Şırnak hattında 'barış süreci' izlenimleri...

Şırnak hattında 'barış süreci' izlenimleri...

Barış süreci, yapılan görüşmeler ve en son Kandil'de yapılan resmi açıklama ile gerillaların Türkiye sınırları ötesine çekilmesinin tartışmaları sürerken yıllardır savaşı en sıcaklığı ile yaşayan Botan bölgesinde Şırnak-Beytüşşebap hattında korucularla, köylülerle, yaşlılarla, kömür ve kum ocaklarında çalışan işçilerle görüştük.

Silahların susması bölgede belli bir rahatlığı yaratsa da, halk halen temkinli barış konusunda. 'Akan kan dursun' ne olursa olsun demenin ötesinde, bundan sonra ne olacağı halkta merak konusu. Korucular geleceklerinin ne olacağını; halk, boşaltılan köylerine geri dönüp dönemeyeceklerini, yayla yasaklarının ne zaman kaldırılacağını soruyor. Şırnak-Kasrik-Şenoba-Uludere-Işıkveren-Yekmal-Yemişli-Başaran-Ayvalık-Beytüşşebap hattında silahların sustuğu bir zamanda, barış sürecinin henüz emekleme döneminde bölgenin nabzını tuttuk.

Cizre'den yola çıkıyoruz. İki sivil polisin halkın üzerine ateş açarak 4 kişiyi yaralaması üzerine Botan Halk İnisiyatifi'nin açıklaması ile Cizre ilçesinde kepenkler tümden kapanmış. Şırnak'a doğru yola koyuluyoruz. Cudi ve Gabar dağlarında karlar kısmen erimiş. Dicle Nehri dağlardan eriyen kar sularının karışmasıyla daha bir coşkulu akıyor. Kasrik ve ardından Şırnak'a doğru yol alıyoruz Gabar dağının gölgesinde. Baharın gelmesiyle birlikte tarlalar, dağlar yemyeşil. Dağlar rengarenk çiçeklere bürünmüş.

Şırnak'ta kepenkler yer yer kapalı.

İlk durağımız, "Şırnak Cumhuriyeti"nin içinde ayrı bir konuma sahip olan "Şenoba Cumhuriyeti.”

Hilal Belediye Başkanı'nın Haziran 1991’de 5 kişiyle birlikte Babat korucuları ve kontrgerilla tarafından öldürülüp yakılmasıyla Kürdistan’da faili meçhul cinayetlerin ilk yaşandığı bir belde olma özelliğini taşıyor Sêgirk (Şenoba).

Korucular ile konuşuyoruz. Silahların susması onları da rahatlatmış. Tek temennileri akan kanın durması.

‘ŞENOBA CUMHURİYETİ’NDE TAŞLAR YERİNDEN OYNUYOR

20 yıla yakın bir süredir korucu Babat aşiretinin hakimiyetinde olan beldede artık taşlar yerinden oynuyor. Tamamına yakını koruculardan oluşan beldede açılan BDP teşkilatı halkın ilgi odağı olmuş. Yerel seçimlerde 400 kadar oy alan BDP, son genel seçimlerde bu oy oranını ikiye katlamış. BDP'ye olan ilgi her geçen gün artıyor. Parti yetkilileriyle konuşuyoruz. Kendi öz güçleriyle çalışmalarını sürdürüyorlar. Tek dilekleri manevi destek...

Yaşadıkları "Şenoba Cumhuriyeti"nde BDP'li milletvekilleri, belediye başkanları, parti üst düzey yöneticilerinin ilgisizliğinden yakınıyorlar.

Tek istekleri parti yetkililerinin gelip kendilerini ziyaret etmeleri. Başka da bir şey istemiyorlar.

 "Para istemiyoruz, araç istemiyoruz. Sadece gelip hal-hatırımızı sorsunlar bu bile bize dünyalara bedel" diyerek sitem ediyorlar.

Şenoba'da bu şevkle çalışma sürerse, yıllardır korucu Babat'ların elinde olan belediyeyi kazanmaları imkansız değil.

Uludere'ye doğru yola koyuluyoruz. Bölgede Kela Memê, Tanin, Büyük Kato, Küçük Kato dağları halen karlı. Dağlarda bazı yüksek kesimlerde kar kalınlığının 2-3 metre olduğunu anlatıyor köylüler.

Yol boyunca Işıkveren, Yekmal, Yemişli, Ortasu, Başaran, Ayvalık, Mutluca köylerine uğruyoruz. Bölgenin tamamı korucu ama hem yerel hem de genel seçimlerde oy oranına baktığınızda BDP ezici çoğunluğa sahip.

