Mandela'nın avukatı: Öcalan ve davasına herkes sahip çıkmalı
Güney Afrika'nın efsanevi lideri Nelson Mandela'nın avukatı ve Yüksek Mahkeme Yargıcı Essa Moosa, ANF'nin sorularını yanıtladı...
Güney Afrika'nın efsanevi lideri Nelson Mandela'nın avukatı ve Yüksek Mahkeme Yargıcı Essa Moosa, ANF'nin sorularını yanıtladı...
Mandela'nın avukatı Moosa, "Öcalan başta Türkiye'deki Kürt halkı olmak üzere, genel olarak Orta Doğu ve diasporadaki Kürtlerin çoğunluğunun da tartışılmaz lideridir" dedi. Mandela ile Öcalan'ın benzerlikleri olduğunu söyleyen Moosa, Öcalan ile görüşmek istediklerini ancak Türk hükümetinin reddettiğini bildirdi. Moosa, Öcalan'ın 'Orta Doğu'nun tek ilkeli lideri' olduğunu belirtirken, "Sayın Öcalan ve davası Güney Afrika'da geniş bir şekilde tanınıyor" dedi. Moosa, Öcalan ve davasına özgürlük isteyen herkesin sahip çıkmasını isteyerek, şu öngörüde de bulundu: "Türkiye, Irak ve Suriye'deki çatışmanın diyalog ve müzakereyle çözümü, Kürt halkına sadece bu ülkelerde değil, İran'da da kendi kaderini tayin etme hakkını öne sürme imkanı verebilir."
Güney Afrika'nın efsanevi lideri Nelson Mandela'nın avukatı ve Yüksek Mahkeme Yargıcı Essa Moosa, ANF'nin sorularını yanıtladı...
Sayın Öcalan ile doğrudan veya dolaylı irtibatınız ne zaman gerçekleşti?
İlk irtibatım 1997 yılında Avrupa diasporasındaki Kürt toplumunun liderliğinden oluşan bir heyetin Sayın Abdullah Öcalan için siyasi sığınma aramak için Güney Afrika'yı ziyareti esnasında oldu. O dönemde Öcalan ve örgütü PKK Türkiye’de yasaklıydı. Kendisi PKK’nin bazı liderleriyle birlikte Kürt halkının öz yönetim hakkını savunmak üzere sürgündeydi. Öcalan sonuç olarak Avrupa’ya gitmişti. Türk hükümetinin Avrupa ülkeleri üzerindeki etkisinden dolayı Avrupa ülkeleri Öcalan’a sığınma hakkı vermiyorlardı. Heyet, Nelson Mandela hükümetinden eğer Öcalan Güney Afrika’ya ulaşabilirse kendisine sığınma hakkı verileceğine dair güvence talep etmiş ve almıştı. Ben ve Mandela hükümetinin verdiği güvenceyi garanti altına almakla görevli diğer Güney Afrikalılar, Öcalan’ı Güney Afrika’da karşılamak üzere bir komite kurduk.
Kürt heyetle görüş alış verişlerimiz neticesinde tasarladığımız stratejiye göre Öcalan bir şekilde kendini Güney Afrika’ya ulaştıracaktı. Güvenlik gerekçesiyle doğrudan Avrupa’dan Güney Afrika’ya gelmemesi kararlaştırılmıştı. Plana göre önce Namibya’ya ulaşacak ve oradan da sınırı olduğu Güney Afrika’ya geçecekti. Güney Afrika’ya gelmek üzere yoldayken 15 Şubat 1999’da Kenya’da bazı yabancı istihbarat örgütlerince alıkondu ve Türk askeri makamlarına teslim edildi.
ÖCALAN İLE MANDELA'NIN BENZERLİKLERİ
Mandela'nın avukatı ve Öcalan'ın davasını takip eden biri olarak, iki liderin davalarını kıyasladığınızda ortaya nasıl bir manzara çıkıyor?
Öcalan davasını hukuk dışı tutuklandığı ve hapse atıldığı Şubat 1999’dan beri takip ediyorum. Kendisi yarı-askeri bir mahkeme tarafından cezalandırıldı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) göre, bir sivilin bu tür bir mahkeme tarafından yargılanması hukuka aykırıydı. Öcalan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) birçok temelde temyiz başvurusu yaptı. İlk olarak, tutuklanmasını ve hapsedilmesini takiben Öcalan’ın bütün yargılanma süreci bir hukuksuzluk teşkil ediyordu: zorla alıkonmuştu, yabancı bir yetki merciinden teslim alınmıştı ve hukuksuz bir şekilde Türk askeri makamlarına teslim edilmişti. İkinci olarak, Türk makamları tarafından işkenceye maruz bırakılmış, avukatlarına danışması engellenmişti. Üçüncü olarak da adil olmayan bir yargılamadan geçmişti.
9 Haziran 2004’te Strazburg’da AİHM'in Büyük Dairesindeki duruşmaya katılmıştım. Öcalan, Güney Afrika’daki tanınmış eski avukatlardan ve Mandela’nın 1950’lerde çeşitli politik davalarında avukatlığını da üstlenen Sidney Kentridge QC tarafından temsil ediliyordu. Öcalan davasında Kentridge’in baktığı konulardan biri 1991’deki Ebrahim davasına benzer bir davaydı. Olgular birbirine çok benziyordu. Ebrahim, ANC’nin sürgündeki bir askeri sorumlusuydu. Apartheid güçleri tarafından Svaziland’da kaçırılmış, işkence edilmiş ve zorla Güney Afrika’ya getirilmişti. İsyanla suçlanmış ve 20 yıl hapse mahkum olmuştu. Temyizde, Güney Afrika Üst Temyiz Mahkemesi, Ebrahim’in alıkonması, tutuklanması ve hapsedilmesinin uluslararası hukuka aykırı olduğuna, dolayısıyla yanlış ve hukuksuz olduğuna ve takip eden her şeyin de yanlış ve hukuksuz olduğuna yani Güney Afrika’daki duruşmasının, suçlanmasının ve cezalanmasının yanlış ve hukuksuz olduğuna karar vermişti. Ebrahim daha sonra ANC hükümetinde Dış İşleri Bakan Yardımcılığına kadar yükselmişti. Büyük Daire ilk olarak Türkiye’nin birçok hususta AİHS'i ihlal ettiğine, ikinci olarak da tutuklanmasındaki birçok hukuksuzluktan dolayı adil olmayan bir yargılanmadan geçtiğine, üçüncü olarak tarafsızlığı ve bağımsızlığı şüpheli olan bir mahkeme tarafından yargılanıp suçlu bulunduğuna, dördüncü olarak da ölüm cezasının işkence ve insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele veya cezalandırma kapsamına girdiğine hükmetmişti. Büyük Dairenin bulguları ışığında AİHM, Türkiye’nin ihlallerinin uygun bir şekilde giderilmesinin uygun yolunun yeniden yargılama veya dava dosyasının prensipte yeniden açılması olduğunu ilan etmişti. Büyük Daire Öcalan’ın hukuksuz alıkonma ve hapsedilmesinden bahsetmemişti. Hukuki durumu başından savmıştı. Mandela, Öcalan gibi halkının öz yönetimi için savaşmıştı. Mandela ANC’ye, Öcalan ise PKK’ye liderlik yapmıştı. Her ikisinin hem şahsı hem de önderliğini yaptıkları örgütleri ülkelerinde yasaklanmıştı. Kendilerinin ve örgütlerinin özgür siyasi faaliyetleri yasaklandığından silahlı mücadeleye başvurmaya karar vermişlerdi ki uluslararası hukuk buna olanak tanıyor. Her ikisi de yabancı istihbarat örgütlerinin ihanetine uğraş ve tutuklanmışlardı. Her ikisi de vatana ihanetle suçlanmış ve ölüm cezasına çarptırılmışlardı.
Mandela, duruşması esnasında şu açıklamayı yapmıştı: "Hayatım boyunca, kendimi Afrika halkının mücadelesine adadım. Beyaz egemenliğine karşı savaştım, siyah egemenliğine karşı da savaştım. Eşit fırsatlara sahip insanların uyum içinde yaşadıkları özgür ve demokratik bir toplumun hayalini besledim. Bu, uğrunda yaşamayı ve gerçekleştirmeyi umduğum bir düşünce. Ancak eğer ihtiyaç duyulursa, bu aynı zamanda uğrunda ölmeye de hazır olduğum bir düşünce."
Bu, Öcalan’ın da yaşama ve gerçekleştirme özlemi içinde olduğu bir düşünceydi. Ama Mandela gibi o da ömür boyu hapse mahkum edildi ve tıpkı Mandela’nın cezasının uzun bir bölümünü Robben Adası'ndaki hapishanede çektiği gibi o da İmralı Adası'nda hapis durumda.
Öcalan'ın "Kürtlerin Mandela'sı" olduğuna dair benzetmelere katılıyor musunuz?
Evet, katılıyorum. Mandela, Güney Afrika'nın ezilen halkının tartışmasız lideriydi. Hayatının 27 yılını cezaevinde geçirdi ve bu süreçte cezaevinden Apartheid rejimle müzakere için görüşmeler yürüterek, rejime "Barış İçin Yol Haritası"nı sundu. Mandela cezaevi süresinde Güney Afrika Milli İstihbarat Teşkilatı (NIS) ile görüşmelerde bulunurken, Afrika Ulusal Kongresi'nin sürgündeki üst düzey üyeleri de NIS yetkilileriyle İsviçre'nin Luzern şehrinde görüşmeler yürüttü. Barış sürecindeki temel engel, Başkan F.W De Klerk'ten önce görevde bulunan Başkan P.W Botha idi. Botha'nın yerinin Klerk tarafından alınmasından sonra Mandela serbest bırakıldı. De Klerk'in temsil ettiği Apartheid güçleri ile Mandela'nın temsil ettiği ırkçılık karşıtı taraf ile gerçek müzakereler başladı. Bu tür müzakerelerden sonra Mandela ilk demokratik ve Apartheid sonrası Güney Afrika'nın başkanlığına yükseldi.
Öcalan da başta Türkiye'deki Kürt halkı olmak üzere, genel olarak Orta Doğu ve diasporadaki Kürtlerin çoğunluğunun da tartışılmaz lideridir. Şimdiden 17 yılını hapiste geçirmiş ve hala cezaevinde olan Öcalan, aynı şekilde hapisten Türk rejim güçleriyle görüştü. Bunun yanı sıra Türkiye hükümetine müzakare için yol haritası sunarak, MİT Başkanı Hakan Fidan ile birçok görüşme yürüttü. Diğer yandan, PKK'nin üst düzey yöneticileri Türk hükümetiyle Oslo'da görüşmeler gerçeklştirdi. Ancak, Türkiye'deki barış süreci bir kez daha durmuş görünüyor. Öcalan tamamen tecrit altında ve uzun bir süredir avukatlarıyla herhangi bir teması olmadı. Asıl olarak Kürt seçmenlerini temsil eden muhalefet partisi HDP ise Öcalan ve onun tabanı, yani PKK'yi de kapsayan Kürt Demokratik Hareketi arasında muhataplık görevi gördü ancak bu görüşmeler de durdu. Öyle görünüyor ki, Türkiye'deki barış sürecinin önündeki en temel engel de, Güney Afrika'daki Başkan P.W Botha'ya benzer bir şekilde Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kendisi tarafından oluşturuluyor. Güney Afrika'da gerçek müzakereler ancak De Klerk'in hem yönetimdeki Ulusal Parti'nin lideri hem de Başkan olarak Botha'nın yerini almasından sonra başladı. Hem AKP'nin lideri hem de Türkiye'nin Cumhurbaşkanı olan Erdoğan'ı da aynı akıbet bekliyor olabilir mi?
'SERBEST BIRAKILACAĞINI, BAŞKAN OLACAĞINI BEKLEMİYORDUK'
Mandela'nın cezaevi sürecinde, bir gün serbest kalacağı ve Başkan olacağı fikri gerçekçi gelir miydi?
ANC ve müttefik ortaklar yasaklanmadan önce, siyasi toplantılarında sıkça tekrarlanan sloganlarından bir tanesi de 'Hayat Boyunca Özgürlük' idi. Bir öğrenci olarak ben bunun boş bir hayal olduğunu düşünüyordum. Apartheid rejimi o zaman da askeri açıdan çok güçlüydü. Mandela'nın tutsaklık süresi boyunca hiç kimse serbest bırakılmasını ve bir gün Başkan olmasını beklemiyordu. Ancak zaman geçtikçe ve Apartheid rejimine muhalefet hem ülke içinde hem de dışında uluslararası bir şekilde güçlendikçe, Apartheid karşıtı hareket ve Mandela'nın popülerliği de büyüyor ve bu görünür bir olasılık haliini alıyordu. 'Hayat Boyunca Özgürlük' sloganı benim kendi yaşamımda gerçek oldu. İlk demokratik seçimlere Nisan 1994'te tanık oldum; ANC yönetici parti ve Mandela da demokratik Güney Afrika'nın ilk Başkanı olmuştu.
'ÖCALAN'I ZİYARET ETMEK İSTEDİK, HÜKÜMET REDDETTİ'
Öcalan'ı cezaevinde ziyaret etme talebinde hiç bulundunuz mu? Temmuz 2011'den beri avukatlarıyla görüştürülmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öcalan'ın yakalanmasından sonra, 'Karşılama Komitesi'ni 'Kürt İnsan Hakları Eylem Grubu'na (KHRAG) dönüştürdük. KHRAG'ın amacı, Öcalan'ın tutukluluk ve hapsini ve Kürt halkına yönelik gerçekleştirilen insan hakları ihlallerini gözetlemekti. Ben bu kuruluşun başkanı olarak atandım ve hala aynı yerde hizmet vermeye devam ediyorum. Kuruluş olarak KHRAG ve bireysel olarak ben Öcalan'ın cezaevinde ziyaret için girişimlerde bulunduk ama Türk yetkililer bütün ziyaret başvurularını reddetti.
Türkiye'de Kürt sorunu ile ilgili olarak Barış Süreci'ni araştırmak ve raporlamak üzere, Temmuz 2014'te Uluslararası Barış & Uzlaşma İnisiyatifi (IPRI) tarafından bilgi toplama heyetine atandım. Barış sürecini başlatma konusunda etkili bir yeri olan Öcalan'la o zaman da görüşmek istedik ancak isteğimiz geri çevrildi. Bu yüzden IPRI, Öcalan'ın kendisinden alınan herhangi bir bilginin olmadığı bir rapor yayımladı. Bunun dışında hem hükümet hem de muhalefet partileriyle görüşmelerimiz oldu. Görüşmediğimiz tek siyasi parti, Türkiye'deki barış sürecine tamamen karşı olan MHP oldu. O süreçte AKP de dahil olmak üzere bütün partiler müzakere edilmiş bir anlaşmadan yanaydı.
18 Aralık 2010'da Eski Savaşçıların Eylem Komitesi (Struggle Veterans Actions Comittee – SVAC) Abdullah Öcalan'ı Barış Ödülü'ne layık gördü. Daha sonra 23 Haziran 2011'de Komite tarafından Güney Afrika hükümetinin Uluslararası İlişkiler ve İşbirliği Genel Müdürü'ne gönderilen bir yazı şöyle diyordu: "Kuruluşumuz, ödülün başkanımız ve genel sekreterimiz tarafından Abdullah Öcalan'a Türkiye'deki imralı Adası'nda bizzat verilmesine karar vermiştir. İlgili Türk yetkililerinin bu bağlamda gereken ayarlamayı yapması için gerekli izini sağlamaları konusunda sizle irtibata geçme konusunda görevlendirilmiş bulunmaktayım."
Bu izin hiçbir zaman alınamadı ve ödül, İmralı'da ya da serbest kaldığında Abdullah Öcalan'ın kendisine verilmek üzere HKRAG tarafından muhafaza ediliyor. Ödülün çağrı metni ise şöyle:
"Abdullah Öcalan'ın kendini adamış bir devrimci, özgürlük savaşçısı, Kürt halkının vizyon sahibi ve meşru lideri olarak kabulü ve Kürt halkının bağımsızlık, özgürlük ve temel insan hakları için verdiği mücadeleye sunduğu katkı ve fedakarlıkların tanınması temelinde, aralarında Afrika Ulusal Kongresi (ANC), Pan-Afrikanist Kongresi (PAC) ve Azania Halk Örgütü'nün (AZAPO) de olduğu bütün Güney Afrika özgürlük hareketlerinin eski savaşçılarını temsil eden SVAC, Evrensel Barış Ödülü'nü Abdullah Öcalan'a sunar.
İmza: Başkan ve Genel Sekreter."
Uluslararası hukukta, bir kişinin davası ile ilgili, cezaevinde yaşadığı hak ihlali ya da kendisini veya ailesini etkileyen başka bir hukuki konu ile ilgili olarak avukatıyla görüşmesi temel bir insan hakkıdır.
Öcalan'ın durumunda ise, devlet kendisine barış süresi boyunca avukatlarıyla görüşme izni tanıdı. Öcalan ve avukatları arasındaki görüşmeler özel tutulduğu için bu tür istişarelerin içeriği ve Öcalan'ın haklarının ihlali, tutukluluk koşulları, haklarının sağlanması için mahkemeye erişim hakkı ya da barış süreci ile mi ilgili olup olmadığı çok bilinmiyor. Eğer Öcalan'ın hakları ile ilgiliyse, avukatlarıyla görüştürülmemesi, uluslararası hukukta temel bir insan hakkı ihlali oluşturuyor. Bu görüşmelerin barış süreci ile ilgili olması ve siyasi nedenlerden dolayı gerçekleştirilmesi durumunda da, hükümetin izin verme veya vermeme takdiri ile ilgilidir. Böyle bir izinin verilmemesi, uluslararası alanda Öcalan'ın hakkının ihlali anlamına gelmeyecekti. Bana göre, Temmuz 2011'den beri Öcalan'ın avukatlarıyla görüşmemesi için haklarının ihlal edilmemesi çok olası görünmüyor.
'ÖCALAN, TEK İLKELİ LİDER'
Sizce, Öcalan'ın görüşleri bugünkü Orta Doğu için nasıl bir öneme sahip?
Büyük oranda dışarıdan gelen isyancı ve paralı askerlerin Orta Doğu'da yarattıkları kargaşayı göz önünde bulundurarak, bölgede barış ve istikrarın sağlanması için Irak, Suriye Libya ve diğer ülkelerde gördüğümüz üzere, bu ülkelerin kargaşayı sadece daha da fazla şiddetlendiren yabancı faktörleriyle değil, aklı başında insanları ile barışçıl bir anlaşma yapılması şart. Kürt halkı yüzyıllardır Orta Doğu'ya dağılmış bir şekilde yaşıyor, şu an da Türkiye, Irak, Suriye ve İran'da bulunuyorlar. Az önce de belirttiğim gibi, Öcalan Türkiye'deki Kürt halkının çoğunluğunun tartışılmaz lideridir ve aynı zamanda Suriye, Irak ve İran'daki Kürt halkından da önemli bir destek almaktadır. Öcalan kendini sadece Türkiye değil, Orta Doğu'da da barışa adayarak, Türkiye'deki Kürt sorununun çözümü için 'Müzakere İçin Yol Haritası' ortaya koymuştur. Bu belgede yer verilen ilkeler Orta Doğu'nun diğer bölgelerinde de aynı şekilde uygulamaya konulabilir. Suriye'nin Kürt bölgelerinde göreli bir başarıyla hayata geçirildi bile.
Hem Türkiye hem de Orta Doğu'nun diğer bölgelerindeki çatışmaya barışçıl bir çözüm amacıyla müzakere etmek için gerekli itibar ve otoriteye sahip olan Öcalan, Orta Doğu'daki tek ilkeli liderdir. Türkiye'deki Kürt sorununa kalıcı bir çözüm bulma, diyalog ve müzakere yoluyla Orta Doğu'nun geri kalan bölgesinde kalıcı bir barışın sağlanması amacıyla anlamlı bir rol oynamasını sağlaması için, Türk devletinin Öcalan'ı serbest bırakması için başvuruda bulunabilirdim.
'ÖCALAN VE DAVASI GÜNEY AFRİKA'DA GENİŞ ŞEKİLDE TANINIYOR'
Öcalan ve davası Güney Afrika'da nasıl karşılanıyor?
Sayın Öcalan ve davası Güney Afrika'da geniş bir şekilde tanınıyor. Güney Afrika Öcalan'ın 1997 yılındaki siyasi ilticası için tercih ettiği bir ülke oldu. Güney Afrika'ya ulaşabilmesi durumunda, Mandela yönetimi kendisine iltica tanımayı kabul etmişti. Şubat 1999'da yakalanmasından beri, KHRAG Güney Afrika halkını Öcalan'ın alıkonma, tutuklanma, yargılanma, hüküm giyme ve temyiz süreçleriyle ilgili hep bilgilendirdi. KHRAG aynı zamanda Öcalan'ın tutukluluk koşulları, insan haklarının ihlali ve Kürt halkının Türk rejimi altında uğradığı ihlallerle ilgili de bilgilendirme yapıyor.
Güney Afrika Eski Savaşçılar Eylem Komitesi'nin Aralık 2010'da Öcalan'a Evrensel Barış Ödülü'nü vermesi ve iki yıl sonra ANC iktidarının ortağı olan Güney Afrika Komünist Partisi'nin Öcalan'ı Türkiye'deki barış sürecine sunduğu katkılardan dolayı ödüllendirmesi KHRAG'ın Güney Afrika halkının dikkatini Kürt sorunu ve Öcalan'ın hapsi üzerinde tutmasının bir sonucu olarak gerçekleşti.
'SADECE KÜRTLERİN DEĞİL; ÖZGÜRLÜĞÜ SEVEN HERKESİN MÜCADELESİDİR'
Öcalan’ın özgürlüğü sadece Kürtleri mi ilgilendiriyor? Uluslararası arenada bu konuda ne yapılabilir?
Uluslararası cephede Kürtler özellikle Avrupa diasporasında çok iyi bir şekilde örgütlenmiş durumdalar. Geçen son birkaç on yılda Öcalan’ın kaçırılması, yakalanması ve de hapsedilmesinden beri kampanyalar, protesto yürüyüşü ve eylemleri, açlık grevleri ve oturma eylemleri yaptılar. Bundaki amaç Türkiye’deki insanların özgürlük ve temel insan haklarının ve Öcalan’ın tutsaklığının – koşulsuz tahliyesinin mücadelesinin altını çizmektir. Bu sadece Kürt halkının mücadelesi değil, bütün dünyada özgürlüğü seven bütün insanların mücadelesidir. Uluslararası hukuka dayanarak özerklik hakkı temel insan hakkıdır.
10 Aralık 2009 Uluslararası İnsan Hakları gününde KHRAG (Kürt İnsan Hakları Aksiyon Grubu) Öcalan’ın hapishaneden çıkarılması için bir milyon kişilik imza kampanyası başlattı. Bu kampanya 21 Mart Güney Afrika İnsan Hakları Günü’nde başkent Cape Town’da resmi olarak başlatıldı. 2012 yılının Eylül ayında bu imza kampanyası KHRAG işbirliğiyle Almanya temelli Abdullah Öcalan’a Özgürlük – Kürdistan’da Barış İçin Uluslararası İnisiyatif tarafından uluslararası kampanya ile birleştirildi. Son sayıma göre, bu yılın başına kadar 26 milyondan fazla imza toplandı. KHRAG düzenli olarak KHRAG haberlerini yayımladı, bu da Güney Afrika’yı ve uluslararası kamuoyunu özerklik hakkı, Türkiye’de barış süreci ve Öcalan’ın tutukluluğu konularında Kürt mücadelesi hakkında haberdar olmasını sağladı.
Avrupa’daki apartheid karşıtı mücadele var olduğundan beri Kürtlerin özgürlükleri ve temel insan hakları için mücadeleleri Avrupa’da eşit derecede önem kazanmıştır. Sosyalistler ve Avrupa’daki sol görüşlü güçler etkin bir biçimde Türkiye’deki Kürt sorununun barışçıl çözümü için kampanyalar yürütmektedir. Bu durum aynı şekilde KHRAG’ın oluşumundan beri istikrarlı duruşunda da böyle olmuştur. Çünkü Türkiye Avrupa Konseyi’nin bir üyesidir. Türkiye’de Kürtleri ve Öcalan’ı etkileyen birçok yasal sorun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ulaşmış ve kanıtlanmıştır.
'KÜRT HALKI KENDİ KADERİNİ TAYİN ETME FIRSATI BULABİLİR'
Kürdistan’ın dört parçasında Kürt halkına karşı artan saldırıları göz önünde bulundurarak, önümüzdeki dönemde Kürt mücadelesinin nelere tanıklık edeceğini düşünüyorsunuz?
1920 yılında Britanya ve Fransa’nın İmparatorluk Güçleri, Sevr Anlaşması’na göre Osmanlı Devletine Kürt İnsanlarının Topraklarının bölüştürülmesi vasiyetini devretti. Özet olarak, bugün Türkiye, Irak, Suriye ve İran olarak bilinen toprak parçalarını ilave ettiler. 1924 yılında Türkiye, Türk hegemonyası temelinde Cumhuriyetçi Anayasayı benimsedi. Bu anayasa Kürtlere otonomi bahşeden Sevr Anlaşmasının hükümlerini ihlâl etti. Kürt nüfusunun baskın olduğu bu yerlerde bir yıl sonra bu alanlardaki insanların çoğunluğunu Türkiye’den ayrılmak isteseydi bir yıl sonra bağımsızlıklarına kavuşabileceklerdi. Bu şekilde özerklik hakkı, Birleşmiş Milletlerin önceki hali Milletler Cemiyeti tarafından kabul edildi. Türkiye’deki Kürt halkının, Sevr Anlaşması’na dayanarak özerklik talebini meşrulaştırma mücadelesi zorbalık, idam, hapis, sürgün, zulüm ve zapt etmeyle karşılık buldu.
Irak ve Suriye’deki durum şu anda çok dengesiz. Amerika, Britanya, Fransa, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi yabancı kuvvetler rejim değiştirme etkisini umarak Esad karşıtı bir ordu kampanyasına dahil oldular. İran, Esad rejimine desteğiyle belirirken, Rusya da bu karışıklığa dâhil oldu. Sonuç olarak da binlerce sivil halk öldürüldü, Suriye’nin altyapısı imha edildi, evler tahrip edildi ve binlerce Suriyeli iltica etti. Çoğu Suriyeli şu anda Avrupa’da daha iyi olanaklar bulmaya çalışıyor. Suriye’deki rejime bulaşan Avrupalı güçler Suriye’den Avrupa’ya göç yığını konusunda pazarlık etmedi. Suriye krizinin çözümü yabancıların ve paragözlerin elinde değil, Suriyeli halkın elinde. Esad rejimi dâhil Suriye nüfusunun bütün unsurlarının Suriye’deki iç savaşın barışçıl çözümü için masaya oturmaları ve müzakereler yapmaları çok önemlidir. Böyle uzlaşmaları cesaretlendirmeleri Türkiye dâhil komşu ülkelerin çıkarınadır. Bu konuda başarısız olmak savaşın komşu ülkelere sıçramasına, bu ülkelerin karışmasına ve kendileri için korkunç sonuçların olmasına neden olur. Türkiye, Irak ve Suriye’deki çatışmanın çözümü diyalog yoluyla ve müzakerelerle Kürt halkına sadece bu ülkelerde değil hatta İran’da bile özerkliği savunma fırsatı sunabilir.
Türkiye, Irak ve Suriye'deki çatışmanın diyalog ve müzakereyle çözümü, Kürt halkına sadece bu ülkelerde değil, İran'da da kendi kaderini tayin etme hakkını öne sürme imkanı verebilir.