'Türk iktidarı korkup saldırıyor'

ÖHP'li avukatlardan Sinan Zincir, Efrîn’i işgal girişimine karşı çıkıp barışı savunanların tutuklanmasının, Saray'ın korkusunun dışa vurumu olduğunu söyledi.

Türk iktidarının, korkuyu yayarak sindirmeye, susturmaya çalıştığını belirten Avukat Sinan Zincir, "Burada bizlere düşen de bu zulüm düzenine karşı cesareti yayarak, cesareti örgütleyerek ‘cesaret hakkımızı’ kullanarak; barış, özgürlük, adalet için mücadele etmektir" dedi.

Erdoğan liderliğinde Türk devletini yöneten ırkçı-dinci koalisyonun Efrîn'i işgal girişimine Türkiye’den tepki gösteren, itiraz eden, savaşa karşı barışı savunan insanlar da büyük bir devlet terörü altında. İşgal girişiminin başladığı ilk günden itibaren #SavaşaHayır hashtagı ile paylaşım yapan çok sayıda insan ve kurum, Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından hedef gösterilip tehdit edildi, ardından da Türk devlet güçleri ve yargısı devreye girdi. Her gün onlarca insan gözaltına alınıp tutuklanıyor. Özgürlükçü Hukukçular Platformu (ÖHP) İstanbul üyelerinden Avukat Sinan Zincir, hem Efrîn’e yönelik işgal girişimi hem de tırmanan devlet terörüyle ilgili sorularımızı yanıtladı.

Sosyal medya hesaplarında bile 'barış' diyenler gözaltına alınıyor ve çoğu da tutuklanıyor. Bunun hukuki bir karşılığı, tarifi var mıdır?

Barışın dilini konuşan yüzlerce insanın evi basıldı, gözaltına alındı ve tutuklandı. En temel haklarını kullanan; fikir ve düşüncelerini sosyal medyada, demokratik platformlarda paylaşan insanların tutuklanmasının hukuken bir izahı yok. Hukuk adına sadece utanç verici bir durumdur. Kendi yasalarını dahi koruyamadığı için savcılara, sulh ceza hakimlerine verilen siyasi talimatlarla tutuklamalar gerçekleşiyor. Açıktan talimat veriyorlar. İnsanlar, 2911 Sayılı Kanun'a muhalefetten tutuklanıyor. Yani 'devletin meşru mücadelesini zaafa uğratmak, toplumsal kaos ve kargaşa yaratmak, askeri operasyonu sekteye uğratmak için bir araya gelmek ve bir araya gelmek'. Burada hukuk, adalet, yasa kavramlarını aşmış durumdayız. Yargı kurumları, artık Saray'ın emir ve talimatlarına göre hareket eden idari birimlerdir. İşgale karşı çıkanlar daha sokaklarda toplanamadan, bir ses dahi etmeden gözaltına alındı. Bunu mevcut burjuva yasalarıyla bile açıklayamayız. Bu korku iklimi, Saray'ın korkusunun dışa vurumudur.

Bu yoğun baskıya neden korku, kaynağını nereden alıyor, nasıl bu kadar tahammülsüz olabiliyor?

Tekçiliği dayatan bir sistem var. Bu çürümüş düzeni ayakta tutmak için baskı ve şiddetin yanı sıra bağımlı hale gelen yargıyı araç olarak kullanıyor. Grev hakkından gösteri ve yürüyüş hakkına kadar bütün haklar gasp edilirken itirazlar da yargının tutuklama şantajı altındadır. Barış için sokağa çıkanları tehdit eden Cumhurbaşkanı, yargıya açıktan talimatı da vermiş oluyor. Mevcut sistemde Kürt muhalefeti ve HDK bileşenleri dışında neredeyse tüm partiler, savaş ve işgal girişimde AKP ile yan yana gelmiştir. Sol muhalefet ve Kürt muhalefeti ise tehdit ve şantajlarla baskı altına alınmaya, toplum susturularak tek sesli bir düzen inşa edilmeye çalışılıyor. Yaşamı savunan, barışı savunan hekimlerin örgütü Türkiye Tabipler Birliği’nin tehdit edilmesi bunun açık örneğidir.

Türkiye’de neden sürekli 'barış' söylemi, 'terör' ile ilişkilendiriliyor?

