Sorumluları halen korunan katliam: Hayata dönüş...!
Sorumluları halen korunan katliam: Hayata dönüş...!
Sorumluları halen korunan katliam: Hayata dönüş...!
Ülke genelinde 20 cezaevinde 10 bin kişiyle yürütülen ve 30 tutuklu, hükümlünün vahşice katledildiği "Hayata Dönüş Operasyonu"nun ardından 13 yıl geçti. Operasyonu yaşayanların anlatımları vahşice yapılan bu katliamı tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Yüzlerce insanın da sakat kaldığı, kalıcı fiziksel hastalıkla yaşamak zorunda bırakıldığı katliamın failleri ise halen cezasızlık zırhıyla korunuyor!
“Hayata dönüş” dediler adına. Fakat ölümüne saldırının kılıfıydı verilen bu isim. 19 Aralık 2000’de cezaevlerindeki ölüm oruçlarına yönelik vahşice yapılan operasyonun ardından 13 yıl geçti. Yaşananlar birçok yönüyle tartışıldı, anlatıldı, yargıya taşındı. Ancak aradan geçen zaman içerisinde Türkiye’nin bilindik, rutinleşen tarihinden bir kesite dönüşen katliamın sorumluları cezasızlık zırhıyla korunuyor.
Keyfiyete, hukuksuzluğa, işkenceye, tecride karşı tutsakların yürüttüğü açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerine yönelik pervasızca ve sınırsızca gelişen operasyonun ardından pek çok kişi yaşamını yitirdi, yaralandı, sakat kaldı… O günlerin izlerini taşıyan yüzlerce kişi bulunuyor.
19 Aralık 2000’de olanları tanıkların dilinden bir kez daha sunuyoruz. Sadece o günde yaşananların anlatımı değil, sonrasında yapılanların ve aradan geçen bunca zamana karşı tüm bunların nasıl cezasızlıkla ödüllendirildiğinin de çarpıcı öyküsü aynı zamanda cezaevlerinde yapılan bu katliam.
‘SABAH ERKEN SALDIRDILAR’
Bursa Özel Tip Cezaevi’nde operasyonu yaşayanlardan Barbaros Yılmaz, sabahın erken saatlerinde saldırının başladığını belirterek, “Sabah saat 04.00-05.00 gibiydi. Saldırının olacağını kestiriyorduk. On gün önce bakanlık ve temsilcilik arasında ipler kopmuştu. Operasyon anında ‘asker giriyor’ dedi arkadaşlar. Yoğun bir gaz bombasıyla saldırı oldu. Barikatlar kuruldu kapılara. Ölüm oruçlarının olduğu ayrı bloklara yapıldı asıl saldırı. Diğer bloklarda sabah 04.00’te başladı. Altı koğuş vardı. Saat 12.00 gibi bu koğuşlara girilmişti tamamıyla. Bizim kaldığımız blokta barikatlar kurup direndik. Barikatların yıkılacağını anladıktan sonra ise duvarları yıkıp yan bloklara geçtik” dedi.
‘SALDIRI DURSUN DİYE 2 KİŞİ BEDENİNİ ATEŞE VERDİ’
Saldırıya karşı direnişin bloklardaki tutsakların bir araya gelmesiyle birlikte ortaklaştırıldığını ifade eden Yılmaz, “3 blok orta blokta barikatlı direniş sergiledi. Sürekli gaz, su vardı. Yoğun bir gaz vardı. Islak havluyla kendimizi korumaya çalıştık. İlk başta ölüm orucundaki bir arkadaş vardı DHKC’den. Adı Murat Özdemir. Sabah saat 08.00 gibiydi. Direniş başlayalı birkaç saat olmuştu. Saldırı dursun diye merdiven boşluğunda kendi bedenini ateşe verdi. Bir sandalyenin üzerine çıkmıştı. Bedenini tamamen ateşe verdi. Karşıdan görüyorduk pencereden. Çatıda rütbeli vardı. Onun önünde yapıldı. Ancak saldırı durmadı yinede. Saat 11.00 gibi en son bizim birleştiğimiz blok kalmıştı direnen. Bizim olduğumuz ve tam karşımızda ölüm oruçlarındaki odalar kalmıştı girilemeyen yerler. TKP/ML’den Ali İhsan Özkan da kendini ateşe verdi koğuşun içinde. Alevleri görüyorduk” diye konuştu.
