Türk devletinin Rojava yenilgisi: Süleyman Şah Türbesi
Hükümet medyasının kahramanlık destanına dönüştürmeye çalıştığı “Süleyman Şah Operasyonu”, gerçekte AKP'nin Rojava ve Suriye politikasının son iflas noktası oldu.
Hükümet medyasının kahramanlık destanına dönüştürmeye çalıştığı “Süleyman Şah Operasyonu”, gerçekte AKP'nin Rojava ve Suriye politikasının son iflas noktası oldu.
Hükümet medyasının kahramanlık destanına dönüştürmeye çalıştığı “Süleyman Şah Operasyonu”, gerçekte AKP'nin Rojava ve Suriye politikasının son iflas noktası oldu. AKP-DAİŞ ilişkisinin yeniden şekilleneceğine işaret eden operasyon, resmi olarak tanınmayan Rojava yönetimi ile diplomatik temas, Suriye Konsolosluğu'na yapılan bildirimle de Esad rejimi ile ilişkinin bir şekilde sürdürülmek zorunda kalınması anlamı taşıyor. Sonuç olarak, Türk devleti hem Rojava hem de Suriye konusunda yeni bir yola girmiş durumda.
Hükümet medyası, Süleyman Şah Türbesi'nin YPG/YPJ'nin desteğiyle Türk sınırına yakın bir noktaya taşınmasını, "Bayrak inmeden bayrak dikildi", "Dünya saygı duruşunda", "9 saatte şah ve mat" gibi cafcaflı başlıklarla duyurdu. Operasyon şişirildikçe, büyük bir kahramanlık hikayesi yazıldı. Şaşırtmadı, medya, genetik kodlarına uygun davrandı.
Sahte kahramanlık hikayeleri ilk değil, son da olmayacağı ortada. 1996 yılının Ocak ayında, Türk bandıralı bir geminin Kardak kayalıklarının yakınına oturmasıyla Türkiye ile Yunanistan arasında başlayan gerginlik, dönemin başbakanı Tansu Çiller'in talimatıyla adaya "Türk bayrağının dikilmesi" ile son bulmuş, medya buradan bir kahramanlık destanı yaratmış ve günlerce bu konuyla yatıp kalkmıştı.
Medyada siyasi yenilgileri örtmenin en önemli araçlarından biri; sahte kahramanlık destanları. Ancak bugün bu hikayelerin etkisi tartışılır. Bu destanların, 5-10 yıl önce toplumsal karşılığı güçlüydü. Ancak, özellikle sosyal medya üzerinden insanların alternatif kaynaklara ulaşma olanağı olduğu bugünlerde, atılan manşetler çoğu zaman gök kubbenin altında hoş bir seda olmaktan öteye gidemiyor.
Gelelim Süleyman Şah Türbesi'nin operasyonuna...
AKP ve medyanın üzerinden atladığı, gizlemeye çalıştığı bir gerçek ile başlayalım. Bu operasyon YPG/YPJ güçleri sayesinde gerçekleşti. Özgürlük savaşçıları, AKP Hükümeti‘nin her türlü desteği verdiği gerici faşist DAİŞ çetelerini önce Kobanê'nin merkezinden temizledi. Ardından çevre köyleri özgürleştirme eylemleri başladı. Süleyman Şah Türbesi'nin eski ve yeni alanları da bu operasyonlar sayesinde temizlendi. Bölgeye, DAİŞ ile çatışmadan askeri olarak ulaşabilme olanakları oluştuktan sonra, AKP Hükümeti türbenin taşınması ve bölgedeki askerlerin getirilmesini gündemine alabildi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, operasyon ile ilgili ilk açıklamasında "Hiç kimseden izin alınmadı" dese de durum ortada.
YPG Komutanlığı‘nın açıklamasına göre, operasyonun ayrıntılarına ilişkin Türkiye ile 4 gün süren tartışmalar yürütüldü. Ardından operasyon, YPG Komutanlığı'nın bilgisi ve YPG Kobanê güçlerinin katılımı ile gerçekleşti.
Suriye Dışişleri Bakanlığı'nın açıklamasına göre ise; Türkiye operasyonla ilgili Suriye'nin İstanbul Konsolosluğu'na sadece resmi bildirimde bulundu. Suriye Dışişleri "Ancak onayımızı beklemedi" dedi ve operasyonu "apaçık saldırı" anlamı taşıdığını belirtti.
Olaylar ve açıklamalar bu yönde. Bu açıklamaların ve olayların anlamı ne?
Birincisi; AKP Hükümeti‘nin, yıllardır düşmanca bir tutum izlediği Rojava Kürdistanı Özerk Yönetimi ile onun savunma gücü YPG/YPJ'yi resmi olarak tanımamasına rağmen, diplomatik temas kurmak zorunda olduğu gerçeği bir kez daha gözler önüne serildi.
Bundan sonra ne olur?
AKP Hükümeti, Rojava politikası konusunda bir yol ayrımında.
Yol ayrımında olduğunun başka göstergeleri de var elbette. İki gün önce ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı'ndan bir yetkili, DAİŞ kontrolü altındaki Musul'a yönelik askeri operasyonun Nisan ya da Mayıs ayında olacağını açıklamıştı.
Musul operasyonu, emperyalistlerin kendi yarattıkları ancak çizgi dışına çıkan DAİŞ'e karşı mücadelede önemli bir aşama olacak. Bu aşamada, Türk devleti de artık DAİŞ ile ilişkisini kesmek zorunda. Hem destek verip hem de karşıymış durma politikası artık tutmuyor.
İkincisi; Türk devletinin, operasyon öncesinde Suriye Konsolosluğu‘na bildirimde bulunması da dikkate değer bir unsur. Bu da resmi olarak Suriye devleti ile muhataplık ilişkisinin bir biçimi. Bu temasın sonuçlarının neler olacağını henüz kestirmek zor. Ancak, Türk devletinin, emperyalist devletlerin, "Esadsız bir Suriye olmayacağı" yönünde netleşen görüşlerine uyum sağlamak zorunda kalacağı kesin.
Üçüncüsü; birinci sonuç ile bağlantılı. YPG/YPJ'nin bu insani tutumu karşısında Türk devletinin de Mürşitpınar sınır kapısını açması ve Kobanê'nin inşa sürecinin hızlanması gerek.
Türk devleti elbette demokratikleşerek Rojava'yı tanıma noktasına gelmiyor. Ancak bir de ezilenlerin silahlı gücü ve halkların cansiperane direnişi var. Ki şimdi artık bu irade ve güç hesaba katılmadan Suriye ya da Ortadoğu üzerinde hiç kimse plan yapamaz. En başka da Türkiye elbette.
Kobanê savunması bunun en somut örneği. YPG/YPJ'nin silahlı gücüne destek çıkan 6-8 Ekim Kobanê serhildanı, başka bir ifadeyle ezilenlerin kitle şiddeti, tarihin akışını değiştirdi.
Bu haklı şiddet ve Ortadoğu'daki yeni dengeler, Türk devletini gönülsüz de olsa, Rojava'yı resmi ya da gayri resmi tanıma yoluna sokması olanak dışı değil.