NATO Gladio’su Türk devletinin yanındaydı - 3
Türkiye ile PKK arasındaymış gibi görünse de esasen PKK ile NATO arasında bir savaş yürürlükteydi. NATO’nun devreye girmesiyle savaş yaygınlaşmıştı.
Türkiye ile PKK arasındaymış gibi görünse de esasen PKK ile NATO arasında bir savaş yürürlükteydi. NATO’nun devreye girmesiyle savaş yaygınlaşmıştı.
NATO’nun tam desteğiyle birlikte ülkenin her yerinde katliamlar, sürgünler ve kültürel kırım devreye konulmuştu. Uluslararası Komplo da ABD öncülüğünde NATO’nun gücüyle gerçekleştirilmişti.
15 Ağustos Atılımı tarihsel olduğu kadar politik bir mesaj da içeriyordu. Bu hamle karşısında Türkiye savunma sistemi yeterli olamamıştı. Böylece NATO devreye girerek ilk hamleyi, PKK’yi ‘terörist’ listesine alan Almanya’ya yaptırdı. Önder Apo, NATO’nun Kürt halkı ve PKK’ye karşı ne gibi roller oynadığını, hangi saldırı örgütlemelerinde yer aldığını ve müzakere süreçlerinde çıkardığı engellerini 5. Savunmasında değerlendirerek Gladio savaşlarını dört dönem olarak ele alıyor.
NATO GLADİOSU’NUN İLK EYLEMİ OLABİLİR
Partileşme kararını, Haki Karer’in şehadetine cevap olarak geliştiren Önder Apo, Gladio’nun ilk eylemine ilişkin şunları belirtiyor: ”Alaattin Kapan’ın 18 Mayıs 1977’de Haki Karer’i provokasyonla tuzağa düşürüp katletmesi, daha grup aşamasındayken PKK’ye yönelik Türk ve NATO Gladio’sunun ilk eylemi olabilir. Eğer Parti Programı yayınlanmasa, PKK’nin ilanıyla buna yanıt verilmese ve Alaattin Kapan ölümle cezalandırılmasaydı, grubun tümüyle olmasa da ciddi bir tasfiyeyi yaşaması beklenebilirdi. 1978 sonlarındaki Maraş Katliamı hızla gelişen gruba karşı Gladio’nun ikinci büyük eylemi olarak değerlendirilebilir.’’
15 AĞUSTOS’U ENGELLEMEK İÇİN
Gladio saldırılarının ikinci döneminin 1980 askeri darbesiyle başladığını ve 1985’e kadar sürdüğünü belirten Önder Apo, şunları ifade etti: “Darbenin amacı başta sol güçler olmak üzere içteki tüm muhalif hareketlerin susturulması ve tasfiye edilmesidir. PKK’ye sızdırılmış unsurlar ve arkalarındaki güçlerin planlamaları, PKK Önderliğinin hareket tarzından ötürü başarılı olamamıştır.
KDP temsilcileri gerillanın hamle yapmasından yana değildirler. Özellikle sınırı geçerek ülkeye giriş aşamasında çok sayıda gerillayı şehit ettiler. 1985’te Mesud Barzani’nin Şam’da Önder Apo ile yaptığı görüşmede açıkça, "15 Ağustos Hamlesi’nden vazgeçilmesini istemesinin sadece Türkiye’nin dayatması olmadığına, bunun NATO Gladio’su ile bağlantılı bir girişim" olduğuna dair endişeleri vardır.
JİTEM VE HİZBULKONTRA ÖRGÜTLENMELERİ
Gladio’nun üçüncü dönemde daha aktif hale geldiği bir süreç gelişmişti. Önder Apo, bu döneme ilişkin, “Gladio savaşlarının üçüncü ve en önemli dönemi, 1985’ten Turgut Özal’ın 1993’te öldürülmesine kadar süren dönemdir. Mesud Barzani vasıtasıyla iletilen mesaja rağmen hamleden vazgeçmeyeceğimiz anlaşılınca, 1986’da JİTEM ve Hizbullah örgütlenmeleri devreye sokuldu. Bu soykırım modeli 1986’da JİTEM ve Hizbullah uygulamaları tarzında güncelleştirilmiş, her iki örgüt aynı kapsamda görev ve yetkilerle donatılmışlardır. On bini aşkın faili meçhul cinayet bu iki kardeş örgüte tanınan anayasa üstü yetkiler temelinde işlenmiştir. Bu dönemin başlangıcında Ozan Sefkan ve grubunun imha edilmesi, Mahsum Korkmaz yoldaşın katledilmesi, dolaylı ve direkt JİTEM’le bağlantılı önemli olaylardır. Eğer taktik önderlik 1990-93 arası dönemi doğru değerlendirip hem nicel hem de nitel olarak gerillanın büyütülmesini sürdürebilse ve taktik planlamayı pratiğe geçirebilseydi, tarihin seyri çok daha değişik olabilir, 1993 başlarında tarihi bir çözüme gidilebilirdi’’ diyor.
TURGUT ÖZEL TASFİYE EDİLDİ
Turgut Özal’ın ölümüne ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Önder Apo, şöyle devam ediyor: “Turgut Özal bunu gördüğü için uzlaşmayı daha uygun bulmuş, Kürdistan’ı kaybetmektense federal bağlarla ortak bir devlet çatısı altında bir arada tutmanın çok önemli ve halkların birlikte yaşamasının kalıcı ve kardeşçe yolu olduğuna ikna olmuştu. İç ve dış Gladio bu yaklaşımı kendilerinin tasfiyesi olarak gördükleri için bundan kurtulma ve çıkış yolunu T. Özal’ı tasfiye etmekte buldular. Irak’a yönelik ayrı planları olan ABD ve İsrail, T. Özal ve Eşref Bitlis’in yaklaşımlarını kendileri açısından son derece tehlikeli gördükleri için Demirel ve Çiller’i (E. İnönü’yle birlikte) iktidara taşımaya yol açan darbeyi hayata geçirdiler.’’
DARBECİLER AÇIĞA ÇIKARILMADIKÇA
Darbecilerin açığa çıkarılması gerektiğini vurgulayan Önder Apo, şunları belirtiyor: “Devlet içinde çok güçlü bir kanat bu dönemde Kürt sorununda barışçı çözüme hazırlanmıştı. Hâlâ karanlıkta kalan bu darbenin mutlaka aydınlatılması gerekir. Darbecilerin gerek PKK, gerekse devlet içindeki uzantıları açığa çıkarılmadıkça, barışın ve siyasi çözümün yolu kolay açılamaz.’’
HİÇBİR SAVAŞ KURALINA UYULMADI
1993-1998 yıllarını kapsayan Gladio savaşlarının dördüncü dönemini anlatan Önder Apo, bir yandan devlet içindeki barış ve siyasi çözüm yanlılarının tasfiye edildiğini, diğer yandan ise Kürt Halkı ve PKK’ye yönelik tasfiye saldırılarının sürdüğünü belirterek, şunları söylüyor: “Dört bine yakın köy yakılıp yıkıldı; milyonlarca köylü zorla göçertildi. Binlerce köylü korucular, Hizbullah ve JİTEM tarafından katledildi. Kadınlara tecavüz edildi. Çocuklar yatılı okullarda (asimilasyonist yöntemle aşağılama ve yoğunca yaşanan tecavüzlerle) kimliksizleştirildi. Köy korucularının sayısını yüz bine çıkardılar. Kendileriyle iş birliği içinde olmayan herkesi düşman ilan ettiler. PKK’ye karşı Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı operasyonlarını düzenlediler. Bunda KDP, korucular ve itirafçıları sonuna kadar ve hem de en önde kullandılar. Hiçbir savaş kuralına bağlı kalınmadı. Gerilla cesetleri bile paramparça edildi. Savaşı iç güvenlik güçlerinden ziyade Gladio-JİTEM-Hizbullah güçleri yürütüyordu. Bana karşı sonuncusu 6 Mayıs 1996’da uygulanan komploda bin kiloluk bombanın patlatılması yine bu dönemin göstergelerindendir.’’ diyerek yaşanan gerçekliklere dikkat çekmişti.
GLADİO TEKRAR DEVREYE GİRDİ
Gladio’nun 97’de tekrar devreye girerek siyasi çözümün önünü kapatmak istediğini dile getiren Önder Apo, şöyle izah ediyor: “Tıpkı 1990’ların başlarında olduğu gibi, sonlarında da stratejik başarı imkânı fazlasıyla vardı. T. Özal’ın girişimleriyle başlayan diyalog çabaları, 1997’de dönemin Başbakanı N. Erbakan ve ordudan bir kanalla devam etti. Barış ve siyasi çözüme yine çok yaklaşıldı. Sanırım yine aynı Gladio’nun el atması ve arkasında bulunan iç ve dış güçlerin harekete geçmesiyle bu diyaloglardan beklenen barış ve siyasi çözüm şansı değerlendirilemedi, buna fırsat tanınmadı. (…) 1998 Eylül’ünde Türk devletinin Suriye’ye yönelik savaş tehdidiyle Ortadoğu’daki stratejik üslenme konumuma son verilmek istendi. Bu noktaya gelinmesinde alanın ve benim stratejik konumum temel rol oynamıştır. Ama bence esas neden, barış ve siyasi çözümün ciddi olarak bir kez daha devreye girmesidir. Askeri açıdan çok önceleri de Suriye’ye yüklenebilirlerdi; bu dönemin veya yılın seçilmesi barış ve siyasi çözüm olasılığıyla yakından ilintilidir.
Özcesi, 1920’de Kahire Konferansı’nda alınan karar halen yürürlükte tutulmak istenmektedir. Kürt sorununun çözümsüz bırakılması, kendileri için çok önemli olan Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun kontrolü açısından hayati önem arz etmektedir. PKK’ye ve dolayısıyla Kürtlere yönelik birçok iç ve dış gücün yaklaşımını bu parametrede değerlendirmek daha aydınlatıcı olacaktır. 1998 yılı benim için de gerçekten bir dönüm noktası olmalıydı. Çözümlemelerde de yoğunca işlediğim gibi kısırdöngüye, daha doğrusu Gladio-JİTEM-Hizbullah üçlüsüne takılan gerilla savaşı bu üçlü kıskacı yırtmadan savaşı bir üst aşamaya sıçratamazdı. Barış ve siyasi çözüm olmazsa devrimci halk savaşının bir üst aşamaya sıçratılmasından başka yol düşünülemezdi.”
Devam edecek…