‘Sıfır sorun’ politikası enkaza dönüştü - Cahit Mervan
‘Sıfır sorun’ politikası enkaza dönüştü - Cahit Mervan
‘Sıfır sorun’ politikası enkaza dönüştü - Cahit Mervan
Suriye’deki iç savaşı sonlandırmak için uluslararası çabalar en çok Türk hükümetini rahatsız ediyor. Tayyip Erdoğan’ın başbakan olduğu hükümet sorunun siyasal yollarla çözümünden yana değil. Türk hükümeti açıktan savaş seçeneğini dillendiriyor. O mümkün olduğunca askeri bir müdahale ile sorunu halletmek istiyor! Bu nedenle bir an önce ‘öncü’ işgalci güç olarak ordusunu Suriye topraklarına sürmek istiyor.
RUSYA VE ABD’NİN EŞGÜDÜMLÜ HAMLESİ
ABD ve Rusya’nın ‘Suriye’nin kimyasal silahları denetime açması ve daha sonra teslim etmesi’ yönündeki ortak hamlesi Suriye’ye karşı askeri bir operasyonu önlemese dahi, geciktireceğe benziyor. Belki de G20 zirvesinde de kapalı kapalar ardında konuşulan oluyor: Yani Şam rejiminin ABD’nin askeri bir saldırısını önlemek ve devre dışı bırakmak için kimyasal silahlarını Rusya’nın denetiminde uluslararası bir güce teslim etmesi ve toplanacak olan Cenevre Konferansı’nda ABD-Rusya ortak çözüm paketine evet demesi.
Bu saatten sonra yakın gelecekte Suriye’ye yapılacak askeri bir saldırının artık sembolik olacağını söylemek gerekiyor. Görünen o ki ABD ve Rusya Suriye’nin geleceği konusunda mutabakata varmış durumdalar. İlk adım olarak önümüzdeki saat ve günlerde Beşar Esad’ın Kimyasal Silahlar Sözleşmesini imzalaması beklenebilinir.
Çünkü Rusya’nın mihmandarlığını yaptığı bu hamlenin sonuçlarının ABD tarafından görülmesi gerekiyor. Nerden bakarsanız bakın ABD Başkanı Barack Obama’nın ''Rusya'nın, Suriye'nin kimyasal silahlarla ilgili teklifi ABD'nin olası askeri eylemini önler mi'' sorusu üzerine, ''Eğer gerçekse, olabilir'' demesinin bir karşılığı olması gerekiyordu. Oldu da. Şam Rusya’nın önerisini kabul etti. Buna karşılık ABD senatosu Obama’nın isteği üzerine askeri müdahaleyi görüşmeyi askıya aldı.
TÜRKİYE’NİN KÜRESEL BİR GÜÇ OLMADIĞI ANLAŞILDI
Türkiye, Rusya ve ABD’nin bu ‘eşgüdümlü’ hamlesinin içinde yer almıyor. Daha doğrusu yer bulamıyor. Türk dişleri bakanı Ahmet Davutoğlu bu nedenle kızgın ve öfkeli. Kendi tatminsizliğini dünyaya mal ederek şöyle diyor: ‘Suriye kimyasal silahları devretse de Türkiye’yi de dünyayı da tatmin etmez.’
Bu boş ve hamaset nutuklar Washington’da da, Moskova’da da ciddiye alınmıyor. Çünkü ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve Rus meslektaşı Sergey Lavrov’un neredeyse aynı kelimelerle Easd rejimine yaptıkları teklif Türkiye’yi boşluğa düşürdü. Türkiye’nin küresel bir güç ve aktör olmaktan çok uzak olduğunu gösterdi.
Halbuki daha birkaç yıl önce Türkiye yükselen bir yıldızdı. Ve yeniden şekillenen Ortadoğu ve İslam ülkeleri için sadece bir ‘model’ değil, aynı zamanda ‘öncü’ olarak görülüyordu. Sunuluyordu. AKP hükümeti hoş bir rüya görüyordu. Nede olsa işin sonunda küresel bir güç olma arzu ve iştahı vardı.
Bu nedenle şimdi ABD ve Rusya’nın fikrini almaya dahi gerek görmedikleri Türk dış işleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun o meşhur ‘komşularla sıfır sorun’ söylemi birkaç yıl önce kulağa çok hoş gelmişti.
Davutoğlu’nun komşular dediği ülkeler İran, Irak, Suriye, Yunanistan, Bulgaristan, Ermenistan gibi devletlerle sınırlı değildi. ‘Komşularla sıfır sorun’ Kuzey Afrika başlıyordu, İslam ülkeleri, Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya, ön ve Orta Asya’ya kadar uzanıyordu. Bu aslında ABD, İngiltere, Japonya, Rusya, Kanada, İsrail, Almanya, Fransa, İtalya’nın içinde yer aldığı bir üst lige çıkma arzusunun teorisiydi. Küresel güç olma arzusuydu. Ancak bu teori pragmatik olduğu kadar, gerçekçi değildi.
HEM DİKTATÖR, HEM DİKTATÖR DOSTU VE HEM DE DEĞİŞİMCİ!
Çok masum görünen Türk hükümetinin ‘komşularla sıfır sorun’ politikası ilk başlarda Şam’da Beşar Esad rejimiyle, İran’da Ahmedinejad yönetimiyle ve Libya’da Kaddafi ile de dostluk ve işbirliğini de içeriyordu. Öyle ki Erdoğan şimdi kanını içse doymayacağı Esad’ ve ailesini daha birkaç yıl önce ‘özel’ davetlerle ağırlıyor ve onlarla mutlu hatıra fotoğraflar çektiriyordu.
AKP hem nala, hem de mıha vurarak bu işi kotarma çabası içine girdi. Bir taraftan dipteki değişim ve dönüşüm isteğinin tetiklediği ve ortaya çıkardığı ‘Arap Baharı’nı arkasına alarak, diğer taraftan da statükocu ve baskıcı rejimleriyle ‘sıfır sorun’ politikası güderek uluslararası düzeyde sınıf atlayacağını düşündü. Bu havayla Türk başbakanı Tayyip Erdoğan Davos’ta tüm dünyanın gözleri önünde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'e post koydu! O meşhur ‘van munit’ çıkışını yaptı.
Aslında ‘sıfır sorun’ politikası Erdoğan’ın bu çıkışıyla, çökmeye başladı. Çünkü posta attığı güç öyle bu işin altında kalacak güç değildi. Nitekim İsrail’in cevabı ise çok sert ve kanlı oldu. Türk hükümetinin teşvik ve yönlendirmesiyle Filistin’e yardım götürdüğü iddia edilen Mavi Marmara gemisine İsrail ordusu, hem de kendi deniz suları dışında kanlı bir operasyon gerçekleştirdi. Ankara sadece bu kanlı mesaj karşısında bağırıp-çağırdı. AKP bir tüccar gibi kendi vatandaşlarının akan kanını oya dönüştürmeye ve iç politika malzemesi yapmaya çalıştı.
Başak bir şeyde yapamadı, yapamazdı da. Çünkü Türkiye parlayan bir ‘yıldız’, önerilen bir ‘model’ ve pohpohlanan bir ‘stratejik’ ortak olabilirdi. Ama küresel bir güç değildi. . Oyunu o kuramaz ve kuralarını çizmezdi. İsrail gibi bir güçle kaşık hiç atamazdı.
Erdoğan ve onun dış işleri bakanı bir kez daha bulundukları yeri yanlış okumuş, kendilerini yanlış tarif etmişlerdi. Hatta bir ara İran’ın yürüttüğü ve uluslararası başka bir krize neden olan nükleer programına ilişkin bir takım inisiyatifler almaya çalıştılar. Ancak bu çıkışta hüsranla sonuçlandı. Boyunlarından büyük işlere kalkınca "Big Brother" tarafından ‘otur oturduğun yerde’ ikazını aldılar.
Aslında Erdoğan’ın Davos çıkışı ve Türk dış işlerinin İran’ın nükleer programına ilişkin almak isteği inisiyatif Türkiye’nin ‘ikinci sınıf’ bir ‘stratejik müttefik’ olduğunu unutmaya başladığının tipik bir göstergeleriydi. Ancak Kuzey Atlantik İttifakı NATO’nun üyesi olarak ittifakın Güney kanadının bekçiliğini yapmakla görevlendirilmiş bir ülke olması, ona kendi başına ‘buyruk’ hareket etme olanağı tanımıyordu.
KURTARICIYDI, VAMPİR OLDU
Ve ‘Arap Baharı’ başladığı zaman ilk vurduğu hedeflerden birisi, daha doğrusu çökerttiği ‘sıfır sorun teorisi’ oldu. Çünkü hedefte ‘sıfır sorun’ ekseninde Ankara’nın ‘dost’, ‘arkadaş’ ve ‘müttefik’ saydığı, hatıra aile fotoğraflar çektirdiği diktatörlerde vardı. Türkiye kendisini hiçte hak etmediği şekilde ‘Arap Baharı’nın öncüsü sanarak eski dostlarına ilk hançeri sallayan olmak istedi. Salladı. Bir gecede Libya lideri Muammer Kaddafi’yi sattı. AKP hükümetinin bu hızlı ‘U’ dönüşü gözlerden kaçmadı. Takiye burada da kendisini göstermişti.
Öte yandan AKP’nin ülke içinde Kürtlere ve muhalif güçlere karşı izlediği sert politika, başkalarının hayat tarazına müdahale, her geçen gün biraz daha belirginleştirdiği İslami-muhafazakar çizgisi Türkiye içinde olduğu kadar, AB ve ABD’de ciddi tedirginlik konusu oldu.
