Paris katliamlarla mı anılacak?-Selahattin Erdem
Paris katliamlarla mı anılacak?-Selahattin Erdem
Paris katliamlarla mı anılacak?-Selahattin Erdem
Kürtler Paris’te 9 Ocak 2013’te üç kadın devrimcinin (Sara, Rojbîn ve Ronahî) katledilmesi olayını protesto ederken, Paris’te 7 Ocak’ta benzer bir katliam daha yaşandı. El Kaideci veya IŞİD’çi olduğu tartışılan iki kişi tarafından mizah dergisi Charlie Hebdo’nun bürosu basılarak 12 kişi katledildi. Gerçi 9 Ocak günü katiller etkisiz hale getirildi, fakat hem Paris ve hem de Fransa söz konusu olayla ciddi bir biçimde sarsıldı. Hatta dünyayı da sarstığı için “Fransa’nın 11 Eylül’ü” olarak tanımlandı.
Şimdi herkes bu kanlı saldırıyı tartışıyor ve kendi açısından değerlendirmeye çalışıyor. Siyasetçiler, basın çevreleri, farklı devlet yetkilileri özellikle “Basın özgürlüğü” vurgusu yaparak katliamı kınıyor. Daha çok uzun süre de bu katliamın tartışılacağı anlaşılıyor. Çünkü söz konusu katliam bir savaş olarak değerlendiriliyor ve “Terörle savaş” olarak ifade ediliyor. Böylece dünyanın yeni tür bir savaş içinde olduğu vurgulanıyor.
Bu noktada özellikle Türkiye’den yükselen değerlendirmeler ve AKP Hükümeti adına yapılan açıklamalar dikkat çekiyor. Bu değerlendirme ve açıklamalarda büyük ölçüde bir suçluluk psikolojisi yansıyor. Çünkü söz konusu katliamı yapanlar, bunu “İslam adına yaptıklarını” belirtiyorlar ve katliamları yaparken “Allah-u ekber” diyorlar. Dolayısıyla Müslüman toplum ister istemez bu olaylardan etkileniyor ve kaygı duyuyor. Bu nedenle Türkiye gibi çok büyük oranda Müslüman olan bir toplumun değerlendirmelerine bu tür etkilenmelerin yansıması doğaldır.
Türkiye suçunu örtbas etmek istiyor
Fakat AKP Hükümeti adına yapılan açıklamaları benzer bir doğallıkla ele almak mümkün değildir. Çünkü onların bu gelişmeler içinde belli bir sorumlulukları var. İslam’ı siyasete taşıyanların başında AKP geliyor. Hatta kendi siyasetini Ortadoğu için zorunlu ve başarılı bir model olarak sunuyor. Diğer yandan AKP’nin söz konusu gruplarla ilişkili olduğu da biliniyor. Geçmişte El Kaide ile ilişkileri zaman zaman basına yansımıştı. Son yıllarda ise IŞİD ve El Nusra gruplarıyla çok sıkı bir ilişkisinin olduğunu artık herkes biliyor. Dolayısıyla bu tür katliamlardan sorumlu tutulduğunu AKP’nin kendisi de hissediyor ve suçlu psikolojisi ile konuşup başkalarını suçlamaya çalışıyor.
Tabi bütün özel savaş hükümetlerinin yaptığı gibi, AKP Hükümeti de bu tür suçlamaları PKK’nin ve Kürtlerin üzerine atıyor. “Terörizme karşı ortak mücadele” diyerek bunu ifade ediyor ve söz konusu katliamdan hemen siyasal yarar sağlama arayışına giriyor. Aslında yaşanan katliamlardan bir biçimde sorumlu ve suçluyken, yavuz hırsız misali hemen durumu tersine çevirerek söz konusu terör katliamlarına karşı mücadeleyi kendisinin Kürtlere karşı yürüttüğü özel savaşla birleştirmeye çalışıyor. Fakat ne yaparsa yapsın, gerçekleri gizlemesi ve yaşanan olaylardaki kendi sorumluluğunu ve suçunu örtbas etmesi mümkün değildir.