Gerillaların geri çekilmesi konusunda korucularla, halkla konuşuyoruz. Kimi şaşkın, kimi umutlu, kimi, "neyin karşılığında" geri çekilme? diye soruyor; kimisi de "Kürdistan dağlarına inip çıkmak için kimseden izin almamıza gerek yok" diyor.

Gülyazı-Uludere arasında PKK'ye karşı oluşturulan 3 barajın inşaatı sürüyor. Baraj inşaatında fotoğraf çekerken, kum taşıyan kamyoncular durarak soruyorlar, "Abi savaş bitecek mi gerçekten, siz daha iyi bilirsiniz?" diyorlar.

Aynı şekilde kömür ocaklarından kömür çıkaran işçilerle konuşuyoruz. "Çatışmalar, operasyonlar olunca endişeliydik. Ama bir aydan fazla bir süredir çok rahatız. Korkusuz bu yollardan geçebiliyoruz" diyerek barışın bir an önce sağlanmasını, operasyonların durmasını, silahların susmasını beklediklerini dile getiriyorlar.

Uludere-Beytüşşebap hattında azgın şekilde akan Habur suyu kenarından ilerliyoruz. Karakollara yakın bölgelerde bazı askerlerin sivil giysilerle, köylerdeki öğretmenlerle birlikte oltayla balık tuttuklarına tanık oluyoruz.

Silahların susması onları da rahatlatmış.

Habur-2 köprüsü üzerinde toplanan çocuklar dağdan topladıkları Rêbas ve Çağla'ları gelen-giden yolculara satmaya çalışıyor.

Yemişli ve Yekmal köylerine uğruyoruz. Tamamı korucu. Uludere-Beytüşşebap karayolu Kuzey ile Güney Kürdistan'ı ayırıyor. Yolun hemen 20 metre sağı Güney Kürdistan toprakları. Çobanlar sınırı geçmiş, 'başka bir ülkenin' toprağında keçilerini otlatıyor.

Araçtan inip 20 metre yürüyüşle Güney Kürdistan topraklarındasınız.

Sınırın öte tarafına düşen yüksek yerlerde kale gibi kurulan betondan askeri üs noktaları var. Türk askeri, Federal Kürdistan Hükümeti ile yaptığı anlaşma gereği, sınırı Güney Kürdistan topraklarına kurduğu kulelerden korumaya çalışıyor.

Köylerde korucularla konuşuyoruz. Çoğu Sındi aşiretine mensup. "Bizi başka korucularla karıştırmayın. Bizler kelleci değiliz. Geçim sıkıntısından koruculuk yapıyoruz" diyorlar.

Goyan, Sındi, Jirki, Keşuran aşiretlerine mensup olanlarla görüşüyoruz. Tamamı korucu. Silahlar susarsa, koruculuğu bırakıp yine geçmiş yaşamlarına dönmek, yaylalara çıkmak, hayvancılık yaparak barış içinde yaşamak istiyorlar.

"Birçok kişi maaş için koruculuk yapıyor. Savaş durursa koruculuğun kaldırılmasını biz de istiyoruz. Koruculuktan önce nasıl geçiniyorsak, yine aynı şekilde öyle geçiniriz. Açlıktan ölmeyiz. Yeter ki akan kan dursun, çatışmalar dursun” diyorlar.

Yaşlılarla görüşüyoruz. "Bu savaşı kim durdurursa yeri cennettir. Müslüman Müslüman’ı öldürür mü? Yazık gençlere bu yaşta toprağa düşüyorlar. İnşallah bu kez barış olacak" diyerek barışa olan özlemlerini dile getiriyorlar.

Yol boyunca ilerliyoruz. Sağımız solumuz yüksek dağlarla çevrili. Kürdistan dağları güzelliğini cömertçe sergiliyor.

Derelerin, çayların coşkulu akışını ve dağların muhteşem güzelliğini görünce, barış olursa buralarda ne güzel dağ turizmi ve rafting yarışmaları yapılabilir diye düşünüyor insan ister istemez.

Yolda askerler de, korucular da rahat.  Yol boyunca tek tük yol güvenliği için devriye görevi yapan 'Kobra' adı verilen zırhlı araçlara rastlıyoruz. Zaman zaman da Habur suyu üzerinde ve dağların tepelerinde dolaşan Kobra helikopterlerine...

2 Eylül 2012 tarihinde gerillaların Beytüşşebap ilçe merkezinde askeri ve polis hedeflerine yönelik saldırı sonrasında havaya uçurdukları köprü gittiğimiz gün ulaşıma açılmış. Daha önce tali yoldan geçişler yapılıyormuş. Köprü başına gelince işçilerle karşılaşıyoruz. Kalıpları söküyorlar. Fotoğraf çektiğimizi görünce, "İnşallah bu savaş durur" diyorlar.

