Paris'ten Cizre'ye özel savaş-Selahattin Erdem
Paris'ten Cizre'ye özel savaş-Selahattin Erdem
Paris'ten Cizre'ye özel savaş-Selahattin Erdem
9 Ocak 2013’te gerçekleştirilen Paris Katliamının ikinci yılı doluyor. İki yıl önce Paris’in göbeğinde PKK kurucularından Sakine Cansız (Sara) ile iki PKK kadrosu Fidan Doğan (Rojbin) ve Leyla Şaylemez (Ronahi) adlı üç Kürt kadın devrimci güpegündüz katledilmişti. Başta kadınlar olmak üzere tüm Kürtler ve dostları iki yıldır bu üç devrimcinin anısını yaşatmak ve alçakça işlenmiş söz konusu cinayeti açığa çıkarmak için aktif mücadele ediyor. Katliamın üçüncü yılına girilirken kadınların ve tüm Kürtlerin öfkesi daha da büyümüş görünüyor.
Katliam üzerinden koskoca iki yıl geçmiş olmasına rağmen, katliamın kimler tarafından nasıl işlenmiş olduğuna dair Fransız polisi tarafından kamuoyuna henüz ikna edici bir açıklama yapılabilmiş değil. Dünyaca ünlü Fransız polisi ağzı kilitlenmişçesine susuyor ve katliama dair gerçekleri bir sır gibi saklıyor. Oysa geçen bu iki yıl içinde başta Fransa Cumhurbaşkanı olmak üzere kaç Fransız yetkilisi Türkiye’ye gidip döndü. Aynı şey Türkiye açısından da geçerli. Bu iki yılda başta Tayyip Erdoğan olmak üzere kaç Türkiyeli yetkili Fransa’ya gidip döndü. Fransa ile Türkiye arasında ne tür askeri ve ekonomik pazarlıklar ve anlaşmalar yapıldı!
İşte "Özgürlükler ülkesi" denen Fransa’nın durumu bu. Sıra Kürtlere gelince özgürlükler yerini kirli özel savaşa bırakıyor. Adaletin yerini maddi çıkar pazarlıkları alıyor. Dolayısıyla başta Kürtler olmak üzere tüm insanlığın yüreği kanıyor. Özgürlük ve adalet duygularında zedelenme yaşanıyor. Kürtlerin ve insanlığın küresel kapitalist sisteme dair umut ve güvenleri iyice azalıyor. Zaten başka bir şeyin olması da mümkün değil.
Katliamın üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen, bilinen şey henüz katliamı Ömer Güney adlı Sivaslı ve BBP’li bir kişinin yapmış olduğudur. Aslında söz konusu bu bilgi de pek az değil. Bu bilgiye BBP’nin kurucu Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun bir helikopter "kazası" ile öldüğü ve Paris Katliamı ardından başta Tayyip Erdoğan olmak üzere tüm AKP yöneticilerinin olayı "PKK içi kavga" biçiminde yansıtmaya özel çaba harcadıkları bilgileri de eklenirse, o zaman aslında her şey aydınlanmış oluyor.
Bu nedenle bizce her şey aslında çok açıktır. Sadece Fransız makamların gerçeği ortaya koymaları ve mümkünse hukuki hesap sormaları beklendi, o kadar. Ancak söz konusu beklentilerimize gereken cevabı alamadık. Bu da yaşanan vahşi katliamı sürekli tazeledi ve Kürt halkının acılarını büyüttü. Bu acılar içinde bilinçlenen ve bilenen bir gençlik kuşağı ortaya çıkardı. Bugün herkes söz konusu bu kuşağın direnişini seyrediyor ve "Neden bu kadar sert" diye hayrete düşüyor. Rüzgar eken fırtına biçer! Paris Katliamı ardından nasıl bir Kürt gençliği bekleniyordu ki!
İki yıldır sözde aydınlatılamayan Paris Katliamının son derece planlı ve profesyonelce gerçekleştirilmiş bir katliam olduğu açık. Başta PKK Kurucularından Sakine Cansız olmak üzere bu üç kadın devrimcinin önceden kararlaştırılıp planlanan bir saldırıya maruz kaldıkları ortada. Katliamı gerçekleştiren kişi olarak yakalanan Ömer Güney’in durumu da bunu gösteriyor. Tabi iki yıldır Fransız polisinin ciddi bir açıklama yapmaması da olayın mahiyetini ortaya koyuyor.
Burada "Mevcut olayı kimler istedi ve nasıl yaptırdı?" soruları hala cevaplandırılmayı bekliyor. Yapıldığı zamanın özellikleri dikkate alınırsa, söz konusu katliamın TC Devletinin işi olduğunu söylemek bir suçlama olmaz, belki de sadece gerçeği ifade eder. Söz konusu dönemde Türk medyasının sayfalarında "Otuz-kırk PKK yöneticisini öldürün bu iş biter" cümlelerinin sıkça yazıldığı ve öldürülecekler listesi yayınlandığı dikkate alınırsa, gerçeğin belirttiğimiz gibi olduğu kolayca anlaşılır. PKK kurucusu olan ve her düzeyde yönetim görevi yürütmüş bulunan Sakine Cansız’ın söz konusu listede yer aldığından ve bu nedenle öldürüldüğünden kuşku duyulabilir mi?
