Operasyon ve Erdoğan’ın kucağındaki ateş topları - Cahit Mervan

Operasyon ve Erdoğan’ın kucağındaki ateş topları - Cahit Mervan

Gülen Cemaati, AKP hükümetine karşı ‘büyük hamlesini’ yaptı. Polis-yargı gücünü kullanarak ‘yolsuzluk operasyonu’ başlattı. İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu dahil, onlarca kişi bu operasyonda gözaltına alındı. Hükümetin karşı hamlesi gecikmedi. Emniyetteki bazı şube müdürleri görevden alındı. Bunun arkası gelecek. Hükümetin emniyet ve yargı içinde ‘Hizmet Hareketi’nin üyelerini görevden almakla kalmayacağını, benzeri polisiye operasyonlar yapacağını söyleyebiliriz. Yani Gülen Cemaati’nin önde gelenleri yarın, öbür gün ‘hükümete komplo kurmak ve darbe yapmaktan’ gözaltına alınırlarsa kimse şaşmasın. Çünkü yakın bir gelecekte bu savaşta kısmi de olsa bir ateşkes olmayacak.

Görünen o ki, polisin aralarında üç bakanın oğlu, Erdoğan’ın en yakınındaki iş adamı, bürokratlar ve İstanbul’un en büyük ilçelerinden Fatih’in AKP’li belediye başkanını ‘yolsuzluk ve rüşvet’ suçlamasıyla bir ‘şafak vaktinde’ gözaltına almasına şaşıranlar var. Şok yaşayanlar var.

Halbuki bu ekibin kanlı ve kansız eylemlerini, hamlelerini başından beri takip edenler için bu son operasyon bir anlamda bekleniyordu.

SİVİL OLDUĞU KADAR KARANLIK BİR GÜÇ

AKP hükümetini direkt hedef alan ve onu yolsuzluk gibi en yumuşak karnından vuran bu operasyonun çapı bize başka bir şeyi daha gösteriyor. Bu operasyonu yapan güç sanıldığında daha güçlü. Devletin derinliklerine nüfus etmiş. Orada ciddi manada örgütlenmiş. Emniyet istihbaratı, Polis, yargı ve bürokrasi içinde kök salmış bir güç. Buna bir de farklı sektörlerden elde edilen milyarlarca dolar gelir ve büyük medya gücünü de eklemek gerekiyor. Aslında sivil görünümlü, hayli karanlı bir güç. Entrika, komplo ve pusu kurmadan uzman bir güç.

Bu nedenle adına ‘cemaat’ denilen ama aslında bir ‘network’ olan bu hareketin marifetleri son operasyonla sınırlı değil. Bu hareketinin daha kanlı operasyonları var. En azından bu konuda ciddi kuşkular söz konusu. Özelliklede Kürdistan’da ve Kürt Özgürlük Hareketine karşı.

Gülen Cemaati’nin örgütlendiği ve kadro devşirdiği ‘Dershaneler’ gündeme geldiği zaman, tıpkı barış süreçlerinde olduğu gibi ortamı allak-bullak etmek için bazı provokasyonların gündeme geleceği hissediliyordu. Bunun ayak sesleri geliyordu. İşaret fişekleri Gülen Cemaati’nin yayın organlarında atılıyordu.

ERDOĞAN’IN KUCAĞINDAKİ ATEŞ TOPLARI

‘Sivil’ olduğu kadar, ‘derin ve kirli bir yapı’ olan Gülen hareketi ilk önce Kürdistan’da harekete geçti. Gülenci polis ve özel timler Gever’de üç Kürt yurtseverini öldürüldü. Büyük bir kargaşa ve provokasyon yaratmak için bu katliam yeterli olmadığını düşünmüş olmalılar ki, bu kez yargı içindeki ‘özel elamanlarını’ devreye soktular. Rehin tutulan 5 BDP’li vekille sömürge hukuku uygulayarak esaretlerinin devamına karar verilmesini sağladılar. Bir kez daha güçlü bir paralel devlet olduklarını gösterdiler.

Bir kez daha diyoruz, çünkü AKP ve onun tek şefi Tayyip Erdoğan bu ‘network’un kirli dosyalarını, kendi bencil iktidarını devam ettirmek için hep el altında tuttu. Hatta Roboski gibi bir ateş topunu kucağında tuttu. Bunu Paris ve son Gever izledi.

Hatırlayalım. Türk savaş uçakları 28 Aralık 2011 akşamı Roboski’de katliam gerçekleştirdikleri zaman, birileri de bu vahşetin olası sonuçlarını yönlendirmek için derin mahzenlerde hazırlık yapıyordu. Savaş uçakları Güney Kürdistan’dan Kuzey Kürdistan’a giriş yapan bir grup ‘kaçakçıyı’ amansız bir şekilde bombardımana tutmuş, çoğu çocuk ve genç olmak üzere 34 Kürdü aleni bir şekilde katletmişti.

Katliamı yapanlar tıpkı daha sonra Paris katliamında olduğu gibi tez elden senaryolarını pazara sürdüler. Sözde gazeteci kimlikli Mehmet Baransu adlı ‘özel elamanla’ katliamın ‘PKK içindeki MİT unsurları tarafından verilen istihbarat sonucu’ gerçekleştiği yalanını yaymaya başladılar.

Bu kara propagandanın belirgin üç amacı vardı:

Bir: Katliamı gerçekleştiren gücü mümkün olduğunca gözlerden ırak tutmak. Gerçek katilleri gizlemek.

İki: Türk savaş uçakları tarafından açıkça katledilen Kürtler olmasına rağmen Kürt hareketini, PKK’yi dolaylı olarak zan altında bırakmak, onu karalamak ve gözden düşürmek.

Üç: Katliamı ahlaksızca Gülen cemaati ile Erdoğan ekibi arasında o günlerde dipte devam eden, daha çokta MİT’te yoğunlaşan savaşın malzemesi yapmak.

Gülenciler benzeri bir kara propagandayı Paris katliamında da yaptı. En son Gever katliamına ilişkin bu ekibin medyasında atılan manşetler, yapılan haberler ise daha çok yenidir. Cihan Haber Ajansı’nın Gever’deki polis infazına ilişkin geçtiği sahte fotoğraf aslında üç Kürt yurtseverinin katilini nerede aramamız gerektiğini bize gösteriyor.

ÇÖZÜMÜ DİNAMİTLEYEN GÜÇ

AKP hükümeti iki kez Kürdistan Özgürlük Hareketi ile masaya oturdu. Görüşmeler yaptı. Kürt sorunun çözümü için müzakerelerde bulundu: Oslo ve İmralı görüşmeleri.

Aslında Oslo görüşmelerinde büyük mesafe alındı. Taraflar çözüm için birçok noktada anlaştı ve uzlaştı. Ancak bu derin güç devreye girdi. Süreci kökünden değiştirdi. Görüşme ve müzakere devam ederken Kürtlere karşı tarihin tanıdığı en kapsamlı cadı avı başlatıldı. Peşi sıra Oslo Görüşme metinleri deşifre edildi. Süreç Silvan’da Türk askerlerinin göz göre göre ölüme gönderiliği bir operasyon sonucu çöktü.

Oslo sonrası başlatılmak istenilen süreç Roboski katliamıyla hiç başlamadan bitti. İmralı görüşmeleri başladığı zaman ise kanlı provokasyonun adresi bu kez Paris’ti.

Türk başbakanı Tayyip Erdoğan yürütmenin başı olarak elbette ki hem siyasi soykırım operasyonlarında, hem, Roboski, Paris ve Gever gibi Kürtleri can evinden vuran katliamlardan, hem de BDP vekillere uygulanan ‘düşman hukukundan’ birinci derece sorumludur. Ancak şimdi bu ip en çok onun boğazını sıkmaktadır.

Bu nedenle Erdoğan kendisini en yumuşak karnından vuran Gülencilerle ‘barışmayı’ tercih eder, yolsuzluk ve katliam dosyalarını bir ateş topu gibi kucağında taşımaya kalkarsa, yanar. Kül olur. Hiç kimse onu kurtaramaz. Bir kez olsun işe doğru yerden başlamak gerekiyor. Önce Olso, sonra Roboski ve peşi sıra Paris, Gever…

Bakın o zaman bu işin ucu nereye kadar gidiyor? Pennsylvania’ya ya kadar mı gider, yoksa yer yerinden mi oynar?