyorsa Kürtlere, Irak ve Suriye’ye, Ortadoğu’ya bakış açılarını değiştirmek zorundalar.
Veya soruyu şöyle soralım: PKK ile barışmamış bir ABD’nin Kürt, Kürdistan ve Ortadoğu politikasının bir geleceği olur mu?