Devletin yaptığı bu işten AKP Hükümeti'nin bilgisi ve onayının olduğunu gösteren çok sayıda emare de söz konusu. En önemli emare o dönemdeki AKP yöneticilerinin yaptıkları açıklamalar. Burada şunu belirtebiliriz: Olayı bilmeyenler ve sorumluluk korkusu duymayanlar AKP yöneticileri gibi açıklama yapamazlardı. Dolayısıyla AKP Hükümeti ya baş suçlu, ya da suçlunun ortağı! Bunun dışında başka ne tür kirli işbirlikleri cinayetin içinde var, henüz bunları bilemiyoruz.
Bunlara bir de Paris Katliamı'nı gerçekleştiren kişinin özelliklerini ekleyelim. Ömer Güney isimli katilin BBP’li bir aile çevresinden olduğu biliniyor. Belki de BBP görünümlü bir kontrgerillacıdır. BBP’lilerin Kürt halk gerçeğine inkarcı yaklaşımı ve özellikle de BBP gençlik kollarının Kürt düşmanı davranışları dikkate alınırsa, söz konusu kişinin BBP’li olarak görünüp gizli bir tetikçilik yapmış olması çok güçlü bir olasılıktır. Belki de Muhsin Yazıcıoğlu bile BBP’lilerin gizli güçler tarafından böyle katliamlarda kullanılabilmesi için öldürülmüştür.
Şimdi buradan geçen hafta yaşanan Cizre olaylarına ve "PKK-Hizbullah çatışması" denerek iki yurtsever Kürt gencinin katledilmesi olayına gelelim. Aralık ayının Kürt katliamlarıyla dolu olduğunu biliyoruz. Maraş Katliamından Roboskî Katliamına kadar uzanan bir katliamlar dizisi var. 27 Aralık 2014 günü Cizre’de yaşananın da yeni bir Kürt katliamı olduğu tartışmasız. Paris Katliamı ile benzerliği, görünüşte başka bir siyasal eğilim tarafından yapılmış olma süsü verilmesi. Demek ki bu, AKP Hükümeti'nin ve yeni devletin Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı bir mücadele yöntemi oluyor.
Burada AKP’nin ve yeni özel savaş devletinin PKK’ye karşı gündemleştirdiği yeni mücadele yöntemlerini doğru görmek gerekiyor. Bunlardan bir tanesi kontrgerilla marifetleriyle PKK yöneticilerini katletmek! Nitekim Paris Katliamı tamı tamına böyle bir olay oluyor. Bu yöntemlerden bir diğeri ise, MHP, BBP ve Hüda-Par gibi güçleri PKK ile çatıştırmak! Daha doğrusu MHP, BBP, Hüda-Par görüntüsü altında gizli devlet güçleriyle PKK’ye saldırmak! Paris Katliamı'nın aslında böyle bir boyutu da var. Ama bu gerçek Cizre’de daha net görülüyor.
AKP’nin PKK’ye karşı mücadelede çok tehlikeli yöntemlere başvurmakta olduğu görülüyor. 6-8 Ekim olayları sürecinde de bu durumu biz gördük. Türkiye’de MHP ve BBP’liler, Kürdistan’da ise Hüda-Par’lılar Kürt yurtseverlerine ve dostlarına saldırtıldı. Ya da bu görüntüler altında devletin kendisi saldırdı. Cizre’de yaşananlar da benzerdir. "PKK-Hizbullah çatışması" kavramını en çok dillendiren AKP’liler olmaktadır. Hatta "PKK’ye karşı mücadelede en etkili yöntemin Hüda-Par’ın kullanılması" olduğunu söyleyen AKP’liler vardır.
Eğer bu belirttiklerimiz doğru değilse, bunları AKP değil de Fethullahçılar veya devletin başka güçleri yapıyorsa, o zaman AKP sözcüleri bunu kamuoyuna açıkça ifade etmelidir. Böyle yapılmadığı sürece, en azından siyasal sorumlu olarak sorumluluk AKP’nin üzerindedir. Tehlikeli bir özel savaş kapsamında yaşanan olayın iki boyutu vardır: Birincisi özel savaş sisteminin MHP, BBP, Hüda-Par görünümü altında Kürtlere karşı savaşmasıdır. İkincisi ise, AKP’nin örgütlediği yeni özel savaş sisteminin MHP, BBP, Hüda-Par gibi güçleri paramiliter güçler olarak Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı saldırtıp "Örgütler arası çatışma" diyerek kendini kamufle etmesidir. Nitekim Paris Katliamı'nın da AKP Yöneticileri tarafından "PKK içi çatışma" olarak yansıtılmaya çalışıldığı bilinmektedir.
Görülüyor ki, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın müzakere sürecini başlatabilmek için ısrar ve sabırla çalışma yürütmesine rağmen, Kürt halkına ve Özgürlük Hareketi'ne karşı derin çevreler tarafından yeni komplolar ve provokasyonlar tezgahlanmaktadır. Demek ki içinden geçilen süreç de ciddi bir mücadele sürecidir ve de tehlikelerle doludur. O halde süreci doğru okumak ve dikkatli olmak gerekir. Bu süreçte de ciddi komplolar ve provokasyonlar yaşanabilir. Paris ve Cizre katliamları gösteriyor ki, Kürt devrimcileri her zaman dikkatli ve tedbirli olmalı ve her türlü saldırıya karşı aktif mücadele edebilmelidir. Bu temelde Paris ve Cizre şehitlerini saygıyla anıyor, yaşananlardan gereken dersleri çıkartarak hareket edeceğimizi belirtiyoruz!
KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA