PKK’nin 39. yılındaki vuruşuyla AKP faşizmi son nefesini verecek!

PKK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan: AKP ve TC'yi, ölüm-kalım noktasına 38. PKK yılındaki Demokratik Özyönetim Direnişleri getirdi. Ve bu sistem, PKK’nin 39. yılında Özgürlük Mücadelesi’nin vuruşuyla son nefesini verecek.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, PKK’nin 38. kuruluş yıldönümünü ilişkin sorularımızı yanıtladı.

PKK’nin 38’inci kuruluş yıldönümüne sayılı günler kaldı. PKK, 26-27 Kasım 1978 tarihinde Amed’in Lice ilçesi Fis köyünde 23 kişinin katılımıyla ilk kongresini yaptı. 38. kuruluş yıldönümü mesajınızla birlikte, Kürdistan’da hangi koşullar ve ihtiyaçlar sizi PKK’ye ya da Partileşmeye götürdü?

Partimiz PKK’nin 38. resmi kuruluş yıldönümünü, başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşlara, halkımıza ve insanlığa kutlu olmasını diliyorum. Partimizin kurucuları Haki Karer, Mazlum Doğan ve Sakine Cansız yoldaşlar şahsında tüm parti şehitlerimizi, özgürlük mücadelesi şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. 39. PKK yılında özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren herkese üstün başarılar diliyorum. 39. PKK yılının daha büyük bir özgürlük yılı, başarı yılı, zafer yılı olacağına dair inancımı belirtiyorum.

37 yıldır olduğu gibi bu yıldönümünde de Kürt halkı PKK’nin kuruluş gününü yani Ulusal Diriliş Bayramını her yerde coşku içinde kutluyor. Önder Apo’yu selamlıyor, kahraman şehitlerimizi saygıyla anıyor, Önderlik ve şehitler gerçeğimizin cisimleşmesi olan PKK gerçeğini daha derinden, daha doğru, daha bütünlüklü anlamaya çalışıyor. Çünkü biliyor ki, her şey partileşerek kazanıldı.

Önder Apo’nun felsefesi, düşüncesi, yaşam ilke ve ölçüleriyle donanarak kendini özgür bir birey ve toplum haline getirdi. Örgütlü kılarak kahramanlaştırdı ve bu büyük kahramanlık mücadelesini ortaya çıkardı. Bugün AKP ve DAİŞ faşizmi karşısında Ortadoğu halklarını ve özgür insanlığı savunan, onların umudu haline gelen bu büyük mücadeleyi bu gerçekler temelinde yarattı. PKK’yi kendi özgür varlığının ifadesi yaptı. Özgür Kürt iradesi ve kimliği olarak gördü. Her şeyi 37 yıllık PKK öncülüğündeki mücadele temelinde kazandı.

İnkâr ve imha sisteminin dayattığı yok oluşu, tersine Önder Apo öncülüğündeki PKK ruhuyla, bilinciyle ve iradesiyle çevirdi. Yeniden dirilişi, özgür var oluşu böyle bir öncülük temelindeki mücadeleyle sağladı. Her şeyi PKK ile kazandı. Onun için de sokaklarda her gün “PKK halktır halk burada” diyor. Kendi özgür varoluşunu ve geleceğini PKK öncülüğünde görüyor. PKK’nin yarattığı ruh, bilinç, irade, cesaret, moral, coşku, dayanışma, kardeşlik, örgütlülük, inanç ile özgür birey ve özgür toplum olarak var oluyor. Bütün bunlar da Önder Apo’nun ruhunun, duygularının, düşünce ve davranışlarının cisimleşmesi oluyor. Önderlik kişiliğini pratiğe geçiren kahraman şehitlerimizin ilke ve ölçülerinin yaşam bulması, canlanması, halklaşması, yeni bir toplum yaratması anlamına geliyor.

Neden PKK var oldu? Bu soruya cevap verebilmek için; birincisi, PKK var olmadan önceki koşullara bakmak gerekiyor. İkincisi ve daha da önemlisi ise, 38 yıllık mücadele ile PKK’nin Kürdistan’da yarattığı gelişmelerin anlam ve önemini, Kürt halkı açısından taşıdığı değeri irdelemek gerekiyor. Böyle büyük gelişmeler yaratanlar için genel bir değimdir “ne yaptı?” diye sorulduğunda “ne yapmadı ki!” cevabı veriliyor.

‘PKK ÖLÜ KÜRDÜ DİRİLTTİ’

38 yıllık mücadele ile PKK Kürtler açısından, Türkiye demokrasisi açısından, Ortadoğu halkları ve insanları açısından “ne yaptı?” diye sorulduğunda verilecek en iyi cevap “ne yapmadı ki!” cevabı oluyor. Bu 38 yılda Kürtler açısından yok oluşa giden tarihi tersine çevirerek, dirilişe, özgür varoluşa dönüştürdü. Bir milat oldu ve 38 yıllık bir Kürt takvimi, Kürt tarihi, Kürdün özgürce var oluşunu yarattı. O zamana kadar çok parçalı cılız bir şekilde var olan, özgürlük iradesini, umut bile olmaktan çıkmış bir iradeyi, bilinçle, örgütlülükle, eylemle donatarak gerçek bir özgür varlık, özgür gelecek iradesine dönüştürdü.

PKK ölü Kürdü diriltti. Gericiliğin her türlü olumsuzluğun kaynağı haline getirilmiş olan Kürdistan’ı bugün Ortadoğu demokrasisinin ve özgür insanlığın kalesi haline getirdi. Özgürce varoluşun kalesi haline getirdi. Ortalama insanın aklının almadığı, hiçbir zaman olabilir demediği şeyleri yaptı.

Aslında PKK’nin yarattığı gelişmeler gerçekten de mucizevidir. Olmaz görünenleri olur yaptı. Peki, bunu neyle yaptı, gerçekten de olmaz mıydı? Olmaz, soykırım rejiminin baskıyla, zulümle insan aklında ortaya çıkardığı bir sonuçtu. Önder Apo bu duruşu, bilinci, aklı değiştirdiği ölçüde ‘olmaz’ denenin olur yapabileceğini gördü. Kürdistan’a dayatılan soykırım rejimi herkesin gözü önündeydi. Fakat herkes sadece maddi olanı, gözle görüleni görüyordu. Önder Apo ise herkesin göremediğini görüyordu. Kürt insanının ruhunda, duygusunda, düşüncesinde, yüreğinde gizli olanı; var olma ve özgür olma tutkusunu, azmini ve iradesini gördü. Dolayısıyla “yeni bir yaşam ve duruş gereklidir” dedi.

PKK gelişmesini böyle yapan tabii ki Kürdistan'a dayatılan inkar ve imha sisteminin özellikleridir. Bu da dünyada eşi benzeri bulunmayan bir sömürgecilik, baskı ve egemenlik sistemidir. Hatta bir soykırım sistemidir. Örneğin bundan yüzyıl önce aynı topraklarda Ermenilere de bir soykırım uygulandı. Her şey birkaç ay ya da yıl içerisinde olup bitti. Maddi bir olay olarak gerçekleşti. Bir bölümü katledildi, bir bölümü tehcir edildi, dünyanın dört bir yanına sürüldü. Bir bölümü de korkudan sindirilerek kendi gerçeğinden uzaklaştırıldı. Geriye kalanlar Erivan ve çevresinde toplatılarak Ermenistan adı altında devlet haline getirildi. Bu tarihi suç durumu çözümlenmiş, suçlular cezalandırılmış değil, ama en azından gözle görülen bir soykırım olayı var. Suçlular kabul etmese de onun dışındaki herkesin gördüğü ve kabul ettiği bir olay olarak ortada duruyor.

Ama Kürdistan’da Kürt halkına uygulanan soykırım da böyle değildir. Ermeniler katledilirken en az Ermeniler kadar bundan yüzyıl önce Kürtler de katledildi. Mesela Kürt katliamından kimse söz etmez. Ondan sonra 1925-1940 arasında Amed, Ağrı, Dersim’de Kuzey Kürdistan'ın her tarafında on binlerce Kürt katledildi. Dersim’in büyük önderi Seyid Rıza idam edildi. Bingöl’ün, Amed'in Şeyhi Şex Seyid idam edildi. Büyük Kürt şehidi Seyid Rıza’nın idam edilişinin 79. yıl dönümünü saygıyla anıyoruz. Dersim katliamı bir soykırımdır, ama kimse bilmez. Değil soykırım katliam olarak bile anmaz. Bölge, dünya Kürtlere Kürdistan’a yapılanlar konusunda kör, sağır ve dilsizdir.

Ermeniler için belli tartışmalar oluyor. Tabii bu katliamlar yapıldıktan sonra bir de kışla kültürü temelinde beyaz katliam, kültürel soykırım başladı. Önce fiziki katliama dayalı soykırım, ardında da asimilasyona dayalı soykırım başladı. İşte bu kültürel soykırım Kürtlere de en az yüzyıldır uygulanıyor. Ermeniler soykırıma tabi tutulurken, Kürtlere dönükte katliam ve soykırımlar başladı ve yüzyıldır bu yürütülüyor. Yüzyıla yayılmış bir soykırım durumu var. Hem fiziki katliam hem de asimilasyon yöntemiyle sürdürülen bir soykırımdır.

Öyle ki tarihin en kadim toplumu, neolitikten gelen toplumu, devletleşmeye en çok direnmiş toplumu, tarım-köy devrimini geliştirmiş toplumu yüzyıllık bir soykırımla yok ediliyor. Bu kadar katliam ve asimilasyon yapılıyor, ama kimse bunu görmüyor, dinlendirmiyor, hesabını sormuyor. Yapanın yanına kalıyor. Kürtler katledilirken fiziki ya da kültürel olarak yapılanlara herkes ‘demokrasi’ diyor. TC’de bunu yapmış, üstelik kendisinin demokratik bir sistem olduğunu da bütün dünyaya kabul ettirmiş bulunuyor. Ortaya öyle bir durum çıkmıştı ki, Türkiye’de her şey sahteydi.

Neden ve nasıl PKK kuruluşuna gidildi, diye soruyorsunuz. Kuşkusuz 20. yüzyıl boyunca da Türkiye’de işçi-emekçi mücadeleleri ve özgürlük arayışları oldu. En büyük çıkışlarda bir tanesi 1971 devrimci çıkışıdır. 12 Mart 1971 darbesine karşı Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya öncülüğündeki çıkış ki, Türkiye’de herkesi sarstı. Türk, Kürt ve başka toplumları bütün gençliği ve aydınları heyecanlandırdı. Herkesi yeni bir arayışa ve sorgulamaya götürdü. Gerçekten de bir aydınlanma devrimini başlattı. O devrim içerisinden doğru bakılınca pratik olaylar iyi irdelenince görüldü ki, TC devletinin egemenliği altında her şey tersyüz edilmiş, her şey sahte ve yalandır. Bir ulustan bahsediliyor, yalan; toplumdan bahsediliyor, yalan; Türkiye toplumu bile neredeyse reddediliyor. Neden? Sadece Kürdü yok sayabilmek, yok etmek için; Kürdistan üzerindeki soykırımı gizleyebilmek için böyle yapılıyor. Tarihin en büyük suçu ve yüzyıllık bir suç işlenmiş, bu suçu gizleyerek, maskeleyerek suçluların tarihi yargılamaktan kendilerini kurtarmaları için yapılıyor.

Buradan şu çıkıyor ortaya: Ne olursa olsun bu yalan düzenine, her şeyi tersyüz edilmiş düzene karşı çıkarak gerçekleri söylemek lazım. Söylemek yetmez, gerçekler ve hakikat uğruna mücadele etmek lazım. Önder Apo “Kürt sorununu ben yaratmadım, benden önce yaratılmıştı. Herkesin gözü önündeydi, sadece sorunu ben görmedim herkes de görüyordu. Fakat herkes görmezden geliyordu ve gördüğü halde görüyorum demiyordu. Görmezden gelip geçip gidiyordu, ben herkes gibi yapamadım. Gördüğüm halde geçip gidemedim, ortada böyle bir sorun var diye ifade ettim. Bu sorunu ben yaratmışım gibi üzerime bırakarak neredeyse beni suçluyorlar” dedi. Halbuki yaratanlar da bu duruma getirenler de ortadadır. Önder Apo, soykırımın üzerini maskeleyen, soykırımı yürütenleri açığa çıkartıp maskelerini düşüren oluyor. Bir aydınlatma gerçekleştirmiştir. Bir de gerçek uğruna mücadeleyi gerçekleştirmiştir.

‘PKK ÖNCESİ KÜRT’ÜN VARLIĞI TARTIŞMA KONUSUYDU’

Önder Apo şunu ifade etti: “Kürt varlığı, içinde kendine ‘Kürt’ diyor, ama dışında Türk olarak söz ediyor. Ne Kürtlüğünü yaşayabiliyor ne de Türk olabiliyor. Kendisi olmaktan başkası da olamıyor. Başkasına da hizmet edemiyor, böyle ucube bir durum ortaya çıkmış. Bunun kendine de başkasına da faydası yok” dedi. O halde bu gerçek uğruna bir mücadele olmalıdır. Kendisi de olabilecekse kurtarmalı, başkasına da doğru hizmet etmeli. Böylece özgür olarak var olma gücü varsa o zaman özgürce var olma ve yaşama, özgürce yönelmeyi sağlamalı. Bunu yapamıyorsa böyle ortada ‘var mı yok mu’ muğlaklığı içinde kalmamalıdır. Çünkü 12 Mart 1971 mahkemelerinde en çok tartışılan “Kürt var mı, yok mu?” konusuydu. Varlığı ve yokluğu tartışılır hale gelebiliyordu. Ne var denebiliyor ne de yok denebiliyor. Çünkü öyle bir hale getirilmişti ki bu kadar muğlak, kendisi olmaktan çıkartılmış toplumsal varlık yok edilmiş ortadan kaldırılmıştı. Aslında böyle bir gerçeklik PKK’yi onun büyük düşüncesini, iradesini, duruşunu ve mücadelesini ortaya çıkardı.

‘OLACAKSA BİR YAŞAM YA ÖZGÜRCE OLACAK YA DA HİÇ OLMAYACAK’

Burada elbette objektif gelişmeler var. Dünyadaki, Ortadoğu’daki, Türkiye’deki gelişmeler; bu büyük özgürlük ve demokrasi mücadelelerinin, Kürt halkının kendisine dayatılan soykırımı kabul etmeyerek hep katliam da olsa sonu direnmiş olmasının bu sonuçta etkisi var. Böyle bir tarihin sonucunda PKK doğuşu gerçekleşti. Fakat bunlar PKK’yi tanımlayan gerçekler değildir. Bütün bunların hepsi PKK’yi ortaya çıkarmayı ön gören gelişmeler değildir. Kürdün yok oluşunu gerçekleştiren olaylardı, gelişmelerdi. Öyle ki, bunu bütün Kürtlere soykırımcı sistem hemen hemen kabulde ettirmişti. ‘Siz böyle olacaksınız. Sen böylesin.’ Kadınına, gencine, erkeğine her türlü yakıştırmaları takarak kendi yarattığı ucube bir Kürtlüğü aslında birazda alaya alınacak bir pozisyonda tutarak kendisini var ediyordu.

Şimdi bunu görüp de kabul etmeme tutumunu, duruşunu, iradesini Önder Apo yarattı. “Gerçek böyle değil, bunun tam tersidir. Bu kabul edilemez. Bu yaşama yaşımdır denilemez” diyerek yenisini aradı. Önder Apo şunu belirtti: “Olacaksa bir yaşam ya özgürce olacak ya da hiç olmayacak” dedi. Kürt toplumuna, TC devlet egemenliği altında dayatılan kesinlikle bir yaşam değildi. Ermenilere dayatılan bir soykırım da değildi. Ruhen, duygu olarak, düşünce olarak, kültür olarak, tarih olarak yok edilen ama fiziki posa olarak da yaşatılan bir durumdur. Kürtler maskaraya alınıp alaya anıyordu. Önder Apo, “bu hakaret yaşanamaz, kabul edilemez. Bunu kabul etmek büyük bir utanç durumudur, suç durumudur” dedi. Bundan duyulan utanç duygusunu devrimci düşünce ve eyleme dönüştürerek büyük bir çıkışı yaptı. Apocu irade, Apocu çıkış, Apocu duruş böyle gelişti ve partileşmeye de böyle gidildi.

Sizin de vurguladığınız hususlarda, Kürt halkına karşı katliam ve Kürt halkının varlığının inkarı karşısında PKK tek kurtuluş yolu muydu?

Çok önemli bir konu da zaten buydu. Bütün dayatmalar karşısında kurtuluş nerede olur, sorusu aslında Önder Apo’yu en çok meşgul eden soruydu. Kürt halkına dayatılanın kabul edilemez olduğu sonucuna vardıktan sonra çareyi partide buldu. Bütün çareleri aradı. Nasıl mücadele etmek lazım? Nasıl örgütlenmek gerekli? Bunun yolu, yöntemi, biçimi ne olmalı? Bunların hepsini aradı. Cephe mi olur, askeri örgütlenme mi olur, dernek örgütlenmelerimi mi, dergi mi çıkartmak gerekiyor? Bütün bunların hepsini sorguladı. Çareyi partide gördü. Bütün aramalar öyle bir sonucu ortaya çıkardı ki, Kürde dayatılanı her bakımdan tersine çevirme gücüne, iradesine sahip, bütünlüğüne sahip onun cesaret ve fedakarlığını oluşturacak örgüt partidir. Partileşmeye böyle karar verdi. PKK’yi böyle bir partileşme olarak ön gördü. PKK’yi öyle sıradan bir iktidar gücü ya da bir savaş öncülüğü, askeri örgütlenme olarak görmedi.

‘ÖZGÜR KÜRT VARLIĞIYLA PKK KİMLİĞİ ÖZLEŞTİ’

PKK’de ifade edilen partileşmeyi bir topluma dayatılan kültürel soykırıma karşı, yani birey ve toplumu her bakımdan yok etmeye karşı özgür birey ve toplumun yeniden diriltişinin ve var oluşunun ölçüsü, ifadesi, ruhu, duygusu, yaşam tarzı, ilişkileri olarak öngördü. Parti böylece aslında özgür Kürdün birey ve toplum olarak dirilişi oldu. Kimlik kazanışı oldu. Var oluşu oldu. Özgür Kürt varlığıyla PKK kimliği bu kadar özleşti, bu kadar iç içe geçti. Çünkü parti ruhu, parti yoldaşlığı bunu getirdi. Yani özgürce var oluş davasına inanç, bağlılık; bunun felsefesinden, askeri eylemine kadar hepsini birlikte temsil etme ve bunu sağlatacak cesaret, fedakarlığı yaratmanın ancak parti bilinciyle parti örgütlülüğüyle mümkün olabileceğini gördü. Diğer örgüt biçimlerini araştırdı ki onlar bunu yaratamazlar. Çünkü tek yanlı ve gevşek kalıyorlar. Ancak PKK biçimindeki bir parti ilke ve ölçüleri bu ilke ve ölçülerle donanmış bir parti öncülüğü böyle bir soykırıma uğratılmış birey ve toplumu yeniden var edebilir ve özgürleştirebilir. Özgür yaşam gücüne kavuşturabilir.

İşte PKK gibi bir partiye ulaşma da böyle oldu. PKK, bütün bu özellikleri birer nüve olarak içinde taşısa da partiyi ele alırken de birdenbire böyle bütününü bu kapsam ve derinlikte görmedi. Ama mevcut soykırım dayatması karşısında özgür varoluş ve ayakta kalışın temsilciliğinin ancak partileşmeyle olacağını gördü.

Ankara’da başlayan ideolojik gruplaşmayı da eklediğimizde yaklaşık 45 yıllık bir mücadele geçmişiniz var. Bu 45 yıl, Sovyetler Bloğu başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında toplum adına silahlı ya da siyasi mücadele yürüten partilerin, örgütlerin ya yok olduğu ya da dağıldığı bir zaman dilimi iken PKK nelere dayandı da şimdi Kürt halkı başta olmak tüm ezilen halklar için umut kaynağı haline geldi?

Evet, bu konuda öncelikle PKK’nin ilke ve ölçülerine bakmak gerekir. Bu ölçüler elbette mücadele süreci içerisinde içerik ve ölçü kazandı. Başlangıçta bu kadar derinlikli ve kapsamlı değildi. Başka partilerden alınan sonuçlara dayanarak, biraz onlara benzemeye çalışarak partileşme adımları atılıyordu. Fakat o ölçüler Kürdistan’daki soykırım karşısında yürütülmesi gereken direnişte yetmeyince, tabii PKK particiliği daha da kapsam ve derinlik kazandı, onları aştı.

Baştan hiç kimsenin böyle hesap etmediği büyük bir hareket ortaya çıktı. TC’nin Genelkurmay Başkanları bile sık sık bile ifade ettiler ve PKK’ye “tarihin en büyük örgütü” dediler. Gerçekten de tarihin en büyük özgürlük hareketi, direniş hareketi olarak PKK gelişim gösterdi. Kürt toplumunun dirilişi böyle bir partileşmeyle gerçekleşti, sağlandı.

Sizin de sorduğunuz gibi “PKK nasıl dayanıyor, nereye dayanıyor, gücünü nereden alıyor, nasıl böyle ayakta kalıyor?” biçiminde birçok kesim sorguluyor. PKK’nin ayakta kalmasını sağlatan, PKK’yi var eden Kürt halkının varlık ve özgürlük olayıdır. Başka hiçbir şeyi yoktur. Önder Apo’nun Kürdün var olma ve özgür olma gerçeğinden başka dayandığı, güç aldığı, takip ettiği hiçbir şey yoktur. Kürdün varlık ve özgürlüğüyle, özgür insanlığın var oluşunu en ileri düzeyde birleştirdi. Bunların bütünlük içinde olduğunu gördü. Birbirine karşı çıkartmanın en büyük tehlike olduğunu fark etti –ki bazıları Kürdistan’da böyle de yapıyordu. Dünyada da Kürt varlığını özelikle de bu soykırımcı çevreler gericilikle, despotizmle, faşizmle neredeyse özleştiriyorlardı. Gerçekleri o çerçevede de ters yüz etmişlerdi. Bütün o ters yüz etmeleri düzeltti. Her şeyi ayağı üzerine yeniden dikti, bütün maskeleri düşürdü, büyük bir aydınlanma yarattı.

Şimdi Türk egemenlik sistemi, TC ve öncekiler bütün maskeleri düşmüş nasıl bir tarihsel suçlu, soykırım suçlusu oldukları, Önder Apo öncülüğündeki PKK direnişiyle, Kürt halk direnişiyle açığa çıkmış olduğu için kuduruyorlar. Ne olursa olsun bir gün bu hakikat kendilerini yakar ve sorgular. Tarih olarak hesap sorar. Ondan korkuyorlar. Tayip Erdoğan’ın 24 saat koşuşturması, uyku uyuyamaz duruma gelmesi “beni öldürecekler!” diye her gün feryat etmesi buradan ileri geliyor. Bu, tarihi suçluluktan duyduğu korkunun sonucudur. Korkmaması için hiçbir neden yoktur.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın birçok değerlendirmesinde PKK öncesi ve sonrasındaki Kürt bireyinin ve halkının yaşamına ilişkin önemli vurgular var. Örneğin, “PKK'nin kuruluşu, yeni bir yaşama ulaşmadır. PKK içinde bulunduğunuz yaşamı kabul etmiyor” diyor. Kürde dayatılan ve PKK’nin reddettiği bu yaşam biçimi nedir?

Bu soruya cevap verebilmek için Kürt halkına dayatılan yaşam biçimine bakmak lazım. Çünkü hiçbir topluma dayatılmayanı Kürt halkına dayattılar. Mesela topluma dayatılanın ne olduğunu en iyi Amed zindanında gördük. Neyi dayattılar: İnsanlığınızdan vazgeçin, inançlarınızdan, amaçlarınızdan vazgeçin posa olarak sizi yaşatalım! Bu dayatma aslında bütün topluma dayatılan soykırım gerçeğini ifade ediyor. Şimdi de AKP faşizminin geldiği aşamada dayatma aynıdır. Son günlerde tutuklanan HDP’li, DBP’li yöneticilere, milletvekillerine, belediye başkanlarına aynı 1981-82 Diyarbakır Cezaevinde dayatıldığı gibi ‘teslim olun’ dayatmasında bulunuyorlar. Yani itirafçı olun, yani inançlarınızdan, duygularınızdan, düşüncelerinizden vazgeçin posa olarak sizi yaşatalım! Ruhsuz, duygusuz, düşüncesiz olarak yaşamanıza izin verelim, yoksa ölümden ölüm beğenin! Zaten Tayyip Erdoğan “Öyle başlarına vuracağız ki, bir daha hiç kimse bu tür davranışta bulunmayı aklından bile geçiremeyecek” dedi. Aynı şeyi 1937-38’de Dersim’de soykırım yapanlar da söylüyorlardı.

Dersim Soykırımını yapanların düsturu da “gelecekte beyninde ve yüreğinde Kürtlük ideali taşıma ihtimali olan herkes öldürülmelidir” biçimindeydi. Ferman buydu. Şimdi bir çocuk büyüyünce ne olacağını nereden bileceksin. Belki de en büyük Kürt özgürlükçüsü olacak, belki de başka bir şey olacak. Yani her iki ihtimalde vardır. O halde bütün çocuklar anne karnından başlamak üzere katledilmelidir. Zaten öyle de yaptılar. Büyüklerden çok çocukları katlettiler. Munzur’u kanla doldurdular. Bu aslında kültürel soykırımın hangi katliam zemininde geliştirildiğini, beyaz katliamın, kültürel soykırımın nasıl bir fiziki katliama gözdağına dayanak onun üzerinde oluşturulduğu gösteriyor. Ama kimse ne o Kürt katliamını görüyor ne de katliam üzerinde geliştirilen kültürel soykırımı.

Şimdi de gerçekten de PKK’li dersen yapabilirsin diyorlar. Biz PKK’ye karşı en çok AKP yönetimiyle, AKP’nin katliamlarıyla ya da baskılarına karşı olduğunu söyleyen Avrupa, Amerika rejimi ne diyor: “PKK’ye karşı her şeyi yapabilirsin biz ona bir şey demiyoruz” diyor. Öyle Kürt soykırımına karşı çıkma özgürlüğü, eşitliği, adaleti, demokrasiyi savunma temelinde değildir. Çıkarıma dokunma istediğini yapabilirsin. İstediğin gibi katledebilirsin. Yap ama benim çıkarıma dokunma, çıkarıma dokunduğu zaman karşı çıkıyorlar. Yoksa tarihsel suç mu işleniyor, Kürt katlediliyor, soykırıma mı tabi tutuluyor, her türlü hakarete mi uğranılıyor, insanlık ayaklar altına mı alınıyor. Bunlar hiç kimsenin fazla umurunda değildir. Acı ama gerçek budur. Bugünün dünyasında da gördüğümüz budur. 38 yıllık PKK mücadelesinin ortaya çıkardığı büyük gelişmeler sonucunda Kürde yaklaşım hala böyledir.

Geride bıraktığımız yıl PKK açısından birçok yenilikler içerdi. Büyük direnişler ve hamleler oldu. Örneğin, 27 Kasım 2015’den 5 gün sonra 2 Aralık’ta tarihi Sur direnişi başladı. Bu hatırlatmalarla birlikte, PKK’nin 38. mücadele yılını önceki yıllardan ayıran temel farklılıklar nelerdir?

PKK’nin her mücadele yılı bir öncekinden daha zorluklarla geçen, kahramanlıklarla geçen daha büyük gelişmelere sahne olan bir yıl olmuştur. PKK tarihi bunu ifade ediyor. Böyle olmasaydı var olamazdı ve bugüne gelemezdi. Bir yıl öncekinden geriye düşse yok olurdu. Önceki özelliklerinden kopsa yok olurdu. Bugüne kadar o büyük özgürlük iddiasını ve iradesini temsil ederek geldiğine göre, demek ki her yıl yeni gelişmeler sağlamıştır. Bu özgürlük yürüyüşüne yeni katkılar yapmıştır, yeni adımlar atmayı başarmıştır.

38. yıl için de aynı durumu net bir bicinde ifade edebiliriz. 38. PKK yılı, belki de önceki 37 yıllık mücadelenin toplamına denk bir büyük mücadele yılı oldu. Evet, belirtildiği gibi 38. yılına girişinin partimizin hemen ardından büyük şehir direnişleri gündeme geldi. AKP faşizminin ve Türk sömürgeciliğinin Kürt demokratik uluslaşmasını, Kürt toplumsallığını yok etmek üzere başlattığı topyekun faşist özel savaş saldırıları karşısında Önder Apo’nun ruhuyla, bilinciyle donanmış Kürt gençliği, kadını, halkı kendi varlığını ve özgürlüğünü korumak üzere tarihin en önemli kent savunma direnişlerinin içine girdi.

Cizre ve Sur’dan başlayan bu büyük kahramanlık direnişi, Nusaybin’den, Şırnak’tan, Gever’e; Derik’ten, Silvan’a Varto’ya kadar Kuzey Kürdistan’ın hemen bütün kentlerine ve kasabalarına yayılarak 38. PKK yılının o büyük kahramanlık eylemini Demokratik Özyönetim Direnişleri olarak tanımladığımız yeni şehir direnişleri gerçeğini ortaya çıkardı. Bu tarihi direnişleri selamlıyorum. Kürt halkını, özellikle de Kürt gençliğini böyle bir kahramanlık direnişini var edebildiği için kutluyorum. Bütün Demokratik Özyönetim direniş şehitlerimizi, Çiyager, Axin, Mehmet Tunç, Asya Yüksel, Zamani ve Silopi şehitleri şahsında saygı ve minnetle anıyorum.

Gerçekten de onlar PKK tarihini bir adım daha ileri götürdüler. Önder Apo’nun Türkiye metropollerinden iki sözcükle başlattığı büyük var oluş ve özgür doğuş gerçeğini Agitlerin, Zilanların, dağda gerillaya Mazlumların, Kemallerin, Hayrilerin, Zindanda büyük direnişlere dönüştüren adımlarına yeni bir büyük direniş adımını kattılar. 1990’larda Berivanlar, Vedat Aydınlar öncülüğünde gelişen halk serhildanlarını şehirde Demokratik Özyönetim Direnişleri haline getirdiler. Demokratik Halk Eylemliliğini, kendi kentini, mahallesini, sokağını, yaşamını savunma direnişine dönüştürdüler.

‘AKP’NİN ANKARA DELHİZLERİNDE YAPTIĞI HESAP KÜRDİSTAN GERÇEĞİNE UYMADI’

Aslında AKP faşizminin umudu ve hesabı PKK’nin de Kürt halkının da bu adımı atma gücünü, cesaretini gösteremeyeceği üzerineydi. AKP faşizminin Kürtlere bu tür saldırıya yönelten dış güçler ABD ve benzerlerinin hesabı da aynıydı. Bunlar umut ediyorlardı ki, “AKP darbe yer. PKK zaten çok fazla bir direniş kentlerde gösteremez. Her ikisi de zayıflar bana muhtaç kalır.” 22 Temmuz 2015’de AKP yönetimiyle antlaşma yapıp 24 Temmuz’da Türk uçaklarını, Kürt gerillasının üzerine gönderirken ABD’nin hesapları bunlardı. Amerika’dan aldığı yeşil ışığa dayanarak, “DAİŞ’e karşı savaşıyorum” adıl altında, Kürt halkına tarihin en büyük katliamlardan birini dayatmaya yönelirken de Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu yönetiminin hesabı başlattıkları devlet terörüne, faşist katliamlara karşı hiç kimsenin direnme gücü ve cesareti gösteremeyeceği noktasındaydı.

Aynı 1981-82’de Diyarbakır Cezaevinde 12 Eylül faşistleri saldırırken, nasıl zindanda PKK militanlarının kendilerine teslim olacağını düşündülerse, aynı biçimde Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu yönetimi de Kürt kentlerine dayatılan benzeri bir katliam karşısında Kürt gençliğinin, kadınlarının, PKK militanlığının kendilerine teslim olacağını, direnme gücü gösteremeyeceğini hesap ediyorlardı. Fakat, evdeki hesap çarşıya uymuyor deniliyor. Davutoğlu’nun, AKP’nin Ankara dehlizlerinde yaptığı hesap, Kürdistan gerçeğine uymadı. Yanlış hesap bu sefer, Cizre, Sur, Nusaybin, Şırnak’tan döndü. Kürt mahallelerinden, sokaklarından, kasabalarından döndü.

Siyasi soykırımı başlattılar, gerillaya dönük her türlü hava saldırılarını başlatıp geliştirdiler. Bir gecede 400 uçak ile saldırı yaptılar. Sonuç alamayınca, bu sefer mahalleleri kuşattılar, günlerce, haftalarca Cizre’de Amed’de ve Farqin’de sokağa çıkma yasakları uyguladılar. Ona karşı da toplum direnince, 14 Aralık’tan itibaren, bütün faşist özel savaşçı gücü, tankı ve topu -başta Cizre ve Sur olmak üzere- Kürt kentlerine sürdüler. 38. parti yılına gerdiğimiz bir süreçte, partimize karşı, partimiz öncülüğündeki halkımıza karşı faşist AKP diktatörlüğünün geliştirdiği topyekûn saldırı, böyle bir düzey kazandı ve 38. PKK yılı boyunca hareket ve halk olarak biz böyle bir faşist soykırımcı saldırganlığa karşı, topyekun özel savaşa karşı, faşist devlet terörüne karşı direndik. Cizre, Silopi, Sur, Şırnak, Gever, Nusaybin, Silvan, Varto ve Derik’te direndik.

Önder Apo’nun öğrettiği, PKK’nin öncülük ettiği, kahraman şehitlerimizin yarattığı direnme çizgisinde yürüdük. Mazlum Doğan’ın ‘direnmek yaşamaktır’ ilkesini kendimize yaşam düsturu yaptık. Kazanılacaksa bir yaşam bununla olur dedik. Teslimiyetin ihanete, pasifizmin yenilgiye, direnişin ise zafere götüreceği ilkesi ile yola çıktık ve direniş başta zayıflıklar yaşasa da birçok çevre tarafından sağa-sola çekiştirilse de bazı engeller ile karşılaşsa da giderek bütün Kürdistan’a Kürt toplumuna hâkim oldu, temel çizgi oldu. Özellikle Cizre ve Sur’da büyük kahramanlıklar gösterilmesi, Kürt toplumunda yeni bir ruh, irade, bilinç yarattı. 38. PKK yılında, PKK direnişçiliği yeniden canlandı, yeniden dirildi. Büyük zindan direniş ruhu, gerilla ruhu, serhildan ruhu; Mazlumların, Agitlerin ve Zilanların ruhu yeniden Kürt şehir direnişlerinde canlandı, vücut buldu. Büyük bir yenilenme yaşadı.

Aynı düzeyde de tarihi önemli gelişmeler sağladı. Sömürgeci, soykırımcı diktatörlüğün bütün umut ve hesapları ortaya çıktığı gibi, AKP’yi onun şahsında TC devletini yok oluşun eşiğine getiren gelişmeleri sağladı. “Ölüm-kalım mücadelesi veriyoruz” diyorlar. AKP yönetimini ve TC devletini, ölüm-kalım noktasına 38. PKK yılındaki Demokratik Özyönetim Direnişleri getirdi. Bazıları “bu direnişler şöyle oldu, böyle oldu” diyor. Psikolojik savaş uzmanları, “PKK ayaklanmaya kalkıştı başaramadı” diyorlar. Bunların hepsi yalandır. PKK en büyük kahramanlığı 38. yılında şehirlerdeki Demokratik Özyönetim Direnişleri’yle sağladı. En büyük gelişmeyi orada yarattı. Bu direnişler faşist sömürgeci sistemi ölüm-kalım noktasına, can çekişir hale getirdi. Ve bu sistem, PKK’nin 39. yılında Özgürlük Mücadelesi’nin vuruşuyla son nefesini verecek.

