Tarihi çağrı ve umut hakkı BM’nin gündemine taşındı

“Barış ve Demokratik Toplum” çağrısını BM İnsan Hakları Konseyi gündemine taşıyan MRAP, Önder Apo’nun Kürt meselesinin çözümündeki rolüne dikkat çekerek, umut hakkının ihlal edildiğini vurguladı.

MRAP - BM İNSAN HAKLARI KONSEYİ

Irkçılığa Karşı Halklar Arası Dostluk Hareketi (MRAP), Önder Apo’nun “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı ile PKK’nin 12. Kongre kararlarını Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin gündemine taşıdı. MRAP, 16 Haziran – 9 Temmuz tarihleri arasında BM Cenevre Ofisi’nde düzenlenecek 59. BM İnsan Hakları Oturumu kapsamında Konsey’e sunduğu raporda, Birleşmiş Milletler’i bu süreci desteklemeye çağırdı.

“Türkiye’de Kürt halkının temel özgürlük ve hakların tanınması yönündeki mücadelesi, geçen Mayıs ayında Abdullah Öcalan’ın silah bırakma çağrısı ve Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) fesih kararıyla yeni bir döneme girmiştir” denilerek başlayan raporda, devamla Türkiye’deki cezaevleri ve Önder Apo’nun koşullarına dikkat çekildi. Önder Apo’nun Kürt sorununun demokratik çözümündeki rolüne dikkat çekilen raporda, umut hakkının ihlal edildiği vurgulandı.

CEZAEVLERİNİN DURUMU

Raporda şunlar ifade edildi: “Türkiye’de insan hakları açısından kronikleşmiş ve ciddi sorunlardan biri de cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri, özellikle siyasi tutuklulara yönelik işkence ve ayrımcı uygulamalardır. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) hükümetleri, zamanla yargıyı siyasal bir araç haline getirerek cezaevlerinde aşırı kalabalıklaşmaya yol açmıştır. BM İşkenceye Karşı Komite (CAT), Temmuz 2024 tarihli Sonuç Gözlemleri’nde, yargıç, savcı ve avukatların bağımsızlığında ciddi bir gerileme olduğunu belirtmiştir.

Benzer şekilde, İnsan Hakları Komitesi de Ekim 2024 tarihli gözlemlerinde, 2014’te kabul edilen 6524 sayılı yasa ve 2017’deki anayasa değişiklikleri ile yürütmenin yargı üzerindeki kontrolünün ciddi biçimde arttığına dikkat çekmiştir. Komite, 2016 darbe girişiminin ardından binlerce yargıç ve savcının görevden alınarak, yürütme kontrolünde bir süreçle yerlerine yenilerinin atandığını vurgulamıştır. CAT, Türkiye’deki mahpus oranının ciddi biçimde arttığını, cezaevlerinde yeterli sağlık personeli bulunmadığını ve mahkumların hastaneye sevk kararlarının zaman zaman sağlık görevlileri yerine cezaevi yöneticileri tarafından verildiğini belirtmiştir. Ayrıca, CAT, şartlı tahliye onayında yetkili olan idari ve gözlem kurullarının kurumsal bağımsızlıktan yoksun olduğunu, ağırlıklı olarak cezaevi personelinden oluştuğunu ve keyfi şekilde çalışarak özellikle insan hakları savunucuları, gazeteciler ve siyasi suçlamalarla mahkûm edilenler için tahliye ihtimallerini engellediğini ifade etmiştir.”

İMRALI SİSTEMİ BÜTÜN ÜLKEYE YAYILDI

İmralı’da özel bir tecrit rejiminin inşa edildiğine vurgu yapılan raporda, “Türkiye siyasi sistemi, Şubat 1999’dan bu yana Abdullah Öcalan’a yönelik olarak İmralı Cezaevi’nde uygulanan özel rejimden elde edilen deneyimlere dayanarak bugünkü cezaevi sistemini şekillendirmiştir. İmralı, Türk hukuk sisteminin dışında bir alan olarak yeniden düzenlenmiş ve genel hukuki kurallar burada ya uygulanmamış ya da sadece İmralı’ya özgü yasal düzenlemeler yapılmıştır.

Öcalan, 15 Şubat 1999’da İmralı Cezaevi’ne getirilmiş ve Kasım 2009’a kadar tam 10 yıl 9 ay boyunca ağır tecrit altında kalmıştır. Bu tarihten sonra bazı mahkumlar adaya getirilmiş olsa da iletişim çok sınırlı tutulmuştur. İmralı’da uygulanan tecrit rejimi tüm cezaevlerine yayılmış, mahkumların avukatlarıyla görüşme, aile ziyaretleri ve iletişim hakları engellenmiştir. Koşullu salıverilmeye imkan tanımayan müebbet hapis uygulaması ve Ceza Muhakemesi Kanunu'na avukat görüşlerini kısıtlayan hükümler getiren 2005 tarihli “Öcalan Yasaları”, İmralı tecrit rejiminin yansımalarıdır” denildi.