‘DİREKT HAKARETLERLE SALDIRDILAR’
Bu eylemlerin operasyonun durması amacıyla yapıldığını söyleyen Yılmaz, “Öncesinde operasyonu durdurun, durdurmazsanız kendimizi yakarız dediler. Zaten gelen herhangi bir uyarı ya da farklı bir şey olmadı. Direkt saldırdılar. Küfür ediyorlardı. Öğlen gibi en son bizim bulunduğumuz koğuşa da girildi. Biz de sırılsıklam olmuştuk ıslanmaktan ve gazdan önümüzü göremez haldeydik. 20-30 kişi kadardık koğuşta. Çatılar delikti. İş makineleriyle deliyorlardı. Sürekli gaz bombası atıyorlardı. Gaz bombası mıydı onu da bilmiyoruz çünkü sürekli gaz sıkma durumu söz konusuydu. Silahlarla geldiler. Gezi’de gördüğümüz o tüplerle gelmişlerdi. Gaz sıkıyorlardı. Hepimiz perişandık. Yaralılar vardı. Plastik mermi kullandılar” ifadelerinde bulundu.
'VAHŞİ BİR İŞKENCE UYGULANDI'
“Koğuşa girdiklerinde kol kola girdik. Her birimizi tek tek alıp götürdüler” diyen Yılmaz, sonrasında yapılanları şöyle anlattı: “Boydan boya uzun koridor kurmuşlardı. Kim ne halde bakmaksızın dövüyorlardı. Koridorun sonunda üst üste yığmışlardı bizi. Hücrelere konulduk daha sonra. Sonra hücredekileri tek tek çıkarıp hücre önünde işkence yapıyorlardı. Bir gün sonra da Edirne F Tipi Cezaevi’ne sürgün edildik. Kendini yakan iki arkadaş şehit düştü. İşkence kısmında yaralananlar oldu. Çenesi, kafası, kolu kırılanlar oldu. Kafalar duvarlara vurularak yapılan vahşice bir işkenceydi. İnsanlar kan revan içinde o şekilde bir gün bekletildikten sonra sürgün edildik.”
‘YOLDA VE EDİRNE’DE İŞKENCELER SÜRDÜ’
Sürgün esnasında ve sonrasında da işkencenin sürdüğünü belirten Yılmaz, “Edirne’ye götürüldükten sonra cezaevi girişinde içeri alınırken zorla saçlarımız kesildi. Dayak ve hakaretlerde bulundular. Ellerimiz kelepçeliydi. Bir gün boyunca plastik kelepçedeydik ve elimizi sıktığı için hepimizin elleri şişmişti. Yol boyunca ne su ne tuvalet ne de yaralıların ihtiyaçları için hiçbir şeye yanıt vermediler. Nereye gittiğimizi de bilmiyorduk. Bir grubu ise Tekirdağ’a götürmüşlerdi” dedi.
KATLİAMDAN SAĞ KURTULDU AMA…
Ölüm orucundan ötürü Wernicke Korsakof hastalığına yakalanan Yılmaz, o dönemden kalıcı fiziksel rahatsızlıkların kaldığını belirterek, “Sürmekte olan ölüm orucunun 60. gününde saldırı olmuştu. Biz saldırı anında açlık grevindeydik. Henüz 10. gündeydim. Saldırının ardından Edirne’de de ölüm orucuna çevirdik. Hafızada, dengede, konuşmada, görmede sıkıntılar yaşıyoruz” diye kaydetti.
Yılmaz, operasyondan sonra haklarında "isyan ettiler" diye davalar açıldığını ve hücre cezaları verildiğini belirterek, kimi tutsakların da infazını yaktıklarını söyledi.
‘SOL TASFİYE SÜRECİNİ KAVRAYAMADI’
15 Şubat 1999’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişiyle başlayan ve 26 Eylül 1999 Ulucanlar katliamı ile devam eden süreçteki tasfiye konseptini tam olarak algılayamadıklarını ifade eden Yılmaz, sözlerini şöyle tamamladı: “Türkiye solunun eksikleri buradan geliyor. Ulucanlardan önce 15 Şubat vardı. Bu tasfiyenin neyin tasfiyesi olduğunu anlamadık. Operasyonda amaç sadece devrimcileri öldürmek değildi. 30 kişi yaşamını yitirdi. Ardından ölüm oruçlarında 122 insan yaşamını yitirdi. Aslında 15 Şubat’ta başlayan Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilişi, Ulucanlar, ardından f tipleri tasfiye girişimiydi. Bu tasfiye sürecini iyi anlamış olsaydık ölüm orucundan daha farklı tavırlar belirlenirdi. Ortadoğu haritasını değiştirme politikalarını bugün daha iyi anlıyoruz. Sol bir bütün olarak bunu kavrayamayınca buna verilecek yanıtlar ölüm orucu şeklinde çok sert bir eylem şeklinde gelişti. Bu süreçte kaçınılmaz oldu. Kavranmış olunsaydı daha farklı bir yaklaşım da sergilenebilirdi. Sol ne yazık ki halen bunları kavrayabilmiş değil.”
