Suruç katliamı mağduru: Adalet istemek iyileşmenin bir yolu

Suruç Katliamının üzerinden tam 4 yıl geçti. Geçen bu sürede hala bir adalet sağlanmazken geride kalanlar mücadele etmeye devam edeceklerini söylüyor.

Çağla Seven bundan 4 yıl önce Kobaneli çocuklara oyuncak götürmek üzere Suruç’a gidenler arasındaydı. 20 Temmuz 2015’te, Suruç’taki Amara Kültür Merkezi bahçesinde yapılan basın açıklaması sırasında patlayan ve 33 kişinin katledildiği katliamdan yaralı olarak kurtuldu.

Aradan 4 yıl geçti Suruç’la ilgili dava henüz bitmedi. Fakat Çağla Seven ve birçok kişinin hayatında hiçbir şey eskisi gibi kalmadı.

O KARANLIK, BİZİM TARİHİMİZDE DURUYOR

“Suruç’tan aynı kişi olarak dönmedim. Ama aynı kişi olmak istiyor muyum bilmiyorum. Elbette her insan gibi sağlığımı da ölenleri de geri istiyorum. Ülkenin biraz daha umutlu olduğu hali geri istiyorum. Bir barış ihtimali vardı onu geri istiyorum. Evet, 5 Haziran Amed katliamı ile başlayan bu süreçte çok aydınlık bir ülkede olduğumuz söylenemez ama bu kadar da karanlık değildi. Amed bir girizgâh oldu ve Suruç’la olayın pimi çekildi. Bambaşka bir Türkiye var şimdi sanki o süreç hiç yaşanmamış gibi davranılan ama o karanlık, bizim tarihimizde duruyor. Bunu birinci elden yaşayan inşanlar için o dönem hiç bitmedi.”

Çağla Seven, hayatını kaybeden 33 kişin ailesi ve yaralı kurtulanlarla birlikte adalet mücadelesine devam ediyor. Adaletin ilk olarak iyileşmenin bir süreci olduğunu anlatıyor:

“Adalet talep etmek iyileşmenin de bir yolu. Böylesi büyük bir travmadan sonra eve kapanarak ya da bir şey yapmadan iyileşeceğini düşünmüyorum. Toplumsal olarak da adalet istemeden iyileşmesi mümkün değil. Bu dava sadece benim ya da Suruç ailelerinin değil çünkü toplumsal bir iyilik hedefi var.”

18 AY HİÇBİR ŞEY YAPILMADI

Adalet arayışı sürse de 18 ay gizlilik kararından sonra uzun süre aşama kaydedilmeyen bir dava Suruç Katliamı davası. Fakat Seven yine de bundan vazgeçmeyeceklerini söylüyor ve yaşadıklarını şu şekilde aktarıyor:

“Mahkemenin bir cezaevi kampüsüne görülmesi ve hesabının hiçbir şekilde sorulamaması üzerinden yürüyen bir dava ile hiçbir toplumsal vicdanın iyileşebileceğini düşünmüyorum. Bu davalar bu yüzden hepimizi ilgilendiriyor. Zaten çok uzun bir süre ne olduğunu bilemediğimiz bir soruşturma süreci yaşandı. Bu gizlilik kararı neyi, kimden gizlediği bilinmeyen bir şey. O dönem avukatlarımızın savcı ile görüşmeye çalışması talepleri hep göz ardı edildi. 18 ay sonra aldığımız dosya, Ankara Gar katliamından taşan daha doğrusu artık mecburen dosyaya girmiş şeyler dışında bir şey değildi. Çok da bir soruşturma yapılmamıştı. Canlı bombanın ailesiyle bile görüşülmemişti. 18 ay ne yapıldığına dair herhangi bir şey bilmiyoruz. Toplumun hala büyük bir kesiminin gözünün kulağını davada olduğu, yararlıların hastanede hala tedavi edildiği ve insanların daha iyileşemediği bir dönemde dava herkesin gözü önünden bir şekilde uzaklaştırılmış oldu.