İmralı’daki tecridin boyutlarına özel olarak dikkat çekilen raporda devamla şunlar ifade edildi: “İlk 12 yıl boyunca Öcalan’ın avukatıyla görüşme hakkı haftada bir gün, bir saat ile sınırlanmış, bu görüşmeler de çoğu zaman gemi arızası ya da hava koşulları gibi gerekçelerle engellenmiştir. 27 Temmuz 2011’den bu yana, Mayıs–Ağustos 2019 arasında sadece beş avukat görüşmesi gerçekleşmiştir; son görüşme 7 Ağustos 2019’da yapılmıştır.

27 Şubat 2025’te Öcalan, bir heyet kapsamında avukatıyla görüşmüştür. Ancak bu görüşme, avukat yasağının kalktığı anlamına gelmemektedir. Avukatları her hafta görüşme başvurusu yapmakta, fakat herhangi bir yanıt alamamaktadır.

CAT, İmralı’daki mahkumlarla avukatları arasındaki süresiz fiili temas yasağı ve koşullu tahliye imkânı bulunmayan ağırlaştırılmış müebbet rejimi konusundaki kaygılarını yinelemiştir. Komite, Öcalan, Hamili Yıldırım, Ömer Hayri Konar ve Veysi Aktaş’ın 25 Mart 2021’den bu yana 44 aydır tek kişilik hücrede tutulduğunu ve bazı mahkumların avukatlarını dokuz yıldan uzun süredir görmediğini belirtmiştir. Bu mutlak iletişimsizlik rejimi, 23 Ekim 2024’te Öcalan’ın yeğeni ve DEM Parti milletvekili Ömer Öcalan ile yaptığı aile ziyaretiyle kısmen kırılmıştır.”

UMUT HAKKI İHLAL EDİLİYOR

Önder Apo’nun umut hakkına sahip olması gerektiği vurgulanan raporda, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 18 Mart 2014 tarihli Öcalan kararında, koşullu salıverilme imkânı olmaksızın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi uyarınca “umut hakkı” ilkesini ihlal ettiğine hükmetmiştir.

AİHM, koşullu salıverme imkanı olmayan müebbet hapis cezasının işkence niteliği taşıdığını ve hukukun belirli bir süreden sonra gözden geçirme mekanizması öngörmesi gerektiğini belirtmiştir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Eylül 2024 toplantısında konuyu yeniden gündeme almış ve bu tür cezaların işkence teşkil ettiğini ve her mahkum için yeniden değerlendirme mekanizması getirilmesi gerektiğini yinelemiştir.

Temmuz 2024 CAT toplantısında, Türk yetkililer ülkede cezaevinde bulunan tüm mahkumların yüzde 1,24’ünün (yaklaşık 4.348 kişi) koşullu salıverilme hakkı olmaksızın ağırlaştırılmış müebbet cezası aldığını bildirmiştir. AİHM'in Öcalan (2) kararının üzerinden neredeyse 11 yıl geçmiş olmasına rağmen, 2024 itibarıyla Öcalan ve binlerce mahkum, koşullu tahliyeyi dışlayan bu rejimin ağır ve yıkıcı sonuçlarına maruz kalmaya devam etmektedir” denildi.

'ABDULLAH ÖCALAN BARIŞ İRADESİNİ ORTAYA KOYMUŞTUR'

Önder Apo’nun 27 Şubat tarihli “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının da hatırlatıldığı raporda, devamla şunlara dikkat çekildi: “Abdullah Öcalan’a yönelik izolasyon politikası, Kürt halkı üzerindeki etkisinden kaynaklanmaktadır. Devlet, Öcalan’a yönelik tecrit yoluyla aynı zamanda Kürt toplumuna yönelik olumsuz tutumunu da sergilemektedir. Ancak Öcalan, etkisini Kürt meselesinin barışçıl çözümüne katkı sunmak için kullanma iradesi göstermiştir.

27 Şubat 2025’te, İmralı Heyeti aracılığıyla “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı yapmış; gerekli hukuki ve siyasi şartların sağlanması halinde PKK’nin kendini feshedip silah bırakması gerektiğini ifade etmiştir. Hükümete, ifade özgürlüğünü sağlaması ve Kürt kimliğini inkârdan vazgeçmesi çağrısında bulunmuştur. PKK bu çağrıya uyacağını açıklayarak 1 Mart 2025 itibarıyla ateşkes ilan etmiş, ardında ise fesih kararı almıştır.”

SONUÇ VE ÖNERİLER

Raporun sonuç ve öneriler kısmında ise şunlar ifade edildi: “Abdullah Öcalan ve diğer mahkumlara uygulanan tecrit rejimi uluslararası hukuku ihlal etmekte ve Kürt meselesinin çözümünün önündeki en büyük engellerden biri olmaktadır.

Uluslararası toplumun Türkiye’nin bölgesel rolüne odaklandığı bu dönemde, ülke içindeki insan hakları ihlalleri, özellikle muhalif seslere ve azınlıklara – başta Kürt halkı olmak üzere – karşı yapılan ihlaller göz ardı edilemez. Barış ve demokratikleşme sürecinin başarıya ulaşabilmesi için MRAP, şu çağrılarda bulunmaktadır: Türk yetkililer, AİHM kararlarını ve CAT ile BM İnsan Hakları Komitesi'nin 2024 yılında yaptığı tavsiyeleri hayata geçirmelidir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi, Türkiye'deki gelişmelere özel dikkat göstermeli ve 2017 tarihli raporun güncellenmesini değerlendirmelidir.”