‘Silahları gömmedik’ ne demek? - Sinan Cudi

‘Silahları gömmedik’ ne demek? - Sinan Cudi

Bu oluşumun başkan yardımcılarından birinin daha dün bir TV kanalında söylediği “Hizbullah silahları gömdüğünü ilan etmedi” sözleri de değerlendirme gerektiren bir yaklaşımdır.

Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde yaşanan olaylar ardından çok şey yazıldı, söylendi. Bazı güç odaklarına oldukça çekici geliyor olacak ki üzerinde konuşulmaya, komplo teorileri oluşturulmaya, yalan-yanlış bilgilerle bazı kesimlerin propagandası yapılmaya devam ediliyor.

Tartışmalarda öne çıkan hususların başında 90’lı yıllarda Kürtleri temsil eden ‘iki kanat’ arasında yaşanan çatışmalar. Buna göre laik ve seküler yaşam anlayışını savunan Kürtlerin öncülüğünü yapan PKK ile mütedeyyin, muhafazakar Kürtleri temsil eden Hizbullah arasında bir çatışma yaşanmış.

Herhalde bu düşünceye inanmamız isteniyor. Hizbullah’ın Kürtlerin belli bir kesimi tarafından “temsil” gücü olarak kabul edildiği ve PKK ile düşünsel bir çatışma yaşadığı, sosyal, siyasal, ekonomik olarak Kürdistan’daki güç mücadelesinde PKK karşısında etkinlik sağlamaya çalıştığı düşüncesine inanmamız isteniyor.

Balık hafızalı olmadığıma şükürler ediyorum. Maazallah her bir söylenene inanırdık yoksa. Gerçi, öyle hafızaları çok zorlamaya da gerek yok. İsteyen herkes Türkiye’deki basın-yayın kuruluşlarının arşivlerinden Hizbullah’ın amaç, hedef ve pratikleri hakkında yeterli bilgiye ulaşabilir.

Fakat birebir Hizbulkontra terörünü yaşayan Kürtler açısından bu yazılanlardan çok daha fazlasıdır Hizbullah…

Ne yapmıştı Hizbullah? İddia edildiği gibi Kürdistan’da bazı Kürtlerin “temsil” sorununa hal yolu mu aradı gerçekten?

Hizbullah’ın nasıl gelişip boy verdiğine kısaca bakalım.

Kürdistan’da fikri tartışmalar yürüttüğünü iddia eden kişilerin bazı kitapevlerinde yaptıkları toplantılarda oluşmaya başlayan Hizbullah, adını PKK’nin silahlı mücadeleye başladığı 1984’ün sonlarında bir kuyumcu soygunu ile İstanbul’da duyurdu. Bu soygunla birlikte yapılan araştırma ve yakalananların sorguları örgütün 1983 yılında kurulduğunu, 1984’e kadar da çeşitli soygun ve gasp olaylarından oluşan 19 eylem gerçekleştirildiğini açığa çıkardı. Hizbullah’ın “Harp Kapısı” bu eylemlerle oluşmuştu.

Daha oluşum aşamasını tam olarak tamamlayamayan Hizbullah, 1987’de silahlı mücadeleye karşı çıkan Menzilciler ile Hüseyin Velioğlu’nun öncülüğünü yaptığı İlimciler olarak ikiye ayrıldı. Menzilcilerin silahlı çatışmaya karşı çıkmasının bedeli ise liderleri konumunda bulunan Ubeydullah Dalar’ın İlimciler tarafından sopalarla dövülerek öldürülmesi oldu.

Kürdistan’daki Hizbulkontra örgütlenmesi bu zamandan sonra daha da arttı. Özellikle 90’ların başında kitleselleşen PKK hareketi kendisini yaydıkça karşısına Hizbulkontralar çıkmaya başladı. Önce Batman, ardından da Amed’te faaliyet yürütmeye başladılar. 1991 yılından itibaren Diyarbakır, Mardin, Batman, Gercüş, Nusaybin başta olmak üzere birçok farklı Kürdistan köşesinde Hizbulkontralar Kürt yurtseverlerini, PKK sempatizanlarını katletmeye başladı.

Katliamlar şüphesiz sadece Kürtlere yönelik değildi. Yöntemlerine ve eylemlerine karşı çıkan İslami kesimler bile Hizbulkontra’nın hedefindeydi.

