Türk devleti Kürtlerin ölülerinden korkuyor

Türk devleti Kürtlerin ölülerinden korkuyor

Seyit Rıza ve diğer Kürt isyan önderlerinin mezar yerlerinin açıklanmamasının nedeninin muhtemelen Türkiye Cumhuriyetinin “kırmızı kitabında” yazdığını belirten tarihçi yazar Yusuf Baran Beyi, Dersim konusunda AKP hükümetinin de oyalayıcı politikalarla günü kurtarmaya çalıştığını söyledi.

ANF’ye konuşan Baran Beyi, Kürtlerin ölülerinden korkan Türk devletinin artık katliamlarla yüzleşip gereken adımları atması gerektiğini ifade ederek “Türk yetkilileri kanla yazdıkları tarihle bir an önce yüzleşmelidirler. Özrün gereklerini yerine getirmelidirler. Dersim halkı, Seyit Rıza’nın mezarının yerini öğrenmek istiyor. Mezarın yerini söylemek bu ülkeyi bölmez, bu topluma yapılan bir kötülük değildir. Özrün ve yüzleşmenin bir yerinde bilinmeyen bu mezarlar vardır. Kutsallarımızın mezar yerlerini göstermekten korkan bir zihniyet, Kürt sorununu hiç çözemezler” dedi.

Yusuf Baran Beyi ile Seyit Rıza, Dersim isyanı ve AKP hükümetinin Dersim isyanı konusunda bugüne kadar izlediği politikaları konuştuk.

- Seyit Rıza ve arkadaşlarının katledilişinin 77’inci yılındayız. Sizin Dersim isyanı ve Seyit Rıza konusunda birçok araştırmanız var. Her şeyden önce Seyit Rıza, Pir Sey Rıza kimdir? Kısaca bize anlatır mısınız?

Seyit Rıza, Dersim’in Batı Dersim Aşiret Konfederasyonu Şeyh Hesenan aşiretinin Yukarı Abbasan ezbetindendir. Seyit İbrahim’in dördüncü ve en küçük oğludur. Seyit İbrahim ölünce, aşiretinin liderliğini halef olarak tayin etmiş olduğu Sey Rıza üstlenmiştir. Babasının ölümünden sonra Seyit Rıza, Lirtik`ten ayrılarak Tujik Dağı eteğindeki “Ağdat Köyü”ne yerleşmiştir.

Seyit Rıza’nın dört oğlu vardır. İsimleri Sey Hasan, Bıra İbrahim, Resik Hüseyin’dir. Büyük oğlu Şeyh Hasan 17 Ağustos 1937 tarihinde 30 kişi ile beraber öldürülür.

Ağdat Köyü, Hozat’ın Sin Nahiyesine bağlıdır. Elazığ İstiklal Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcısı Hatemi Şahamoğlu, Seyit Rıza’nın bu köyde “Viyalık” ve “Sesen Kale” olarak bilinen, ilki siyasi, ikincisi askeri iki karargâhı bulunduğunu söylüyordu.

Seyit Rıza, 1915 Ermeni Kırımı’nda Dersim’e sığanan Ermenilere sahip çıkar onları Osmanlı devletine vermez ve soykırımdan kurtarır. Kendi bölgesine sığınan 30 bin Ermeni’yi Erzurum üzerinden Ermenistan topraklarına ulaşmasını sağlar.

-Rus işgali döneminde Seyit Rıza’nın rolü nedir?

Rus işgali dönemi gelip çattığında Seyit Rıza, Osmanlı hükümetiyle anlaşma yapar. Bu anlaşmaya göre Dersimliler, Rus işgaline karşı Osmanlı’nın yanında yer aldılar. Buna karşılık Osmanlı hükümeti de Dersimlilere silah ve para vermiştir. Bin yıldan beri topraklarını ve özerkliklerini kıskançlıkla koruyan Dersimliler “savunma savaşı”na girerler. Seğedek köyünde İsmet paşayla görüşen Sey Rıza, paşadan mühimmat ve potin ister. Çetin bir savunmayla, Rusların Dersim’e doğru ilerlemesinin önüne set çekmiştir, Daha sonra Dersim aşiretleriyle beraber, büyük bir savunmanın ardında müthiş bir saldırı örgütlemiştir. 12 günlük bir saldırı planından sonra, Erzincan muhasara altına alınır. Böylece Erzincan kurtulur.

Osmanlı idaresinden aldıkları silah-mühimmatla Ruslara karşı savaşma karşılığında Dersimlilere bağımsız çatışma hakkı tanınır. Böylece Rus işgal güçlerine karşı savaşta Osmanlı ordusunun emrine girmezler. Ayrıca Dersimliler askerlik yapmaktan muaf olurlar ve vergi vermeyeceklerine dair o dönemde kendilerine sözler verilir.

-Erzincan’ın kurtuluşundan sonra, Osmanlı paşaları Seyit Rıza’yı nasıl karşıladılar?

Konu ile ilgili açıklamayı, Yazar Ahmet Kahraman’ın kitabından devam edelim. “….Seyit Rıza, artık Osmanlıların nezdinde bir kurtarıcıydı. Alkışlanıyor, devletçe kutsanıyordu. Armağan, unvan ve övgülere boğuluyordu, bir “fatih” muamelesiyle taltif ediliyordu. Vatan “minnettardı” ona…

Devletin bölgedeki eli kolu, varlığı, simgesi ve bir ordusu vardı. Ordu komutanı ise Kara Kazım Paşa (Kazım Karabekir) idi. Kara Kazım, Seyit Rıza’nın ‘Vatana üstün hizmetlerini devlet adına kutlamak, takdir ve teşekkürlerini sunmak üzere yanına koşuyor, hararetle kucaklıyor, şükranlarını sunuyordu. Bununla da kalmıyor, ‘Sultan Halife Hazretleri’nin buyruğunu yerine getirdiğini söyleyerek ‘memlekete hizmetlerinin karşılığında, lütfen kabul buyurması ricasıyla, önüne bir üniforma koyuyordu. Bu bir general üniformasıydı. Kazandığı zafer, memlekete sunduğu hizmetle bunu hak etmişti. Sultanlık onu, ‘Dersim Generali’ unvanıyla ödüllendirmişti.

Karabekir, Seyit’in üniformayı giymesine bizzat yardım ediyor, apoletlerini kendi elleriyle düzelttikten sonra, yakasına bir de, ‘memlekete üstün hizmetlerinin nişanesi’ olarak madalya takıyordu. Seyit Rıza, artık apoletli, nişanlı bir paşa’ydı…

Sansa deresi efsanesini yaratan Zeynel Ağa da unutulmamıştı. Ona da çavuşluk unvanı verilmiş, üniforma armağan edilip, göğsüne madalya takılmıştı.

Devletin, şükran ve minnet duygularının anlatımı bu kadarla da kalmıyor, Kara Kazım Paşa, Seyit Rıza ve Zeynel Çavuş’u makam arabasına alıp Erzurum’daki karargâhına götürüyor, izzet-i ikramlarla ağırlıyordu.

Seyit Rıza sonra törenlerle Dersim’e uğurlanıyordu. O, şimdi Dersim Generali unvanıyla bir başka efsaneydi.”

Evet, Seyit Rıza’yı bu denli göklere çıkaran aynı paşalar, daha sonra onu ‘şaki, sergeder başı, derebeyi ve asi’ ilan ederek idam ederler. Bu da Türk devletinin bir ihanet göstergesidir.

- Tüm bu başarılardan sonra, Cumhuriyet hükümeti, Seyit Rıza’yı ‘Şaki’ ilan ediyor, hem kendisine hem de bölge aşiretlerine ihanet ediyor. Bunun bir açıklaması olmalıdır.

Seyit Rıza’ya ve bölge ahalisine görülmemiş bir ihanet söz konusudur. Rusların ilerlemesini canlarıyla önleyen Dersim halkı daha sonra ‘çıban başı’ ilan edilerek imha edilir. Seyit Rıza’ya ‘derebey, şaki başı ve sergeder’ sıfatı verilerek, ne yazık ki idam edilir. Seyit Rıza ve ahali ihanetin pençesinde can vermiştir.

- Çok tartışılan bir konu var. Seyit Rıza teslim mi oldu yoksa Erzincan’a görüşmeye mi gitti?

Dersimli araştırmacı Seyfi Cengiz bu konuda şunları yazmakta;“ …Dersim davası uzun süre boyunca Seyit Rıza’nın adı ile özdeşleşmiş, T.C Devleti Dersim`e egemen olmak için Seyit Rıza`nın bir suikast yoluyla ortadan kaldırılmasını acil bir tedbir olarak düşünmüş, birçok suikast girişiminde bulunmuştur. Sahan ve Alişer gibi büyük önderler bizzat devlet tarafından tertiplenen suikastlar yoluyla imha edilmişlerdir. Kemalistler, Dersim halkını ezmek için öncelikle bu hareketin sınırlı sayıdaki en bilinçli ve en kararlı önderini imha etmeyi planlamış, bütün imkanlarını ortaya koyarak bu planı uygulamışlardır. Ancak 1938 yılında yapılan soykırım, sadece önderlerin ortadan kaldırılması yeterli görülmemiş olduğunu gösteriyor.

Erzincan Hükümet Konağı’ndan tutuklu olarak çıkarıldığında Seyit Rıza, orada toplanmış olan kitle önünde Zazaca; “ “Hukmato Zurekero Bêşeref /Şerefsiz ve Yalancı Hükümet!”) diye haykırmıştır. Bu haykırış, Türk hükümetinin ve basınının iddialarının tersine, Seyit Rıza`nın kendi isteğiyle teslim olmadığını, hükümetin bir komplosuyla ele geçirildiğini kanıtlıyor.”

Seyfi Cengiz’in de söylediği gibi Seyit Rıza’nın teslim olması gibi bir durum söz konusu değildir. Devlet tarafından bilinçli olarak uydurulmuş bir yalandır. Seyit Rıza teslim olsaydı neden Erzincan’a gitsin ki gider Elazığ’da teslim olurdu. Şayet Seyit Rıza teslim olmak gibi bir düşüncesi olsaydı, oğlu Hasan ve diğer aile fertleri dağdan öldürülmeden önce bölgede bulunan herhangi bir subaya teslim olabilirdi.

-Dersim soykırımına neden olan diğer etmenler neler?

Koçgiri katliamı başlayınca, Seyit Rıza Ankara’ya karşı tavır alır. Koçgiri’den Dersim’e sığınan Alişer, Alişan beyleri ve taraftarlarını himayesine alır. Ankara hükümeti Seyit Rıza’dan Alişer ve Alişan Beyleri teslim etmesini ister. Ancak Seyit Rıza bunu kabul etmez. Bu olaylarla beraber, dersim iyicene hedef hale gelir. Dersim’in bu denli hedef hale gelmesinin altında bu denli sebepler birikince, M.Kemal hükümeti burayı bir çıbanbaşı olarak değerlendirir ve ilkin önderlerini öldürür sonra yetmez ki yeni bir karar alır. O da soykırım operasyonudur. Her şey bu kararla başlar.

Bir de Ermeni meselesi vardır. Merkezi hükümetle paralel hareket etmeyen Dersim vilayeti, her zaman merkezi hükümetin hedefi olmuştur. Özellikle 1876 yılından Dersim’e yönelik başlayan saldırıların ardı arkası gelmiyordu. Dersim aşiretlerine sözünü geçirmeyen merkezi yapı, çevre illerde baskıya uğrayan toplulukların da o bölgeye akın etmesiyle, Dersim Vilayetini ‘vurulması caiz’ bir hedef haline getirmişti.

1915 yılında başlayan Ermeni mezalimi sonunda, çevre illerde göç eden Ermeni nüfusu, gelip Dersim coğrafyasına sığınmıştı. Başta Seyit Rıza olmak üzere, diğer Dersim aşiretleri yaklaşık 30 bin Ermeni nüfusunu, kendi korumasına almış, büyük bir kısmını, Erzurum üzerinden Bugünkü Ermenistan topraklarına gitmesini sağlamıştı. Fakat bilinmelidir ki asıl mesele her zaman olduğu gibi Kürtlük meselesidir. Katliama sebep bu ana damardır.

-Dersim’de isyan mı oldu yoksa bu katliam zaten olacak mıydı?

Dersim’de isyanın olmadığını yaşlılarına sorduğumuzda, onların anlatımında böyle bir durumun olmadığını çok rahatlıkla görmek mümkündür. Süngü ve Yara adlı kitabım bu tür açıklamalarla doludur.

İkincisi; o gün Dersim’de görev yapan subayların anlatımları var. Dersim harekâtında yer alan Albay Hulusi Yahyagil bakın o günkü soykırımı nasıl anlatıyor?

