ANALİZ

Suriye iç savaşı ve bu savaştan sorumlu güçler

Bu savaş Suriye halkları, inançları, kültürlerinin savaşı değildi. Çıkarları dışında hiçbir şeyi düşünmeyen uluslararası güçlerin çıkar çatışmalarının savaşıydı.

Suriye'deki iç savaş ve bu savaştan dolayı başlayan uluslararası ve bölgesel güçler ile bölgeyi etkileyen kaos, giderek daha fazla derinleşiyor. Bu kaos ve iç savaşa çözüm adıyla üretilen sözde planların iç savaşı, kaos ve krizi çözme yerine daha da derinleştirdiği ortaya çıkıyor. 

Çıkarları gereği Suriye merkezli sahaya inen ABD ve Rusya gibi uluslararası güçler, sorunu çözme adına birçok proje üretti. Ancak çıkarlarının çatışmasından ötürü aralarında çıkan çelişkiler soruna çözüm üretemedi. Aksine, çok daha fazla karmaşık hale gelmesi, adeta bir kaosa dönüşmesine neden oldu. Zira bu güçler arasındaki çelişkilerden başta Türkiye, İran olmak üzere Suudi Arabistan, Katar gibi bölgesel güçler yararlanmak istedi. Bu da sorunun daha da derinleşmesine neden oldu. 

ABD'NİN SURİYE'DEKİ HEDEF VE AMACI

Hiçbir güç Suriye'de Kürtlerin böyle bir çıkış yaparak devrimi gerçekleştirmesini beklemiyordu. Zira güçler Rojava'daki Kürtlerin Baas rejimi tarafından parçalanıp, iradeleri bastırılıp, sistem içileştirildiğinden hareket ediyordu. Çünkü sadece Suriye değil, Irak, Mısır ve Baas'ın etkili olduğu diğer ülkelerde parçalanıp iradesizleştirilmeyen halk kalmamıştı. Gerçeğin öyle olmadığı ortaya çıktı. Çünkü Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yirmi yıl boyunca bu halkla yaşamıştı. Onlara emek vermişti. Öcalan'ın Suriye ve Rojava'daki yirmi yıllık emekleri Rojava Devrimi olarak ortaya çıktı. Ancak ABD daha çok Güney Kürdistan merkezli yani Güney Kürdistan'a bağlı gerçekte ciddi .ir güçleri olmayanlar üzerinden bir şey gelişeceğini hesaplıyordu. Oysa bu gruplar daha ilk günden Türkiye ve Türkiye'nin 'Müslüman Kardeşleri'nin yedeği oldular. Başta ABD ve uluslararası birçok güç uzun süre Rojava'da olup bitenlerin geçici mi, kalıcı mı olup olmayacağını izledi. Bunun bir halk iradesi olduğu, halkın her şeyi ile bu devrimi sahiplenip savunduğunu görünce Kobanê saldırıları ile birlikte bir biçimde devrime el atmak istedi. ABD stratejik çıkarlarını düşünerek giriş yaptı. Kürtler açısından bu gelişmeler olurken Türkiye ise Tunus, Mısır, Libya'da Müslüman Kardeşler'in üzerine çöreklendiği halk devrimleri halkasını Suriye ile tamamlayarak Sünni hattını tamamlamak istedi. Bu da ABD'nin Suriye'deki stratejik çıkarlarına büyük bir darbe olurdu. Zira Müslüman Kardeşler Nusra, DAİŞ vb. örgütlerin atasıdır. Şu an bu örgütleri yönetenlerin çoğunun Müslüman Kardeşler'in çekirdek kadroları olduğu biliniyor. Bunların başındaki, Nusra'nın başında bulunan Muhammed El Coloni'dir. Iraklı ve Türkiye'de olduğu iddia edilen İzzettin El Duri de bunlardan bir diğeridir. Ebubekir Bağdadi de başta gelenlerdir. Bunların yanı sıra alt kademede olan binlerce Müslüman Kardeşler kadrosu, Nusra ve DAİŞ gibi kökten dinci gruplar içinde yer alıyor. 

ABD Kürtler açısından Güney Kürdistan benzeri bir oluşum ortaya çıkmadığı ve Türkiye'nin Müslüman Kardeşler ve Müslüman Kardeşler kökenli gruplarının etkili olmaması için baştan beri uçuşa yasak bölge ilan etmedi. İlan etmesi durumunda Rojava'da bu yıl ilan edilen Kuzey Suriye Federasyonu'nun sınırları daha o zaman tamamlanırdı. Rojava'nın her üç kantonu arasındaki bağlantı kopmazdı. Bu Serêkaniye'deki saldırıdan sonra başta ABD olmak üzere diğer güçler tarafından fark edildi. Durum böyle olunca Türkiye buna karşılık sınırlarını önce Nusra'ya sonra da DAİŞ'e teslim etti. ABD, Türkiye başta olmak üzere diğer tüm güçlerin bundan sonraki planı Kürtler ile bu güçleri çatıştırmak oldu. Bu çatıştırmadan bir sonuca gitme taktiği ve politikası izlendi. Çatışmalardan Rojava halkları ve direniş güçleri zayıflamadan daha da güçlenerek çıkınca ABD sahaya indi. Şimdi sahada her ne kadar Güney benzeri bir oluşum ortaya çıkmamışsa da Güney benzeri bir yerleşim politikasını izleyerek yatırım yapıyor.

ABD'nin diğer bir hedefi ise Irak ile başladığı bölgeye yerleşme planını, Suriye ile tamamlamak ve İsrail ile bölgede sınır olmaktı. Böylelikle aslında bölgenin tamamına hakimiyetini sağlamış oluyordu. Bölgenin tümüne hakimiyet sağlayınca Irak, Suriye ve son zamanlarda ambargoyu hafiflettiği İran petrollerinin akışını Türkiye üzerinden değil de Suriye ve Rojava üzerinden Akdeniz'e akıtma planını gerçekleştirmiş oluyordu. Böylelikle ABD açısından Türkiye'yi bir askeri güç olarak kullanmaktan başka bir ihtiyacı kalmayacaktı. ABD açısından Kürtlerin hayati derecedeki önemi buradan ortaya çıkıyor. Zira BOP'ta öngördüğü enerji hattını Türkiye'nin denetiminden çıkarma projesi olan bu proje, Kürtlerin kontrolünde olan Güney Kürdistan ve Rojava'dan geçecek. Bu hattın korunması gerekiyor. En iyi koruyucu da Kürtler düşünülmüş, ABD tarafından. Ancak hangi Kürtler? Güney Kürdistan benzeri bir yönetim ve askeri güçler ABD tarafından düşünülmüştü. Ancak Rojava bu planı yarı yarıya boşa çıkardı. Bundan dolayı ABD Rojava yönetimi ile görüşmeler yaptı. Asker güçlerini DAİŞ ile mücadele üzerinden ittifak güç olarak kabul etti. 

GELELİM RUSYA'YA...

ABD 2003 yılında Irak'a müdahale ederken aslında müdahalenin bir boyutu da Rusya'yı kapsıyordu. Dönemin Rusya Genel Kurmaybaşkanı Maxmud Goriyev, "Tek silah satış kapımızı olan Irak'ı da kaybettik" şeklinde bir tepki göstermişti. Stratejisyen Manilov, "Bu saldırılar Kafkasya ve Orta Asya'ya kadar yapılarak içimize dek uzanan bir saldırıdır" şeklinde değerlendirmişti. Ancak bu tepkiler verilmesine rağmen Rusya o dönemde müdahale etme gücünde değildi. Zira Putin yeni iktidara gelmişti. Rusya bir yandan yaşadığı ekonomik kriz ile boğuşuyordu. Öte yandan da Çeçen iç savaşı ve sorunu gibi dev bir sorun vardı. Çeçen iç savaşı sonuç alsaydı sırasıyla Gürcistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan gibi ülkelerden de Rusya silinecekti. O yüzden Rusya ağırlığını Çeçen sorununa vermek zorunda kaldı. Zira Türkiye Cumhuriyeti'nin o dönemde Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan'da ciddi faaliyetleri vardı. Bu faaliyetler 2000 yılı başında Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan'da darbe biçiminde kendini gösterdi. Ancak çabuk bastırıldı. 
2011 yılında bölgede gelişmeler Tunus'ta başladığında Rusya çok fazla bölgenin tamamını kapsayacağını hesaplamadı. Ardından sıra Mısır'a geldi. Libya'ya dayandığında Rusya durumun aciliyetini fark etti. Ancak geç kalmıştı. Aslında adım adım Rusya bölgeden tamamen çıkarılıyordu. Bölgedeki varlığı İran ile çelişkili, çatışmalı da olsa geliştirdiği ilişkiler üzerinden gelişebilirdi ancak. Yani bir anlamda Rusya'nın bölgedeki varlığı İran sınırlarına hapsedilecekti. O yüzden Suriye'de gelişmeler başladığında Rusya ilk günden açık tavır koydu. Bölgede varlığını bir biçimde sürdürdüğü Suriye'nin farklı söylem, açıklamalarla kimseye bırakmayacağını her seferinde dile getirdi. Halep, Idlip, Latkiye taraflarında yaklaşık bir yıl önce hava saldırıları ile sahaya indi. Şu an savaşın en sıcak ve orta yerinde yer alıyor. Bu yüzden ABD ile çözüm formülü ve planları konusunda sık sık karşı karşıya geliyor. ABD'nin Türkiye üzerinden dayandığı güçlerin Nusra ve dolaylı bir biçimde DAİŞ, Müslüman Kardeşler olduğu, bu güçleri yedeklemek amacıyla korumaya aldığı şeklinde iddialı açıklamalar yapıyor.

TÜRKİYE-İRAN

AKP ve Erdoğan yönetimindeki Türkiye, baştan beri 2003 yılında kendisine verilen "Ilımlı İslam" ancak kendisinin "Siyasal İslam" olarak kullandığı proje ile Suriye içlerine direkt müdahalede bulundu. Hedef ve amacı, Tunus-Mısır-Libya'dan sonra Suriye'yi de o hatta ekleyerek siyasal ve Sünni İslam projesini tamamlayıp kendisini de kralı, halifesi yapmaktı. O yüzden baştan, '82'den bu yana Türkiye'de eğitilen, barınan Müslüman Kardeşler kadrolarını harekete geçirdi. Ayrı ayrı gruplar kurdurdu. Bunun yanı sıra Türkmen gruplarını kurdurdu. Bunların yozlaşıp çürümesinden ötürü kendi istem ve talebi üzerine en son Nusra'da yaptığı gibi isimler değişttirdi. Suriye Ulusal Koalisyonu adına kurdurduğu yapıyı oyuncağı haline getirdi. Öyle ki, bir bakan yada il başkanını değiştirir gibi bu koalisyonun başkanının değiştirilmesine müdahale etti. Bunun örnekleri çok. İki temel nokta üzerinden sonuç almak istedi: Birincisi, Sünni İslam hattını Suriye ile tamamlayıp halife olmaktı. Bu projenin tamamlanması durumunda başta bölgenin statüsüz ulusu Kürtler olmak üzere diğer İslam inancında olmayan tüm kesimlere Sünnilik dayatılacaktı. Ya kabul edeceklerdi yada yok edileceklerdi. Bu projesi tutmazsa İran ile birlikte bölgede 2011 öncesi 1. ve 2. dünya savaşlarında oluşturulan statüko projesini uygulamaya koyacaktı. Bundan dolayı başta Sünni İslam projesine oynadığı için Suudi Arabistan ve Katar ile projeler üretti. Bu durumda İran ile daha fazla çelişkili ve çatışmalı hale geldi. Bu projesinin tutmayacağını anlayınca bundan vazgeçerek İran ile birlikte eski statüko projesini devreye soktu. Bu yüzden Suriye Baas rejimi ile flört etmeye başladı. Hatta kimi görüşmeler de gerçekleştirildi. Gerçekleştirilen bu görüşmelerin sonunda Cerablus işgaline kadar uygulamaya konuldu. Ancak Erdoğan İran üzerinden ve ortaklığıyla eski statü projesini uygulamaya koyarken bunu Suriye'nin parçalanması, Türkmen devletinin ilan edilmesi gibi farklı uygulamalarla geliştirmek istedi. Bu da etkili, yetkili birçok yakın arkadaşı tarafından dile getirildi. "Suriye'nin Sykes-Picot'u" şeklinde bir formüle de kavuşturuldu. Erdoğan bu projelerle, ABD'nin enerji hattı konusunda kendisini devre dışı bırakıp stratejik önemini yitirme planının önüne de geçmeye çalışıyordu. O yüzden çete gruplarına verdiği desteği açık bir şekilde, göstere göstere yaparak şantaj ve tehdit politikasını izledi. ABD'nin oluşturduğu Hazım Hareketi, destek verdiği Suwar Suriye Hareketi'ni açıkça Nusra'ya tasfiye ettirdi. ABD ile yaptığı eğit-donat projelerinde gizli DAİŞ ve Nusralı militanları eğittirdi. O yüzden bu proje de çok kısa sürede ABD tarafından bitirildi.
Türkiye bazı işbirlikçilerini de bu projede stratejik ortağı haline getirdi. Kürtler arası çatışmayı körükledi. Hâlâ bunu sürdürüyor. Harekete geçirdiği Kürt işbirlikçilerinin bazıları iktidar amaçlı stratejik hesapları vardı. Bazılarının ise günlük çıkar hesapları vardı, bu denli basitleştirildiler. Öyle bir hale getirildiler ki, MİT ajanlığı gibi görevlerde çalıştırılmaya başlandılar. A. Hekim Beşar, Fuat Aliko, İbrahim Biro, Siyabend Haco, Kawa Azizi bunlardan birkaçıdır.  