'NİĞDE CEZAEVİNDEKİ OPERASYON KISA SÜRDÜ'
Operasyon tarihinde Niğde Cezaevi’nde bulunan 11 kadın tutsaktan 6’sı da f tipleri ve tecride karşı ölüm orucu eylemindeydi. Katliamda ölüm orucu eylemini yürüten Fatime Akalın, o gün yaşananları şöyle anlatıyor: “26 Eylül 1999 Ulucanlar katliamının ardından Niğde Cezaevi’ne götürüldük. 11 kadın tutsaktık. 6’sı ölüm orucundaydı. Ondan kaynaklı gelen asker Konya’dan özel olarak getirilmişti. Onlarla güçlü bir çatışmamız olmadı. Niğde Cezaevi’nde aslında f tipine daha erken geçtik. Tam bir tecritti. İki katlıydı koğuş. Alt katta bir arkadaş sürekli ayaktaydı. Ne olur ne olmaz diye. Olası bir saldırıda öncesinde kendimizi koruyalım diye. Asker geliyor dendi. Üst kat merdivenlerinde karşılaştık askerlerle. Kısa süreli bir çatışma oldu. Saat sabah 04.00 civarında başladı saldırı. Coplarla geldiler.”
'HAKARETLER, İŞKENCELER HASTANEDE DE SÜRDÜ'
Saldırı esnasında birbirlerine kenetlendiklerini belirten Akalın, “Döverek bizi götürdüler. Tüm kadınları sürükleyerek götürdüler. Çünkü biz yürümüyorduk. Bir yandan sürükleyip bir yandan teklemiyorlardı. Hakaretlerde bulunuyorlardı. Hastanede zorla müdahaleye kalkıştılar. Ben ölüm orucundaydım. Kabul etmiyorum, dedim. Yaparsanız işkencedir, dedim. Doktorlar sonra müdahale etmekten vazgeçtiler. Bilincim açıktı. Hastanenin mahkum odalarında hepimizin gözleri bağlıydı. Seslerle birbirimizi tanıyorduk. Gözlerimizi açmadılar. Birbirimizi sesten tanıyorduk” dedi.
'CEZASIZLIK POLİTİKASI OLDUKÇA HUKUKİ SONUÇ ALINAMAZ'
Operasyonun sadece içeride dışarısı ile birlikte tüm devrimci kesimlere yönelik olduğunu söyleyen Akalın, “Toplumu da bir bütün vurdu zaten. Operasyona dair yaptığımız suç duyurularına takipsizlik verdiler. Kimi kime şikayet ediyorsunuz ki! Devletin yaptığı zulüm cezasızlıkla karşı karşıya. Kayıplar, işkenceler vs. hepsi cezasızlıkla sonuçlanıyor. Cezasızlık politikası aşılmadan Türkiye'de hukuki bir sonuç alabileceğimizi düşünmüyorum” ifadelerinde bulundu.
‘ÖLÜM ORUCUNDAN SONRA HASTALANDIĞIM İÇİN HATIRLAYAMIYORUM’
Başak Otlu da Niğde Cezaevi’nde saldırıya uğrayan 11 kadın tutsaktan biri. Operasyon tarihinde yaşananları ise hatırlayamıyor. Operasyondan sonra girdiği ve 90 gün kaldığı ölüm orucu direnişi sonrasında Wernicke Korsakof hastalığına yakalandı. Otlu, anımsayabildiklerini şöyle anlattı: “Saldırıyı hatırlamıyorum. Operasyondan sonra yapabileceğimiz en etkili eylemi yaparak, ölüm orucuna başladık ve ben de yer aldım. Ölüm orucunda 90 gün kalmamdan kaynaklı uzun süreli beslenme bozukluğundan kaynaklanıyor. Zaman ve mekanı kavramada, algıda problemler oluşuyor. İyileşme söz konusu değil. Bir şekilde ilaç kullanıyoruz. Ömür boyu kullansak da bu hastalık geçmeyecek. Beyinde tahrip olan yerlerin zaten geri dönüşü yok. Sadece ilaçla da olacak bir şey değil. Çevrenin de etkisi önemli. Bilinç kaybından sonra daha da etkili oldu hastalık. Ölüm orucundan ötürü hatırlamıyorum 19 Aralık 2000’deki operasyonu. İçerideki insanlar son gücüne kadar yapacağını yapmıştı.”
NELER OLMUŞTU?
19-22 Aralık 2000’de 20 cezaevinde aynı anda 10 bin kişiyle gerçekleştirilen operasyon 2000 yılı sonbaharında hapishanelerde uygulamaya konması planlanan F tipi uygulamasını protesto etmek amacıyla 20 Ekim 2000'de başlayan ölüm orucunu kırmak amacıyla yapıldı. Operasyon sırasında 30 tutuklu ve mahkum yaşamını yitirdi. 237 tutuklu yaralandı, operasyon sırasında görevli 2 asker de yine jandarma kurşunuyla hayatlarını kaybetmişti. Operasyonu dışarıda protesto gösterilerinde ise 2 bin 145 kişi gözaltına alınmış bunlardan 58’i tutuklanmıştı.
Katliamda yaşamını yitirenler:
- Ahmet İbili: Ateşli silah yaralanması ve yüzeysel yanıklar. Ümraniye Cezaevi.
- Ali Ateş: Ateşli silah yaralanması. Bayrampaşa Cezaevi.
- Ali İhsan Özkan: Bedenini ateşe verdi. Bursa Cezaevi.
- Alp Ata Akçayüz: Ateşli silah yaralanması. Ümraniye Cezaevi.
- Aşur Korkmaz: Ateşli silah yaralanması ve yanma sonucu ölüm. Bayrampaşa Cezaevi.
- Berrin Bıçkılar: Yanık ve ölüm orucu sonucu ölüm. Uşak Cezaevi.
- Cengiz Çalıkoparan: Ateşli silah yaralanması. Bayrampaşa Cezaevi.
- Ercan Polat: Karın alt kısmında ateşli silah yarası. Ümraniye Cezaevi.
- Fahri Sarı: Kurşunla ölüm. Çanakkale Cezaevi.
- Fırat Tavuk: Yanma sonucu ölüm. Bayrampaşa Cezaevi.
- Fidan Kalşen: Kurşun ve yanma sonucu ölüm. Çanakkale Cezaevi.
- Gülser Tuzcu: Yanma sonucu ölüm. Bayrampaşa Cezaevi.
- Halil Önder: Ceyhan Cezaevi.
- Hasan Güngörmez: Ölüm orucu. Sincan Cezaevi.
- Haydar Akbaba: Ümraniye Cezaevi.
- İlker Babacan: Çanakkale Cezaevi.
- İrfan Ortakçı: Çankırı Cezaevi.
- Muharrem Buldukoğlu: Ümraniye Cezaevi.
- Murat Ördekçi: Ateşli silah yaralanması. Bayrampaşa Cezaevi.
- Murat Özdemir: Bedenini ateşe verdi. Bursa Cezaevi.
- Mustafa Yılmaz: Ateşli silah yaralanması. Bayrampaşa Cezaevi.
- Nilüfer Alcan: Yüzü ve elleri 1. derecede yanık, duman zehirlenmesi. Bayrampaşa Cezaevi.
- Özlem Ercan: Yanma sonucu ölüm. Bayrampaşa Cezaevi.
- Rıza Poyraz: Ateşli silah yaralanması, künt kafa travması. Ümraniye Cezaevi.
- Seyhan Doğan: Yanma sonucu ölüm. Bayrampaşa Cezaevi.
- Sultan Sarı: Çanakkale Cezaevi.
- Şefinur Tezgel: Yanma sonucu ölüm. Bayrampaşa Cezaevi.
- Umut Gedik: Kafasında darp ve karbonmonoksit zehirlenmesi. Ümraniye Cezaevi.
- Yasemin Cancı: Uşak Cezaevi.
- Yazgülü Güder Öztürk: Yanma sonucu ölüm. Bayrampaşa Cezaevi.