“1938 yılında bizi Dersim isyanını önlemeye ve bastırmaya memur etmişlerdi. İsyan dedikleri şey de bazı dağ köyleri o yıl vergi vermemişti. Bize verilen emir ise tek kelimeyle; İMHA. Ama gerçek neden bu değildi. Gerçek neden Dersim’i Türkleştirmekti. Ben kıta komutanıydım. Bize verilen emir; ‘Canlı hiçbir şey bırakmayın’ şeklindeydi.”(Bakz. N. Şahinler: son şehitler.)

Üçüncüsü; yetkili ağızlardan yazılmış raporlardır. Erkanı Harbiye Reisi’ne verilen raporu okuyalım;

“Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Silahlı Kuvvetlerin müdahalasi, Dersimliye daha çok tesir yapar ve ıslahın esasını teşkil eder. Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra ve tedircan öz Türk hukukuna mazhar kılınmalıdır. (Ayşe Hür, Taraf gazt. 16.11.2008)

Bu rapor daha sonra Dersim halkının fermanına dönüştürülmüştür. Başka bir şey daha söyleyeceğim. Oysa aynı dönemde batı illerde ve İçanadolu’da birçok(31) ayaklama oldu. Ancak bunların hiç biri katliamla bastırılmadı.

- Bize yetkililerin raporlarından söz eder misiniz?

Dersim katliamının temel nedeni Kürtlük oluşunu söylerken, bunun maddi kaynaklarına yani raporlara bakmakta yarar vardır.

M.Kemal 1926’da, 1925’te Kürtlere yönelik yaptığı imha hareketini, İsviçreli sanatçı ve gazeteci EMİLE HÜDERBRAND’a bakın nasıl bir açıklama yapıyor;

“Kürdistan’a ve Anadolu’nun iç bölgelerinde, Cumhuriyetin iradesine karşı çıkmak eğilimi gösterdikleri zaman onları DEMİRDEN BİR ELLE ezdim. Örneğin bir defasında önderlerinin altmışını(Şeyh Sait ve arkadaşları buna dahildir) şafakla astırdım. O unsur(Kürtler) dersini almıştır ve bir daha benimle kılıç ölçüştürmeye kalkışmayacaktır.”(M.Bayrak; Sayfa;170 Dersim-Koçgir)

M.Kemal daha sonraki ifadelerine şöyle devam ediyor;

“Türk’ün süngüsünün görüldüğü yerde, Kürtlük biter!” diyen Kemalist ideoloji, öldürdüğü on binlerce Şafi Kürt’le yetinmeyip, 1937-38’de bu kez “Dersim’in tepesine gaddarca bir TUNÇ_EL” şeklinde iniyordu. Onun için katliamdan önce, Dersim’in adı, 1935 yılında değiştirilerek, adı TUNCELİ oluyordu.

- Dönemin Cumhuriyet hükümeti gerçekten Dersim’den korkuyor muydu?

‘Bir dağa sığınan üç Dersimliyi bir bölük indirmez’ diyen subayların olduğunu biliyoruz. Şu açıklama(Alıntı) iyi bir örnek teşkil edebilir. “Ya Dersim taşarsa?.. O zaman Dersim, büyük bir bela selidir, etrafa bir kurt sürüsü, bir sırtlan sürüsü yayılır. Ne mal ne hayat; o hiçbir şey tanımaz. Vurur kırar parçalar, yüklenir ve geri döner.” (Naşit Hakkı Uluğ Derebeyi ve Dersim, Kaynak yay., 2010, s. 29.)

-O günkü şartlarda Kurucu irade Dersim için ne diyordu?

Dersim ıslahat raporundan başka, birçok üst düzey yetkili Dersimle ilgili rapor hazırladıklarını belgelerde öğreniyoruz. Ben sadece üç üst yöneticinin raporunu örnek vereyim.

Bir numara: M. Kemal’in 1936’da yaptığı şu açıklama, 1937 yılında başlayacak katliamın adeta habercisiydi:

“İç işlerimizde en önemli bir safha varsa, o da Dersim sorunudur. İçte bulunan iş bu yarayı, bu korkunç çıbanı temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararın alınması için, hükümete tam ve geniş yetkiler verilmelidir.” ( Aktaran, Dr.Nuri Dersimi, age, s. 253)

İki numara: 1930 yılında Sivas demiryolunun açılışını yapan Başbakan İsmet İnönü, nasıl bir ulus inşa etmek istediklerini şöyle açıklıyordu.

