Önder Apo, 27 Şubat'ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum” adlı çağrısıyla, Türkiye’deki Kürt meselesine dair yeni bir perspektif sundu ve yeni bir çözüm sürecine dair tarihi bir adım attı. Bu çağrı, devletin yıllardır sürdürdüğü, Kürt sorununu yalnızca bir terör meselesi olarak ele alan dar bir yaklaşımına karşı güçlü bir duruş sergileyerek, meselenin çok daha derin ve kapsamlı bir karakter taşıdığını ortaya koydu. Önder Apo, bu çağrısında Kürt sorununun sadece güvenlik odaklı bir mesele değil, aynı zamanda tarihsel, kültürel ve toplumsal bir sorunu olduğunu vurguladı. Bu bağlamda, yalnızca askeri müdahalelerle çözülmesi mümkün olmayan bir sorunun, demokratik ve politik yollarla çözüme kavuşturulması gerektiğini belirtti.
Yapılan bu çağrı, yalnızca Türkiye ve Kürdistan’da değil, uluslararası alanda da büyük yankı uyandırdı. Çeşitli açıklamalarda Önder Apo'nun çağrısı memnuniyetle karşılanırken, sürecin başarılı olabilmesi için Türk devletine somut adımlar atması gerektiği vurgulandı. Ancak, bu çağrıya rağmen Türkiye henüz somut bir adım atmış değil. Devletin bu tutumu, sürecin geleceği hakkında kaygıları artırıyor ve çözüm arayışlarını sekteye uğratıyor. Bu belirsizlik, Türkiye'nin çözüm yönündeki samimiyetini sorgulatıyor.
Önder Apo’nun tarihi çağrısını ve buna bağlı gelişmeleri İtalya Sosyal Dayanışma Eski Bakanı Paolo Ferrero ile konuştuk.
26 yıldır İmralı Adası'nda tutuklu bulunan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 27 Şubat’ta Kürt sorununun demokratik çözümüne yönelik tarihi bir çağrı yaptı. “Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa siyasi çözüm” küresel kampanyasının bir destekçisi olarak, bu çağrıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bana göre, Öcalan’ın çağrısı olumludur çünkü çok ağır bir sorunu gündeme getiriyor. Kürt halkının ve onun kendi kaderini tayin hakkının sorununa siyasi bir çözüm bulunabilir mi, bulunamaz mı? Asıl mesele olan bu sorulara yanıt arıyor. Bir diğer soru ise askeri yolun gerçekten bu sorunun siyasi çözümüne ulaşmak için en iyi yöntem olup olmadığıdır.
Bana öyle geliyor ki Öcalan “hayır” diyor, yani askeri yol artık en iyi seçenek değil. Uzun yıllar boyunca silahlı mücadelenin gerekli olduğu tartışılmaz bir gerçektir ve eğer bu mücadele verilmemiş olsaydı, bugün bu soruları soramazdık. Bu nedenle, bunun bir siyasi öneri olduğunu düşünüyorum. Geçmişte hatalar yapılmadığını söylemek değil, ama mevcut güç dengesi göz önüne alındığında, artık başka bir seviyeye geçmenin gerekli olduğunu kabul etmektir. Bu seviye, siyasi süreçtir ve şu an Türkiye’deki durum ile çevre ülkelerle olan ilişkiler, bu sürecin ilerlemesini mümkün kılabilir.
Bu yüzden Öcalan’ın çağrısının olumlu olduğunu düşünüyorum. Bunun üzerine tartışmanız ve bunu nasıl uygulayabileceğinizi düşünmeniz çok önemlidir, çünkü bu kolay bir iş değildir. Bu yolun gerçekten mümkün olup olmadığını ve Öcalan’ın işaret ettiği yönde nasıl ilerlenebileceğini ayrıntılı bir şekilde incelemek gerekecektir.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrının üzerinden geçen zamana rağmen Türk devleti, bugüne kadar somut adım atmış değil. Hatta İmralı’daki tecrit hali devam ediyor. Bu koşullarda PKK’ye yapılan silah bırakma çağrısı sizce ne kadar karşılık bulur?
Bu konuda çok şey söyleyemem, çünkü bunun tamamen Kürt hareketi içinde, PKK içinde tartışılması gereken bir mesele olduğunu düşünüyorum. Doğru bir tutum ile yanlış bir tutum, olumlu bir taktik ile olumsuz bir taktik arasındaki sınır çok ince ve bu konuda kesin bir şey söylemek gerçekten zor.
Ben burada, İtalya’dan, “Şunu şöyle yapmalısınız” diyemem. Bu benim rolüm değil ve böyle bir şey mümkün de değil. Bu yüzden, doğrudan sahada olan, bu durumu birebir yaşayan yoldaşların perspektifi belirleyip bu doğrultuda çalışmasının doğru olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda, Türkiye hükümetinden veya Türk siyasetinde yer alan diğer siyasi partilerden ne gibi açıklamaların geldiğini de takip etmek gerekiyor. Çünkü onlar da bu tartışmanın bir tarafı. Bana göre, şu anda en önemli şey dinlemek. Örneğin, ABD ve Rusya arasındaki görüşmelerde şunu gördük: ABD bir şey söyledi, Rusya ise “Evet, müzakereye açığız ama aynı fikirde değiliz” dedi. Ve bu, olağan bir durum olarak kabul edildi.
Dolayısıyla, bana göre Öcalan’ın önerisinin en önemli yanı, bu yönde bir diyalog kapısını açmış olmasıdır. PKK’de bu doğrultuda müzakereye açık olduğunu belirtti. Şimdi asıl mesele, bu sürecin nasıl başlatılıp ilerletileceğini görmek. Ancak Öcalan, hâlâ cezaevinde olmasına rağmen bu süreci yönlendirmeye devam ediyor.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, İmralı’nın ağır koşulları altında bu süreci yürütmeye çalışıyor, dediğiniz gibi. Siyasi yollarla tarihi bir sorunu çözmeye aday olduğunu iddia eden bir devletin, karşısındaki muhatabını hala cezaevinde tutmaya devam etmesi, sizce bu devletin ne kadar samimi olduğuna işaret eder?
Evet, çok haklısınız. Öcalan’ı hala cezaevinde tutmak, devletin sürece yaklaşımının bir göstergesi. Eğer, Türkiye devlet olarak bu sorunu siyasi yollarla çözmek istiyorsa, bu çağrıya karşılık vermek ve buna dönük adım atmakla sorumludur.
Öcalan da gelecekte yeni açıklamalar yapabilir veya farklı yönlendirmelerde bulunabilir. Ama bence asıl mesele, devletin bu çağrıyı dikkate alıp ve onu ilerletebilecek bir konumda olması gerekiyor. Öcalan’ın çağrısının hayata geçirilmesi için uygun koşulları oluşturmak ve aynı zamanda güvenli bir tartışma ortamının sağlanmasını garanti altına almak gerekiyor. Özellikle Türkiye’deki Kürt halkının güvenliğinin teminat altına alınması öncelikli bir meseledir. İşte bu tartışmanın asıl zorluklarından biri de budur. PKK’nin lider kadrosunun bu konuyu dikkatli ve etkili bir şekilde değerlendirme kapasitesine sahip olduğuna inanıyorum.
Biz Avrupa’da, Öcalan’ın bu çağrısını desteklememiz, bunu olumlu bir adım olarak görmemiz ve Türk hükümetinin baskıcı tutumlar sergilemesini engellemek için elimizden geleni yapmalıyız. Türk devletinin sürece tutumunu ifşa edebilir, Avrupa hükümetlerinin de bu sürece olumlu bir katkı sunmaya zorlamalıyız. Şu an Avrupa’da siyasi durum zor olsa da, eğer böyle bir destek sağlanma ihtimali varsa, bunu değerlendirmek gerekir. Öcalan’ın çağrısının olumlu bir yöne gitmesi için etrafında bir siyasi çalışma yürütmenin mümkün olduğuna inanıyorum.
Abdullah Öcalan’ın bu çağrısı, ideolojik bir yeniden değerlendirme mi, yoksa siyasi bağlamın dayattığı stratejik bir değişiklik mi?
Öcalan’ın savunduğu paradigmadan vazgeçtiğini düşünmüyorum. Yakın zamanda İtalya’daki Cosenza Üniversitesi’nde bu konuyla ilgili bir tartışmaya katıldım. Bana göre, Öcalan’ın düşüncesi, yalnızca siyasi ve taktiksel koşullara bağlı değil, bunların ötesine geçen bir kavramsal çerçeveye dayanıyor.
Öcalan’ın şöyle düşündüğünü düşünüyorum – ve bu konuda onunla aynı fikirdeyim – halkların özgürleşme süreci, özellikle de Kürt halkının özgürlük mücadelesi, düşmanı dönüştürebilme kapasitesine sahip olmalıdır. Sadece askeri güç kullanarak bir özerklik veya bağımsızlık durumu dayatılamaz; eğer düşmanın tutumunu değiştiremiyorsanız ve iki olasılık arasında bir uzlaşma bulamıyorsanız, bu süreç başarıya ulaşamaz. Çünkü maddi güç açısından bakıldığında, Türk devletinin askeri olarak Kürt halkından çok daha güçlü olduğu açıktır. Dahası, Türk devletinin bugüne kadar korkunç katliamlar yapmaktan, büyük suçlar işlemekten geri durmadığını da gördük.
Bu nedenle, Öcalan’ın temel düşüncesi, Kürt halkının askeri çatışmaları amaçlamadığını göstermek ve vurgulamaktır. Kürtler, askeri mücadeleye ancak Türk hükümetinin dayattığı koşullara yanıt vermek için başvurmuştur. Bu, stratejinin merkezi değil, koşulların zorladığı bir durumdur.
Bugün Öcalan, yeni bir adım atılabileceğini ve tartışmaların farklı bir seviyeye taşınması gerektiğini söylüyor. Bana göre bu, olumlu bir fikir. Açıkça görülüyor ki askeri değil, siyasi bir süreç yürütülmeli ve bu süreç uluslararası destek alarak dünya sahnesinde görünür hâle getirilmelidir. Aksi takdirde, Türk hükümeti istediği gibi hareket etmekte özgür kalacaktır. Bu nedenle, Avrupa’da bu süreci desteklemek, daha fazla ışık tutmak ve dünya kamuoyunun dikkatini çekmek çok önemlidir. Böylece, Türk hükümetinin her istediğini yapmasına engel olunabilir.
Abdullah Öcalan’ın çağrısının ardından Almanya da dâhil olmak üzere birçok ülke ve Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri António Guterres destek açıklamaları yaptı. Bu sürecin başarıya ulaşması noktasında, Avrupa’nın ve BM’nin sorumluluğu nedir?
Açık söylemem gerekirse, Avrupa Birliği (AB) çözüm değil, sorunun bir parçasıdır. Bunu Suriye konusundaki tutumunda da görebiliriz. AB sıklıkla pozisyon değiştiriyor. ABD ile ilişkilerinde de Avrupa, uluslararası bağlamda bazen Amerikalılardan bile daha sorunlu bir tutum takınıyor. Bunu şu an Rusya ile olan ilişkilerinde de görebiliyoruz. Bu yüzden, Avrupa’daki sol güçler olarak, bu süreci lehimize çevirmeli ve Öcalan’ın çağrısını desteklemeliyiz. Bu doğrultuda, PKK’nin ‘terör’ örgütleri listesinden çıkarılması için mücadele etmemiz gerekiyor.
Bu mücadeleyi her cephede vermek zorundayız. BM’ye gelince, Avrupa Birliği’nden biraz daha olumlu bir durumda olduğu açık. Bu yüzden, orada bazı olumlu adımlar atılabilir ve bu yönde çalışmalıyız. Çünkü Guterres, Türk hükümeti üzerinde baskı kurabilecek bir konumda bulunuyor.
Bence ilk adım, PKK’nin ‘terör’ örgütleri listesinden çıkarılması için bir kampanya yürütmek olmalıdır. Böylece barış ve diyalog süreci başlayabilir. Çünkü herhangi bir nihai sonuca varmadan önce, öncelikle diyalog zeminini yeniden açmak gerekiyor.
İmralı’nın kapılarının uzun bir süreden sonra tekrardan açılmasındaki en büyük etkenlerden birisi de hiç kuşkusuz ki, küresel çapta yürütülen “Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa siyasi çözüm” kampanyası oldu. Bu kampanyanın bir destekçisi olarak, bu süreçte neler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Bu kampanya kesinlikle devam edilmesini düşünüyorum. Öcalan’a özgürlük talebi şimdi daha fazla dile getirilmeli ve toplumsallaştırılmalı. Çünkü Öcalan’ın maruz kaldığı koşullar tahammül edilemez, inanılmaz ve insanlık dışıdır. Hele ki şimdi, Öcalan böyle bir barış önerisi sunmuşken, onun serbest bırakılması mücadelesi daha da önemlidir. Ancak her durumda, bu kampanya yürütülmelidir. Çünkü Öcalan’ın bu şekilde, tecrit içinde, hapiste tutulması kabul edilemez.
Bu yüzden belki de şu anda Kürt hareketleriyle diğer ülkelerdeki dayanışma arasındaki en önemli ortak mücadele noktası, Öcalan’ın özgürlüğüdür. Çünkü bugün onun serbest kalmadan barış görüşmelerinin başlatılabileceğini söylemek çok zordur. Eğer Öcalan özgür olursa ve müzakereleri bizzat yürütürse, işler çok daha kolay olur. Bu tek başına tüm sorunları çözmez belki ama sorunun %90’ını çözeceği kesin.
Bu nedenle, Öcalan’ın özgürlüğü için şimdiye kadar olduğundan daha güçlü bir kampanya yürütmek gerekiyor ki gerçek bir müzakere süreci başlayabilsin.
PKK’de yaptığı açıklamalarda silah bırakmanın tartışılması için düzenlenecek olan kongreye Hareketin Önderinin katılmasının esas olduğunu dikkat çekti. Böylesi tarihi bir süreçte Abdullah Öcalan’ın hareketiyle doğrudan iletişiminin sağlanması nasıl bir öneme sahip?
Silah bırakma süreci çok karmaşık ve kolay olmayan bir süreçtir, bunu dünya örnekleri bize gösterdi. Ve bu süreci, hareketin en temsilci figürü, tarihi ve siyasi lideri olan kişi, sözünü söyleme fırsatına sahip olmadan yapamayız. Bu çok açık. Bence süreç uzun olacak. Bu nedenle, bugün çalışmaya başlamak gerekiyor. Çünkü süreci başlatma şansı olan bazı ilk adımlar atılmalı. En kötü durum, Öcalan’ın süreci başlatma önerisinin, her şeyin durduğu bir duruma düşmesi olur ki bu çok olumsuz bir durum olur. O yüzden, Türk devletinin sürecin önünü açacak, bunun ihtimalini sağlayacak ilk adımları atması gerekiyor.
Öcalan bir devlete bir teklif sundu, bu teklifin bir milimetre, bir santimetre ilerlemesi için ne yapılması gerektiğini görmek gerekiyor. Süreç ilerlemeli, durmamalı, bu durumda kalmamalı. Bu noktada, Apo'nun özgürlüğünün önemini bir kez daha vurgulamak istiyorum. Çünkü gerçekten inanıyorum ki, Öcalan'ın özgürlüğü, hem Kürt hareketi ve halkı için hem de Kürt meselesi gibi Orta Doğu'daki büyük uluslararası bir sorunun çözülmesinde tarihi bir değişim yaratma fırsatıdır.