Erdoğan’ın Arap ülkelerinde ve Filistin sokaklarında güler yüzlü kurtarıcı pozundaki posterleri dalgalandığı günlerde, Almanya’nın başkenti Berlin’in tarihi Brandenburg kapsının önünde binlerce insanın katıldığı bir gösteride ise onu vampire benzetilen bir fotoğrafı taşınıyordu. Alman Haber Ajans DPA bu gösteriden geçtiği ‘vampir Erdoğan’ fotoğrafı bir gün sonra çıkan gazetelerin birinci sayfasında yer bulacaktı. Bu Roboski’de 34 Kürt köylüsünün sorgusuz-sualsiz katliamından sonra gelmişti.
AKP 2011 seçimlerde aldığı yüksek oyla bir doyuma ulaştı. Şişmanladı. O artık 3 Kasım 2002 seçimlerinde değişim ve dönüşüm söylemiyle yelkenlerini dolduran, AB’ye tam üyeliği öne alan ve ‘mağdur’ olduğu için iktidara gelen AKP değil. İçerde ve dışarıda rezervini ve kredilerini hızla tüketen ve burnunun dikine doğru giden ve şişmanlayan bir AKP vardı.
AKP’NİN YUMUŞAK KARNI: KÜRDİSTAN
Zaten diğer cumhuriyet hükümetleri gibi AKP’nin de yumuşak karnı Kürt ve Kürdistan sorunuydu. PKK öncülüklü Kuzey Hareketini tüm çabasına rağmen bastırmayı ve tasfiye etmeye beceremeyen AKP hükümeti, ‘komşularla sıfır sorun’ politikasını uygulamaya koyduktan birkaç yıl sonra ‘nur topu gibi’ kısa adı ‘Rojava’ olan yeni bir Kürdistan’la burun buruna geldi. Sıfır sorun Kürt düşmanlığını genlerinde taşıyan AKP için artık tümden anlamını yetirdi. Türk devletinin en uzun sınırı haline gelen Rojava Kürdistan’ı dünyanın Kürtlere ilişkin ezberini bozarken AKP’ninde kimyasını bozdu. Türk dış politikası hep bir yerden Rojava devrimine gelip çarptı.
Suriye’de iç savaş başladığından bu yana AKP hükümeti tüm çabasını savaşın son bulması ve yeni demokratik bir Suriye için harcamadı. Bütün hamlelerini ‘De facto’ olarak ortaya çıkan ve Kürtlerin analarının sütü kadar helal yeni Özerk Kürdistan’ı ortadan kaldırmak, Rojava devrimini sınırlamak için yaptı. Rojava halkına karşı ABD ve AB’nin terör örgütleri listesinde yer alan çeteleri destekledi. Bu desteğini halen sürdürüyor.
Aslında 14 yılı aşkındır İmralı’da Türk devleti tarafından esir tutulan KCK Genel Başkanı Abdullah Öcalan’ın başlattığı barış de demokratik çözüm süreci başbakan Tayip Erdoğan’a ve onun hükümetine altın tepsi içinde hem dışta ve hem de içte yaptığı hatalardan ders çıkarma ve geri dönme şansı sundu. Öcalan krizden çıkış biletini milyonların huzurunda Erdoğan’a verdi. Aradan geçen 10 aya rağmen AKP hükümeti bu şansı kendi bencil ve parti çıkarlarına tercih etti. Kürtlerin ana dil eğitim talebini bile ‘kırmız kart’ gösterdi.
PKK’nin barış için tek taraflı attığı adımlara sözden öte bir karşılık vermedi. Hatta barışın ruhuna aykırı olarak karakol yapımlarını sürdürdü. Yer yere halka terör estirdi. Gezi Parkı ile başlayan direnişe karşı acımasız bir polis terörü uyguladı. Erdoğan Mısır’da ‘kardeş’ partisini iktidardan deviren general Sisi’ye karşı feryat ederken, yer yere Sisi’yi aratmadı. Polisin açık hedef seçtiği 7 genç katledildi. Bu devlet teröründen vazgeçmiş değil.
İşte bu halde ki bir AKP ve Türkiye, Suriye sorununda, başka bölgesel ve uluslararası bir olayda da oyun kurucu olamaz. Sadece oyun kurucuların kurduğu oyunda bir oyuncu olabilir. O da yedek kulübesinde. İster Rusya’nın gündeme taşıdığı öreri sonrası Suriye kimyasal silahlarını uluslararası denetime açsın ve teslim etme yolunu seçerek ABD’nin askeri müdahalesini gündemden çıkarsın, isterse ABD Suriye’ye karşı askeri bir vuruş yapsın, şimdilik Türkiye’ye bundan fazla bir şey düşmüyor. ‘Komşularla sıfır sorun’ politikası uygulayarak küresel güç olmaya çalışan Türkiye’nin geldiği nokta bu. ‘Sıfır sorun’ politikası enkaza dönüştü.
Bunun nedeni son dönemde AKP’nin ‘bütün dünyayı karşısına alarak’ Mısır’da seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’den ‘yana’ ve darbeci general Sisi’ye ‘karşı’ olmasından kaynaklanmıyor. Yani bu durum ‘değerli bir yalnızlığın’ sonucu değil. Sağlıksız bir büyümenin, daha doğrusu şişmanlamanın sonucu. Daha açık söylersek ‘büyürken tükenen’ bir politikanın sonucu.