'Savaşın Türkiye'yi sarması kaçınılmaz'

PKK Eğitim Komitesi Üyesi Nurettin Demirtaş: Türkiye'de her direnişin haklı ve meşru olduğunu ifade ederek "bu savaşın tüm Türkiye’yi sarması kaçınılmaz.

Türkiye'nin gergin, neşesiz, moralsiz, sürekli tabutların geldiği bir ülke haline geldiği bir kara tabloyla karşı karşıya olduğunu belirten PKK Eğitim Komitesi Üyesi Nurettin Demirtaş, ama moralsiz kalmamak, direnişten ve tarihten moral almak, bu gücü örgütlemek, o moralle yıkmaya yönelmek gerektiğini söyledi. "Buna karşı direnmek hem meşru hem de zorunludur" diyen Demirtaş, halkların ortak direnişiyle AKP-MHP faşizmini yıkma görevinden kaçınılmayacağını vurguladı.

PKK Eğitim Komitesi Üyesi Nurettin Demirtaş, ANF'nin sorularını yanıtladı.

Kuzey Kürdistan’ın birçok merkez ve mahallesinde, devlet büyük bir yıkım faaliyeti yürütüyor. Sur’da Ramazan ortasında halkın su çektiği hortumlar kesiliyor, Cizre’de hala cenaze çıkarılan enkazlarda iş makineleri çalışıyor. Bu sınırsız saldırganlık niye ve bunun karşısında özgürlük güçleri ne yapabilir?

Sur, Cizre ve Kürdistan’ın birçok il ve ilçesinde halkın en meşru direnişi sayılan öz yönetim direnişleri süreciyle birlikte devlet en faşist yüzünü gösterdi. AKP, sonuna kadar faşizan olan karakterini sergiledi. Bu alanlara yönelmeye devam etmesinin iki temel sebebi var;

* Direnişlerin görkemini, anısını ve izlerini ortadan kaldırmak.

* Tarihi ve toplumsal-kültürel dokuyu tahrip etmek.

Tamamıyla soykırımcı olan bir rejimin katkısız faşist saldırılarıyla karşı karşıyayız. Aslında faşizmin bu saldırılarına rağmen halk boyun eğmedi. Korku duvarları çoktan aşıldı.

Soykırım saldırılarını ve yıkımı durdurmak için ne yapılmalı?

Direnişi toplumsal kılmak gerekiyor. Ne kadar böyle olursa o kadar etki kazanır. Bunu da iki şekilde örgütlemek mümkündür;

* Demokratik kurum-kuruluşların ortak bir program etrafında birleşip Sur ve Cizre başta olmak üzere faşizmin yöneldiği tüm yıkım alanlarını birer direniş kalesine dönüştürmek.

* Halkın öz savunma eylemliliği ve serhildanıdır.

Bu ikisini geliştirip buluşturduğumuz noktada öyle iş makineleri gelip o alanlara rahatça giremezler, çalışamazlar. Bu, AKP-MHP faşizmini sarsacak, yıkacak bir direnişe dönüşebilir. Gezi’yi hatırlayalım; gerçekten de siyasetçilerin, sanatçıların, akademisyenlerin, aydınların katılımı bu noktada önemlidir. Direnişin toplumsallaşıp hem tüm Türkiye’ye, hem de dünya kamuoyuna taşırılması gerekir.

Kuzey'deki kayıpları, Rojava'da bloke edilmesi ve içerideki ağır baskıya rağmen CHP'nin bile adalet için yürümeye başlaması, AKP yönetimindeki Türk devletinin askeri ve siyasi bir krizde olduğunun göstergeleri. Bu sürece Kürt Özgürlük Hareketi ve Türkiyeli devrimci-demokrat güçler nereden müdahale etmeli?

Faşizm artık apaçıktır. Ordu tamamen AKP-MHP’nin piyonu haline getirilip sahaya sürülmüş. Kürdistan’a, hele de sınır boylarına gelen asker geri dönemiyor. Buralara getirilen askerlerin hayatta kalma, geri dönme ihtimalleri yüzde 1 bile değil. Mevcut askeri komutanın tarihten ders çıkarmadığı anlaşılıyor. Erdoğan’ın ve üç hilalin arkasına saklanan Bahçeli’nin iktidarı için ‘ölmeye değer mi?’ diye soran askerlerin sayısı her geçen gün artıyor. Fakat ilginçtir, seslerini çok yükseltemiyorlar ve adeta ölüme sürükleniyorlar.

PKK halkını savunuyor. En meşru şekilde direniyoruz ve faşizmi yenecek en doğru yolda ilerlediğimize de inanıyoruz. Askerlerin bu alana gelmemeleri, bu savaşa katılmamaları gerekiyor. Türk ordusu içerisinde bu şekilde görev yürütmemeleri gerekiyor.

Türkiye gergin, neşesiz, moralsiz, sürekli tabutların geldiği bir ülke haline geldi ve sebebi AKP-MHP faşizmidir. Çıplak faşizme karşı direnmek meşru ve gereklidir. Böyle giderse bu savaşın tüm Türkiye’yi sarması kaçınılmaz hale gelecektir ve sorumlusu da AKP'dir.

Bu süreçte demokratik eylemliliklerle faşizme karşı durmaya çalışan kesimlerin olduğu da görülüyor ama mevcut faşist blok en küçük bir demokratik gösteriye, bir basın açıklamasına bile saldırıyor.

CHP’nin 'Adalet Yürüyüşü' adı altında başlattığı yürüyüş aslında 'Herkes İçin Adalet' olmalıydı. HDK’nin destekleme kararı yerindedir ancak hem katılım, hem hedefler itibarıyla yetersizdir. Yani Silivri’ye kadar değil, Edirne’ye kadar yürünmeli söylemi de yetmez; İmralı kapıları açılmadan Türkiye ‘hiç-adalet’ konumundan çıkamaz. Buna rağmen yürüyüş önemlidir ama bunu her yere yaymak gerekiyor. Her yerde Ahmet Kaya’nın 'Başkaldırıyorum' şarkısı çalınabilir. Şiir, sanat, sinema, akademi, emek, her alan ve herkes faşizme karşı başkaldırmalı. İstanbul’da LGBTİ birey ve gruplar yürüyüş yapacaklarını açıkladılar. Hemen ardından Alperenler korkakça ve arsızca bir tutumla saldırı tehdidinde bulundular. Fakat bilmeliler ki korku duvarları yıkıldı. Bu grup ve bireylerin yaptığı her şeyi olumlamak zorunda değilsiniz. Katılmayabilirsiniz ama tehdit edemezsiniz. Bu örnek de gösteriyor ki Hitler faşizmiyle kurulan benzerlikler çok haklı ve yerindedir.

Başkaldırmak gerektiğini söylediniz. KHK’larla işten çıkarılan akademisyen Nuriye Gülmen ve eğitimci Semih Özakça, 100 günden fazladır açlık grevinde. Dayanışmacılara karşı Ankara’da her gün polis saldırısı var. Devlet sadece başkaldırana değil, onunla ilişkili herkese saldırıyor. Nasıl karşı durulacak?

Gerçekten tüm akademisyenlerin onurunu temsil eden bir duruşları söz konusudur. Bu eylemi sadece kendilerinin bir işe dönüş eylemi olarak algılamamak, bu anlamda toplumca sahiplenmek gerekiyor. Rakka'daki 'Büyük Savaş’ta şehit düşen Ayşe Deniz’in ailesine yapılanlar da büyük bir ahlaksızlıktır.

Çoğaltabileceğimiz bu örnekler gösteriyor ki; AKP-MHP faşizmi sınırsız bir tahammülsüzlük içindedir. Ülkenin en temiz, en aydın potansiyelini yok etmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Sanatçılar, aydınlar, gazeteciler cezaevindedir.

Yurtdışına giden var...

Can Dündarsız, Altan kardeşlersiz bir Türkiye ne kadar da renksiz…

Bunların karşısında toplumsal direnişi büyütmek, onların çöküş sürecini hızlandırmak gerekiyor. Faşizm bu kadar saldırı konumundayken kibritsiz gezenin aklına şaşmak gerekiyor. Herkes kendisini savunmayı bilmelidir. Faşizm her türlü araç ve silahla saldırırken insanların birey ve toplum olarak kendisini savunmasız konumda bırakması akıl kârı değil. Buna karşı her direniş haklı ve meşrudur. Söz bir başkaldırıdır, dans etmek, şiir okumak, şarkı söylemek, tiyatrosuna sahip çıkmak, emeğine-okuluna-akademisine sahip çıkmak da birer başkaldırıdır. Çetin Altan’ın söylediği gibi ‘enseyi karartmayın’ demek yerinde olur. Türkiye böyle bir kara tabloyla karşı karşıya ama moralsiz kalmamak, direnişten ve tarihten moral almak, bu gücü örgütlemek, o moralle yıkmaya yönelmek gerekir.

Buradan bakınca AKP-MHP faşist blokunun demokratik yollarla aşılması söz konusu olamaz. AKP-MHP faşist bloku ile herhangi bir uzlaşma zemini söz konusu değildir. Halkların ortak direnişiyle AKP-MHP faşizmini yıkma göreviyle karşı karşıyayız.

Katar krizi, Ortadoğu’da yeni mevzilenmelere gidildiğini gösteriyor. AKP'nin Ortadoğu stratejisi, Kürt karşıtlığı ile ekonomik rant eksenindeki dar oligarşik çıkarından ibaret görünüyor. Türk devleti ve özgürlük güçleri açısından nasıl bir tablo var?

Bilindiği gibi Katar krizinin yaşandığı günlerde Tahran’da patlamalar oldu. Hemen ardından Rakka’yı özgürleştirme hamlesi başladı. Dêrazor’da İran bağlantılı güçlerin hareketliliği söz konusu. Her gün birçok askeri ve siyasi gelişme yaşanıyor, Ortadoğu savaşında denklemler değişebiliyor. Bu denklemler içerisinde en zararlı konumda olup sürekli inişe doğru giden Türkiye ve AKP-MHP faşist koalisyonudur. Nedeni, sizin de işaret ettiğiniz gibi Ortadoğu politikalarını tümüyle Kürt karşıtlığı üzerine oturtmasıdır. Kürt karşıtlığı Ortadoğu’da eskisi kadar etkili olamıyor.

Neden etkili olamıyor?

Çünkü bir zamanlar ulus-devlet sınırlarını ve statükolarını korumak isteyen bütün devletlerle (Suriye, Irak ve İran) birlikte Kürt karşıtlığı ittifakını oluşturabiliyordu. Buna dayanaraktan mücadelemize karşı bir etkinlik gösterebiliyordu. Fakat şimdi bu dayanaklarını yitirdi. Kürtler örgütlü hale geldi ve Kürt direnişi bütün bölgeyi etkiliyor. Hatta öyle ki Kürdistan direnişi tüm Ortadoğu halklarının direnişi anlamını taşıyor.

Bu durumda ne yaptı?

Durum böyle olunca AKP-MHP faşist bloku bölgede oyun bozucu olmaya başladı. Bunu da en fazla çeteler eliyle gerçekleştiriyor. Sünni cephede Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte geliştirdikleri ittifakla eskisi kadar rahat yürüyemeyecekleri ortaya çıktı. Mısır’da İhvan’ın darbeyle düşürülmesi ardından Erdoğan önde gelen bir İhvan üyesi olarak durumu toparlamaya, kurtarmaya çalışan yaklaşımlar içerisine istediği kadar girse de gelinen aşamada Ortadoğu’da İhvan’a da tutum takınılıyor.

Türkiye’nin tutunabileceği fazla bir şey yok, dayandığı eski dengeler yerinde değil. Şöyle de denebilir, Türkiye’nin AKP iktidarıyla içine girdiği pozisyon, Avrupa’nın bir döneminde Napolyon’un karşısında tutunmaya çalışan mutlakiyetçi krallıklara benziyor.

Bu tarihsel örneği biraz açar mısınız?

Elbette. Merkezi krallık otoritelerini aşmaya çalışan kapitalizmin en temel aracı ve silahı ulus-devletlerdi. Napolyon şahsında Avrupa’da ulus-devletler zafer kazandı ve bu mutlakiyetçi krallıkların tümü yıkıldı. Şimdi Ortadoğu’ya yönelik küresel girişimler karşısında ulus-devletler kendi statülerini korumaya çalışıyor ve Türkiye bunların başında geliyor ki bu haliyle aynen o mutlakiyetçi krallıklara benziyor. Sonucu sadece küresel güçlerin yönelimleri değil, ondan daha fazla Ortadoğu halklarının uyanan bilinci ve direnişi belirleyecektir. Yani ulus-devlet faşizmine dayalı siyaset üstten küresel kapitalizmin gelişme dinamiğiyle veya dayatmasıyla, savaşıyla, alttan halkların direnişiyle baskılanmış durumdadır. Türkiye bu konumuyla tutunmaya çalışıyor ama faşizan ulus-devlet anlayışını daha fazla sürdürecek durumda değiller. Böyle bir tarihsel gerçeklik var.

Halkların direnişi, mevcut dengeleri değiştirebilecek bir dinamizm teşkil ediyor. Ne Katar, ne Suudi Arabistan, ne de Türkiye bu konumlarıyla Ortadoğu’da oyun kurucu olabilecek durumda. Artık bu cephe de çatlıyor.

İran’a karşı yeni cepheleşmede Türkiye bir konum alabilir mi?

Alıp alamayacağı önümüzdeki günlerde daha iyi netleşecek fakat mevcut Kürt karşıtı konumuyla değiştirebileceği bir politika yok.

Türk devletinin Güney'deki varlığı kabarıyor, Güney'e saldırıları da yoğunlaşıyor. Diğer yandan da hem bağımsızlık referandumu gündemde hem de KNK ulusal birlik çabası. KNK'nin çabası yetebilir mi?

KDP’nin içine düştüğü durum çok vahimdir. AKP-MHP faşist bloku sürekli saldırı pozisyonunda Güney Kürdistan’ın dağlarını, köylerini bombalıyor. Bundan en fazla Güney Kürdistan halkı zarar görüyor. Halkın bağ bahçesi bombalanıyor, hayvanları katlediliyor, insanları sakat bırakılıyor, katlediliyor. Fakat KDP buna tamamen göz yumuyor. Bu nasıl bir yönetimdir, nasıl bir Kürdistaniliktir, nasıl bir federasyondur? Bunların hiçbiri kabul edilemez. Önce Güney Kürdistan topraklarının işgaline karşı çıkılmalıdır. 16 yerde Türkiye’nin üsleri var. Durum buyken kalkıp AKP’yle yapılan işbirliğini örtbas etme manevralarının faydası yok. Buna karşın KNK öncülüğünde geliştirilen ulusal birlik çalışmaları çok değerli ve anlamlıdır. Eğer gerçekten tarihin bu aşamasında Kürtler kendi birliğini sağlarlarsa dünyanın onurlu halkları arasında yerlerini özgürce ve bağımsızca alabilirler. Özgürlük ve bağımsızlığın yolu buradan geçiyor, sömürgecilerle işbirliği yapmaktan değil.

Son olarak Öcalan üzerindeki mutlak tecrit devam ederken mevcut iktidar ile bir çözüm gelişebileceği beklentisinin gündeme getirilmesinin anlamı nedir?

Aslında Önderliğin İmralı’da iki yıldır geliştirdiği direnişe anlam verilirse ne yapmamız gerektiğini belirlemiş oluruz. Önderlik faşizme, soykırımcı rejime karşı tavır aldı, direniş konumuna girdi ve bundan asla taviz vermedi. Geldiğimiz aşamada faşizmi yenecek duruş Önderliğin duruşudur, bundan taviz verilemez. Dolayısıyla kafa karıştıracak bazı girişimlere prim vermemek gerekiyor. Örneğin CHP içerisinden bazı çevreler Selahattin Demirtaş’ı cezaevinde ziyaret edip ardından acaba bir daha barış-çözüm olur mu tartışmaları yaratarak sanki gerçekten böyle bir zemin varmış gibi bir hava yaratmaya çalıştı. Tutuklu eşbaşkanı tanıyor, biliyoruz. Duruşu ve tutumuyla asla halka ve mücadelesine zarar vermez. Bu süreç uzlaşma arayışlarına girme süreci değildir, faşizmi yenecek direnişi geliştirme sürecidir. Bununla birlikte her türlü çözüm arayışı için sonuna kadar çaba geliştirmiş olan Önder Apo’dur. Bunu tüm dünya biliyor, aşikardır. Dolayısıyla zaten herhangi bir şekilde buna eğilen kesimler varsa çözümü nerede arayacaklarını da bilirler. Bunun dışındaki her türlü yaklaşım sahtedir. Oyalamaya ve kafa karıştırmaya dönüktür.