4 YIL SONRA TELSİZ VE KAMERA KAYITLARI İSTENDİ

Davanın toplumdan izole edilerek adaletin daha da geciktirildiğini anlatan Çağla Seven, son mahkemeden telsiz ve kamera kayıtlarının daha yeni istenmesini de bu gecikmeye örnek gösteriyor: “Geçen günkü idari soruşturmadan görüldüğü üzere telsiz kayıtları bile daha yeni isteniyor. Katliamın üzeninden 4 yıl geçti ve bu daha yeni isteniyor. Mobese kayıtları yeni elimize ulaştı ama onun da 5 saati eksik. Oysaki idari soruşturmada yargılanan polislerden bir tanesi kendi eliyle bu görüntüleri ilgili yerlere teslim ettiğini söylüyor. Bombanın pimini çeken kişi zaten yaşamıyor ama onu oraya getirme ihtimali olan bir imamın bile yargılanmadığı bir davadan söz ediyoruz. Bir cezaevi kampüsünden, boş sanık sandalyelerine ne kadar büyük haksızlığa uğradığımızı anlatmak zorunda bırakılıyoruz. Üç ayda bir bunu yapıyoruz. İnsanlar işlerini güçlerini bırakıyor, bir yerlerden para buluyor, davalara gidiyor. Orada saatlerce ayakta bekletiliyoruz, üzerlerimiz aranıyor, her anımız kameraya alınıyor, silahlar bize doğrultuluyor. Büyün bunlara katlanarak bir davaya giriyoruz. Orada da SEGBİS yoluyla bir yargılama ve çapraz sorgudan uzak tutulmaya çalışılan bir sanık var. Cezaevi kampüsü gibi yüksek güvenlikli bir alanda mahkeme görülüyor ama cihatçı bir örgütün en alt tabakadaki militanı bile oraya getirilmiyor. Peki, o zaman neden bizi o kadar jandarmanın polisin ortasına sokuyorsunuz? Bu kadar aciz bir ülkede yaşamıyoruz bu kadar üst düzey güvenliğin olduğu yere bir cihatçı militan 9 duruşmadır getirilemedi ki 10. duruşmaya gidiyoruz artık.”

BOŞ SANIK SANDALYELİ DAVA

“Bu kişiler davanın kilit isimleri olabilir ama ortalama aklı olan kimseyi, bu insanların daha büyük bağlantıları olmadığına inandıramazsınız” diyen seven asıl olarak bu politikaları yaratanların ve sorumluların da yargılanması gerektiğini ifade ediyor:

“Zaten bir eylemi direk gidip yapmak değil mesele. Bu siyasi ortamı inşa eden kişileri, bu politikaları ve söylemleri ve kaosu isteyenleri hepimiz tanıyoruz. Alenen kendileri de bunları ifade ediyor zaten. Burada yargılanması gereken bu militan değil daha büyük bağlantılı bir terör örgütü olmalıydı. Ama biz burada asıl sorumlular yargılansın derken boş sanık sandalyeleri ve de SEGBİS’ten bizimle dalga geçer gibi konuşan, Türkiye’de elini kolunu sallayarak bu eylemleri yapmış, ülkeyi yolgeçen hanına çevirmiş, pişkince sorulara cevap veren katiller sürüsünün bir üyesi var karşımızda sadece. Bunca insanın kalkıp adalet için gittiği salonda gördüğü manzara bundan ibaret. Adalet de bu değil hepimiz biliyoruz.”

