Seyit Rıza'dan Mehmet Tunç'a

Mehmet Tunç çok duygusaldı aynı zamanda. En ufak bir şeyde gözleri dolardı. 9 gün süren birinci Cizre yasağında çoğu çocuk 21 sivil katledildi. Gördüğü bu ölümlerden dolayı çok etkilenmişti.

Dünya onu 4-12 Eylül 2015’te tanıdı. Bu tarihler arasında Cizre’de ilan edilen 'sokağa çıkma yasağı' sırasında ilçede uygulanan ablukaya ve yapılan yıkıma dikkat çekmek için birçok televizyon kanalına canlı bağlanarak Cizre halkının sesini dünyaya duyurmaya çalıştı. 

Evet, halk kahramanı Mehmet Tunç’tan söz ediyorum. Zira Cizre’deki 9 günlük 'sokağa çıkma yasağı'ndan sonra o, Cizreliler arasında bir kahraman gibi karşılanıyordu. Duruşu, sempatikliği, alçak gönüllülüğü ile Cizre’nin gönlünü fethetmişti.

Mehmet Tunç Şirnex’ın Cifane köyünde doğup büyüdü. Babası Cifane, annesi komşu Akêt köyünden. İlkokulu köyde okudu. Okulda dersleri vasattı. Ondan sonra okula devam etmedi. Ama birçok Kürt çocuğu gibi o da dini eğitim aldı. Kur’an-ı Kerim'i hatmetti. 

Doğayı çok seviyordu. Onun için bir yerleri hep yaraydı. Çocukluğunda düştüğü yüksek kayadan ölümden döndü. Yüzünde açılan yaranın izi, insanlık ayıbı bodrumlarda yakılıncaya kadar kaldı! 

Babası yıllarca koruculuk yaptı. Anne tarafının baskısıyla babası koruculuğu bıraktı. Zaten Mehmet’i Kürt siyasi hareketi ile tanıştıran da anne tarafıdır. O çalışkan ve becerikli bir çocuktu. Daha küçük yaşlarda dedesinin traktörünün şoförlüğünü yapıyor, traktörle çift sürüyor, nakliye yapıyordu. 1993’te köy yakılana kadar ailesi Cifane köyünde yaşadı. 1993’te köy yakılınca aile Silopiya’ya göç etti. Silopiya’da da şoförlüğe devam etti. Zaten o, küçük yaşlardan itibaren ev ekonomisine katkı sağlıyordu. Uzun süre geçimini şoförlük yaparak sağladı. Daha sonra ailece Cizre’ye yerleşti. Cizre’de de şoförlük mesleğini devam ettirdi. Geçirdiği bir trafik kazasında ağır yaralandı. Ondan sonra da şoförlük yapmadı. O aynı zamanda koyu bir Galatasaraylı idi.

Mehmet siyasetin içinde değildi. Ama dışında da değildi. Bir yurtsever olarak herkes gibi hayatını sürdürüyordu. Ama Kürt siyasi hareketinden kopuk da değildi. Özellikle anne tarafının Kürt siyasi hareketi içindeki etkinliği onu çok etkiliyordu. 

Siyasete 2009’da Barış ve Demokrasi Partisi Cizre Kurucu İlçe Başkanlığı ile girdi. Mehmet Tunç, rahat tavırları, sempatik ve esprili kişiliği ile kısa sürede kendini halka sevdirdi. İlçe başkanlığı yaptığı dönemde zamanın kıymetini biliyordu. Halkla diyaloğu iyi kurabiliyordu. Partiye gelip giden insanlara sürekli ya gazete okur ya demokratik mücadelen söz eder; ya da yaşlılardan hikayeler dinlerdi. Bazen onlara Kur’an’dan ayetler okur, hadislerden örnekler vererek demokratik mücadelenin haklılığını anlatırdı. Kimi zaman da Cizre’nin “sefî”leri ile şakalaşır, onlara takılırdı. Hele bir deli Remo’su vardı ki anlatılmaz. Aralarındaki muhabbet ve diyalog herkesin dilindeydi. Remo 7-8 yaşlarında sefî bir çocuktu. Haylaz mı haylaz. Ama ortamın neşesiydi. Hele sümüklü haliyle “Mehmet Tunç” deyip ona bir sarılışı vardı ki...

Mehmet Tunç’un siyasetteki ilk deneyimi başarılıydı. ilçe başkanlığından sonra Cizre Kent Meclisi Sözcülüğü yaptı. Oslo sürecinin bozulmasıyla başlayan yoğun siyasi tutuklamalardan o da nasibini aldı. 2011’de tutuklandı. Midyat, Amed ve Şirnex cezaevlerinde kaldı. Mehmet tutuklandıktan sonra ziyaretlerde bana hep sorduğu ilk isim genelde Remo olurdu. Zira Remo’yu çocuğu gibi severdi. Israrla ziyaretine götürmemi istiyordu. Remo da öyle. Beni her gördüğünde bana sarılır ve “Allah aşkına beni Mehmet Tunç’un yanına götür” derdi.  İkisinin de isteğini yerine getirdim. Cezaevine Mehmet’in ziyaretine götürdüm Remo’yu. O günkü ziyaret neşesini hiç unutmuyorum. Remo’yu gören Cizreli tutuklu arkadaşların “bizi hapiste de mi rahat bırakmayacaksın Remo” deyip ona takılmaları, sarılmaları… Ama Remo cezaevinin normal bir yer olmadığını anladı ve ondan sonra hiçbir zaman “Beni Mehmet Tunç’un yanına götür” demedi. Söylememe rağmen istemedi!

11 Şubat 2015’te Cizre KCK dosyasından tutuklu bulunan 25 kişiden 23’ü tahliye edildi. Tahliye edilmeyen iki kişiden biri Mehmet Tunç'tu. Tahliye edilmemesinin gerekçesi ise duruşmalardaki tutumu göz önünde bulundurularak üst düzey yönetici olabileceğinin “değerlendirilmesi”. Evet, gerçekten Mehmet’in duruşmalardaki duruşu örnekti. Tavizsiz tavrıyla hep dik bir duruş sergiledi. Gür sesi ile mahkeme salonunu inletiyordu. Konuştuğunda sesi salonun dışından dahi duyuluyordu. O hep Kürtçe savunma yapmak istiyordu ve onun için de Türkçe savunmayı reddediyordu. “Bizim Türkçeye, Türklere karşı bir düşmanlığımız yok, ama Türkçenin kutsallığı kadar Kürtçenin de kutsallığına inanıyoruz; onun için kendi ana dilimiz olan Kürtçe ile savunma yapmak istiyoruz” diyordu. Onun yaptığı tarihe bir meydan okumaydı mahkeme salonlarında!

Tutuklu bulunduğu Şirnex D Tipi Kapalı Cezaevindeyken, 7 Haziran 2015’te yapılan milletvekili genel seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi'nden (HDP) aday adayı oldu. Daha sonra çıktığı ilk duruşmada yaklaşık 4 yıllık tutukluluktan sonra serbest bırakıldı. 

Mehmet cezaevinde hiç boş durmamıştı. Zamanı iyi değerlendirmiş, adeta fırsat bu deyip kendini ideolojik olarak donatmıştı. Kürtçe yayımlanan Hawara Botan dergisine cezaevinden zaman zaman Kürtçe yazılar yazdı. Cezaevinde kaldığı süre içinde de sorumluluk almaktan kaçınmadı. O görevin kutsal olduğuna inandığı için hiçbir zaman sorumluluk almaktan kaçınmıyordu. 

Cezaevinden çıktıktan sonra da boş durmadı. Cizre’de yapılan Halk Meclisi çalışmalarına katıldı. Gittiği her ortamda etkisini hissettiriyordu. O, gür sesi ve kararlı duruşu ile insanlara güven veriyordu. Yumuşak ama kararlı bir kişiliğe sahipti. Teatral yönü de oldukça gelişkindi. Esprileri ile bulunduğu her ortamı şenlendirirdi. Halk Meclisi Eş Başkanlığı görevini üstlendiğinde bu göreve layık olmak için var gücü ile çalıştı. Cizre Halk Meclisi 13 Ağustos 2015 tarihinde öz yönetim ilan ettiğini kamuoyuna onun ağzından duyurdu.

