Sinop’ta siyasi nedenlerle başlamayan bir kavga hem Kürt düşmanlığına dönüştürülmüş hem de bunun sonucu Kürtlere saldırılmıştır. Kürtler yaşadıkları köylerinden çıkamaz, iş yerlerini açamaz hale gelmiştir. Bu gerçeklik Türkiye'de Kürt düşmanlığının yaygın hale getirildiğini göstermektedir. Söylendiği gibi sadece PKK'ye düşmanlık yoktur; Kürtlüğünü kaybetmeyen her Kürt’e düşmanlık vardır. Türkleşmeye direnen her Kürt Türkiye'de iradesi kırılması gereken Kürt’tür. Türkiye'nin dört bir yanında Kürtlere yönelik saldırıların tek bir amacı vardır; o da iradesi kırılarak Kürtlükten vazgeçirilmeleridir. Bu saldırılarla Kürtlükten vazgeçmediğiniz zaman hep öteki olacaksınız ve baskı göreceksiniz demektedirler.
Kürtlere yönelik düşmanlık ve saldırı istisnai bir durum değildir. İstenmeyen ya da kendini bilmez bazılarının yaptığı olaylar değildir; yaygın bir zihniyetin dışa vurumudur. Bu da Kürt düşmanlığıdır. Kürdistan dışında Kürtlere saldırılmayan tek bir şehir kalmamıştır. Akdeniz’de de, Ege’de de, İç Anadolu’da da, Karadeniz’de de, Trakya’da da birçok yerde Kürtlere saldırılmıştır. Bu saldırılarda saldırganlara hep müsamaha gösterilmiştir. Herhalde Kürtler Kürdistan’da Türkmenlere böyle bir saldırı yapsa ya da Türkiye'nin herhangi bir şehrinde Kürtlerin Türklerin mahallelerine yönelik bir saldırıları olsa, Kürtlerin başına neler getirilmez ki? Bu durumda Kürtlere yönelik her türlü saldırı yapılır. Saldırının geldiği düşünülen Kürt mahalleleri yerle bir edilir. Ancak saldırıya uğrayan Kürtler olunca bu normal görülmektedir. Sadece saldırganlar teskin edilmektedir. Tüm bu gerçeklikler Türkiye'de Kürtlere nasıl bir yaklaşım içinde olunduğunu gözler önüne sermektedir.
Kuşkusuz Kürtlerde ne şovenizm vardır, ne de herhangi bir halka ve inanca düşmanlık vardır. Kürtler hem ezilen bir halk olduklarından başka halklara düşmanlık beslemezler; hem de PKK çizgisi halkların kardeşliği çizgisidir. Kürt Halk Önderi PKK çizgisini milliyetçilikten uzak şekillendirmiştir. Bu çizgisini de demokratik ulus anlayışı ile teorik bir düzeye çıkarmıştır. Demokratik ulus anlayışında ise küçük büyük demeden her etnik ve dinsel topluluk eşit bir karaktere sahiptir. Hiçbir topluluğun diğerine üstünlüğü yoktur. Ulus-devletçi zihniyetin hakim ve tekçi ulus anlayışı yerine demokratik ulus anlayışına dayalı çoğulcu ve demokrasiye duyarlı, devleti hedeflemeyen bir paradigma ortaya konulmuştur. Bu açıdan dünyada farklı halklar ve inançlara düşmanlık beslemeyecek bir Kürt gerçekliği şekillendirilmiştir.
Bugün Kürdistan'ın tüm parçalarında hakim olan bu demokratik ulus anlayışıdır. Her ne kadar işbirlikçi milliyetçi bir eğilim dış güçlerin desteğiyle ayakta tutulmaya çalışılsa da Kürdistan'da her geçen gün demokratik ulus anlayışı hakim olmaktadır. Zaten Ortadoğu'da demokratik ulus anlayışını hakim kılmadan ne Kürt sorunu, ne de diğer sorunlar çözülebilir. Türkiye'nin de tüm sorunları demokratik ulus anlayışıyla çözülmeden Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve dünyada etkili bir siyasi güç haline gelmesi mümkün değildir. Ulus-devlet Kürtleri ve diğer halkları yok edip Türk’ü hakim kılayım diyen bir politikayla Türklüğü de en büyük tehlikelerle karşı karşıya getirecek bir zihniyet ve yapılanma içindedir. Ne Türkiye gerçeğine ne de zamanın ruhuna uygun olan bir bu ulus-devlet anlayışı ve bunun hastalıklı zihniyeti şovenizmle Türkiye'nin gideceği bir yer vardır.