Beklentilerini soruyoruz. Kanın durmasını, operasyonlara son verilmesini, barış içinde yaşamak istediklerini dile getiriyorlar. Barıştan bu kez umutlu olduklarını söylüyor işçiler.

Yol güzergahında bir korucu aşireti bizi yemeğe davet ediyor. Yemekte et yok. Aşiret reisi mahcup bir şekilde "Sabah Beytüşşebap'a gittim. Ancak kasap dahil tüm kepenkler kapalı. Bu nedenle et alamadım" diyor.

Yayla yasakları tek geçim kaynakları hayvancılık olan köylülerin yanısıra, korucu aşiretlerini de vurmuş. Yaylalar yasaklanınca hayvancılığı bırakmışlar. Artık eti gidip en yakın belde veya ilçedeki kasaptan alıyorlar.

Yayla yasaklarıyla hayvancılığa vurulan darbeden hem sıradan köylüler, hem de korucular mağdur ve bazen de misafirlerine karşı mahcuplar...

Beytüşşebap ilçesine yaklaşırken 3 kilometre kala yol yapım çalışması nedeniyle bir saati bir aşkın süre durmak zorunda kalıyoruz. Grayder ve dozerler kanal açıp boru döşüyorlar. Beytüşşebap'a giden ve Beytüşşebap'tan gelen araçlar konvoy oluşturmuş. Yolun açılmasını bekliyorlar. Yaklaşık bir saatlik bir bekleyiş sonrasında, borular döşendikten sonra yol kapatılıyor ve araç trafiğine izin veriliyor.

Önce Beyüşşebap'tan çıkan araçlara izin veriliyor. Gelen araçlara bakınca, 44 plakalı bir aracın ön koltuğunda Jirki liderlerinden korucubaşı Tahir Adıyaman ile karşılaşıyoruz. Eskiden zırhlı araç eskortluğunda ve birkaç araç korumayla birlikte eller tetikte seyahat eden Tahir Adıyaman, şimdi iki kişi ile birlikte sıradan bir otomobilde ve o da diğer vatandaşlar gibi sıraya girmiş yolun açılmasını bekliyormuş.

Beytüşşebap'a giriyoruz. Etrafımız dağlarla çevrili. Büyük Kato ve Küçük Kato dağlarının başı karlı. Köylüler kimi yerlerde karların 2-3 metre olduğunu anlatıyor.

BDP ilçe binasına gidiyoruz. Hemen yanıbaşında ise geçtiğimiz günlerde açılan AKP ilçe binası var.

BDP ilçe binasında halkla konuşuyoruz. Gelenler iş takibi, ihale için gelmemişler. Hepsi de son barış sürecini, gerillaların geri çekilmesini, bundan sonra ne tür adımların atılabileceğini tartışıyorlar.  En değme politikacılara taş çıkartacak şekilde yaşanan süreci değerlendiriyor köylüler.

Yıllardır belde ve ilçe teşkilatları olmayan AKP, İş-kur'dan iş vaadi ile bazı aileler üzerinden parti binalarını açmış.

Parti yöneticileri de, baba-oğul-kayınbirader-damat şeklinde...

İlçede vatandaşlarla barış sürecini konuşuyoruz.

Hem devlete, hem de hükümete olan bir güvensizlik konusu. Güvensizlik olsa da, umutlarını yine de koruyor halk.

Başbakan'ın Diyarbakır'a gelip Kürtlerden özür diledikten bir yıl sonra, 2006'da Diyarbakır'da çıkan olayların ardından "Kadın da olsa, çocuk da olsa gereken yapılacaktır" sözünü, çocukların öldürülmesini, Roboski katliamını, KCK operasyonlarını, oy verip Meclis'e gönderdikleri iki Milletvekillerinin halen tutuklu bulunduğunu dile getiriyorlar.

Kürtlerin tüm acılara rağmen barışa olan özlemini BDP İlçe Başkanı Abdülkerim Ataman şöyle anlatıyor:

"Beytüşşebap kırsalında çıkan çatışmada çocuklarını yitiren annelerle birlikte cenazeleri aramaya çıktık. Annesi de bizimle birlikte iken bir gerillanın cenazesine rastladık. Cenazesi battaniyeye sarılı halde yerde dururken, etrafta ölen askerlere ait bankamatik kartları, not defterleri de vardı. O anne, 'Durun gitmeyelim. Belki ölen askerler de bu kayaların altında, taşların arasında kaybolmuştur' diyerek asker cenazesi aramaya başladı. Oğlunun cenazesi yerde iken, asker cenazesi arıyordu. 'Benim yüreğim nasıl yanıyorsa, şimdi ölen askerin annesinin canı da öyle yanacak. Cenazesi burada ise bulalım' diyordu. Acılı bir Kürt annesi oğlunun cenazesi yerde iken, bir diğer annenin acısını hissedebiliyor. Kürtler böyle. 'Ölen benden değil' diye sevinmez. Kürtler her şeye rağmen çektiği acıyı başkasının çekmesini istemez."