Mehmet Tunç çok duygusaldı aynı zamanda. En ufak bir şeyde gözleri dolardı. 9 gün süren birinci Cizre yasağında çoğu çocuk 21 sivil katledildi. Gördüğü bu ölümlerden dolayı çok etkilenmişti. Yaralanan bazı çocukların ölümünü adeta izlemişti. Zaten çoğu hastaneye kaldırılamadığı için kan kaybından ölmüştü. Bunu görmek, çaresizlik içinde ölümlerini izlemek onu kahretmişti. Mehmet Tunç o 9 gün boyunca mahallede sokak sokak dolaşmıştı. Mahallede kimin ne sorunu varsa hemen hepsiyle birebir ilgilenmiş. Yasak kalktıktan sonra mahallede her ağzını açan onun yaptığı fedakarlıklardan bahsediyordu. O ise halk için her zaman ucunda ölüm dahi olsa hiçbir fedakarlıktan kaçınmamak gerektiğini söylüyordu. 

Cizre’de yaklaşık 3 ay sürecek yasak başladığında tarih 14 Aralık 2015’ti. Bu tarihten sonra Mehmet Tunç adeta Cizre’nin, Cizrelilerin yaşadığı vahşeti dünyaya duyuran kişi oldu. Birçok defa değişik televizyon kanallarına bağlanarak Cizre’nin bir katliamla karşı karşıya olduğunu haykırdı. Bağıra bağıra dünyaya sesleniyordu. Cizre’deki bodrumlarda yaralı insanlar olduğunu, bu insanların öldürülebileceğini (henüz yakılmamışlardı) avazı çıktığı kadar bağırdı. Dünyayı buna sessiz kalmamaya çağırdı ama nafile! Ocak ayı sonunda, yakılarak öldürülmeden henüz 1 hafta önce, Yazar Nurcan Baysal aracılığı ile telefonla bağlandığı Avrupa Parlamentosu’ndaki bir konferansta Avrupalılara şöyle sesleniyordu: 

“Durum medyanın aktardığı gibi değildir. Cizre’de büyük bir katliam yaşanıyor ve büyük bir soykırımla yüz yüzeyiz. Bütün evler bombalanmış, tanklar kullanılıyor. 21’inci yüzyılda düşmana karşı kullanılan silahlar, kendi halkına karşı AKP hükümeti ve Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından kullanılıyor. Cizre’de bir trajedi yaşanıyor. 60 gündür bu halk aç susuz. 120 bin nüfustan 10 bin kalmış ya da kalmamış. Halkı zorla göç ettirmişler. Bu gibi politikalar 1990’lı yıllarda da uygulandı. 4 bin köy boşaltılmış Cizre gibi ilçelere yerleştirilmişti. PKK bitirilecek diye bu köyleri boşaltmışlardı. Ama şimdi de şehirleri boşaltıp PKK’yi bitireceklerini söylüyorlar.

Gerçekten Cizre’de bir trajedi yaşanıyor. 28 kişi bir evde yaralandı. 5 yaralı yaşamını yitirdi. Su tamamen tükenmiş. Su almaya çıkıyoruz, keskin nişancılar tarafından vuruluyoruz. Çıkamıyoruz. 4 kat bina havan topları ile tamamen yıkılmıştır. Yayına bağlanmak için şu an o yıkık binadayım. Ve durum çok çok kritiktir. Bunun için oradaki dostlarımıza söylüyoruz. Lütfen bu vahşeti durdurun. Cizre’de bu katliamı durduracak güçtesiniz. AKP hükümetini uyarıp, Cizre üzerindeki bu ablukayı kaldıracak güçtesiniz. Aksi takdirde oluşacak bir katliamda sizleri de suç ortağı görmek durumundayız.” 