“Sadece Türk Milleti bu ülkede etnik ya da ırki birtakım haklar isteyebilir. Başka hiçbir kişinin buna hakkı yoktur.” (Milliyet gazetesi; 31.08.1930)

Üç numara: 26 Haziran 1938’de Başbakan Celal Bayar, TBMM’de şu konuşmayı yapıyor:

“Dersim için tatbik etmekte olduğumuz programın icabı olarak bu meseleyi kat-i surette hal etmek ve Dersim denilen işi, kat-i surette tasfiye etmek için, alacağımız bir tedbir daha vardır. Yakında ordumuz Dersim havalisinde manavralar yapacaktır. Bu münasebetle ordu Dersim için vazife alacak ve umumi bir tarama hareketiyle, bu meseleyi(Kürtlük meselesi) kökünden söküp atacaktır.” (Taha Akyol- 01. Aralık 2011)

Görüldüğü gibi üç raporda da ana tema ve korkulan şey Kürtlük meselesidir.

- Dersim soykırımını kim veya kimler yaptı?

Dersim meselesinin tartışılırken bazı çevreler kasıtlı olarak gerçeklerin üstünü örtmeye çalışıyor. Dersim Katliamı’nın baş aktörü olan Mustafa Kemal’in rolünü görmezden gelmektedirler. Deniliyor ki “Mustafa Kemal’in haberi olsaydı Seyit Rıza ve arkadaşlarının idamı olmayacaktı” yalanıyla toplumu kandırmaya çalışıyorlar. Oysa yazılan ve çizilenler raporlar her şeyi ortaya koymaya yeter, artar bile.

“1934 İskan Kanunu, 1935 Tunç-eli Kanunu ve 4 Mayıs 1937 tarihli Tunceli Tenkil Harekatına Dair Bakanlar Kurulu Kararı bizzat Mustafa Kemal’in emriyle çıkarılmıştır. Bu karar ve kanunların altında Mustafa Kemal’in imzası vardır.”

4 Mayıs 1937 günü Dersim’in kaderini belirleyen bakanlar kurulu toplantısına Atatürk başkanlık etmiştir. 4 Mayıs’ta alınan bu kararla Dersim Tertelesi başlamıştır. Hatta 01 Kasım 1938’de, dönemin Başbakanı Celal Bayar’a başarısından dolayı tebrik mektubunu göndermiştir M.Kemal.

Trabzon Atatürk Köşkü’nde bulunan Dersim’le ilgili haritanın üzerindeki işaretler, Atatürk’ün kendisinin koyduğu bilinmektedir. Askeri planlar bizzat M.Kemal tarafından çizilmiştir.

Sabiha Gökçen de anılarında Dersim’i bombalama emrini Atatürk’ün verdiğini anlatmaktadır. Bir çok tanık, anı ve demeçlerinde M. Kemal’in Dersim için “Çıbanbaşıdır ve behemmehal haledilmelidir.” dediğini anlatmaktadırlar. Zaten raporunda mevcuttur. Kürtlük düşmanlığı ve korkusu had safhadadır.

- Seyit Rıza kan dökülmesini istemiyor. Mektuplar yazıyor. Bu mektupların mahiyeti nedir?

Seyit Rıza kan dökülmesini istemiyordu. Onun için birçok yetkiliye mektuplar yazmıştır. Sırası gelmişken söyleyeyim, isyan etmek isteyen bir lider bu tür mektuplar yazar mı? 20.5.1937 tarihinde Alpdoğan Paşa'ya şöyle bir mektup yazıyor;

"Kan dursun yeter ki! Beni ve aşiretimi, Erzurum'a yollayın. Ya da hükümet benden şüphe ediyorsa Halep'e gideyim. Veyahut Türkistan'a geri gönderin."

09.07.1933 tarihli Seyit Rıza'nın Hozat Jandarma Komutanı'na yazdığı mektubu sitem dolu. Kaymakamın 'görüşelim' çağrısı üzerine oğlunu görüşmeye yollayan Seyit Rıza, bu mektupta oğlunun dönüş yolunda haince pusuya düşürülüp öldürülmesinden yakınıyor. Ve kendisine görüşme teklifinde bulunan Kaymakamı suçluyor.

"Mevsim kış ben de yaşlı olduğum için görüşme davetinize gelemedim ancak oğlumu Kaymakama yolladım. Talebinizi Cumhuriyet hükümetinin emri kabul ettim. Evlat benim değildi sizin evladınızdı. Biz vatan evladı değil miyiz? Oğlumu katledenleri, Kaymakam Bey korudu. Allah merhamet versin! Şimdi kaymakam aşiretleri üzerine sevk ediyor. Benim bir kusurum yoktur, adalet aradığım için haksız mı oldum. Hükümete düşmanlığım yoktur, hükümeti düşman olan hâşâ Allaha düşman olur."

Seyit Rıza'nın 14.06.1933 tarihinde Elazığ Valisi'ne gönderdiği ilk mektup ise şu cümlelerle başlıyordu: "Hürmet ve tanzimle elerinizden öperim. Uğradığımız haksızlığın boyutlarını arz etmeye mecbur kaldım..." Sonraki cümlelerde Seyit Rıza, jandarmanın ve devleti temsil eden memurların Dersim halkına yaptığı zulümleri anlatıyordu.

"Harbi umumiye de hükümetin verdiği emirleri öpüp başıma koydum. 10 bin kadar milis kuvveti topladım. Halit Paşa kumandasındaki orduya katılarak topraklarımızı Ruslara karşı savundum. Cansiperane bir mücadele ortaya koydum. Komutanların ve paşalarım takdirine mazhar oldum. Bugüne kadar hükümete hizmet etmekten biran geri durmadım. Hakkımızda kaymakam beyin ve hasmane içinde olan bazı memurların yapmak ve yaptırmak istediği zülüm ve haksızlığın önüne set çekilmesini istirham ederim."

Gerek silahların devlete teslim edilmesi, gerek yol-karakol işlerinde insanların mecburi bir şekilde çalıştırılması ve Seyit Rıza’nın adeta yalvarırcasına yazmış olduğu bu mektuplar gösteriyor ki Dersim’de bir isyanın olma olasılığı yoktur. Aynı şekilde ‘Dersimliler vergi vermediler, askere gitmediler’ şeklindeki ideaların doğru olmadığını, bazı kaynak ve belgelerde öğrenmek mümkündür.

- Dersim halkı, Seyit Rıza’nın mezar yerini öğrenmek istiyor. Ancak arada 77 yıl geçmesine rağmen Seyit Rıza’nın mezarı sırrını koruyor. Bunun sebebi nedir?

Sebebi herhalde kırmızı kitapta yazılıdır. Kendi kutsallarına hassasiyet gösteren hükümet ve devlet, nasıl ki Kürtlerin varlığını ve dilini yok sayıyorsa, aynı şekilde hassasiyetlerini de göz ardı ediyor. Kürtlerin Dersim soykırımına ‘Katliam’ deyip, özür diler gibi yapıp beyanat veren AKP hükümeti, ne yazık ki oyalayıcı politikalarla işi kurtarmaya çalışıyor. Ebedi istirahatgâhına çekilen Kürt önderlerinin bugün mezarları bilinmemesi, bu sorunun önemini ve sorunu yaratanların niyetini ortaya koyuyor. Hep yapar gibi davranan hükümet, büyük bir kayaya çarpmaya ramak kalmıştır.

Kürtlerin ölülerinde korkan Türk devleti, artık yaptığı katliamlarla yüzleşip, gereken adımları atmalıdır. İnsanlar Pirsus/Suruç’ta yüz metre uzakta dünyada eşi benzeri görülmemiş bir şekilde adeta tiyatro seyreder gibi büyük bir trajedi izliyor. Bu ateşin topraklarımıza sıçraması an meselesidir. Onun için Türk yetkilileri kanla yazdıkları tarihle bir an önce yüzleşmelidirler. Özrün gereklerini yerine getirmelidirler. Dersim halkı, Seyit Rıza’nın mezarının yerini öğrenmek istiyor. Mezarın yerini söylemek bu ülkeyi bölmez, bu topluma yapılan bir kötülük değildir. Özrün ve yüzleşmenin bir yerinde bilinmeyen bu mezarlar vardır. Kutsallarımızın mezar yerlerini göstermekten korkan bir zihniyet, Kürt sorununu hiç çözemezler.