BİZLERİN ANLATMASI LAZIM

Bu yargılama ile adaletin tam olarak sağlanamayacağını da bildiğini belirten Çağla Seven meselenin toplumsal vicdan nezdinden çözülmesi gerektiğine vurgu yapıyor:

“Bu elbette sadece yargılanma ile çözülecek bir şey değil. Bu toplumsal bir mesele. İstenen zaten o salonlara hapsedilip unutulması. Bilem kaçıncı dereceden bir cihatçıya birkaç kez müebbet verip toplum vicdanını rahatlatmadan kapatmak. Oralara gidip yaşadıklarımız anlatmak burada önem kazanıyor. Her yıl dönümünde ya da ay dönümlerinde yaptığımız gibi. Esas mücadele biz bunu yaşayanların anlatması ve toplumsal vicdanlarda bir yer açmak. Belki bundan önce daha farklı bakıyordum bazı meselelere ama artık daha farklı bir yerdeyim. Mesela evet Cumartesi Anneleri eskiden de önemliydi benim için ama bunu yaşadıktan sonra ne kadar kıymetli bir şey yaptıklarını anladım. Türkiye gibi ülkelerde başlarına böyle şeyler gelen insanların başı çekerek, inisiyatif alarak adalet mücadelesi yürütmeli diye düşünüyorum. Cumartesi Anneleri kayıplarını fotoğraflarıyla bir kenara çekilselerdi, her cumartesi o alanda olmasalardı o kaybetme politikası hala ve daha sert sürüyor olacaktı. Aynı duyguları yaşamış insanların bu şekilde dayanışması önemli. Keşke farklı olsaydı. Misal Avrupa’da da bombalar patladı ama orada toplumsal dayanışma farklı işliyor, devletleri mağdurları terörize etmek gibi bir şeyi yok. Tüm toplumlarda yaraların sarılması, yüzleşme ve de adalet lazım. İnsanların bir şekilde etkinlikler için bir araya gelmesi, anıtlar dikilmesi lazım ama ne yazık ki biz ne Amara’nın bahçesine ne de Ankara gar meydanına bir anıt dahi dikemedik. Mağdurlar yalnızlaştırıldı, avukatlarımız, aileler ve hatta yaralılar tutuklandı ama Ortadoğu’da ve Suriye’de örgütlenmiş cihatçı bir örgüte geçiş yeri oldu bu ülke.”

ACILARLA YÜZLEŞMEK ZORUNDAYIZ, DEVLET DE HESAP VERMELİ

Seven asıl adaletin toplumsal dayanışma ve yüzleşme ile sağlanacağını anlatırken devletin de hesap vermesi gereken yerlere dikkat çekiyor:

“20 Temmuz elbette topluma anlatmak için kanal oluyor, bu açıdan önemli ama biz her gün bunu yaşıyoruz. Benim bedenimde hala izleri var. Bedenimde zihnimde etkileri sürüyor. Buraya psikiyatristten geldim. 34 kez ameliyat oldum daha da olacağım. Ama acılarla yüzleşmek zorundayız. Adalet bayrağını da yüklenmek durumundayız. İnsan eliyle yapılmış bu kötülük elbette ardında öfke bırakıyor. O yüzden bunu en sağlıklı şekilde yapabilmek için hesap sormak gerekiyor. Bir de tabii borcumuz var yanımızda ölen 33 kişiye. Aralarına giren bir canlı bomba ile kalleşçe katledildi onlar... Bunun hiçbir savaş hukukunda yeri yok. Savaşta silahlı insanlar birbirleriyle savaşır. Bizim elimizde silah değil oyuncak ve kitaplarımız vardı. Ortadoğu’da bu örgütün neler yaptığını hepimiz izledik. Bu çeteler bir anda türemedi, bunların geçiş yolları var. Bu çete üyelerinden biri bugün Suriye Demokratik Güçlerinin elinde ve birçok itirafta da bulundu. Bu kişi Suruç katliamından sonra devletle görüştüğünü iddia ediyor. Bunların araştırılması lazım. Tüm toplumun barışını ve güvenliğini sağlamak zorunda olan bir devlet, nasıl olur da bütün dünyanın başına bela olan bir terör örgütüyle masaya oturur? Ben bu sorunun cevabını bir yaralı olarak istiyorum.”