Ne olacak?-Ne yapmak gerekiyor? Doğan Çetin
Ne olacak? Bu aralar çoğunluğu meslektaşlarımdan oluşan geniş bir kesimin sorduğu bu soruyla karşılaşıyorum. Bu soru uzun bir süredir gerçek anlamda cevapsız kalıyor...
Ne olacak? Bu aralar çoğunluğu meslektaşlarımdan oluşan geniş bir kesimin sorduğu bu soruyla karşılaşıyorum. Bu soru uzun bir süredir gerçek anlamda cevapsız kalıyor...
Ne olacak? Bu aralar çoğunluğu meslektaşlarımdan oluşan geniş bir kesimin sorduğu bu soruyla karşılaşıyorum. Bu soru uzun bir süredir gerçek anlamda cevapsız kalıyor. Ne olacağına dair belirsizlikler kadar ne olduğuna dair tanıklıklarımız ve tedirginliğimiz, ne olduğuna inanmak istemeyen o en insan yanımız bu soruyu cevapsız bıraktı. Ne olduğu ve ne olacağı apaçık ortadayken bu soruyu sormak küçük bir umut aramak misali iyi şeyler olacak mı sorusunun ta kendisiydi. İyi şeylerden kastedilen de herkesin malumu yeniden müzakereye dönmekti.
Yeniden müzakereye dönmek konusunda Türkiye’nin önündeki en büyük engelin Erdoğan olduğu çok açık bir gerçek. Bu konuda Erdoğan’ın ağzından çıkanlar ve yapılanlar süreci neredeyse geri dönülmez bir noktaya itti. Kaldı ki bu konuda sesini yükseltenlerin karşısında bile ağır ithamlarla önce Erdoğan durdu. Bu bakımdan sürecin özellikle Erdoğan aşılmadan böyle bir keskin viraja girmesini beklemek mümkün görünmüyor. Bunu akıllarda tasavvur etmek bile güç hale geldi. Bunu en iyi sürecin bir tarafı olan Kürt özgürlük hareketi görmüş durumda. Buna rağmen PKK’li yetkililerin her fırsatta hareketlerinin sorunun demokratik siyasi zeminde çözümünden yana olduğunu belirten değerlendirmeleri mevcut. Ancak ‘eskisi gibi’ olmaz şerhini de düşerek.
‘Eskisi gibi’ ifadesinden anlaşılan AKP’nin bu süreci kendi inisiyatifinde bir oyalama taktiği olarak kullanma isteği. Nitekim geçmiş deneyimlerde Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan ve Kürt Özgürlük Hareketinin süreçle ilgili çok önemli çaba ve fedakarlıkları olmasına rağmen bu gerekli karşılığı bulmadı. AKP söz verilenleri yerine getirmedi. Sürece katılması gereken sivil toplum örgütleri, bağımsız izleme heyetleri, uluslararası gözlemci güçler AKP tarafından kabul edilmedi. Bu unsurları katmak, inisiyatifi bir parça olsun bu güçlere bırakmak demekti bu da bir saldırı planının gereği olarak ortaya konan oyalama taktiğinin deşifre olması anlamına geliyordu. Gerilla güçlerinin sınırdışına çekilmesine dayandırılan bu sürecin bir saldırı planının hazırlığı olduğu 24 Temmuz saldırılarıyla ortaya çıktı. Müzakere süreçlerine denk gelen tarihlerde hazırlanan ve alt yapısı oluşturulan “Çöktürme planı” tam da bu müzakere süreci içinde gizliden gizliye yürürlüğe konuldu. 24 Temmuz ile birlikte ise açıktan bunun startı verilmiş oldu.
Bu gerçek şimdi yeni bir müzakere olabilir mi sorusuna cevap verememenin en büyük nedenlerinden biri durumunda. Ayrıca çöktürme planının psikolojik harp ayağı gereği müzakere ve çözüm söyleminden özenle kaçınan, ekranlarda öz güvenle ‘bitireceğiz’ mesajları veren AKP iç ve dış politikasını hiç de müzakere ihtimaline göre oluşturmuş değil. Bu hususta umutları bile öldürürcesine sivrileşen, taş üstünde taş baş üstünde baş koymamayı belleyen, astığım astık kestiğim kestik söylemleriyle Türkiye’de oluşabilecek savaş karşıtı o büyük barış ve demokrasi hareketinin de önüne geçmiş ve bastırılmış oluyorlar. Toplum barışı hayal etmekten müzakereyi düşünmekten bile alı konuluyor.
Ancak siz böyle yüksek perdeden söylenen bitirdik gerilediler söylemlerine bakmayın derim. Sürecin Erdoğan’ın başarılarıyla yürüdüğüne dair oluşturulan algı bir safsatadan ibaret. Hele o savaş bilançosu bağlamında ifade edilen rakamlar... Gerçek şu ki öz yönetim direnişleri temelinde YPS öncülüğünde gelişen şehir savaşı yine gerillanın baharla birlikte ilk işaretlerini verdiği eylemsellik durumu daha şimdiden AKP’yi özelde de gerçek yüzü gittikçe teşhir olan Erdoğan’ı ciddi anlamda zorlar hale geldi. Bu zorlanma çok boyutlu. Askeri alandan tutalım, siyasi alana, ekonomik alandan tutalım dış politikaya çok yönlü bir yenilgi sürecinden bahsediyoruz. Öyle ki bizzat Tayyip Erdoğan’ın özel çabalarıyla baharın başında ‘çöktürme planı’nı yeniden canlandırmayı içeren bir hamle içerisine girdiler. Dış politikada yeniden dost kazanma adına İsrail’le Mavi Marmara’da yaşananların unutulmasını öngören trafik, bunun yanında Erdoğan’ın özel temsilcisi olarak Hakan Fidan’ın Rusya ile olan temasları, Avrupa’nın Mülteciler sorununun çözülmesi temelinde memnun edilmesi, Rojava politikaları konusunda ABD’nin tembihleriyle ayağını daha fazla denk alan yaklaşımlar, Türkiye’de İslam ülkeleriyle bir araya gelmeler bunun bir parçası olarak dış politikada bir restorasyon olarak gündeme geldi. Türkiye dış politikasını ‘küresel çapta terörle mücadele’ adı altında içerideki Kürt düşmanlığı çerçevesinde yeniden dizayn ederek, eski kaba söylemlerden kaçınmış daha modern bir anti-Kürt ittifakı yaratmak istedi. Bununla kalmadı geçmiş sürecin anti-Kürt ittifakının önemli unsurlarından biri olan İran’la da bu konuda nikah tazelemek anlamında işbirliğine girişmek istedi. Bunlara bir de yerel tüm unsurları katmak anlamında Güney’deki Kürt güçlerine çağrıda bulunarak anlaşmalar teklif etti. Bu anlaşmaların YNK tarafından kabul edilmeyip deşifre olduğu kamuoyuna yansısa da bunun dışında kalan KDP gibi güçlerle belli ittifakların oluştuğu anlaşıldı. İçeride bu restorasyon hamlesini sürdürmek isteyen Erdoğan Kürt karşıtı tutumunu genişleterek demokrasi karşıtı sert ürkütücü bir siyasi ve politik yaşam inşa etti. Tutuklamalar, soruşturmalar, katliamlar, kapatmalar, kayyum atamaları, işten kovmalar, sürgünler, soykırım operasyonları, şehirlerin yakılıp yıkılması, göçertme politikaları gibi yöntemler saraydan ardı arkası gelmeyen talimatlar olarak ya yürürlüğe kondu ya da tırmandırıldı. Kürdistan’ı Mülteci kampları adı altında paramiliter güçlerle kuşatarak toplumsal ayağa kalkışlarda kullanılmak üzere yeni bir karanlık ordu kurmak için hazırlandı. Şimdi gündemde olan dokunulmazlıkların kaldırılması bu halkaları tamamlayıcı bir unsur olarak gündeme geldi.
Özel savaş basını ise bütün bunları “Büyük lider Erdoğan önderliğinde teröre karşı tarihi başarılarla geleceğe yürüyen müreffeh Türkiye” imajı altında yansıtma becerisini gösterdi. Toplum şimdiki gibi bütün bunlara rağmen yaralı, yenilgili, korkak ve diz çökmek üzere olan bir rejimin gerçek yüzünü göremedi.
Bu restorasyon sonuç aldı mı alacak mı? Kesinlikle almadı, almayacak. Bu konjonktürde hiç bir dış güç Türkiye ile Kürt karşıtı bir politikaya dayanak yapılabilecek bir politikayı benimsemedi, uzun bir süreç de benimsemeyecek gibi görünüyor. İçerde ise bastırma yıldırma geriletme ve korkutmaya dayanan siyasi yaşamın faşizan uygulamalarla dizayn edilmesi direnişi kıramadı, mücadeleyi geriletemedi. Bu direniş karşısında sadece JÖH ve PÖH’lerin değil çok yönlü savaşır halde olan AKP rejimi yanlısı tüm güç odaklarının başarabilmesi mümkün görünmüyor.
Bundan sonrası daha da önemli hale geldi. Ülkenin neredeyse tüm gücünün ve enerjisinin seferber edildiği diz çöktürme savaşı ile sonuç almadığı apaçık ortada olan, gittikçe daha fazla zorlanan Erdoğan ve AKP’si müzakereyi yeni bir politik hat olarak tercih edecek mi etmeyecek mi? İşte açmaz burada. Bilinen Erdoğan’ın böyle bir hattı tercih etmesi AKP’nin çözülmesine ve Türkiye’nin kazanmasına yol açacak. Bunu tercih etmemesi ise Erdoğan’ın aşılması ve Türkiye’de demokratik siyasetin daha fazla güç sahibi olduğu yeni bir siyasi denklemin oluşmasına neden olacak.
Savaşla kazan-kazan siyasetini yürütmeyi uman Erdoğan ve AKP’nin gelinen noktada her biçimde kaybet-kaybet noktasına geldiğini görüyoruz. Bu tür durumlarda aslında en doğrusu ne olacak sorusundan ziyade ne yapmak gerekiyor sorusuna odaklanmak. Yaşanan gelişmeler karşısında ne olacak gibi beklentili pasif soruyla cevap aramaktansa ne yapmak gerekiyor sorusunu yöneltip sorumluluk almak ve yola koyulmak daha gerçekçi. Hiç olmazsa ne olacağı apaçık ortadayken kendimizi kandırıp bir şey yapmadan iyi şeyler olabileceği gafletine düşmeyiz.