"Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmama" deyimi Moğollardan bu yana söylenen bir söz oluyor. Tarihlerin yazdıklarına göre, Moğol istilaları esas olarak bu söze uygun bir tarzda gerçekleşiyor. Moğollardan sonra da bu deyime uygun hareket etmeye çalışan diktatörler tarih içinde ortaya çıkıyor. Ancak fetihçi olsalar da, Selçukluların ve Osmanlıların tamamen bu deyime göre işgal ve istila geliştirdikleri söylenemez. Dolayısıyla MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çizgisi Selçuklu ve Osmanlılardan çok Moğollara daha yakındır.
Devlet Bahçeli’nin bu söze atıf yaparak Nusaybin için "Taş üzerinde taş, baş üzerinde baş bırakmayın" sözü Türkiye’de ciddi bir korku ve tartışma yaratmıştır. Tabi Nusaybin için söylenen bu söz, gerçek anlamda tüm Kürtleri hedefleyen bir söz olmuştur. Kürt direnişini ezmek için kullanılan ciddi bir katliam tehdidini içermiştir. Bu temelde Kürtler korkutulmak ve teslim alınmak istenmiştir. Fakat söz konusu tehdit Kürtlerden çok tüm Türkiye toplumunu korkutmuştur.
Peki eski başbuğ Devlet Bahçeli böyle söyler de, yeni başbuğ Tayyip Erdoğan onun gerisinde kalır mı? Elbette ki kalmaz. Dolayısıyla bu sözü duyar duymaz, aldığı ilham üzerine ve ondan geri kalmamak için yeni başbuğ Tayyip Erdoğan da, Kürtleri kastederek "Ya baş eğecekler, ya baş verecekler" diye buyurmuştur. Böylece 5 Nisan 2015 tarihinde İmralı görüşmelerini durdurduktan sonra izlediği politikanın ve 24 Temmuz 2015 tarihinden bu yana yürüttüğü topyekûn özel savaş saldırısının esas ilkesini ve hedefini ortaya koymuştur.
Artık başka söze ve yoruma gerek kalmamıştır. "Çöktürme eylem planı" diye ortaya atılan ve 2014 yılının Eylül ayı ortasında DAİŞ’in Kobanê’ye saldırı başlattığı süreçte hazırlanmış olan topyekûn saldırı planı bir gerçektir ve bu bir Tayyip Erdoğan planıdır. Bu planın hedefi Kürtlere baş eğdirene, yani diz çöktürene, yani teslim alana kadar saldırmaktır. Bu durumda Kürtler ya teslim olacaklar, ya da yok olacaklardır. Üçüncü bir yol ise, direnerek Tayyip Erdoğan iktidarını yok etmek olmaktadır.
Diz çöktürmek veya baş eğdirmek bir imparatorluk yöntemidir. En son Osmanlı padişahları da bu yöntemi uygulamışlardır. Son yıllarda bol bol yapılan Osmanlı saray dizileri Tayyip Erdoğan’ı aydınlatmak için olacak ki, padişahların muhaliflerine karşı uyguladığı baş eğdirme ve diz çöktürme sahnelerini fazlasıyla içermektedir. Devlet Bahçeli’nin ilhamını Moğollardan alması gibi, besbelli ki Tayyip Erdoğan da ilhamını Osmanlı padişahlarından almaktadır. Belli ki başkanlıktan anladığı ve başkanlık olarak tanımladığı bu olmaktadır.
Türkiye’de 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarını kabul etmeyen ve bu seçimin ortaya çıkardığı meclisi işlemez kılan iki kişinin Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli olduğu bilinmektedir. Tayyip Erdoğan, AKP iktidardan düştüğü ve kendi düşüşünün de önü açıldığı için 7 Haziran seçim sonuçlarını reddetmiştir. Devlet Bahçeli ise, demokratik Türkiye’nin önü açıldığı ve faşist diktatörlüğün sonu göründüğü için 7 Haziran seçim sonucunu kabul etmemiştir. Bu ikili, danışıklı bir dövüş içinde 7 Haziran seçiminin ortaya çıkardığı meclisi, dolayısıyla Türkiye’de seçime dayalı siyaseti tasfiye etmiştir.
24 Temmuz 2015 tarihinde başlatılan topyekûn faşist özel savaş saldırısı bu ikilinin başlattığı saldırıdır. 1 Kasım 2015 sözde seçim komplosu esas olarak bu ikilinin düzenlediği bir komplodur. 7 Haziran ile 1 Kasım arasında gerçekleştirilen sivil faşist darbe, esas olarak bu ikili tarafından tezgahlanan ve gerçekleştirilen bir darbedir. Kürtlere karşı 24 Temmuz 2015 tarihinde başlatılan ve 14 Aralık 2015 tarihinden itibaren orduya devredilerek tarihi kentlerin yıkıldığı ve sivil insanların katledildiği bir saldırı haline getirilen mevcut soykırım savaşı bu ikili tarafından yürütülen ve yönetilen bir savaştır.
Artık Türkiye’nin Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’den oluşan ikili tarafından yönetildiği tartışma götürmez bir gerçektir. Tabi bu yönetim esas olarak Kürt soykırımını gerçekleştirme yönetimi olmaktadır. Cizre ve Sur’da yaşananların soykırım olayı olduğu açıktır. Devlet Bahçeli ile Tayyip Erdoğan’ın yukarıdaki sözlerinin soykırım saldırısı anlamına geldiği ortadadır. Bu biçimde Tayyip Erdoğan AKP’nin faşist çetelerine ve söz geçirebildiği devlet güçlerine talimat verirken, Devlet Bahçeli de MHP’nin faşist çetelerine ve devlet içindeki MHP yanlısı güçlere talimat vermektedir.
