Seven: Paris’teki yürüyüşe güçlü katılalım

Seven: Paris’teki yürüyüşe güçlü katılalım

9 Ocak 2013 tarihinde Paris’te gerçekleştirilen katliamda 3 Kürt kadın devrimci katledildi. Üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen katliam hala aydınlatılmış değil. Katliamın geliştiği koşulları, o günleri PKK Merkez Komite Üyesi Nedim Seven, 10 Ocak’ta Paris’te yapılacak yürüyüşe katılım çağrısında bulundu. “Kürt halkına, demokrasi güçlerine ve sol sosyalist güçlere ve ezilen, sömürülen, farklılaştırılan güçlerin tümüne ciddi bir sorumluluk düşüyor. Kısacası kendisine insanım diyen herkes kendisini bu cinayetin aydınlatılmasından sorumlu görerek bunun için ne gerekiyorsa yapmalıdır” dedi.

Sizce bu Paris katliamı ile ne amaçlandı ve ne gibi bir mesaj verilmek istendi?

Başta Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez yoldaşların anılarının önünde saygı ile eğiliyorum. Mücadele çizgisindeki yoldaşları olarak bu arkadaşlarımız bizim için her zaman birer direniş ve mücadele abideleri olarak kalacaklardır. Tabi ki bu arkadaşların anılarını yaşatmak ve mücadelelerine sahip çıkmak için, bu katliamın arkasındaki kirli ilişkileri ve sorumlularını açığa çıkarmak gerekiyor.

2 yıl önce 3 Ocak 2013’te Önderliğimizle uzun süredir yapılmayan görüşmeler yeniden başlamıştı. 11 Temmuz 2011’den bu yana kirli politikalar yüzünden önderliğimiz tecrit edildi. O tarihten sonra ilk defa 3 Ocak’ta bir parti heyeti ile görüşmeler yapılmaya başlanmıştı. Daha sonraki görüşmeler Önderliğimizin yoğun çabaları sonucunda bugünkü müzakere koşularını getirdi. Paris katliamından önce Önderliğimiz hedef olarak belirlenmiş ve saf dışı bırakılmak istenmiş, hareketimiz tasfiye edilmek istenmişti.

Üç kadın devrimci şahsında da kadın özgürlük mücadelesi hedefledi. Tabi bir de Kürt sorununun uluslararasında diplomasi çalışmalarının zayıflatılması ve yok edilmesi hedeflenmişti. Aslında birçok amaç bu suikastın çözülmesi ile netleştirile bilinir.

KATLİAMIN ARKASINDA BİRÇOK İSTİHBARAT ÖGRÜTÜ VE SUÇ ŞEBEKESİ VAR

Önderliğimiz bu suikastın yeşil gladyocular tarafından gerçekleştiğini ifade etti. Bu katliamın arkasında birçok istihbarat örgütü ve suç şebekesi var. Katliamın gerçekleştiği Gare du Nord günde bir milyona yakın insanın aktif olduğu bir yer. Katliam böylesi bir yerde gerçekleşiyor. Merkezi olan bir yer ve her yere kamera yerleştirilmiş olmasına rağmen, böylesi bir katliam gündüz işlendi. Katliamın siyasi boyutunu kapsamlı tartışmak, araştırmak ve ortaya çıkarmak gerekiyor. Hukuki, tekinki ve mekânsal alanı ve durumunu göz önünde bulundurduğumuzda katliamın sadece bir ya da birkaç kişi tarafından işlenmiş olmasının mümkün olmayacağını belirtmek isterim. Bunun arkasında mutlaka birden fazla gücün yer almıştır.

Sizce böylesi bir yer bilinçli mi seçildi?

Evet, çok planlı ve bilinçli seçildiğini düşünüyorum. Çünkü bu enformasyon bürosu Kürtler açısından büyük bir kazanım, legal alanda çalışmalarını yürüten bir büroydu. Aynı binada farklı halklara ait bürolar da bulunuyor. Yine o çevrede yüzlerce ilişki de geliştirilmiş. Böylesi bir yerde katliamın yapılması tesadüfü olamaz. Şimdiye kadar yapılan araştırmalar, açıklamalar ve basına yansıyan bilgiler; bu katliamın planının çok kapsamlı yapıldığını gösteriyor. Fidan Doğan arkadaş yılardır bu büroda çalışıyordu. Böylesi bir yerde yapılan bir katliamın sorumluları nasıl oluyor da ortaya çıkarılmıyor.

KÜRT ÖZGÜRLÜK HAREKETİNİ AVRUPA’DA KRİMİNALİZE ETMEYE ÇALIŞTILAR

Fransa 1993’ten sonra uyguladığı PKK yasağı ile beraber hem Kürt yurtseverlere, hem de Kürt kurumlarına yoğun bir şekilde yöneldi. Bu baskı politikaları yıllarca sürdü.

2000’li yıllarla birlikte siyasal dengelerin değişmesi, ‘terörle mücadele’ adı altında ABD geliştirdiği konsept ile BM’nin gücünü de arkasına alarak, Kürt Özgürlük Hareketini Avrupa’da kriminalize etmeye çalıştı. PKK’nin meşru savunma stratejisini kabul ederek, savaş konumunu geri plana çekip, siyasi boyutu ön plana çıkarmaya başladığı süreçte, PKK’nin terör listesine girmesi hususu tartışılmaya başlandı.

Paris Katliamının uluslararası komplonun bir devamı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Evet tabii ki, uluslararası komplonun bir parçası olarak, Almanya merkezli NATO gladyosuna ait bir konsept ile aktifleştirildi. 2006’dan itibaren Fransa’da Sarkozy’nin iktidara gelmesi ile birlikte Türkiye ile geliştirilen ticari ilişkiler Fransa’nın Kürt siyasetinde değişiklikleri kendisiyle getirdi diyebiliriz.

Almanya’da daha önce Düsseldorf davası vardı. O davaların PKK’nin lehine dönüşüşü ile Almanya devleti tazminat vermek zorunda kaldı. Ama Almanya’ ya benzer politikaları Fransa’da hükümet değişikliği ile aktifleştirdi. Sarkozy hükümeti döneminde ticari çıkarlar çok yüksekti. İçişleri bakanlıkları düzeyinde görüşmeler yapıldı, güvenlik ve işbirliği anlaşması imzalandı. Ama Fransa Komünist Partisi’nin müdahalesi ile bu anlaşmalar senatodan geçemedi. O dönem çok kirli çıkar politikaları yapılmaktaydı. Ona paralel olarak çok kapsamlı operasyonlar da yapıldı. Fransa’da PKK davalarından 10 ayrı dosya vardı. Kürt siyasi temsilcileri ve kurumları kriminalize edildi. Bu 10 dosyanın çoğu düştü ve içeriklerinin boş olduğu anlaşıldı. Aslında davaların siyasal çıkarlar için yapıldığı ve kimi mahkemelerde ise kirli ilişkilere bulaşmış savcı ve hâkimlerin var olduğu anlaşıldı.

Türkiye ile yapılan bazı işbirliği anlaşmalarına Kürler kurban mı edildi? Paris’te 9 Ocak’ta yapılan katliam da bunların bir devamı olarak mı gelişti?

Tabii ki, böyle değerlendirmek daha doğru olur. Paris katliamını o dönemdeki hükümetin politikalarından bağımsız ele almak yanlış olur. Çünkü bu katliamda Almanya, Fransa, Türkiye ve İngiltere’nin de aralarında olduğu birçok ülke dahil oldu. İngiltere istihbarat boyutuyla, Almanya planlama ve Fransa uygulama ve planlama anlamında bu işin içinde yer almışlardır. Türkiye zaten esas tetikçidir. Bilgiler ve veriler vardır. Fakat bunların daha detaylı açığa çıkarılması gerekir.

FRANSIZ İSTİHBARATININ HABERİ OLDUĞU İÇİN KATLİAMI AYLDINLATMIYOR

Fransız devletinin ve istihbaratının haberi olduğu için bu katliamı aydınlatmıyor. Fransa, Türkiye ve NATO ülkelerinin çıkarları gözetilerek zamanı geldiğinde açıklayacaklardır. PKK mücadelesi ve halkların direnişi bunu hızlandırabilir. Örneğin katliamdan sonra Kürt kamuoyu ve dostları büyük bir baskı oluşturdu. Bu da Fransa devletini ve hükümet yetkililerini bazı şeyleri açıklamaya mecbur bıraktı. İçişleri bakanı katliam yerinde açıklama yapmak zorunda kaldı. Ama katliamın bir bütün perde arkasını aydınlatma ve açıklamayı, ancak NATO üyesi olan ülkelerin çıkarlarına zarar vermeyecek bir zamana yayıp, çıkara dayalı yeri geldiğinde açıklayacaklardır.

NATO’yu iyi incelemek gerekiyor. Biliyorsunuz, beş daimi üyesi var. BM de tam anlamıyla ABD güdümündedir. Aynı zamanda Fransa 2009’dan itibaren NATO’nun askeri gücü olmayı kabul etti. Eskiden Fransa NATO’da sadece siyasi ortaklık statüsünde yer alıyordu. Katliamın aydınlatılmaması ya da, bütün açıklığı ile açıklanmaması bunlarla bağlantılıdır. Son zamanlara kadar Kürt TV’lerinin lisansları Fransa’nın elindeydi. Bunlara karşı yürütülen saldırılar, Kürtlere yönelimlerin hepsi, NATO ile alakalıdır ve uluslararası komplonun bir parçasıdır. Uluslararası devlet çıkarlarının uzlaştığı yerde bu güçler Fransa’ya, ‘bunu açıklayabilirsin’ onayı çıktığı anda açıklanacaktır. Tabi, Fransa devleti yüzde yüz ABD’nin etkisinde demek de yanlıştır. Fransa’daki hükümet değişikliklerinde bu eğilimler değişmektedir. Sarkozy hükümeti döneminde ABD eksenli politika daha çok aktifti. Hollande döneminde de farklı bir politikaya sahip olmadığından devam etmektedir.

ULUSLARARASI KİRLİ BİR PLAN

Bir defasında Korsika’ya ziyaretimiz esnasında Korsika Alt Parlamento başkanı, “Ben iki ayda bir Fransa’da devlet toplantılarına katılıyorum. Bu toplantı da parlamentolar arası ilişkiler ele alınıyor. François Hollande dönemindeki dış politikalar diğer dönemlere göre değişmemiştir. Her türlü tedbirleriniz olsun” diyerek bizi uyarmıştı.

Korsika Parlamentosu başkanını söylediklerinden de hareketle uluslararası kirli bir plan ve kapsamlı bir saldırı olduğunu söyleyebiliriz. Daha sonra da basına yansıyan bilgiler de bu katliamın uluslararası boyutunu gözler önüne serdi. İyi örgütlenmiş ilişki ağları olduğu görüldü. Uzun vadeli takiplerin yapıldığı da ortaya çıktı.

YARGIÇ ÇOK ÖZEL SEÇİLMİŞ

Almanya’da Kürt siyasetçiler ve kurumları hedef alınmıştı. Zanlı olarak açıklanan şahıs Ömer Güney’in ifadeleri de basına tam yansıtılmıyor. Ama bu kişinin Almanya ve Fransa’da yaşadığı süreçler var. Ayrıca Ankara Gölbaşı’nda görüştüğü kişiler ve kurumlar var. Bunların hepsini bir araya getirdiğimizde zaten kimlerin yer aldığı net anlaşılmaktadır. Bu planı yapanlar aslında sonradan basına da yansıdı. Bütün Kürt siyasetinin temsilcilerini hedef almışlardı. Fransa’daki uzantıları da bu planın uygulanmasında karar merci ve hepsi de söz sahibidir. Bunu Fransız yetkililerine de söyledik, Fransa’da terörle mücadele yargıcı Terry Fragnoli çok özel seçilmiş bir kişiliktir. Terry Fragnoli’yi araştırdık ve bu yargıca ilişkin bir belge de elimize ulaştı. Bu belgede, Türkiye’deki bir başka Fransız ile yazışmalarını gösteriyor. Bu Türkiye’de yaşayan Fransız vatandaşı da Fetullah Gülen Cemaati ile ilişkide olan bir şahıstır. Bunları biz kendimiz araştırdık.

Yani siz Fransa mahkemelerinde görev alan bir yargıcın olayla alakalı Türkiye’deki kişilerle bir işbirliği içine girdiğini mi söylüyorsunuz?

Evet, ilişkisi kesin var ve elimizde buna ilişkin somut belgelerimiz de var. Bunu sorgu sırasında da o yargıcın yüzüne söyledik. Sen Fransız değil bir Türk yargıcısın ve bizi yargılayamazsın dedik. Bu Terry Fragnoli bir figür olarak Fransız mahkemelerine kadar sızdırılmış bir kişiliktir. Bunları iyi değerlendirmek ve derinleştirmek gerekiyor. Fransa’daki Kürt kurumları ve Kürt siyasetçileri devletin ve yargısının adli denetimindeydiler. Paris katliamının yapıldığı Kürt Enformasyon Bürosu da 2007’de yapılan tutuklamalarla adli takibe alınmaya başlanmıştı.

FRANSIZ DEVLETİNİN ROLÜ BELİRLEYİCİ

Hukuki dayanaklara dayandırarak yılardır aralıksız olarak adli kontrol ve takip yapıyorlardı. Bu kurum, Fransız güvenlik güçleri tarafından düzenli bir şekilde takip ediliyordu. Gece gündüz, düzenli bir şekilde yetkililerin eline bilgi gitmesine rağmen, nasıl oluyor da bu katliamı yapan şahsın bir fotoğrafını bile çekilmemiş. Bu kişiye dair hiçbir bilgi elinde yok? Sizce de bu durum ilginç değil mi? Peki bu katliamı yapan cani oraya o kadar rahat girip 3 devrimci kadını katledip çıkarken hiç mi iz bırakmadı. Her yer güvelik kamerası ile doluyken nasıl oluyor da Fransız polisi ve istihbaratı herhangi bir belge olmadığını söylüyor. Bu ne kadar inandırıcıdır? Bu konuda bence Fransa’nın rolü belirleyicidir. Fransa devletinin hükümetinin, kirli devlet ve ticari çıkarları bir tarafa bırakılarak var olan veriler paylaşılmalı. Fransa bunu yapmak yerine davaya çok uzun vadeli gizlilik kararı koydular.

Peki, uluslararası güçler desteklemeden istihbarat ağı olmadan katliamı yapmak mümkün mü?

Tabi ki mümkün değil. Böylesi bir durumda olayın gerçekleştiği ülke, giriş çıkışların yapıldığı ülkeler ve suçu işleyen ülkelerin istihbaratları mutlaka bilgi alışverişi içinde olur. Bu konuda Fransa’nın sicili pek temiz sayılmaz. Örneğin Tamil liderlerinden birisi Paris’te vurulmuştu. Bu olay heval Rojbin’in (Fidan Doğan) dikkatini çekmişti. Buna benzer durumların bizim içinde olabileceğini söyleyerek uyarılarda bulunmuştu.

Fransa Komünist Partisi ile görüşmüştü, parti yöneticileri Rojbin arkadaşı “tedbirleriniz olmalı, devletlere hiçbir zaman güvenmemek gerekiyor” biçiminde uyarmışlardı. Rojbin yoldaş o zaman bazı arkadaşların hedeflenebileceğini düşünerek güvenlik istedi. Sakine arkadaş Almanya’da kalıyordu. Bürokratik işlemleri için gelip gidiyordu. Tedbirlerimiz vardı ama bu düzeyde bir cinayetin Paris gibi bir yerde vahşice işlenebileceğini tahmin etmiyorduk. Belki de, hükümetlerin politikalarını ve çıkarlarını derinliğine tespit edemediğimizden kaynaklı bu katliamı beklemiyorduk. Tutuklanmayı, gözaltına alınmayı hatta Türkiye ile pazarlık sonucu iadeyi tahmin ediyorduk, ama böylesi bir durumu beklemiyorduk. Hem Roma, hem Paris, hem de Madrid davaların hepsinde iade etme kararları çıktı. O açıdan bu tür durumlara karşı tedbirlerimiz vardı. Fakat böylesi bir katliamı işleyeceklerini tahmin edemiyorduk.

KATLİAMIN ALMANYA AYAĞI VAR

Bu katliamın Almanya ayağı da var. Zanlının Almanya’da yaşadığı süreçlerin açığa çıkarılıp paylaşılması gerekiyor. Cinayetin gladyo tarafından yapıldığı, Fethullah Gülen cemaatinin bizzat planlamada yer aldığı netleşmiştir. BBP Alperen Ocaklarının tetikçilerin yer aldığı netleşmiştir. Bunlar sadece bir söylemden ibaret değil. Bunların hukuki ve siyasi verileri vardır. Örneğin Sakine arkadaşın daha önce Almanya’da iade davası vardı. Bu bilgiler Almanya devletinden istenebilir. Sürekli izlenen bir arkadaştı. Nereye gittiği ne olduğu, ne yaptığı, biliniyordu. Fransa’da ilticacıydı.

Heval Fidan’ın ailesi Strasburg’da yaşıyor. Fransa’da bir işçi ailenin çocuğudur. Annesi Avrupa Parlamentosu’nda çalışıyor, kardeşlerinin hepsi Fransız vatandaşıdır. Leyla arkadaş Almanya’da bir gözaltı süreci yaşamıştır. Bütün bunların hepsi biliniyor. Yani bu arkadaşlar ve tüm PKK kadroları bulundukları ülkede izleniyorlar. Kuş uçsa haberi olan istihbarat örgütleri nasıl oluyor da bu kadar takibe aldıkları insanların faillerini bulamıyor. Kimse bizim buna inanmamızı bekleyemesin. Çünkü işin aslının ne olduğunu bizler çok iyi biliyoruz.