Beytüşşebap'ı dolaşırken kepenklerin kapalı olduğunu gözlüyoruz. Cizre'de 4 kişinin polislerce taranmasını protesto etmek için kepenk kapama eyleminin sadece Cizre için yapıldığını esnaflara sorunca, "Botan Halk İnisiyatifi açıklama yapmış. Botan Beytüşşebap'ı da kapsıyor. Onun için açıklama bizim için talimattır" diyerek kepenk kapattıklarını anlatıyor esnaflar.

Hava kararmaya başlarken, yine aynı güzergah üzerinden Şırnak'a doğru yola koyuluyoruz.

Bölgede barış havası gelmeye başlamış. Ama buna tezat bir şekilde yeni korucu kadroları ve yeni askeri üs noktaları da inşa edilmeye başlanmış bile.

Korucuların çoğu her ne kadar savaşın durmasını istese de, bazı korucubaşlarının bu savaştan nemalandıklarını duyuyoruz.

Bölgedeki karakol, tabur, tugayın yol, inşaat gibi ihaleler korucubaşları tarafından kurulan şirketlere veriliyor. Aynı şekilde, kum ocaklarının bazıları da korucubaşları tarafından işletiliyor.

Habur-2 bölgesinden dönerken askeri kontrol noktasındaki askerlerin ricası ile bir Astsubay'ı aracımıza alıyoruz. Şırnak'a gitmesi gerekiyormuş.

Yolda Astsubay ile sohbet ediyoruz. Bir yıldır bu bölgede görev yapıyor.

Basında çıkan 'askerler geri çekiliyor' şeklindeki haberleri hatırlatınca,

"Geri çekilme diye bir şey yok. Aksine yeni üs bölgeleri inşa ediliyor. Sınır Kara Kuvvetleri'ne devredildikten sonar sınır hattında ve iç kesimlerde kalan komandolar için yeni üs alanları inşaa ediliyor. Konteynırlarla yeni yeni malzemeler getiriliyor" diyor.

Gerillaların geri çekilmesine askerlerin de olumlu baktıklarını ve bunu kendi aralarında tartıştıklarını belirten Astsubay, bölge insanına batıda bakış açısını ise yaşadığı bir örnekle şöyle anlatıyor: "İzne gidecektim, buradan tanıdık bir arkadaşın 73 plakalı otomobilini götürdüm. Astsubay olmama rağmen her gittiğim yerde 73 plakasından dolayı polis ve asker durdurdu beni. Kaba şekilde kimlik sordular, ne iş yaptığımı, nereye gittiğimi sordular. Astsubayım deyince sustular. Aynı araçla İstanbul'a gittim. İnanın her semtte polis durdurdu aracı. Bıktım. Aracı otoparka çekip İstanbul'da taksi ile dolaşmaya başladım."

"Bunları görünce, bu halka ne kadar haksızlık yapıldığını, nasıl hor görüldüğünü, nasıl ön görüyle yaklaşıldığına birebir tanık oldum" diyen Astsubay,

"Gelip buradaki insanları tanıyınca batıdaki herkesin pişman olacağına inanıyorum. Asker de istemiyor bu savaşı. Akan kan dursun diyorum. Zorunlu görevim bir yıl sonra bitiyor. Ben yine bölgede kalacağım. Çatışmaların durmasını istemeyenler olacaktır elbette. Özellikle bazı korucular. Gidin bakın bütün askeri karakolların ihalelerini korucubaşlarına veriyorlar. Bu çatışmalardan rant elde edenler savaşın bitmesini istemez. Ama bunlara rağmen inanıyorum ki bitecek bunlar. Hepimiz öyle inanıyoruz" şeklinde konuşuyor.

Aracımızla Şırnak 23. Tümeni'ne Astsubay'ı bıraktıktan sonra Cizre'ye doğru yola çıkıyoruz.

Gece olmasına rağmen, Cizre'de gün boyu çatışmaların sürdüğüne tanık oluyoruz. Her cadde ve sokak başında zırhlı araçlar ve TOMA'lar duruyor. Mahalle aralarında yer yer gençlerin protesto gösteriler sürüyor. Atılan gaz bombaları altında Cizre'den çıkıyoruz.

Şırnak-Uludere-Beytüşşebap hattında yaptığımız iki gün yolculuk ardından, barışa olan özleme ve akan kanın durmasına olan büyük umutlara tanıklık ediyoruz.

Halkın ve korucuların tamamı, gerillaların geri çekilmesinden sonra hükümetin atacağı adımı bekliyorlar...