Artık faşist soykırımcı sistemin Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da yaşamasına yer yoktur. Var olma, yaşama çabası herkese kötülük saçıyor, insanlığı çürütüyor. Her türlü kötülüğün kaynağı haline geliyor. En büyük gelişmeler zaferin eşiğine gelme, hatta eşikten atlama bu 38. yıl direnişleriyle, Demokratik Özyönetim Mücadeleleriyle sağlandı.

‘PKK HİÇBİR ZAMAN KAYBETMEYECEK’

Parti ve halk olarak 38. yıl dönümünde, TC ve AKP faşizminden kırk kat daha güçlüyüz. Evet, savaş veriyoruz zorluklarımız var, şehitler veriyoruz, ama PKK mücadelesi zaten hep zorluklarla geçti. Hep engelleri aşarak, zorlukları yenerek bugüne geldi. Zaten değeri ve büyüklüğü buradadır, anlamı buradadır. Kolay kazanılan, kolay kaybediliyor. PKK, zor kazandığı için kaybetmiyor. Hiçbir zaman da kaybetmeyecek, bunu herkes böyle bilmelidir.

Diğer yandan büyük açılımları da var. Eskiden direniş sadece gerillayla sınırlıydı, biraz da demokratik siyaset vardı, serhildan gerçek anlamını 38. yıldaki şehir direnişleriyle buldu. Sadece dağa sıkıştırılmış bir mücadele vardı, ovaya ve şehre yayıldı. Büyük bir askeri-siyasi direnme tecrübesi oluştu. Özellikle DAİŞ faşizmine karşı, Şengal ve Rojava’da yürütülen direnişlerin dersleri ile de birleşince gerçekten de 38. kuruluş yıldönümünde PKK’nin dağ, ova ve şehir savaşında ortaya çıkardığı birikimi; bütün halkların yüzyıllardır ortaya çıkardığı birikimlerin en üst sentezi olma gücüne ulaştı. Bütün ezilenlere, bütün halklara özgürlük mücadelesinde yol gösterecek, ışık tutacak derslerle dolu büyük bir tecrübe birikimi ortaya çıktı.

PKK doğuş aşamasında büyük ölçüde Asya, Afrika ve Avrupa’da halkların, ezilenlerin mücadelelerinin derslerinden yararlandı. O büyük tecrübe birikiminin içerdiği dersleri kendi mücadele ilkeleri yapmayı başardı. Onlarla yola çıktı. Bu, Kürdistan’daki büyük özgürlük doğuşuna, direniş iradesine çok güçlü katkılarda bulundu. Şimdi bütün halklar ve ezilenler için aynı değerde direnme derslerini, Kürdistan’daki kahramanca mücadeleyle partimiz PKK yaratmış bulunuyor. Böylece başka halkların mirasından yararlanarak mücadeleye giren Kürt halkı, şimdi bütün halklara yol gösterecek bir mücadele iradesi, azmi ve birikimi ortaya çıkarmış bulunuyor. Coşku ve heyecan kaynağı oluyor.

PKK dünyanın neresinde olursa olsun hangi halkın mücadelesi değer ortaya çıkartmış, ders yaratmışsa, hangi sınıfın, toplumsal kesimin mücadelesi özgürlük için bir ilham kaynağı olmuşsa, onu kendi mücadelesi bildi. Kendi birikimi ve değerleri olarak gördü; onları bir sentez haline getirerek bu büyük özgürlük yürüyüşünü geliştirdi. PKK’nin felsefesinde de, teorisinde de, ideolojik-politik çizgisinde de, strateji ve taktiklerinde de bu vardır. Önder Apo’nun düşünce gücü binlerce yıla yayılmış insanlık düşünce sisteminin 21. yüzyıl başındaki en bütünlüklü sentezi olma durumunu ifade ediyor.

Dolayısıyla bugün halkları aydınlatacak bir düzey ortaya çıkmıştır. Bunda, 38. yılda Kuzey Kürdistan’ın kentlerinde gelişen Demokratik Özyönetim Direnişlerinin önemli bir katkısı var. Önceki yılda, Şengal ve Kobani’de gelişen direnişlerin içerdiği derslerin katkıları vardı. 80’li yıllarda Diyarbakır Zindan Direnişinin, bütün ezilenlerin direnişlerine ilham kaynağı olan, öncülük eden bir anlamları, değerleri, misyon ve rolleri vardı. Şimdi ise PKK, Demokratik Özyönetim Direnişleriyle bu geleneği devam ettirdi ve daha üst bir düzeye taşıdı. Özgürlüğe ihtiyacı olan tüm ezilen güçler, bu mücadelenin zengin derslerini anlayabilir, özümseyebilir ve kendi mücadelesinin başarısı için kullanabilir.