Özgürlük şehri nasıl 'katliamların' şehri haline geldi?
Kuşkusuz Paris’te 7 Ocak günü yaşanan katliamı en iyi anlayan toplumların başında Kürtler geliyor. Çünkü Kürtler hemen her gün benzer katliamları yaşıyor. Kürdistan’da kültürel soykırım uygulayan güçler tarafından bu tür katliamlara maruz kaldıkları gibi, yurtdışında da aynı güçlerin ve ortaklarının katliam saldırılarına da maruz kalıyorlar. En somut örneği 9 Ocak 2013’te yaşanan Paris Katliamı! Dolayısıyla söz konusu katliamların acısını en iyi Kürtler biliyor. Bu temelde 9 Ocak katliamını bir kez daha lanetlerken, 7 Ocak’ta mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yöneltilen vahşi saldırıyı da kınıyor, özgür basın şehitlerini saygıyla anıyoruz.
Ancak burada ister istemez şu soru insanın aklına geliyor: Paris bundan sonra hep katliamlarla mı anılacak? “Özgürlük şehri”ne ne oldu da “katliamlar şehri” haline geldi? İşte bu soruyu herkesten daha açık bir yüreklilikle Kürtler sorabiliyor. Çünkü bundan iki yıl önce benzer vahşi bir saldırıyı hem de Paris’te kendileri yaşadılar. İki yıl boyunca başta Kürt kadınları olmak üzere tüm halk söz konusu katliamın aydınlatılması için çok yoğun bir mücadele verdi. Fakat benzer karşılığı Fransa yönetiminden bulamadı. Fransa yönetimi adeta çaresizliği oynayan bir tutum takındı. Ancak sorun çaresiz kalma değil, olaydan ekonomik kazanç sağlamaydı.
Bu nedenle söz konusu soruya elbette böyle davranan Fransa yönetiminin cevap vermesi gerekiyor. Fransa yönetiminin izlediği faydacı politikalar özgürlük şehri Paris’i katliam şehri haline getiriyor. Kürtlerin çok haklı bir biçimde ifade ettikleri gibi, eğer Fransa yönetimi tarafından 9 Ocak 2013 Paris Katliamı aydınlatılmış ve sorumluları açığa çıkarılıp hesap sorulmuş olsaydı, insanlığın vicdanını acıtan 7 Ocak 2015 katliamı yaşanmayabilirdi.
Katliam hesabını sormak yerine çıkarların hesabı yapıldı
Ama böyle yapılmadı. Koskoca Fransa devleti, iki yıldır 9 Ocak katliamının hesabını soramadı. Hem de sorumluları açıkken, ortada çok net belgeler varken, bazı çıkarlar uğruna bunu yapmadı. Katliamın hesabını sormak yerine, onu nasıl çıkara dönüştüreceğinin hesabını yaptı. Dahası katillerin üzerine gidemeyen Fransa yönetimi, mağdurların üzerine yürüdü. Kürt yurtseverleri ve Kürdistan Özgürlük Hareketi üzerinde baskı ve engellemelerini sürdürdü. Dernekler basıp insanları tutuklayarak, uydurma suçlarla yıllar boyu zindanlarda tuttu.
Şimdi herkesin ciddi bir muhasebe yapması gerekiyor. Bunu özellikle de Fransa, Almanya, İngiltere ve ABD yapmalı. Örneğin şu sorulara cevap verilmeli: 7 Ocak katliamının yıllardır özgürlük isteyen Kürtlere karşı uygulanan baskı ve tutuklamalarla bağı nedir? Yine bu katliamın, Kürt halkı üzerinde kültürel soykırım uygulayan Türkiye ve İran devletlerine verilen desteklerle bağı nedir? Çünkü hiç kimse söz konusu terör katliamlarının Türkiye ve İran’daki siyasetlerden bağımsız olduğunu söyleyemez. Yine 7 Ocak katliamının “Yeşil kuşak” veya “Ilımlı İslam” adlarıyla geliştirilen politikalarla bağı nedir?
Demek ki şimdi “Teröre karşı savaşıyoruz” diyenler, aslında izledikleri politikalarla söz konusu “Terörü” kendileri yarattılar. Şimdi biraz da şaşkınlık ve sarsıntı içinde “Teröre karşı mücadeleyi biz kazanacağız” diyorlar. Terör katliamını yapanlarla İslam toplumunun hiçbir ilişkisi olmadığını belirtiyorlar. Kuşkusuz söylenen bu sözler doğrudur, “Allah-u ekber” diyerek söz konusu katliamları yapanların Müslümanlıkla hiçbir ilişkileri yoktur. Peki ama o halde bu canavarları yaratanlar kimlerdir? Kürtler bu canavarlıklara karşı savaşırken, şimdi “Terörle savaşıyoruz” diyenler ne yapıyorlardı? Ve de kimden yanaydılar?
Yarattıkları canavarla savaşmak zorunda kaldılar
Herkesin şimdi bu sorular çerçevesinde durum değerlendirmesi yapması ve doğru cevaplar vermesi gerekiyor. Özeleştirel bir yaklaşımla kendi sorumluluklarını görüp düzeltmesi gerekiyor. Her şeyden önce başarılı olmak buna bağlıdır. Kuşkusuz kararlı ve bütünlüklü bir duruş ve mücadele gereklidir. Başarı ancak böyle bir duruş ve mücadele ile sağlanabilir. Fakat doğru mücadele yürütebilmek için de düşmanın doğru tespiti ve tanımlanması kesinlikle şarttır.
Bunun için de şu tespitleri yapmak gerekiyor. İster El Kaide, ister IŞİD adıyla olsun, söz konusu grupların, adına hareket ettiklerini söyledikleri “İslam dini” ile hiçbir ilişkileri yoktur. İstedikleri kadar sakal uzatıp “Allah-u ekber” desinler, onların demokratik kültürel İslam ile hiçbir ilişkileri yoktur. Tıpkı İslam’ı kendi iktidarlarının aracı yapanlar gibi, bunlar da vahşetlerinin aracı yapmaya çalışıyorlar. Yine söz konusu grupların tarihsel toplum gerçeği ve günümüz Ortadoğu toplumsal sorunlarıyla da hiçbir ilişkileri yoktur. Bu gerçekleri temsil ettikleri iddiası koskoca bir yalandan başka bir şey değildir.
O halde İslam dini ile, tarihsel toplum gerçeği ile, günümüz Ortadoğu toplumsal sorunlarıyla ilişkisi olmayan söz konusu gruplar neyi temsil ediyorlar? Besbelli ki kapitalist sistemin Ortadoğu’da yaşadığı kriz ve kaosun ürünü oluyorlar. Sorunlara çözüm bulamayan, tersine daha da ağırlaştıran Üçüncü Dünya Savaşı'nın çıkmaz ve çözümsüzlüğüne dayalı olarak ortaya çıkıyorlar. Bu temelde ciddi bir yıkım ve provokasyon gücü oluyorlar. Artık bu gerçekler kanıtlanmış durumdadır.
Peki gerçek böyleyse, o zaman sorumlu kimdir? Herhalde bu sorunun cevabı aydınlatılmış oluyor. Açıkça görülüyor ki, günümüzün canavarlarını yaratanlar, onların oluşumundan sorumlu olanlar, şimdi onlarla bir biçimde savaşmak zorunda kalıyorlar. Yani yaratanlarla yaratılanların çatışmasına sahne olunuyor. Boynuz büyüyüp kulağı geçtiği için, hizaya çekilmesi gerekiyor. Eğer Fransa ve benzeri güçler böyle bir özeleştirel yaklaşımla söz konusu soruna ve mücadeleye yaklaşırlarsa ancak başarılı olabilirler. Tabi gerçekten başarılı olmak istiyorlarsa!
KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA