28 Şubat post-modern darbecilerin tutuklanması siyaset-medya dünyasında yeni hareketlenmelere yol açtı. Basın içinde ‘itiraf’ sesleri yükselmeye başladı. O dönem Radikal gazetesinin Ankara temsilcisi olan Ýsmet Berkan ‘hepimiz, kullanıldık’ dedi. Aslında Berkan, Türk gazete patronlarının, yayın yönetmenlerinin, gazetecilerin her 10-15 yılda bir yaptıðını yaptı. Geleneði bozmayarak ‘samimi’ itiraflarda bulundu.
Daha önce Sabah gazetesinin eski sahibi Dinç Bilgin, 28 Şubat sürecine ilişkin tüyler ürpertici itiraflarını kamuoyu ile paylaşmıştı. Siyasetçilerin, iş dünyasının, üniversitelerin ve tabi ki medyanın darbecilerle nasıl kirli bir ilişki içine girdiklerini bir bir sayıp dökmüştü. Bu uðursuz işte nasıl ‘kullanıldıðını’ anlatmıştı.
AMÝRAL GEMÝSÝNÝN ÝTÝRAFÇISI
Hatırlardadır, Ahmet Kaya ’bir Kürtçe eser okudum, yayımlayacak televizyon arıyorum’ dediði an, çatal-bıçaklar havada uçuşmuştu. Hakaret ve küfür sınır tanımaz bir şekilde bolca harcanmıştı. Hürriyet, Sabah başta olmak üzere gazeteler Ahmet Kaya’yı hedefe oturtmuş, aðza alınmayan küfür ve hakaretleri manşetlere taşımışlardı. Akıllara kazınan en terbiyesiz manşeti ise kendisini Türk basının ‘amiral gemisi’ olarak niteleyen Hürriyet gazetesi atmıştı. Ýki kelimeden oluşan bir küfürdü.
Bir Kürtçe türkü söyleyecek diye, özelde Ahmet Kaya’yı, genelde ise Kürt halkını hedef alan ‘Vay şerefesiz’ manşetini atanlar, aslında mutlu idiler. Yaptıkları işin doðruluðundan hiç şüphe etmiyorlardı. Kendilerinden emindiler. Arkalarında şimdi Sincan’da yatan Çevik Bir’inde aralarında bulunduðu apoletli generaller vardı.
Ahmet Kaya, Hürriyet ve Sabah gazetelerinin başını çektiði linç kampanyası sonrası sürgüne çıkmak zorunda kaldı. ‘Vay şerefsiz’ manşeti 20 Temmuz 1999’da atılmıştı. Ahmet’in kalbi bu sınır tanımayan, tarihin tanıdıðı bu en adi linç kampanyasına ancak 14 ay dayanabildi. Ahmet, zamana yayılan bir infazın kurbanı oldu. Bu cinayetin ‘suç ortaðı’ ise ‘amiral gemisinin’ kaptan köşkünde oturuyordu.
Ancak ‘Vay şerefsiz’ manşetini atan Hürriyet gazetesinin Ertuðrul Özkök adlı yayın yönetmeni 13 yıl sonra gittiði Paris’te, Père Lachaise mezarlıðına bir ‘uðrayalım’ diyor, Ahmet Kaya’nın mezarını ziyaret ederek, günah çıkarıyordu.
Özkök bir infaza ortak olmuş ‘işbirlikçi’ ruhla kendisini aklamaya çalıştı. Ýnfazdaki rolünü itiraf etti. Ve bunu yaparken, Özkök kendinden beklenmediði düzeyde bir iki laf daha etti. Ve Özkök bu günah çıkarma sayansında "Taşlanacaksam eðer, ilk taşı, hiç manşet günahı olmayan atsın" türünden doðru bir sözde sarf etti.
TEMÝZ MANŞET ATAN YOK
Evet, Özkök ‘doðru’ söylüyordu. Çünkü bu memlekette manşet suçu işlemeyen tek bir genel yayın yönetmeni, kilit noktada duran, su başını tutan gazete sahibi, köşe yazarı ve gazete temsilcisi yoktu. Dünde yoktu, bugünde yoktur. Herkes, bir dönem bir şekilde suça bulaşmış, iktidara ve güçlüden yana olmuş, çıkar ve gelecek uðruna gözünü kırpmadan kirli ve yalan manşetler atmıştı. Atmaya devam ediyordu.
28 Şubat sürecinde Refah Partisi ve onun lideri Necmettin Erbakan’da benzeri bir kampanyaya maruz kaldı. Yer yer terbiye sınırları dahi aşıldı. Bu kirli işin başını o dönem Sabah, Milliyet ve Hürriyet gazeteleri çekiyordu. Gazete manşetlerinde bir öcü yaratılmıştı. Artık ülkenin başbakanına karşı her türlü hakaret mubahtı. O dönemin tetikçilerinden, kod isimle anılan ‘gazetecilerden’ Fatih Altaylı gibiler şimdi kıvırmaya çalışıyor. Kendilerinin de sürecin ‘maðduru’ olduðunu ispatlamak için, sahte senaryolar üretiyorlar. Ancak yemezler.