Mehmet Tunç, bu konuşmadan sadece 1 hafta sonra Cizre bodrumlarındaki diğer insanlar gibi canlı canlı yakılarak katledildi. Avrupa ülkeleri suç ortağı oldular. Onu o konferansta dinleyen Avrupalı “dostların” vicdanı sızlıyor mu acaba? Ya da hiç vicdan muhasebesi yapma gereği duydular mı? Mehmet Tunç onlara “…. oluşacak bir katliamda sizleri de suç ortağı görmek durumundayız” dediğinde ne hissettiler acaba? Şimdi ne hissediyorlar? Merak ediyorum doğrusu.

Cizre Savcılık raporunda Mehmet Tunç’un yanmış cesedinin 10 Şubat 2016’da bodrumlardan Cizre Devlet Hastanesine kaldırıldığı yazılmış. Oradan da Urfa Devlet Hastanesine gönderilmiş yanmış, paramparça olmuş cesedi! Yüzü o kadar yanmıştı ki tanınmaz halde idi. O koca burnu yanmış, burnundaki iz yok olmuştu. Maalesef yüzünden teşhis etmek mümkün olmadı koca adam Mehmet Tunç’u! 

Mehmet Tunç ve Cizre bodrumlarındaki 150’den fazla insanın katledilişinin birinci yıl dönümündeyiz. Oysa ne diyordu Mehmet insanlığa seslenirken? “Ölümlerin önüne geçin” diyordu. İnsanların yaşamasını savunuyordu. “Şu an bir Madımak'la karşı karşıyayız. Ve bu bir insanlık ayıbı. 1993’teki katliamın izleri temizlenmemişken, burada 30-40 insan cayır cayır yanıyor” diye sesleniyordu. Ama onun çığlığını ne Birleşmiş Milletler ne Avrupa Birliği ne de diğer uluslararası kuruluşlar duydu. Cizre bodrumlarında yakılan insanlara kulaklarını kapattılar. Mehmet Tunç’un deyimiyle bu katliamda “suç ortağı” oldular. 

Nurcan Baysal 9 Şubat 2016 tarihli T24’teki yazısında “ölümü bu yiğit adama kondurmak istemedim” diyordu. Evet, o yiğit bir adamdı. Bu yiğit adamın şahsında Cizre bodrumlarında katledilen insanlıktı. Bodrumdan şöyle seleniyordu Mehmet Tunç:

“Şu an ölümü bekliyoruz. Bu binanın çökmesiyle insanlık da bu bodrumun altında kalacak… Herkesin moralini iyi tutması lazım. Sadece bu bodrumda insanlar yaşamını yitiriyorsa sanki özgürlük mücadelesi iflas etmiş, sanki özgürlük mücadelesi bitecek anlamına gelmiyor.… AKP hükümetinin niyetini, valiliğin niyetini, İçişleri Bakanlığı'nın niyetini bilmiyorum. Ama şu anda Cizre'de bir vahşet uygulanıyor, Cizre'de bir katliam uygulanıyor. Ama biz diz çökmeyeceğiz…

Kürt halkına sesleniyorum. Bu bir mücadeledir… Cizre halkı var gücüyle… tanka, topa, lav silahına, roketatarlara bedenini siper etti. Hiç kimsenin şüphesi olmasın, mücadeleye devam eden arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Cizre halkı 60 gündür soğuğa rağmen, açlığa rağmen, susuzluğa rağmen diz çökmedi. Onun için kalan insanların bizimle gurur duyması lazım.”

Ölüme giderken bile Mehmet Tunç halkına moral, cesaret  vermeye çalışıyordu. Tıpkı ondan 79 yıl önce ölüme giden Seyit Rıza gibi:

“Bu yaptığınız zulümdür. Cinayettir. Ben yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ben de karşınızda diz çökmedim, bu da size dert olsun.”

Ne Seyit Rıza ne de torunları diz çöktü.

Halkınız sizlerle gurur duyuyor!

*Mücadele arkadaşı