Katliamın faillerinin açığa çıkarılması için Kürt halkının nasıl bir mücadele yürütmesi gerekiyor, partinize ne tür görevler düşüyor?

Mücadele boyutları oldukça geniş ve kapsamlıdır. Fakat üç boyutta ele almak mümkün. Birincisi; Türkiye’nin diplomasi adına bütün Türkiye ve Kürdistan değerlerini uluslararası alana peşkeş çekiyor. Bu kirli diplomasinin ününe geçmek için diplomatik alanda büyük bir mücadele verilmeli.

Bunu Kürt legal partileri, dost partiler, dost siyasetçiler yapabilir. Görüşmeler ağı içerisinde demokratik siyasetin bir gereği olarak ezilen, sömürülen halk kesimlerinin yanında yer alınarak diplomatik sahada gladyocu güçlere baskı uygulanmalıdır.

İkincisi; kendi paradigmamıza uygun bir siyasal anlayış ile geniş kesimlerle ilişkiler geliştirilmelidir. Rojbin arkadaşımızı yine anmak istiyorum. Çünkü kendisi bu alanda gerçekten de büyük bir çaba içerisinde olmuştur. Gerek en küçük kurum ve kuruluşlarla, gerekse devletler düzeyinde yapılan en üst düzeydeki görüşmelere kadar demokratik ulusun ilişki tarzına uygun bir ilişki ağıyla Kürt halkı ve Kürt özgürlük mücadelesini uluslararası alanda temsil etmeyi bilmiştir. Her Kürt siyasetçisi bu tarzı esas alarak gerek bu konunun aydınlatılması için gerekse Kürt özgürlük mücadelesin başarısı için aktif bir siyaset yürütmelidir.

Üçüncüsü ise; halkın kendi öz gücüne dayanan serhildanlardır. Bu konuda Kürt halkının tarih yazan serhildanları olmuştur. Söz konusu değerlerine sahip çıkma olduğunda akan suları durdururcasına sel olup akmayı her zaman bilmiştir.

ÜÇ NOKTADA ULUSLARARASI SAHİPLENME

Kürt özgürlük hareketimiz bu güne kadar üç nokta da, büyük bir uluslararası sahiplenmeyi yaşamıştır. Birincisi; 1999’da önderliğimize karşı gerçekleştirilen uluslararası komploya karşı, Kürdistan’ın bütün parçaları başta olmak üzere Avrupa’da, Kafkas’lar da ve hatta Amerika kıtasında yaşayan Kürtler büyük bir öfke ve tepkiyle milyonların ayağa kalkışıyla önderliğimizin idam fermanın verenler geri adım atmak zorunda kalmıştır. Güneşimizi karartamazsınız şiarıyla neredeyse 90 arkadaş kendi bedenini ateşten bir çembere düştürerek geliştirilen bu komplo zincirini kırmıştır. Bu dünyada belki eşine çok az rastlana bilen bir sahiplenme durumuydu.

İkincisi; Sakine, Fidan ve Leyla arkadaşların katliamını protesto etmek için 12 Ocak’ta yüzbinlerin Paris’te olan yürüyüşüydü. Ben o yürüyüşün organizatörüydüm. Şunu net bir şekilde söyleme gereği duyuyorum; o süreçte büyük bir öfke patlaması yaşandı. Bize en uzak duran insan dahi, insani yaklaşım anlamında, bu üç devrimciyi büyük bir sahiplenme ile demokratik ulusun serhildan ruhuyla sahiplendi. Büyük bir eylem birliğiyle farklı çevrelerinde sahiplendiği bir durum oldu. 12 Ocak sonrasında Kuzey Kürdistan başta olmak üzere bütün dünyada çok büyük tepkiler gelişti.

Üçüncü aşamada biliyorsunuz; Kobanê ve Şengal direnişleriyle birlikte gelişen sahiplenme ve ayağa kalkıştır. Yine Kürdistan’ın her parçasında ve tüm dünyada büyük bir sahiplenme gelişti. Bu günde bu sahiplenme devam ediyor. Bu üç süreç; demokratik ulusun temel mücadele ve eylem biçimidir. 99’da ortaya çıkan bu birlik ruhu 12 Ocak 2013 gelişerek devam etti. Bugün de Kobanê ile zirveleşti.

ZULME KARŞI İNSANLIK DİRENİŞİNDE SAF TUTMAYA ÇAĞIRIYORUM

Bu vesileyle 10 Ocak’ta yapılacak olan yürüyüş içinde bir çağırıda bulunmak istiyorum. Bu yürüyüş ileri bir adım yaratabilecek göçte olmalı. Bunun için Kürt halkına, demokrasi güçlerine ve sol sosyalist güçlere ve ezilen, sömürülen, farklılaştırılan güçlerin tümüne ciddi bir sorumluluk düşüyor. Kısacası kendisine insanım diyen herkes kendisini bu cinayetin aydınlatılmasından sorumlu görerek bunun için ne gerekiyorsa yapmalıdır. Demokratım, solcuyum, sosyalistim diyen herkesi 10 Ocak yürüyüşünde zulme karşı insanlık direnişinde saf tutmaya çağırıyorum. Bu sorumlulukla, Kürt halkı da buna öncülük ederek böylesi bir mücadele sürecinde Fransa, Almanya ve Türkiye hükümetine bir baskı oluşturabilir. Şu anki konjonktür buna çok elverişlidir. Çünkü PKK ideolojik, siyasi ve askeri açıdan ileri bir durumdadır.

ÖMER GÜNEY’İN İLİŞKİ AĞI DEŞİFRE EDİLMELİ

Katliamın üçüncü yılana giriyoruz. Bundan sonra bir yıl bile tahammül etmemek lazım. Fransa hukuku açısından da söyleyeyim; kamuoyunun bunu bilemesi lazım. Şimdi dosya kriminal dosya kapsamına alınmış durumda. Bu bir ile yirmi yasasına göre ele alınır. Yani mahkeme kararını bir yıldan sonra yirmi yıla kadar istediği zaman verebilir. Örneğin zanlı üç yıl sonra mahkemeye çıkarılır. Bu şahıs en fazla beş yıl içerisinde mahkemeye çıkarılma olasılığı oldukça yüksektir. O açıdan üçüncü yılda bu kişi salıda verilebilir. Ömer Güney’in ilişki ağı deşifre edilmeli. Edilmezse, Ömer Güney bırakılabilir ya da tek başına bu katliamın faili olarak yargılanır. Fakat tek başına birinin bu katliamı yapması mümkün değildir. Tetikçi olabilir, askeri açıdan silahlı bir kişi üç kişiyi vurabilir, bunların detaylarını da tartışabiliriz. Ama siyasal açıdan planlama, keşif ve istihbarat ağını oluşturmada bir kişi tek başına bütün bunları yapamaz. Hiçbir profesyonel askeri personel ve komutan böyle bir kabiliyete sahip değildir. Mümkün değildir. İkinci ve üçüncü kişi keşif grubu için mutlaka gereklidir.

Fransa’da sorgu yargıçları diye bir şey var. Dava sorgu yargıçlarının inisiyatifindedir. İyi hal nedeniyle zanlıyı dışarıda yargılayabileceklerini de belirtebilirler. Tersini de yapabilirler. Bu katliamı tek bir kişiye yükleyip, bu mahkumdur, bu suçludur diyerek kendilerince adaleti tecelli ettiklerini söyleyip davayı kapatabilirler. Bu olasılık ta var. Ama bu olasılıklar zayıfladı.

Neden?

Bildiğiniz üzere ortaya kaset ve bilgiler çıktı. Bunu izah etmek durumundalar. Türkiye cumhuriyetinin sorumluluğu var. Fransa savcıları eğer gerçekten bir soruşturma yapacaklarsa, Tayyip Erdoğan’ın, Hüseyin Çelik’in, François Hollende’ın ifadesini almalılar. Gülen Cemaati çok ciddi suçlanıyor. Türkiye’yi birbirine kattı, altüst etti. Madem AKP hükümeti bu paralel devlet gerçeğini açığa çıkarmak istiyor, bu boyutta MİT içerisindeki konumlanmalarını açığa çıkarmak için soruşturmalara izin vermelidirler. Türkiye istihbaratı Türkiye’nin selameti için MİT soruşturma bilgilerini Fransız savcılarıyla paylaşmalıdır. Almanya’nın bunu çok kolay yapacağını düşünmüyorum. Çünkü Almanya çok derin bir devlet. Yani NATO ne zaman karar verirse, Almanya o zaman bilgileri paylaşabilir. Onun için de sorduğunuz soruya özet olarak, her alandaki mücadelemiz buna cevap verecek, baskı unsuru olacaktır.

Eğer her Çarşamba kadın öncülüğünde gelişen eylemler, olmasaydı, kamuoyu yaratmada, stantlar açma ve imza kampanyaları düzenleyerek tepkileri açığa vurma ile diplomasi görüşmeleri yapılmasaydı. Bunları destekleyen kapsamlı serhildanlar gelişmeseydi, Ömer Güney’in ifadeleri basına yansımayabilirdi ve hiçbir adımda atılmayabilirdi.

Bu katliamda 3 devrimci kadın katledildi. Üç ayrı kuşaktan üç ayrı kadın devrimci özgürlük mücadelecisi katledildi. Birlikte mücadele yürüttüğünüz ve yakından tanıdığınız insanlardı. Özellikle Sakine Cansız’la uzun bir mücadele arkadaşlığınız var. Yaşamına dair neler söylemek istersiniz?

Sakine Cansız yoldaşımız bu hareketin en büyük değerlerinden biriydi, kurucu üyesiydi. 1978’de yapılan 22 kişilik kongrede yer alan iki kadından bir kadın arkadaşımızdır. Hatırlarsınız Fethullah Cemaati’ne yakın basında Emre Uslu gibiler bir takım yazılar yazdılar. 22 kişi kurucu üyesini bitirilirse PKK’yi bitiririz diyorlardı. Ve sonradan Fethullah Gülen’in kendi açıklamaları da vardı. “Elli bin kişi de olsa bitirilmesi lazım” diyordu. Bu bilgiler bir araya getirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin planlı bir şekilde Sakine arkadaşı hedeflediğini görebiliriz. Bu görevi de BBP’nin tetikçi gücüne bırakmışlardır. En azından ben öyle düşünüyorum. Yazıcıoğlu suikastından sonra Genelkurmay ile BBP’nin Genel Başkanı Bahattin Desteci arasında bir görüşme oldu. Bu görüşmede görevin onlara verildiğini düşünüyorum. Dolayısıyla 22 kişinin hedeflendiği kesin. Bunların bir tanesi de Sakine arkadaştır. Bu kirli ilişkilerde daha önce de ülkeye de bu yönelimler olmuştur. Avrupa’da da böyle planlar vardı. Bunlar da boşa düştü.

Ömer Güney’in sesinden basına yansıyan kasette, isimler geçiyor. ‘Bunu görsem ne yapayım’ diye soruyor, onlar da ‘hiç kaçırma hemen vurabilirsin’ diyorlar. MİT adına basına yansıyan bu orijinal belgede üç tane amirin imzasının olduğu bu belgede, Sakine Cansız arkadaşımızın vurulması gerektiği kararı var. Takibe alınmıştır. Belki kasette bir cümle ile sonra halledilir diye geçiyor ama özünde hedeflenmiştir. Tabi zamanlama açısında da belki hedefe erken girdiği için Sakine arkadaş vurulmuştur. Ama çok önceden hedeflenmiştir.

Sakine arkadaşımızla yıllarca birlikte kaldık. Hem ülkede 1997 ve sonrası süreçlerde, hem de Avrupa’da beraber çalıştık. Pazartesi günü onlar Belçika’dan dönmüştü, o gün görüştük. Benim o zaman adli kontrollerim çok yoğun olduğundan dolayı hareket edemiyordum. O görüşmeden sonra katliamın haberini aldık.

Sakine arkadaşı cümlelerle anlatmak çok zor. Kürtlerin Jeanne d’Arc’ı demek belki en isabetli ifade olabilir. Bunun yanında tabi ki, Roza’ların Clara’ların mücadelesini yaşattı. Beritanlar ondan ruh aldı. Zilanlar ve Semalar Sakine Cansız’ın o efsanevi direniş ve özgürlük ruhundan etkilenip mücadeleyi yükletti. Onlar Sakine’nin özgürlük ruhuyla abideleştiler. Onları ifadelerle anlatmak çok zordur. Bu üç arkadaş şahsında ne yapılmalı sorusu hep hatırımdadır. Onların anısını yaşatmak bizim boynumuzun borcudur. Sakine arkadaş hepimiz için öncü bir yoldaştı. Çok asi bir duruşu vardı. Örgüt içinde asi ve özgürlükçü bir duruşu temsil ediyordu. Her zaman her konuda kendisine has düşünceleri ve fikirleri olan biriydi. İnandıkları uğruna da her zaman savaşan bir yapıya sahipti.

Zaten “Hep Kavgaydı Yaşamım” adlı kitabında da var. Her zaman doğruları için kavga ettiğini söyler. Sakine arkadaş bizim için anlam dolu, özgürlükçü bir yoldaştı. Onu anlamaya çalışıyoruz anlamamız da gerekiyor. Önderlik anlamak özgürlüktür diyorsa, biz de sürekli anlayacağız. Onu yaşatmak gerekiyor. PKK hareketi Kürdistan sınırlarını aşmış durumdadır. Binlerce yüzbinlerce devrimcinin hayali ütopyası oldu. Bizim için Sakine arkadaşımız yaşıyor, Rojbin arkadaşımız yaşıyor ve Leyla arkadaşımız yaşıyor ve yaşamaya devam edeceklerdir. Bu insanlık hareketi ve özgürlük mücadelesi var oldukça bu arkadaşlarımız da yaşayacaktır. Sakine arkadaş için bunları söyleyebilirim.

Fidan Doğan’la da bir dönem birlikte mücadele yürüttünüz. Fidan Doğan’a dair neler söyleyebilirsiniz?

Rojbin arkadaşla da beraber çalıştık. O zaman Strasburg’da Önderliğin özgürlüğü imza kampanyasında 3 milyon 800 bin imza toplanmıştı. Bu imzaları Avrupa Konseyine teslim etmek için noter tasdikini bir sanatçı ustalığıyla tek başına yapmıştı. Bu büyük bir ustalıktı tabi. Çok çalışkandı gerçekten. Ondan sonra ben tutuklandım, cezaevinden çıktığımda Fransa’da temsilcilikteydi. Fidan arkadaş ile birçok görüşmeye gittik. Fransız Komünist Partisi’nin programında Kürdistan ağının oluşumu var, onun eseridir. Fransız Komünist Partisi’nde ülkelerin ağları var. Devletsiz ülkeler anlamında Kürdistan ağıda var. Rojbin arkadaş Kürdistan ağını Fransız Komünist Partisinin programına aldıracak kadar becerikli birisiydi. Gerçekten insanlarla ilişkisinde oldukça sıcak ve cana yakınlığı karşısındakini hemen etkileyerek muazzam bir insani ve dostluk ilişkisi kurabiliyordu. Eğer Fransa’da biraz da olsa ilişkimiz olduysa bu Heval Rojbin sayesinde oldu.

Elbette eskiden arkadaşların ilişkileri vardı ama geliştirme ve zenginleştirme anlamında yürekliydi, cesaretliydi, girişkendi, bir de ideolojik anlamda da kendisini hızlı geliştirdi. Ben onun da çok bilinçli hedeflendiğini düşünüyorum. Sara arkadaşın yanı sıra Rojbin arkadaşın da bilinçli ve planlı hedeflendiğini düşünüyorum. Örneğin Mevlüt Çavuşoğlu ve eski Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış, ‘Kürtler adına o kızı durdurmanız lazım yoksa önünü alamıyoruz’ diyorlardı. Tutuğunu koparan bu anlamda da karşısındaki kişileri zorlayan biriydi. Rojbin arkadaşın tarzını, yaşamını, ilişkilerini esas almalıyız. Bunu belirtme ihtiyacı duydum.

Leyla Şaylemez 3 devrimci kadının en genciydi. Kendisi Komalên Ciwan üyesiydi. Genç kadının temsili haline gelen Leyla Şaylemez için neler söyleyebilirsiniz?

Heval Leyla Şaylemez ile beraber çok kalmadık. Heval Leyla, Ronahî ismini kollanıyordu. Güler yüzlüydü, paktı, sempatikliği insanı kendisine çekiyordu. Her gördüğümde etrafında bir grup gençle harıl harıl bir tartışmanın içerisinde olurdu. Gençleri etrafında toplamayı bilen biriydi. Nerede bir genç varsa onu bulmak istiyordu. Ronahî arkadaş etrafını harekete geçirmeyi bilirdi. Girişken yanları onu hemen diğer gençlerden ayırıyordu. Büyük bir özveriyle çalışıyordu. Onu da Pazartesi günü görmüştüm. Leyla arkadaş bizim geleceğimizin temsilcisiydi. Bu üç yoldaşın bir arada hedeflenmesi bizim için çok ağır oldu. Hareket olarak da büyük bir darbe yedik ama onların anılarını sahiplenmek, mücadelelerini yaşatmak açısından özellikle bu çıkar şebekesinin planlarını açığa çıkarmak bizim mücadele borcumuzdur. Bu üç yoldaşımız evren ve kültürler yaşadıkça var olmaya ve yaşamaya devam edecekler.