Kürtler mezhep savaşına karşı-Selahattin Erdem

Türkiye Cumhuriyeti devletinin Musul yakınlarındaki Başika bölgesine asker konumlandırması, söz konusu mezhepsel kamplaşma ve çatışmayı iyice açığa çıkarmış bulunuyor.

Türkiye ve İran Ortadoğu’daki çatışma durumunu mezhep savaşı eksenine oturtmaya çalışıyor. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dan oluşan Sünni bloğuna karşı İran, Irak ve Suriye’den oluşan Şii bloğu şekillenmiş bulunuyor. Sünni blok KDP’yi yanına çekmeye çalışırken, DAİŞ ile de yakın ilişki içinde bulunuyor. Buna karşı Rusya’nın da Şii bloğa destek verdiği görülüyor. Küresel hegemonik güç olmaları nedeniyle ABD ve Avrupa’nın her iki blokla da ilişki içerisinde olduğu gözleniyor. Bu durum bölgesel düzeyde faşizme karşı demokratik devrim mücadelesi yürüten Kürtleri rahatsız ediyor ve Kürtler mezhepsel kamplaşma ve çatışmaya karşı üçüncü bir çizgiyi, Ortadoğu Demokratik Konfederalizmi çizgisini esas alıyor.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin Musul yakınlarındaki Başika bölgesine asker konumlandırması, söz konusu mezhepsel kamplaşma ve çatışmayı iyice açığa çıkarmış bulunuyor. Çok açık ki, Türkiye’nin Musul’a yönelik askeri hamlesi, Suriye üzerinde Rusya ile içine girdiği çatışmalı durum ardından geliyor. Önce AKP hükümetinin provokatif bir tarzda bir Rusya uçağını vurması olayı yaşandı. Ardından Rusya’nın Türkiye’ye yönelik yaptırımları ve Doğu Akdeniz’deki askeri gücünü artırması geldi. Bunun üzerine Almanya ve İngiltere de "DAİŞ’e karşı savaşa katılmaya karar vererek" Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’ya asker sevk etti. Böylece Doğu Akdeniz, Türkiye ve Suriye adeta birer silah deposu haline geldi. Ne zaman ve nasıl patlayacağı belli olmayan bir depo!

Rusya’nın Türkiye’ye karşı hamleleri Şii bloğu güçlendirince Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar bir araya gelerek Türkiye’nin Musul yakınlarındaki askeri gücünü artırmaya karar verdi. Bu da Sünni bloğun son hamlesi oldu. Buna karşı Şii bloktan gelen tepkileri önlemek için Mesud Barzani’nin Ankara ziyareti değerlendirilmeye çalışılsa ve MİT Müsteşarı Bağdat’a gönderilse de, sorunun çözüldüğü pek görülmüyor. Sadece olay ardından Türkiye’ye muhtıra veren ve vuracakmış gibi yapan Irak Başbakanı Abadi’nin biraz yumuşayarak Türkiye’yi BM Güvenlik Konseyi’ne şikayet etmekle yetindiği gözleniyor.

Suriye ve Irak’ta yoğunlaşan mevcut askeri gerginliğin daha büyük bir askeri çatışmaya yol açıp açmayacağı şimdilik pek kestirilemiyor. Ancak bölge silah deposu haline getirilmeye devam ediyor. Gelen silahlar sükûnetle geri dönmeyeceğine göre, önümüzdeki süreçte daha büyük bir silahlı çatışma ihtimali hiç de az değildir. Ortadoğu bölgesindeki siyasi gündemleri ve çelişkileri saptırmayı ifade eden bu durumun bölge halkları ve insanlık açısından yeni bir tehlike anlamına geldiği açıktır.

Eksen saptırma çabası 

Aslında daha önceki küresel sermaye güçleri ile bölgenin ulus-devlet statükoculuğu arasındaki çatışma da bir tür gündem saptırmaydı. Kendini Üçüncü Dünya Savaşı olarak ortaya koyan bu durumun halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesini boğmak gibi bir sonuca yöneldiği açıktı. Fakat 2014 Haziran ayından itibaren Irak ve Suriye’de hamle yapan DAİŞ faşizmi ve buna karşı Kürtler öncülüğünde bir anti-faşist demokrasi cephesi oluşarak direnişin gelişmesi bu saptırmayı bir nebze olsun düzeltmişti. Ortadoğu’daki çatışmayı faşizm ile demokrasi arasındaki bir çatışma haline getirerek doğru bir temele oturtmuştu.

Bu duruma 2015 Temmuz’undan itibaren AKP hükümetinin ciddi bir müdahalesi gelişti. AKP hükümeti ABD’ye verdiği bazı tavizler ve "DAİŞ’e karşı savaşa katılma" yalanı temelinde Kobanê direnişi çerçevesinde oluşan DAİŞ karşıtı koalisyonu zayıflatmayı başardı. Bunda Kürt direnişinin yarattığı kısa süreli boşluktan da yararlanıldı. Ardından Rusya’nın bilinen müdahalesi geldi ve süreç bugünkü karmaşık ve saptırılmış duruma getirildi. 

Burada şu hususları açık ve net bir biçimde belirtmemiz gerekiyor: Bir kere gösterilmeye çalışıldığı gibi ortada bir Türkiye-Rusya savaşı yoktur. Bu bir eksen saptırma çabasıdır. Yine Ortadoğu’nun bugünkü sorunu bir Sünni-Şii çelişkisi ve çatışması da değildir. Bu da bir eksen saptırma durumudur. Ayrıca bölgedeki çatışmanın bir boyutu küresel sermaye güçleri ile bölgenin ulus-devlet statükoculuğu arasında olsa da, aslında bu da sistem içi bir kavgadır ve işin esası değildir. Ortadoğu bölgesindeki çelişki ve çatışmanın esası ulus-devlet faşizmi ile halkların demokratik birliği arasındadır. 

Ulus-devlet faşizmini bölgesel düzeyde temsil eden ve ayakta tutan iki güç de Türkiye ve İran devletleridir. Dikkat edilirse, söz konusu iki güç de mevcut saptırma girişimlerinin içinde olan güçlerdir. Dolayısıyla Ortadoğu‘daki gericiliği ve faşizmi ayakta tutan güçler bunlardır. Bu iki gücün esas ortak özelliği ise Kürt karşıtlığıdır. Kürtleri yok sayan ve yok etmeye çalışan sistemi ayakta tutabilmek için bu iki güç mevcut saptırmaları gündeme getirmektedir.

KDP Musul serüvenine destek vermemeli 

Bu nedenledir ki, Kürt özgürlük direnişi her türlü saptırmaya karşıdır. Devletler arasındaki çatışmalı durumu da, mezhep çatışmalarını da, sistem içi çatışmayı öne çıkarmayı da reddetmektedir. Bunlar dışında faşizme ve arkasındaki her türlü gericiliğe karşı halkların özgürlüğünü ve kardeşliğini esas alan demokrasi mücadelesini doğru bulmakta ve böyle bir mücadele yürütmektedir. PKK’nin duruşunun ve mücadelesinin böyle olduğu açık ve tartışmasızdır. KDP yönetimi de Türkiye ziyareti ardından "Mezhepler arası çatışmaya taraf olmayacaklarını" açıklamıştır. 

KDP’nin bu açıklaması önemlidir ve daha da net ve açık hale getirilmesi gerekir. Çünkü, özellikle Sünni blok KDP’yi kendi yanına çekebilmek için çalışmaktadır. KDP yönetimi buna karşı uyanık olmak ve bu tür talep ve dayatmaları kabul etmemek durumundadır. Çünkü Kürtlerin devletler arasındaki çatışmadan da, mezhep çatışmasından da kazanacağı hiçbir şey yoktur. Tersine kaybedecekleri çok şey vardır. Buna karşılık faşizme karşı demokratik birlik mücadelesi bölge çapında Kürtlerin büyük kazanımlar elde etmesini sağlamaktadır. 