İran ise mezhep temelli bir politika ile Suriye Baas rejimi ile olan ilişkilerini iç savaş öncesinden daha ileri götürerek derinleştirdi. Sahaya piyade gücü gönderdi. Lübnan'dan Hizbullah'ı kaydırdı. Baas rejimi ile de statüsüz Kürtler üzerine olan eski statüko planlarını yürüttü. Rusya ile ittifak halinde hareket etti. Zaman zaman Türkiye ile çelişkili, çatışmalı ve zaman zaman da ortak plan ve politikalar izledi. Suriye'deki etkinliği öyle bir düzeye geldi ki, İran'ın kabul etmediği, tanımadığı bir şeyi Suriye'nin kabul etmesi mümkün olamazdı. Türkiye İran'a yaklaşırken Suriye üzerindeki bu nüfuzundan faydalanmak istedi çoğu zaman. 

Bunun dışında uluslararası güçlerden Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda vb. birçok ülke çıkarlarını düşünerek üretilen bu politikalarda zaman zaman saf değiştirerek, zaman zaman kedilerine has talep ve istekler üzerinden sözde farklı yol ve yöntemler izledi. 

OLAN SURİYE HALKLARINA OLDU!

Uluslararası ve bölgesel güçlerin bu çelişkili, çatışmalı, zaman zaman uzlaşmalı stratejik taktik politikaları Suriye'deki kalkışmanın iç savaşa dönüşüp derinleşmesinin temel nedenleridir. Kalkışma iç savaşa dönüşüp derinleşince on binlerce insan öldü. Milyonlarcası göç etti. On binlercesi kayboldu. Binlercesi göç yollarında denizlerde boğuldu. Milyonlarcası mal ve mülklerinden oldu. Evleri, işleri yakılıp yıkıldı. Talan edildi. Bu savaş Suriye halkları, inançları, kültürlerinin savaşı değildi. Çıkarları dışında hiçbir şeyi düşünmeyen uluslararası güçlerin çıkar çatışmalarının savaşıydı. Her güç kendine bağlı bir yada birkaç grup kurarak bu halkları birbirine düşürdü. İnançları birbiriyle çatıştırdı. Arap-Kürt, Arap-Türkmen, Türkmen-Kürt gibi halklar arası çatışmalar da körüklenmek istendi. Bunun yanı sıra aşiretler birbirine kırdırtıldı. Bu savaş ne bu halkların, ne bu kültürlerin, ne bu inançların ne de bu aşiretlerin savaşıydı. Bu savaş kapitalist işgalci ve sömürgeci güçlerin savaşıydı. Kurbanları ise Suriye halkları oldu. Son günlerdeki gelişmeler bu savaşın bitmeyeceğini hatta daha fazla derinleşerek süreceğini gösteriyor. Bu savaşın önüne geçmenin yolu; Suriye halklarının Kürdü, Arabı, Türkmeni, Süryanisi, Asurisi, Ermenisi, Çeçeni, Alevisi, Sünnisi, Êzidîsi ile bir araya gelerek, "bu bizim savaşımız değil, bu savaşı istemiyoruz" demesinden geçiyor. Bunun için şu ana kadar üretilen ve en realist olan çözüm yolunu gösteren Kuzey Suriye Federasyonu böyle tarihi ve büyük amaçlı bir planı önüne koymuş durumda. Bu proje her geçen gün daha fazla anlaşılıp güç kazanıyor. Demokratik Birlik içinde halkların eşit, özgür yaşadıkları bir zihniyet giderek güç kazanıyor. Bu proje güç kazandıkça savaşın bitmesini istemeyen güçler savaşı daha fazla derinleştirme çabasını gösteriyor. Ancak halklar tüm çelişkilerini bir yana bırakarak ülkelerine sahip çıkarlarsa bu savaş biter. Çünkü diğer güçler bu toprakların yabancısıdır. Bu toprakların sahipleri bu ülkenin halklarıdır. Kendilerinin sözleri her şeyi geçer. Ancak tek bir şartla; dışarıya bağlı iplerini kopararak birlik olmak için birbirine sarılmak... Bu başarılamazsa bu coğrafyada daha çok kan akacak. Adım adım buna doğru bir gidiş de mevcuttur.