Dolayısıyla Devlet Bahçeli ile Tayyip Erdoğan’ın peş peşe Kürtleri tehdit eden açıklama yapmaları boşuna değildir. Aslında Kürt soykırım savaşına Devlet Bahçeli’nin saldırttığı güç Tayyip Erdoğan’dan daha fazladır. Dolayısıyla esas yönetici, ideolog ve siyaset belirleyici Devlet Bahçeli olmaktadır. Bu nedenle de hep Devlet bahçeli önce konuşmakta, ardından da Tayyip Erdoğan konuşarak söylenenleri genelleştirmektedir.
Ortada bir Erdoğan-Bahçeli ortak yönetiminin olduğu açıktır. Burada şu sorulabilir: Madem ki böyle, peki o zaman AKP ile MHP 7 Haziran sonrasında neden koalisyon hükümeti kurmadı? Doğru ya, yeniden seçim yapmak yerine mantıklı olan bunu gerçekleştirmekti. Aslında şimdi kendini başbakan sanan Ahmet Davutoğlu da böyle olacağını sanıyordu ve bir AKP-MHP koalisyon hükümeti kurmakta istekliydi. Fakat bunu Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli engelledi.
Peki neden? Öyle bir koalisyon hükümeti mevcut hükümetten zayıf olacaktı da ondan. Bir AKP-MHP koalisyonunun yaratacağı hiçbir sinerji yoktu. Tersine MHP’nin resmen iktidar olması ve AKP ile koalisyon kurması AKP’yi ciddi biçimde zayıflatacaktı. Yani AKP içinde ve dışında MHP’ye mesafeli olan çevrelerin hükümete destek vermemesine yol açılacaktı. Dolayısıyla Hükümetin tabanı daralacak ve gücü zayıflayacaktı.
İşte bu nedenle 7 Haziran sonrası bir AKP-MHP koalisyon hükümeti engellendi. Yakın geçmiş hatırlanırsa, 7 Haziran sonrası hükümet kuruluşunu engelleyen iki kişi Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli oldu. Peki koalisyon engellenerek ne yapıldı? Seçilen meclis işlemez kılınarak 24 Temmuz topyekûn özel savaş saldırısı başlatıldı ve böyle bir savaş içinde 1 Kasım sözde seçimine gidildi. Böyle bir seçime giderken de, MHP’nin başbuğu Alparslan Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş MHP’den istifa edip AKP’ye katılarak ve Devlet Bahçeli ile Tayyip Erdoğan arasındaki danışıklı dövüş sürdürülerek AKP güçlendirildi ve 1 Kasım’da iktidarın AKP tarafından gasp edilmesi sağlandı.
Bir AKP-MHP koalisyon hükümeti kurulmadı ama, MHP 7 Haziran’da kazandığı kırk milletvekilini 1 Kasım’da AKP’ye vererek AKP’nin tek başına hükümet kurmasını sağladı. Böylece faşist diktatörlüğün bekası ve demokratik Türkiye’nin önlenmesi uğruna gizli bir AKP-MHP ittifakı kurulmuş oldu. Tayyip Erdoğan’ın talimatı temelinde çalışan AKP yönetimi ve hükümeti zaten 24 Temmuz’da Kürtlere yönelik başlattığı soykırım savaşıyla MHP’nin istediği ve izlediği siyasete gelmişti. Dolayısıyla MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli söz konusu soykırım savaşının talimat gücü olurken, MHP de örgütlemiş olduğu tüm faşist çetelerini Kürt soykırım savaşına sürdü.
Mevcut durumda Kürtlere karşı savaşı yürüten MHP ile AKP’dir. Dolayısıyla söz konusu savaşı yöneten Devlet Bahçeli ile Tayyip Erdoğan’dır. Bu nedenle Kürtlere karşı Devlet Bahçeli ile Tayyip Erdoğan’ın sürekli açıklama yapması ve söylediklerinin benzer olması doğaldır. Kuşkusuz bu savaş da topyekûn özel savaş saldırısı ve bir faşist soykırım savaşıdır. Savaşı yöneten ikili her türlü vahşi katliam yöntemine başvurularak bu soykırım savaşının sonuna kadar yürütüleceğini ifade etmektedir.
Elbette bu Kürt halkının varlığı ve geleceği için çok ciddi bir tehlikedir. Fakat aynı şey Türkiye toplumunun varlığı ve demokratik geleceği için de bir tehlikedir. Çünkü Kürt halkına yöneltilen faşist soykırım savaşı olduğu gibi Türkiye toplumunu esir almış ve ağır bir faşist diktatörlük altına sokmuştur. Dahası Kürt’e yöneltilen katliamların Türk’e dönmeyeceğinin bir garantisi de yoktur. Kürde yöneltilen söz konusu faşist ve soykırımcı saldırganlığın yükünü ve bedelini Türkiye halklarının kaldırma gücü kalmamıştır.
Erdoğan-Bahçeli ikili yönetimi altında sadece Kürdistan değil, Türkiye de adeta çok ağır bir savaş cehennemi içine sokulmuştur. Bu ikilinin iktidarı için yürütülen savaş Türkiye’nin her şeyini yok etmekte ve geleceğini karartmaktadır. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli ikilisi Türkiye toplumunun varlığı ve demokratik geleceği için bugün en büyük tehlike konumundadır. Bu nedenle Türkiye’nin Erdoğan ve Bahçeli ikilisinden kurtulması şarttır. Türkiye’nin birliği ve demokratik geleceği kesinlikle buna bağlıdır.
KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA