Milyonlarca özgür iradeli Kürdü çarmıha germe eylemi *

Yunanlı yazar Kazancakis, ‘İsa’nın Yeniden Çarmıha Gerilmesi’ romanını çoktan yazmıştır. Ama benim konumum bireysel değildir. Önderliğine ölümüne bağlı milyonlarca özgür iradeli Kürt’e de çarmıha gerilme eylemi uygulanmıştır.

Yunanlı yazar Kazancakis, ‘İsa’nın Yeniden Çarmıha Gerilmesi’ romanını çoktan yazmıştır. Ama benim konumum bireysel değildir. Önderliğine ölümüne bağlı milyonlarca özgür iradeli Kürt’e de çarmıha gerilme eylemi uygulanmıştır.

Komplo esasta histeri düzeyine varan şovenizme havadan bir paket sunarak, 20. yüzyılın tam bir arenada aslana yedirme Roma oyununu hazırlamıştı. Asrın en büyük ihanetlerinden biri kendisini halen dost ve özgürlük yanlısı gibi gösterirken, en mazlum ve kahramanlığa layık tavrın sahipleri acımasızca yok edilecekler ve unutturulacaklardı. Meydan pusuda bekleyen ve sayısız defa böyle ortamlardan çıkan her türden hain ve işbirlikçiyle açılacaktı.

Aslında her şey ölümüme göre ayarlanmıştı. Ağırlıklı olarak fiziki, bu olmazsa anlam itibariyle yok edilmem temel hedefti. Çok düşünmeme rağmen, bunun dışında bir hedefin tanındığını tahmin etmiyorum. Komplo o kadar derin ve bilinmezlerle doluydu ki, bunu yırtmak gerçekten mucize değerinde çok ileri bir insanlık çıkışını gerektiriyordu.

Tüm dünyanın karşı taraf durumuna düşürüldüğü, en yakın dost ve yoldaşların bile hakim inançlarına ve moral değerlerine göre ‘şerefli bir ölüm’den başka bir şey beklemedikleri bir acımasızlık kaderine göre düzenlenmişti. Asrın mantığı buydu. Dostun da düşmanın da mantığı buydu. Duygu ve inançların donduğu nokta da burasıydı. Her şey korkunç bir yalnızlığa mahkum ediyordu. Bir savaş kuralına göre ‘kurşuna dizilmek’ çok uzak bir ceza demeyeceğim, bir hak olarak görülmesine rağmen, bu hak bana tanınmıyordu. Uygarlık başka türlü intikam almak istiyordu.

Ben hiçbir zaman kahramanlığa oynamadım. Öyle sanıldığı türden bir cesaretin sahibi olmadığım gibi, olduğum gibi tanınma isteğime rağmen, en yakın arkadaşlarımda bile buna tanık olmadığımı iyi biliyordum. Ama bir yanım vardı ki, ona ihanet etmeyecektim: Hayallerine ihanet etmeyen çocuk olmayı sürdürecektim. Uygarlık tanrılarını tanımayacak, kurumlarında erimeyecek, karılarının aile erkeği olmayacaktım. Kişiliğimin diyalektiği böyle bir gelişmeyi başarmıştı. Mesele Türkiye’nin bir basit iç çelişkisi olmaktan çoktan çıkmıştı. Konumum neredeyse beni çağdaş bir Prometheusçuluğa mahkum ediyordu.

İmralı kayalığına çivilenmem, efsanedeki Prometheus’un Kafkasya Dağlarındaki çivilenmesinden farklı olmadığı gibi, ne acı ve hazin bir benzerliktir ki, bu da aynı Athena Tanrısı Zeus’un torunlarınca gerçekleştirilmişti. Uygarlığın seçkin merkezlerinden Moskova, yetersizlikleri de olsa milyonların sosyalizmine karşı oynadığı eşi görülmemiş alçakça oyunu, benim meselemde de hiç utanmadan bir iki ihale ve birkaç milyarlık IMF kredisi için daha da tanınmaz bir biçimde oynamaktan en ufak bir rahatsızlık duymayacaktı.