Halka karşı suç işleyen, savaş suçuna bulaşan tüm dikta rejimler, barışı ve barış isteyenleri 'terör' ile ilişkilendiriyor. Bu, bir algı operasyonudur. Tüm iktidar araçlarını elinde bulunduran, basını tek tipleştiren, muhalif özgür basını susturan akıl, bu operasyonu başarıyla sürdürüyor. Efrîn'i işgali girişimi başladığında basına nasıl haber yapacağına dahi karar veren bir iktidar gerçekliği var. Bu güç, muhalifleri sürekli itibarsızlaştırmaya çalışarak gayri meşru işlerinin ve eylemlerinin üstüne kapatma derdindedir. Toplumun sorgulama hakkı dahi bu kirli algı operasyonlarıyla ellerinden alınıyor.

Yasalarda yer almasına rağmen düşünce ve ifade hürriyeti fiilen askıya alınmış olmuyor mu?

Düşünce ve ifade hürriyeti anayasal bir hak ve ilkedir. Esas olan bu hakla koruma altına alınan, mevcut egemen ve çoğunluğun fikirleri değil, azınlıkta kalanların, en aykırı en çarpıcı, en rahatsız edici fikirlerdir. Sistemi en çok rahatsız eden, topluma en aykırı gelen fikirler, koruma altındadır. Ancak burada mevcut iktidar gibi düşünmüyorsanız suçlusunuz, fikirleriniz suç kapsamındadır. Savaş çığırtkanlığı yapanlar; savaş, kan, gözyaşı propagandasını sürdürenler vatanperver oluyor. Bunların her türlü linç dili serbest, ancak barış talep edenler ‘örgüt üyesi’ veya ‘örgüt propagandası’ yapıyor deniliyor. Maalesef yaratılan algı ve toplumsal ortam bu.

Şu anda Efrîn'i işgal girişimini protesto etmenin veya savaşa karşı çıkmanın koşulları nedir?

Bakınız, gayri meşru ve gayri hukuki bir saldırı var. İktidar, kirli siyasetlerinin, tıkanmışlıklarının ortaya çıkmasını engellemek için barış ve özgürlük talep eden herkese saldırıyor. Sokağa çıkmak yasaklanmış adeta. Tüm yurttaşlar ev hapsine alınmıştır. İktidar, yaptıklarının doğru ve meşru olduğuna inanıyorsa sokağa müdahale etmemeli. Toplumsal muhalefet taleplerini dile getirebilmeli; iktidarı eleştirebilmelidir. Asgari demokratik ölçüt budur. Ancak bugün aydınların, muhaliflerin düşünce ve fikirlerine, hatta duygularına zincir vurulmakta; barış talep eden aydınlar 'vatan haini' ilan edilmekte.

İnsan hakları savunucusu bir hukukçu olarak size göre yapılmak istenen nedir, Efrîn'de ne yapılıyor?

Efrîn işgal edilmek isteniyor. Bu, tek başına bir toprak parçasını işgal etmek değildir. Efrîn’e yönelik saldırı, Rojava Devrimi ile onun kazanımlarına da saldırıdır. Aynı zamanda ideolojik bir saldırıdır. Tekçi devlet sisteminin, kendi içindeki çelişki ve tıkanıklıklarını aşmak, mevcut iktidarın devamı sağlamak için ırkçı-dinci bir söylemle yeni bir düşman yaratma girişimidir. Barışı savunmak, işgale karşı çıkmak kadar Rojava Devrimi'ni savunmanın insani, ahlaki ve hukuki bir görevdir.

ÖHP de açıklama yaptı. Size dönük bir saldırı olacağından endişe ediyor musunuz?

BM Halkların Barış Hakkı Bildirisi’nde, halkların barışçıl bir yaşam sürdürmelerini sağlamanın her devletin kutsal görevi olduğunu kabul eder ve gezegenimizde yaşayan halkların kutsal barış hakları bulunduğunu ilan eder. Barışı savunmak uluslararası sözleşmelerde bir görev olarak tanımlanmıştır. Savaşı savunmak suçtur. Barışı savunduğumuz, barışın diline sahip çıktığımız için güç odaklarının her zaman hedefindeyiz. Lakin bu karamsar tablo karşısında en büyük silahımız; umut, haklılık ve meşruiyettir. Bizler barış severler ve insan hakları savunucuları olarak gücümüz, haklılık ve meşruluktan alıyoruz. Saraylar ve fermanları değil, halkların kutsal barış hakkı ve bu hakkın savunucuları mutlaka kazanacak. Korkuyu yayarak sindirmeye, susturmaya çalışıyorlar. Burada bizlere düşen de bu zulüm düzenine karşı cesareti yayarak, cesareti örgütleyerek ‘cesaret hakkımızı’ kullanarak; barış, özgürlük, adalet için mücadele etmektir.