Ordu’nun seçim “kampanyası”-Veysi Sarısözen

Şu anda eğer “izleme komisyonu” kurulmuş olsaydı, onun ilk işi Ağrı’da meydana gelen kanlı olayları araştırmak olacaktı.

Şu anda eğer “izleme komisyonu” kurulmuş olsaydı, onun ilk işi Ağrı’da meydana gelen kanlı olayları araştırmak olacaktı.

Bu komisyon, hemen “çatışma bölgesine” gideceğini “taraflara” duyuracak, o nedenle her iki tarafın da “çatışmaya son vererek” mevzilerine çekilmesini isteyecekti.

Komisyonun “yürekli” üyeleri, “taraflardan” her hangi bir yanıt gelmese bile, büyük bir “sivil meydan okumayla” bölgeye adım atarak, “tarafları” kesin bir “sınavdan” geçirecekti.

Sonra, gerilla mevzilerine “indirilen” 15 askerle yüz yüze görüşecekti.

Çatışmayı önlemek için çatışma bölgesine yürüyen sivil halkla konuşacaktı.

Oradaki subaylara şu soruyu soracaktı:

“10 Nisan gecesi, yıllardan beri gerillanın bulunduğu bölgeye, ateşkes sürerken, neden yüzlerce askerle girdiniz? Neden 15 askeri gerillanın mevzilerinin dibine indirdiniz?”

Bu soruya, Genelkurmay’ın açıklamasında ifade edilen “gerekçelerle” yanıt verebilecek bir tek namuslu Türk subayı olabilir mi?

Örneğin askerlerinin önünde o bölgeye giden ve yaralanan bir “teğmen” ya da “astsubay”, “biz o bölgeye, ‘terör örgütünün şenlikte HDP adaylarına zorla oy verin diyecek olan terör örgütünü önlemek için gittik” diyecek midir?

Demeyecektir. Çünkü “ateş kes” şartları hüküm sürerken, hiçbir ordu, “düşman saflarına” böyle bir sebeple “sızmaya” kalkmaz. “Sızmaya” kalkışırsa, çatışmanın kaçınılmaz olduğunu bilir. “Çatışmanın” da “ateşkese” son vermek olduğunu düşünür.

Yani saçmalamaz.

Demek ki, ordunun 10 Nisan harekatı, “askeri” amaçlı bir harekat değildir; “siyasi” amaçlı bir harekattır. Türk hükümeti adına Ağrı Valisi tarafından verilen, gerçekte ise MGK’nın son toplantısında alınan karar gereği olarak yapılan, genel olarak “çözüm sürecine”, özel olarak da “seçim sürecinde HDP’ye” karş bir harekattır. AKP'nin emrindeki asker “seçim kampanyasına” Ağrı’da kanlı başlamaştır.

Erdoğan'ın "izleme komisyonunu" neden önlediği anlaşılmıştır. Bu "komisyon" kurulsaydı, hiç kimse bu "provokasyonu" yapmaya cesaret edemezdi.

“Ateşkes” “barış” demek değildir. Şu anda hükümet ile PKK arasında yapılan tartışma, “silahlı mücadelenin sona erdirilmesi ve en nihayetinde de Türkiye’deki PKK güçlerinin silahsızlanması” üzerinedir.

Yani ne PKK’nin “silahlı mücadeleyi sona erdirmesi” gerçekleşmiştir, ne barış sağlanmıştır, ne de bunların en nihai sonucu olarak PKK silahsızlanmıştır. Bunların gerçekleşmesi için İmralı’da “görüşmeler” yapılmaktadır. Hepsi bu kadardır.

Yani “savaş hali” sürmektedir.

“Savaş hali” sürmekle birlikte, savaşan taraflar, “barış için görüşmeler yapılırken”  Hasan Cemal’in tabiriyle “ellerini tetikten” çekmişlerdir; “Savaş hali” sürmekle birlikte, “silahlı çatışmalara” “ara verilmiştir.” Ateşkes bu demektir.

Demek oluyor ki, “ateşkes” sürerken taraflar “silahlıdır”. Aynı zamanda TSK PKK’ye düşmandır. PKK de TSK’ya düşmandır.

Şimdi sen yüzlerce kişilik bir askeri birliği, ağır silahların koruması altında “düşman saflarına” “sızdırırsan” ve ancak “fedai eylemlerinde” kullanılan bir yöntemle, 15 askeri de havadan tam da gerilla mevzilerinin dibine “indirirsen”, bütün bunları da, “teröristler propaganda yapacaklardı, HDP adaylarını zorla destekletmek isteyeceklerdi” gibi gülünç iddialara dayandırsan, herkes senin niyetinin ne olduğunu bir bakışta anlar. Niyetin “seçim öncesinde çatışma çıkartmak, buradan da elinde tırnak çakısı bile olmayan HDP’nin ‘kampanyaya silahla başladığı” yalanını uydurmak olduğunu anlayacaktır.

Şöyle düşünelim: Bir gerilla birliği, başarılı bir kamuflaj yaparak, Ağrı’daki bir mekanize taburun “nizamiye” kapısında peydah olsa ne olur? Diyelim ki, bu gerilla birliği, o taburdan gerillanın koyunlarını çalan bir askeri istemek için oraya “sızmış” olsun. Nizamiyedeki nöbetçi ne yapar? “Merabayin kardeşler, ne istiyorsunuz” mu der, yoksa tetiğe mi basar?

Ordunun durumu böyledir. Bilerek çatışmayı provoke etmiştir. “Şenlik yapacaklar”, “terör örgütünün propagandasını yapacaklar”, “vatandaşa HDP’ye oy verin baskısı yapacaklar” diye gerilla mevzilerine “sızma” ve “indirme” yapmanın amacı çatışma çıkartmaktır.  

Çatışma bir kere çıktıktan sonra da “medyatörlerin” harekete geçmesi ve aşağılık manşetlerle bu provokasyonun ürünlerini devşirmesi marifet değildir.

Durum şöyledir:

Gerilla ile ordu birlikleri iki yıldır “karşılıklı” olarak mevzilenmiş ve fakat silaha başvurmadan karşılıklı olarak duruyorlar.

İster PKK’li bir grup, ister TSK’lı bir grup, bir diğerinin mevzilerine “sızma”, “indirme”, “bindirme” filan yaptığında, her iki taraf bunun silahlı çatışmaya yol açacağını bilmektedir.

O nedenle, “ateşkes” koşullarında, eğer taraflardan birisi “ateşkesi baltalamak” ve buradan da seçim eşiğinde kanlı çatışmaları kışkırtmak istiyorsa, bunu başarmak çocuk oyuncağıdır. “Nereye, niçin gittiklerini bilmeyen” onbeş yirmi Mehmetçiği doldurursun bir helikoptere, indirirsin gerillanın burnunun dibine…Başlatırsın çatışmayı. "Ateşkes"i bitirmek böyle bir provokasyonla kolayca sağlanır. Şu anda hem seçim güvenliği tehlikededir, hem de ateşkes tehlikeye girmiştir.

Seçim öncesinde, hem seçim güvenliğini, hem de ateşkes uygulamasını denetlemek, gözlemlemek üzere, (madem ki “milli göz” olmuyor, madem ki Erdoğan böyle bir “milli gözü” engelliyor, o halde) uluslararası bir gözlem heyetinin kurulması acil bir ihtiyaçtır. 
 Yazıyı bitirirken bu provokasyonu açığa çıkaran ve DBP Eşbaşkanı Kamuran Yüksek tarafından sorulan kilit soruyu tekrar soralım: 
 10 Nisan günü gerillanın üslendiği bölgede ne işiniz vardı? Genelkurmay açıklamasında "tek bir silahlı tehdit" gerekçesi olmadığına, sadece "terör örgütü propagandasından, HDP'ye baskıyla destek sağlamak" gibi saçmalıklardan söz edildiğine göre, ordunuzun "işi" propagandayı önlemek mi? Şenliği örgütleyen HDP-DBP'yi "terör örgütü" olarak suçladığınıza göre, siz HDP'nin seçim mitinglerini de basacak mısınız?