Roma’da ise, klasik kölecilik arenasıyla modern kapitalizmin ince hesapları hiçbir moral ve hukuk değerini tanımayacak, inanılmaz bir psikolojik terörle beni büyük bir onur savaşına zorlayacak ve gerekeni yapmak durumunda kalacaktım. Athena ise en değme bir fahişeliğin bile cesaret ve akıl edemeyeceği, dost adı verilen inancı en alçakça bir biçimde kullanarak beni Kenya başkentine, yamyamlar diyarına paketleyecekti. 20. yüzyıl uygarlığının en sinsi, en işkenceci, en duygusuz ve çıkar mantığından başka hiçbir insani değere yer vermeyen yüzü her geçen dakika suretini daha da netleştirecek ve ben donakalacaktım. Reflekslerimin donduğu karşı gerçeklik buydu ve bu doğruydu.

ÇARMIHIN ÇİVİLERİ; ATİNA, MOSKOVA VE ROMA…

Çarmıha ilk gerildiğim yer başkent Atina’dır. Atina ister şaşkınlığından ister kör intikamcılığından esinlenen gerici bir kültür ve korkak bir ruhla, Anadolu üzerindeki üç bin yıllık egemenliğini kaybetmesinin acısını çıkarmak istemiş, benden Anadolu Türklüğüne karşı ucuz ve ilkesiz bir zafer beklemiştir. Bunun pek mümkün olmayacağını anlayınca, sanki benim sahibim kendileriymiş gibi, Kıbrıs ve Ege’de bazı tavizler karşılığında bir hediye paketi veya bir kurbanlık koyun gibi Türk hükümetine sunma ihanetinin tarihte eşi görülmemiş alçaklığını ve dostluk kitabında hiç yeri olmayan şerefsizliğini göstermiş; AB üyesi olarak, AİHS’ye karşı hukuk suçunu işlemiştir. Hiçbir karşı bahane ileri sürülmeden, bu olaydaki büyük ahlâksızlığı ve hukuk karşısındaki suçu nettir. Gerekirse bu çok sayıda tanık ve açıklamayla kanıtlanabilir.

Yunanlı yazar Kazancakis, ‘İsa’nın Yeniden Çarmıha Gerilmesi’ romanını çoktan yazmıştır. Ama benim konumum bireysel değildir. Önderliğine ölümüne bağlı milyonlarca özgür iradeli Kürt’e de çarmıha gerilme eylemi uygulanmıştır. Yunanlılar kendilerini tanrı Zeus’tan beri çok kurnaz sayabilirler. Zeus’un alnından yarattığı kızı tanrıça Athena, hileyle Troyalı Hektor’u, kardeşi Deiphobos’un kılığına girerek savaşın ateşine atıp tasfiye edebilir. Böylece Anadolu’nun kapısını açabilir. Bu gerçeklik mitolojide geçer. Ama ben 2000’e bir kala, 20. yüzyılda yaşarken bu tuzağa düşürüldüm. Kendileri beni öldürseydi, bir komployla da olsa kaza süsü vererek bunu gerçekleştirseydi gam yemezdim. Kültürleri gereği olup biterdi.

Ama hiçbir insanlık kitabında ve hiçbir ahlaki ilke içinde yeri olmayan paketleme usulü bir hediye halinde, otuz bine yakın şehidin acıları ve şehit analarının gözyaşları arasında, hiç de hazır olmadığım ve hâlâ benden bir şeyler umut ettikleri en kritik bir anda, Türk özel savaş timlerine teslim etmeye nasıl cesaret edebilir? Arkalarında ABD Başkanı Clinton varmış, o emretmiş (Özel Danışmanı Blindken bunu resmen basına açıkladı). Yunan Hükümeti de dostlukla oynayarak bunu uygulamış.

ÜÇÜNCÜ ÇİVİ PAPA’NIN GÖZÜ ÖNÜNDE ÇAKILMIŞTIR

Avrupa’nın mukaddes başkenti Roma’da çakılan üçüncü çivi Papa’nın gözü önünde çakılmıştır. Her ne kadar başta büyük insan Aziz Paul da Roma’da öldürülen ilk Hıristiyan olmuşsa da benim için ölümden beter bir süreç dayatılmamalıydı. Avrupa ve Roma, çağdaş uygarlığı temsil ettiği iddiasındadır. Roma 2000’e bir yıl kala Saint Paul’a yapılan bir uygulamayı ikinci kez denememeliydi. Aynen onun gibi ben de Şam’dan geliyordum. Uygarlık üzerine bazı gerçekleri dilimin döndüğü kadarıyla anlatacaktım. Neden bu kadar kabul etmez duruma geldiler?

Altmışaltı gün demirden bir kafes içinde tutar gibi, her tarafıma çelik gibi polisler yerleştirerek gaddarca davrandılar. Ben henüz adını bile kabul ettirememiş, hiçbir insani hakkı tanınmayan tarihin en eski bir halkının varlığını ve özgürlük istemlerini de dillendirecektim. Bunun Avrupa siyasal ve hukuki değerlerine göre bir hak ve demokratik talep olduğu açıktır. Bu hakka hiç saygı gösterilmedi. Kaçırtılmam için gereken her şey yapıldı. Çarmıha gerilmenin bütün psikolojik işlevleri yerine getirildi ve postalandım. AİHM gerçekliğin bu yönü üzerinde durup, AB’ye biçim ve ruh vermiş olan başkent Roma’da neden böyle bir durum gelişti diye hesap sormalı ve gereğini göz önüne getirmelidir.

Kenya’nın başkentine kaçırılmam tamamıyla Avrupa ve ABD’nin ortak iradesiyle gerçekleşmiştir. En aşağılık rolü de şımarık çocukları Yunan hükümetine oynatmışlardır. Bunun hikâyesi uzundur. Kısmen bahsettim. Bu kaçırılma ve Kenya Elçiliklerinde teslim etme gerçeğini gerekirse sözlü olarak da AİHM’ye uzun uzun ve kanıtlamalı olarak anlatırım. İpe çekme, paketi, tabutluğu veya çarmıhı taşıtma görevinin çok iyi terbiye ettikleri Afrika’nın Kenyalı yamyamlarının elleriyle gerçekleştirilmesi komplonun en kirli işlerinden birisidir. Avrupa güya tertemiz oldu, suçu Kenya işledi! Açık ki, Avrupa, halkları kırdırtmada epey tecrübe kazanmıştır. Burada da basit bir siyasal cellat rolü oynatmıştır. Kamuoyundan ve yasalardan çekindikleri için, biraz da bu taktiği devreye sokmuşlardır. Yani Avrupa’da asla kirli iş olmaz; olsa olsa yamyamlar arasında olur.

ABD’NİN KENYA’DAKİ ROLÜ

Kenya’da ABD’nin rolü açıktır. Zaten ABD Başkanı kendi rolüne, yani teslim etme emrine sahip çıkmıştır. Bence Yunan İstihbaratıyla CIA’nın bu dolabı Türkiye aşkına çevirmedikleri kesindir. Ölümümün Türklerin elinde gerçekleşmesini stratejik bir amaç olarak benimsediklerinden kuşku duymuyorum. İngilizlerin yaklaşımının da bu olduğuna inanıyorum. Bana göre kısmen benim kaba bir direnişçi gibi Türk düşmanlığı yapmamam, kısmen de Türk Genelkurmayı’nın ihtiyatlı yaklaşımı bu oyundan bekledikleri bombanın hem de benim şahsımda on binlerin canına mal olabilecek biçimde patlamasını önlemiştir. 21. yüzyılın bir Kürt-Türk çatışması yüzyılı haline gelmesi önlenmiştir. Fakat her iki tarafa hem Türklere hem de Kürtlere dostluk maskesi altında oynanan bu oyunun tarihte eşine hiç rastlanmayan, Bizans oyunlarından beter en alçakça ve şerefsizce bir komplo olduğu açıktır. Hem Türklerin hem de Kürtlerin komplonun bu yönünü mutlaka görmeleri gerektiği inancındayım.

BELİRLEYECİ ROLÜ İSRAİL OYNADI

İsrail benim dünya çapında tecrit ve teslim edilmemde belirleyici rol oynamıştır. Benim Ortadoğu’ya çıkışımı ve Kürt Hareketinde yeni bir çizgi geliştirmemi stratejik açıdan kendine rakip ve tehlikeli bulmuştur. İsrail geleneksel olarak Kürt Hareketi denilince Irak Kürt işbirlikçi güçlerini esas almakta, çok yönlü ilişkilerle onlar vasıtasıyla tüm Kürtleri stratejik bir ağ içine almaya çalışmaktadır. Bu ağı parçalamam ve oldukça bağımsız hareket etmem, ayrıca işbirlikçilerin hareket sahalarını sürekli daraltmam ve Arap sahasında çok kalmam, hakkımda dünya çapında strateji geliştirmelerine yol açtı. İsrail için sanırım Arafat’tan çok daha fazla istenmez bir durum arz ediyorum. Türkiye’yle benim hakkımda stratejik ittifaka girmelerinde bu etkenler temel rol oynamıştır. Bu stratejinin İsrail sağına ait olduğundan kuşkum olmamakla birlikte, solu temsil eden Şimon Perez çizgisince ne kadar benimsenip benimsenmediği açığa çıkmış değildir.

İsrail 9 Ekim 1998’den önce bana el atmıştır. 6 Mayıs 1996 bombalamasından haberi ve desteği vardır. Yunanistan’ın ne kadar taşeron olarak kullanıldığı incelenmeye değer bir konudur. Başbakan Primakov’un beni Moskova’dan sürmesi kesinlikle İsrail ve Yahudi lobisiyle bağlantılıdır. Bizzat son seferinde Ariel Şaron’un geldiğini hatırlıyorum. İtalya’yı ABD üzerinden sıkıştıran da İsrail’dir. Londra’da, Avrupa’da istenmeyen adam olarak tavır çizilmesinin arkasındaki gücün de MOSSAD olması güçlü bir olasılıktır. ABD’yi aleyhimde teslim etme emrini vermeye zorlayan da Yahudi gerçeğidir.

Ben İsrail’in bu tavrını hep Çıkış’ta Musa’nın başına getirdikleri ve belki de öldürdükleri tavra benzetirim. Demokratik bir Ortadoğu’da Yahudi halkının da yerinin olmasını hep isterim. Yine Yahudi bilim, sanat ve felsefe gücüne hayranlık ve saygı duydum. Bana karşı yaptıklarıyla kendilerine çok zarar verdiklerini her geçen gün daha iyi anlayacaklardır. Kürtler bu yönlü gerçeği gördükçe daha çok uyanacaklar, güçlerine kavuşacaklar ve adaleti gerçekleştirebileceklerini kanıtlayacaklardır.

KOMPLOYU HALKLARIN BARIŞINA DÖNÜŞTÜRMEK

15 Şubat komplosunun Avrupa, ABD ve AİHS açısından da doğru tanımlanması gereken bir anlamı vardır. Kürt özgürlük iradesine karşı girişilen ve kesinlikle hukuk dışı ve AİHS’ye aykırı olan gözaltı ve tutuklanma durumum, Türkiye Cumhuriyeti’nden ziyade ABD ve AB kurumlarını hem hukuki hem de siyasal olarak sorumlu kılmaktadır. Çünkü savunmamda kapsamlı olarak açıkladığım gibi, söz konusu güçler ve kurumlar sömürgeci bir siyasal anlayışla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini çiğneyen, hukuka aykırı bir tutum sonucu bu durumu yaratmışlardır. Dolayısıyla AİHM’ye giderken, sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin AİHS’ye aykırı durumunu değil, esas olarak AB ve ABD’nin şahsımda Kürt özgürlük iradesine karşı işledikleri hukuk ve ahlâk dışı sorumluluklarını yargılamada göz önünde bulundurmak birincil öncelik taşımaktadır.

Halkımız üzerinde Sümerlerden beri geliştirilen kolonileştirme çabalarının ayrılmaz bir parçası olan ve esas olarak dost görünümünde işbirlikçi güçlere ve kişilere dayalı komploların en kapsamlısı olarak hayat bulan 9 Ekim-15 Şubat komplosu, istediği ve planladığı sonuca ulaşmaktan uzaktır. 20. yüzyılın tüm hainlerini ve işbirlikçilerini en üst emperyalist irade altında birleştiren bu komployu bir tarihsel Anadolu ve Mezopotamya barışına dönüştürmek, görev olarak halklarımızın ve tüm sorumlu güçlerinin önündedir. Bu göreve sahip çıkmak hem ülkenin güçlü bütünlüğü hem de laik ve demokratik cumhuriyetin özlü birliği için tek doğru tutumdur. Bu aynı zamanda tarih boyunca arzulanan onurlu barışın, kardeşliğin, özgürlük ve eşitliğin de yoludur.

* 2001 yılının Ekim ayında “AİHM Savunmaları- Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine doğru” ismiyle yayınlanan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın savunmalarından derlenmiştir.