Bu denli gözü kara saldırılarına rağmen devlet bu kesimi kollamakta kararlı davrandı. Hizbullah’ın ilk kuruluşunda içinde yer alan ve ayrılmak zorunda kalan Menzilciler her fırsatta devlet tarafından hedefe konulmasına rağmen Kürtler tarafından Hizbulkontra olarak adlandırılan İlimciler hiçbir soruşturmaya dahi uğramıyordu.

Devletin Hizbulkontra’yı kolladığına yönelik röportaj ve değerlendirmeler daha sonra basında da yer almıştı.

JİTEM kurucularından Binbaşı Cem Ersever şöyle söylemişti: "Hizbullah'ın tetikçileri itirafçılar; Hizbullah ile bağlantıda olan iki kişi Alaattin Kanat ile Adem Yakın'dı. Bunların bize hep söylediği şu olmuştur; 'Hizbullah PKK'nın düşmanıdır. Düşmanımın düşmanı benim dostumdur. Güvenlik güçleri kesinlikle Hizbullah ile uğraşmasın, onun yolunu açsın'. Adamların dediği de oldu. Güvenlik kuvvetleri Hizbullah'ı koruyup güçlendirmişlerdi. Hizbullah'ın tetikçilerinin çoğu itirafçıdır."

Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) Müsteşarı Teoman Koman, kendisine Hizbullah’ı soranlara verdiği yanıt ise oldukça dikkat çekiciydi. "Hangi Hizbullah? Bir İran’daki Hizbullah vardır bir de PKK’nın baskılarına karşı kendini koruyan, dini inançları kuvvetli vatandaşlar." Ama belki de İsmet Sezgin’in “Hüseyin Velioğlu aranıyor mu?” şeklindeki sorulara verdiği yanıt, devlet-Hizbulkontra ilişkisini çok iyi özetliyordu… “Ne sen sormuş ol, ne de ben duymuş olayım.”

Bu ilişkinin ürünü olarak binlerce Kürt yurtseveri, devrimcisi, öğrencisi, kadını, yaşlısı ve hatta delisi Hizbulkontralar tarafından sokak ortasında katledildi. Bu katliamları gerçekleştirenlerin yine devlet eliyle yakın bir süreçte bırakılması da ilişkilerin mahiyetini gözler önüne sermektedir.

Bu pratiklerin de çok açık bir şekilde gösterdiği üzere Hizbullah, Menzilcilerin ayrılmadığı ilk aşamalarında İslam şeriatına dayalı bir örgütlenme olarak İslam hukukuna uygun bir şekilde yola çıkmış olsa da özellikle Hüseyin Velioğlu ve çevresinde örgütlediği İlim grubunun devletle uzlaşması ve bütünleşmesi ardından tam anlamıyla bir kontra örgütlenmeye dönüştü.

Gerçekler böyleyken kalkıp Hizbulkontra’nın Kürtlerin bir “temsil” gücü olarak lanse edilmeye çalışılması ardında herhangi bir art niyet yoksa olsa olsa dersini iyi çalışmamak veya tarih bilincinden yoksunluk olarak adlandırılabilir.

Hizbulkontra ve günümüz temsilcisi olarak Hüda-Par, Kürtlerin meşru bir temsilcisi olmak bir yana devletle işbirliği içinde Kürtlerin özgürlük ve demokrasi mücadelelerine vurdukları darbelerin hesabını vermekle mükellef bir örgütlenmedir. Kaldı ki bu oluşumun başkan yardımcılarından birinin daha dün bir TV kanalında yaptığı konuşmada sarf ettiği “Hizbullah silahları gömdüğünü ilan etmedi” sözleri de değerlendirme gerektiren bir yaklaşımdır.

PKK’nin silahlarını bırakmayı tartıştığı bir dönemde kendini gökten zembille inmiş gibi Kürtlerin meşru temsilcisi olarak lanse etmeye çalışan bir örgütlenmenin liderlerinden birinin silahların yeniden devreye gireceği iması apolitiklik değilse açık bir tehdittir. Kürtler silah tehdidini devletten de gelse kabul etmemişken Hüda-Par’ın da bu tehdidine pabuç bırakmayacaktır.

Hüda-Par, eğer Kürtlerin (en azından belli bir kesimin) temsilcisi olmakta ısrarlıysa yapacakları çok açıktır. Kürtlerden yaptıkları nedeniyle özür dilemek, devletle olan ilişkisini deşifre etmek. Bunları yapmadığı müddetçe “eski kodlar” üzerinden değerlendirilmekten ve Kürt halkının gözündeki “katil” imajından kurtulamayacaktır.