Rıdvan Turan: TÜİK yoksulluğun artacağını zımnen kabul etti

HDP Ekonomi ve Tarım Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Rıdvan Turan, şaibeli verilerine rağmen TÜİK’in yoksulluğun artacağını “zımnen” kabul ettiğini belirtti.

Rıdvan Turan, Türk Meclisi’nde düzenlediği basın toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.

ÜFE %144 İKEN TÜFE %80’NİN ALTINDA OLMAZ

Ekonomik kriz üzerinde duran Turan, açıklanan enflasyon rakamlarını değerlendirirken, şunları ifade etti:

“ENAG’a göre yüzde 176,04 olan yıllık enflasyon oranını TÜİK yüzde 79.6 olarak açıkladı. İTO ise yüzde 99.1 olarak enflasyon oranını açıkladı. TÜİK psikolojik eşik olan yüzde 80’in altında bir değerlendirmede bulundu. Üretici enflasyonunu yüzde 144,6 olarak ifade ederek kendisini ele vermiş oldu. Söylediği yalanı açığa çıkmış oldu. Bir ülkede üretici fiyat enflasyonu yüzde 144,6 iken yıllık enflasyonun yüzde 80’in altında olma olasılığı yoktur. Denebilir ki henüz üretici fiyat enflasyonu ücretlere yansımamıştır, tüketiciye yansımamıştır ama yansıdığını biliyoruz.”

TÜİK SARAY’IN TALİMATLARI DOĞRULTUSUNDA ELİNDEN GELENİ YAPIYOR

Turan, şöyle devam etti:

“Şirketlerin açıkladığı yüksek kar oranlarını görebiliyoruz. Buradan ortaya çıkan sonuç psikolojik olan yüzde 80’i aşmamak için Saray’ın talimatları doğrultusunda TÜİK'in elinden geleni yaptığıdır. Bütün ekonomi çevreleri tarafından bilinir ki TÜİK’in açıkladığı enflasyon da üç aşağı beş yukarı İTO’nun yani Türkiye’nin ekonomisinin kalbi olan İstanbul Ticaret Odasının oranıyla paraleldir. Şimdi bu makas açılmaktadır. Bu da TÜİK'in açıkladığı enflasyonunun doğru olmadığını göstermektedir.

YOKSULLUĞUN ARTACAĞI ZIMNEN KABUL EDİLDİ

Ben bu oranın sahiciliğini tartışmak niyetinde değilim. TÜİK’in hangi amaçlara hizmet ettiğini zaten hepimiz biliyoruz. Bu açıklamayla malumu ilan etmiş durumdadır. TÜİK de Türkiye’nin ciddi bir hiperenflasyon sürecine girdiğini, kışa doğru çarşının pazarın yanacağını, yoksulluğun ve işsizliğin giderek artacağını, yatırımların azalacağını zımnen ifade etmiş oluyor.

BİZDEKİ ENFLASYON DEVE KUŞU, ONLARDAKİ SERÇE

Erdoğan diyor ki "dünyanın da derdi enflasyon, bizdeki de enflasyon onlardaki de enflasyon". Bizdeki deve kuşu onlardaki serçe ama Erdoğan’a sorarsanız ikisi de kuş. Dolayısıyla arada niteliksel fark yok. Bugün Türkiye'nin 79.6’yla yani TÜİK'e göre en yakın enflasyon oranı olan Arjantin'e bile açık ara fark atma durumu devam ediyor. G20 ülkelerindeki enflasyon oranlarına bakıldığında ABD’de yüzde 9 civarında, Euro bölgesinde yüzde 7-8 civarında enflasyon devam ediyor. Erdoğan da çıkmış diyor ki "enflasyon orada da inanılmaz derecede yükseldi".

ÜLKEYİ RANT CENNETİNE DÖNÜŞTÜRDÜLER

Bakın Rusya, savaşın içinde, ki Rusya’nın Ukrayna'yı işgal etmiş olmasının küresel riskleri artırdığına, dünyada enflasyonu artırdığına ilişkin bir ortak kanı var. İşte tam o krizin gözündeki Rusya’da dahi enflasyon yüzde 15,9. Neden böyle? Türkiye’de ekonominin iki temel kriz dinamiği üzerinden şekillendiğini bilmek lazım. Bunlardan bir tanesi hiç şüphe yok ki Türkiye kapitalizminin yapısal sorunları, emperyalizmle ilişkilenme biçimi ve bu sayede 20 yıllık zaman diliminde inanılmaz bir şekilde sanayisizleştirilmesi ve tarımın tasfiyesi. Aynı zamanda okumuş beyinler yavaş yavaş ülkeyi terk etti. Teknoloji üretmeme gibi bir sorunla karşı karşıya kalındı ve 20 yılda iktidar sürekli dönüp betona ve inşaata yatırım yapmak suretiyle ülkeyi bir rant cennetine dönüştürmüş oldu.

SORUN YAPISAL

Neoliberalizmin sermayenin kesintisiz bir şekilde dünyayı dolaşmasını sağlarken aynı zamanda krizlerin de tüm dünyayı dolaşmasını sağlayan ekonomik politikaları, Türkiye’nin de dünyadaki krizlerden çok dolaysız şekilde etkilenmesine neden oldu. 20 yıllık zaman dilimi içinde giderek ağırlaşan Türkiye kapitalizminin yapısal sorunları birincil kriz sebebidir. İkincisi de Erdoğan'ın "faiz sebep - enflasyon sonuç" dehasıdır. Bunu alçaltmak için söylemiyorum. Bu aslında bir kısım muhalefet partisinin söylediği gibi bir liyakatsizlik meselesi değildir. İktidar kadroları liyakatsiz olduğu için bu politikanın arkasında sürüklenmemektedir. Bu esasen kışkırtılmış bir sermaye transfer yöntemidir. Yani özellikle yoksullardan zenginlere doğru ve varsıllar arasında da Erdoğan'a yakın sermaye gruplarına doğru tetiklenmiş bir sermaye transferinin adı ve parolasıdır. Faizin sebep enflasyonun da sonuç olduğunu izah eden anlayış işte budur.

FAİZ

Sorumuz şu: Madem faiz sebep enflasyon sonuç, politika faizleri yüzde 14’te aylardan beri durduğu halde bu memlekette neden enflasyon düşmüyor? Düşmeyecek. Onlar da zaten düşmesini beklemiyor. Düşmesi için çaba sarf ediyorlar ama düşmüyor falan da değil. Sermayeye kaynak aktarımının çok doğrusal yöntemlerinden ne yazık ki bir tanesidir bu da.

Bu süreçte ne oldu? Politika faizlerinin yüzde 14’te tutulmasıyla beraber bankalar astronomik karlar açıklamaya başladı. Merkez’den yüzde 14’le aldıkları parayı Hazine’ye yüzde 22-23 faiz ile sattılar, dışarıya ve piyasalara bunu yüzde 30’la sattılar. Dolayısıyla olağanüstü karlar elde ettiler. İşte somut bir sermaye transfer yöntemi. Daha sonra ne oldu? Bu kez kur patladı. Kur patlayınca dediler ki aslında bizim amacımız buydu, rekabetçi kur çok iyi bir şey. Liranın değeri düşerse ihracat artar dediler ama ithalat ihracattan daha fazla arttı. Enflasyon da kur da artmaya devam etti. Sonra ne oldu bu defa kuru dizginleyebilmek için Merkez Bankasının rezervlerine çöktüler. 128 milyar doları kendi yandaşlarına ucuz bir biçimde satmış oldular. Böylece rezervler eksi 60 milyara düşerken yine kazanan sermaye, kaybeden de kamu oldu.

EKONOMİYİ DOLAR BAĞIMLISI YAPTILAR

Sonra ne mi oldu? Yine enflasyon yükseldi, yine kurlar yükselmeye devam etti. Ardından Kur Korumalı Mevduat diye bir Zihni Sinir proje gündeme taşındı Ekonomi Bakanı tarafından. Böylece ekonominin dolarize olmasının önüne geçmek için çıktıkları yolda bir anda ekonomi inanılmaz şekilde uyuşturucu bağımlısı gibi dolar bağımlısı haline geldi. Yine zenginlere olağanüstü bir kaynak transferi oldu. Uzmanlara göre yıl sonuna kadar 200 milyar lira civarında kamunun sırf Kur Korumalı Mevduat sistemi nedeniyle zararı olacak. Sonuçta yine halk zarar etti, birileri kar etti. Kurları tutmak ve döviz arzını artırmak için bu defa ihracat ve turizm gelirlerinin bir kısmını TL’ye çevirme kararı aldılar. Sonuç değişmedi. Hemen ardından şirketlerin fazla döviz tutmasını, TL krediye erişme önünde engel olarak getirdiler bu durumu değiştirmek için. Kısmi kambiyo kontrolleri meseleyi çözmedi.

BU SAATTEN SONRA FAİZ ARTTIRMAK KAOSA SÜRÜKLER

Kur artmakta enflasyon yine artmakta. CDS primi 900’e çıktı. Rusya haricinde -o da dolar bulamadığı için- herkesten fazla CDS primi var Türkiye’nin ve bunun sonucunda da bu yıl ödememiz gereken vadesi gelen borçları ve cari açığın finansmanı için bulunması gereken parayı üste koyduğumuzda 230 milyar dolara ihtiyaç var. Böyle bir para yok. Borçlanma istiyorsanız yüzde 12’yle yani tefeci faizine rahmet okutacak bir faizle borçlanabilirsiniz. Devlet temerrüdün dibine gelmiş durumdadır. Temerrüt riski hiç olmadığı kadar AKP iktidarı ve onu başındaki sebebiyle artmış durumdadır. Yine Merkez Bankası faizi sabit tuttukça, Hazine’nin de borçlanma faizi arttı. Hazineye borç verenler de daha yüksekten borç vermeye başladılar. Faiz artırırsa sorunlar çözülür mü? Geçmiş olsun. Tam tersine bu saatten sonra faizin artırılması demek bütün toplum kesimlerinin büyük bir kaosa sürüklenmesi demektir. Ekonomik istikrarsızlığın çok daha derinleşmesi demektir. İktidarın faizi artırmak gibi bir niyeti de olmayacağını, artık seçim ekonomisine girilmiş olması sayesinde biliyoruz.

ŞİMDİYE KADAR DENENEN YOL VE YÖNTEMLER BEYHUDE

İktidar piyasanın paraya boğulacağı, kredi musluklarının açılacağı ortamın yarattığı koşullarda seçime gitmek istiyor. Bunun da Türkiye'de hiperenflasyonu doğurduğunu, yoksulluğun, pahalılığın, işsizliğin boyutlanacağını bilmek için allame-i cihan olmaya gerek yok. Çözüm var mı? Evet. Şimdiye kadar denenen yol ve yöntemleri deneyerek başka sonuçlara ulaşmaya çalışmak beyhude bir çabadır. Şimdiye kadarki bütün ekonomi politikaları, sermayeyi önceleyen ve az önce ifade ettiğim gibi onlara kaynak aktarımını ekonominin omurgası olarak tarif eden bir anlayışa sahipler. Biz bunun tam tersinin yapılması gerektiğini söylüyoruz.

ÇÖZÜM NEDİR?

Türkiye’nin önünde mutlaka ve mutlaka kamusal ekonomi politikalarına yönelmeyi temel alacak bir istikamet açılmalıdır. Üretimin ve bölüşümün temel alındığı kamusal anlayışa sahip olmayan bir ekonomi politikasının memleketi getirdiği yer burasıdır. Dışımızdaki muhalefetin bir kısmı da iktidara geldiklerinde "istikrar sağlanacak, uluslararası alandan memlekete para gelecek, ekonomi düzelecek" diyor. Bu doğru değil. Yani üretimi, demokratik planlamayı, kamucu anlayışını temel almayan bir ekonomi yönetimi dışarıdan gelen parayla dönmez. Ne derler hazıra dağ dayanmaz. O da her zaman bulunmaz. Ne içerideki kaynaklar ne dışarıdan gelen kaynaklarla bu işi döndürmeye değil; üretimi temel alan demokratik planlamayı ve kamuculuğu esas alan başka bir perspektife ihtiyaç var. Yani Türkiye’deki kapitalizmin temel çelişkilerini görmek gerekiyor. Paylaşım ilişkilerine odaklanırken üretim ilişkilerini gözden kaçırmak, bataklıkla değil sivrisinekle uğraşmak gibi bir şeydir. Günün sonunda yine hüsranla sonuçlanacaktır.

İKTİDAR VE MUHALEFETTEN FARKLI ÖNERİLER

HDP olarak Üçüncü Yolu, bu yolun ekonomi politikasını anlatıyoruz. Döne döne yapmaya çalıştığımız şey esasen budur. Hem iktidar blokundan hem muhalefet blokunun geriye kalanından farklı ve radikal çözüm önerilerimiz var. Bunun için mutlaka ve mutlaka yeni bir paradigmaya, yeni bir bakış açısına, alternatif ve kamucu bir anlayışa ihtiyaç var. Bir defa ekonominin düzelmesi için gerek şart iktidarın gitmesidir ama yeter şart bu değildir. Yeter şart ekonominin kamucu bir perspektifle yeniden ele alınmasıdır. Enflasyon rakamları açıklandı ve orada bakıyoruz ki yüzde 99’la tarım ulaştırmadan hemen sonra enflasyon arabasını çeken iki en önemli attan bir tanesi. En önemli sebeplerden biri. Örneğin tarımda dışa bağımlılığı devam ettirirseniz, IMF ve Dünya Bankasının sultası altında bir tarımdan vazgeçmezseniz; üretimi artıracak, yerli olanı güçlendirecek, özellikle küçük ve orta ölçekli üreticileri destekleyecek bir tarım perspektifine sahip olmazsanız bu ithalatçılıkla en azından tarımda ve gıdada üretici fiyat enflasyonunu aşağı çekmeniz mümkün değildir. Biz girdide dışa bağımlıyız diyebilirsiniz. Bağımlısınız da aynı zamanda sizin anlamsız ve yetersiz destek politikalarınız sebebiyle, kırsalı tasfiye etme politikalarınız sebebiyle, uluslararası tarım tekellerinin bütün tarım yönlendirmelerini sevk etmesi sebebiyle gıda güvencesinin ortadan kalktığı bir yerde gıda enflasyonunu düşürmek mümkün değil.

ULAŞIM POLİTİKASI KÖKTEN DEĞİŞMELİ

İşte bu alanı baştan sona üretim temelli demokratik bir planlamaya tabi tutmak suretiyle vatandaşın olmazsa olmazı olan gıda fiyatlarını düşüreceğiz. Bunun yöntemi de asla bundan başka bir şey değildir. Yüzde 119’la tarımda önde gelen enflasyon kalemi ulaştırma. Bunun da yıllık enflasyon üzerinde ciddi etkisi var. Biz bu otomobile dayalı, otomobil şirketlerinin daha fazla kar elde etmesini savunan, otomobil alınmasını kolaylaştırmayı temel alan ulaşım politikasına kökten karşıyız. Ulaşım giderlerini sübvanse ederek, çeşitli ayrıcalıklı kesimler için ücretsiz hale getirerek ulaşımı bir bütün olarak kamusal hizmet haline getireceğiz.

KAMU ELİYLE ENERJİ DAĞITIMI YAPILMALI

Bir diğer mesele enerji. Enerjide dışa bağımlılık var ama enerji dağıtım şirketleri nedir? Biz kesinlikle ve kesinlikle enerjinin kurumsallaştırılmasını savunuyoruz. Yani kamu eliyle enerjinin dağıtılmasından yanayız. Dolayısıyla burada kısa süre içerisinde yapılmış olan özelleştirmelerin lağvedilmesinin ve bu alanın yeniden kamulaştırılmasının en doğru ve etkili yöntem olduğunu düşünüyoruz.

ASGARİ ÜCRET YENİDEN ARTTIRILMALI

Aylık bazda sağlık enflasyonu yüksek çıktı. "Sağlık enflasyonu" ne kadar ayıp bir laf. Sağlık meta olduğunda sağlığın enflasyonu oluyor. Biz ücretsiz sağlık ve eğitimle enflasyon tablosuna bu giderlerin yansımasını engelleyeceğiz. Bunu bir kamusal hak ve hizmet olarak vatandaşa taşıyacağız. Yine sermaye kararları AKP döneminde olağanüstü arttı. Bu yüksek artışın fiyatlara yansımasını engelleyeceğiz ve sektördeki büyük firma ve tekellerin fiyatlarının mutlaka kamu tarafından kontrol edilmesini sağlayacağız, yani fiyat kontrolü mekanizmalarını oluşturacağız. Ekim ayında asgari ücretin yeniden artırılmasını savunuyoruz. Servet ve aşırı karların mutlaka vergilendirilmesini savunuyoruz. İktidarın büyüme hedefi ile sürdürebildiği enflasyonu körükleyen genişlemeci kredi politikasından mutlak suretle vazgeçilmesi gerekir. Yoksullara mutlaka doğrudan gelir desteği sağlamak zorundayız. Bunlarla enflasyonu düşüreceğiz.

EL BİRLİĞİ İLE ÜSTESİNDEN GELECEĞİZ

Bugün enflasyon rakamlarının açıklanmasından dolayı bizim kısa vadede yapmayı önerdiğimiz şeyleri sıraladık. İşsizlik rakamları açıkladığında Üçüncü Yolun ekonomi politikasının işsizlik görüşlerini de sizlerle paylaşacağız. Vatandaşlarımıza birlik, mücadele ve dayanışmayla bu zor günlerin üstesinden geleceğimizi, el birliğiyle üstesinden geleceğimizi ifade etmek istiyoruz. Karanlığın en koyu olduğu anın aydınlığa en yakın zaman olduğunu ifade etmek istiyorum. Emekten, barıştan, demokrasiden ve eşit paylaşımdan yana bir ülkeyi el birliğiyle kurmak üzere hepinizi selamlıyorum.”