Cumhuriyet’in kuruluşundan buyana Kürtlerin hak taleplerine karşı atılan manşetler ise hiç deðişmedi. Örneðin en son geçtiðimiz Cumartesi günü Akşam gazetesi ‘Kaçakçıya PKK tarifesi; ver çocuðunu geç sınırı’ türünden hem yalan ötesi, hem de ırkçılıðında sınırlarını zorlayan bir manşetle çıktı. Yani güya aileler sınırı geçebilmek için çocuklardan birisini PKK’ye vermek zorun dalarmış! Varın gerisini siz düşünün.
Doðrusunu söylemek gerekirse 90’lı yıllarda kara propagandanın başını çeken Türk medyasının ‘amiral gemisi’ biraz ‘uslanmış’ durumda. Buna yorgunlukta diyebiliriz. Ancak onun yerini Fettullah Gülen cemaatinin ve hükümetin yayın organları almış. Aynı suçu ve günahı daha fazlasızla onlar işliyor. Irkçı, kirli ve günahkar manşetleri ‘amiral gemisine’ de taş çıkartırcasına onlar atıyor. 12 Eylül anayasa referandumu sürecinde, 12 Haziran seçimlerinde ve en son faili meçhul cinayetler gündeme geldiðinde atılan manşetlere, yapılan özel savaş haberlerine bakmak yeter.
Aslında Hürriyet gazetesinin Ahmet Kaya’yı hedef alan o ‘meşhur’ manşetiyle, veya 28 Şubat sürecinde Erbakan’ı aşaðılayan o manşetlerle, örneðin Taraf gazetesinin Kortek katliamını PKK’nin üstüne yıkmak için attıðı manşet ararsında bir fark yoktur. Veya Türk medyasının Roboski katliamında 12 saat sırra kadem basması, sadece bu yılın özelliklede Ocak ve Şubat aylarında Yeni Şafak, Sabah, Zaman, Star, Vakit gazetelerin Kürdistan Özgürlük Hareketine karşı attıkları o kirli ve kara propaganda manşetlerin, 28 Şubat sürecince çevik Bir’in talimatıyla atılan manşetlerden bir farkı yoktur. Daha öncede söyledik, bunların apoletleri ceketlerinin altında gizli. Hepsi o kadar.
Hatta bu medya psikolojik ve kirli savaşta bir adım daha öne çıkmıştır. Örneðin hükümetin emir-komuta zinciri içinde hareket eden Yeni Şafak gazetesi DTK ve BDP eş başkanlarını her türlü terbiyeyi de aşarak ‘katil’ diye lanse etmiştir. Manşete çekmiştir. Çok deðil, bundan altı-yedi ay önce.
ÖZÜR DÝLEMEK HER ZAMAN ERDEM DEÐÝLDÝR
Şimdi Kürtlere karşı psikolojik savaş yürüten bu gazetelerin, televizyon ve dergilerin yayın yönetmenleri, tıpkı Dinç Bilgin, Ertuðrul Özkök veya Ýsmet Berkan gibi 10-15 yıl sonra ortata çıkıp ‘biz halt ettik’, ‘biz kullanıldık’, ‘günahkarız’ gibi itiraflar da bulunur ve özür dilerlerse, ne yazar. Allah aşkına ne yazar! Hiçbir şey yazmaz.
Elbette ki hatadan dönmek, yapılan yanlışlıktan dolayı özür dilemek bir erdemdir. Ortada istisnai bir durum söz konusu olursa bu böyledir. Ancak ortada sistematik, planlı ve programlı yapılan kirli bir iş var. Hem de bu öyle kirli bir iş ki insanların hayatlarına mal oluyor. Ocakları söndürüyor. Huzur ve barışı engelliyor. Bir halkın meşru hakkını ve hukukunu yok sayıyor. Türk halkına ise ırkçılık ve şovenizmin zehrini içiriyor. Şimdi bu kirli işten dolayı, atılan onca yalan manşetten dolayı, yıllar sonra ‘kusura bakmayın, biz kullanıldık’ demek ve özür dilemek asla bir erdem olarak görülemez.
Bu nedenle Kürtlere karşı her saat, her gün kara propaganda üretenler, kirli manşetler atanlar, gerçeði öldürenlerin, yarının hesabını şimdiden yapmaları gerekiyor. Ya suç işlemekten, kirli manşet atmaktan, yalan haber yapmaktan, kalmışsa eðer vicdanlarının sesini dinleyerek, vazgeçecekler, yada günahlarını çoðaltarak, erdemsizliði seçecekler.
Gerçekten artık bu sahtekarlıktan bıktık. Herkese gına geldi. Geç gelen özrü, itirafı artık kimsenin anlayışla karşılayacak durumu yok. Ayrıca Kürtlerin ırkçılıkta ve kirlilikte sınır tanımayanları baðışlamaya ne gücü, ne mecali ve ne de niyeti var artık. En iyisi ne hakikati öldürün, ne de itirafçı olun.
ANF NEWS AGENCY