Bu durum gösteriyor ki, KDP yönetiminin AKP tarafından geliştirilen Musul serüvenlerine karışmaması ve destek olmaması gerekiyor. Kaldı ki, AKP’nin mevcut girişimlerinin çok kirli ve gizli olduğu gözükmektedir. KDP yönetiminin "Türk askerleri bölgedeki Arapları eğitiyor" açıklamasına karşılık Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti ısrarla "Pêşmerge eğitiyoruz" demektedir. Aslında DAİŞ ile gizli ve kirli ilişkilerini "Pêşmerge eğitiyoruz" yalanı ile örtmeye çalışmaktadır.

Mevcut haliyle Türkiye’nin Musul yakınlarında ne kadar asker bulundurduğu ve bu askerlerin ne iş yaptığı bir muammadır. Çünkü açıklamalar birbirini tutmamaktadır. Aslında Başika’da konumlanan asker dışında Türkiye’nin Musul içlerinde de epeyce gücü olduğu anlaşılmaktadır. Bu gücün yoğun bir biçimde Sünni asker eğittiği açığa çıkmaktadır. Yani Türkiye, Suudi ve Katar ile ittifak halinde Bağdat’ın kuzeyindeki Irak topraklarında yoğun bir eğitim ve örgütleme faaliyeti yürütmektedir. DAİŞ’in yerine yeni bir Sünni örgüt hazırlamaya çalıştıkları anlaşılmaktadır.

Mezhepçi çatışmalara karşı demokratik birlik 

Belli ki ABD’nin DAİŞ’i yok etme kararı ardından Sünni blok, Irak’ta yeni bir Sünni örgüt hazırlayarak DAİŞ’in elindeki toprakları o örgüte teslim etme çalışması yürütmektedir. Zaten "DAİŞ’in Irak’tan Yemen’e nakledileceği" söylentileri vardır ki, bu da mevcut görüşle örtüşmektedir. Yumuşak bir geçişle Bağdat kuzeyi DAİŞ dışındaki bir Sünni örgüte verilerek ABD ve NATO tarafından kabul edilir bir yapı ortaya çıkarılmak istenmektedir. Böylece Irak’ın güneyindeki Şii yönetime karşılık, kuzeyinde de kabul edilebilir bir Sünni yönetim oluşturulmaya ve bu temelde bir çözüm bulunmaya çalışılmaktadır.

Mevcut yaklaşım bir çözüm üretiyor gibi görünebilir; ancak bilinmeli ki, bu durum çözüm değil, daha ağır bir çözümsüzlük üretir. Çünkü bu durum mezhepler arası çelişkiyi çözmez, tersine çatışmayı daha da körükler ve sürekli kılar. Yine toplum ve devletleri demokratikleştirmez, tersine şoven milliyetçiliği ve ulus-devlet faşizmini daha da güçlendirir. Kısaca demokratik birlik ve barış içinde bir arada yaşamayı değil, tersine daha çok bölünüp parçalanmayı ve çatışmaları getirir. 

Dolayısıyla Kürtlerin de, diğer tüm bölge halklarının da mezhepçi ayrışma ve çatışmalara karşı olması ve her yerde demokratik birliği ve mücadeleyi öngörmesi gerekir. Bunun da esası zihniyette demokratikleşme ve içte demokratik özerkliğe dayanan Ortadoğu Demokratik Konfederalizmi’dir. Bugün dört parça Kürdistan’da gelişen özgürlük mücadelesi bölge halklarıyla böyle bir demokratik özerklik birliğini öngörmektedir. Bu bakımdan gerçek çözüm özgür Kürdistan ve demokratik Ortadoğu çözümüdür.

Kaynak: Yeni Özgür Politika