Ancak Türkiye ulus-devlet anlayışı ve şovenizmle kendisine en temel güç kaynağı yapacağı Kürtleri de karşısına almaktadır. Kürt düşmanlığıyla kendini bitirecek çıkmaz bir savaşın içine girmiştir. Bu savaşı kazanmak için başvurduğu zihniyet şovenizm, pratik ise şiddetle ezmektir. Sinop’ta olduğu gibi Kürtlere saldırı durumu da böyle bir zihniyet ve politikadan kaynaklanmaktadır. Kısa bir süre önce İstanbul’da üçüncü havalimanı inşaatında çalışan bir Kürt işçinin üstüne benzin dökülerek yakılmıştı. Tüm bunlar Kürtler düşman görüldüğü ve Kürt insan yerine konulmadığı için gerçekleşmektedir. Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi ezilmek istenince, Kürt’ün iradesi kırılmak için şovenizm şahlandırılınca, Kürtlere de her yerde saldırı olur. Kürdistan'da sivillerle Kürtlere saldırı yaptıramadığından asker ve polisiler tarafından irade kırma saldırıları yapılmaktadır. Türkiye'de ise bizzat örgütlendirilmiş siviller tarafından linçler ve öldürmeler yapılmaktadır. Bu eylemleri yaptıranlar ise bizzat bu toplulukları örgütleyen ve kışkırtan istihbarat elemanlarıdır. Kendiliğinden olarak yansıtılan saldırıların yüzde 90’ı bizzat devletin bu tür işlerle görevlendirdiği istihbarat görevlileri tarafından yapılmaktadır.
Kürdistan’a dönmek en doğru yoldur
Türkiye'de yaşayan Kürtler üzerinde bilinçli ve planlı devlet politikası uygulanmaktadır. Belirli aralıklarla Kürtler üzerinde baskı uygulanacaktır. Kürtlere saldırı yapılacaktır. Kürtler her zaman üzerlerinde bir baskı hissederek yaşamalıdır. Böylelikle iradesi kırılacak, sinecek, Kürtlüğü de başa bela görüp ondan uzaklaşmaya çalışacaktır. Kürtlüğünü bırakmadığı takdirde baskı göreceği algısı yaratılacaktır. Zaten Kürtler haklarını talep ederse, Kürtler kendi kimliği ve kültürüyle özgür olsun derse başına her şey gelebilir. İşte Kürt’e bunu hissettirmek için üzerinde baskı eksik edilmemektedir.
Kemal Tahir’in bir romanında Tokat ya da çevresindeki bir ilin bir köyünde yaşayan Kürtlerin durumu anlatılır. Bu Kürtler üzerinde sürekli baskı uygulanır. Romanda bir jandarma subayı “Kürtlerin başından sopayı eksik etmeyeceksin, her zaman sopanın başlarına ineceğini hissetmeliler. Yoksa bu Kürtler başını kaldırırsa onlarla baş edilmez” der. Kürtlere tam da bu romandaki uygulama yapılmaktadır. Herhalde Kemal Tahir devletin Kürt politikasını bildiğinden romanda bu konuyu böyle işlemeye ihtiyaç duymuş. Belki de Türk devletinin politikasını eleştirmek için böyle bir anlatımda bulunmuştur.
Türkiye'de yaşayan Kürtlere yönelik bu politika karşısında Kürtler ne yapacaktır? Herhalde on yıllardır süren kimlik ve Özgürlük Mücadelesi sonucu Kürtlüğünden kaçıp 1970’li yıllar öncesi olduğu gibi Türklüğe doğru koşmayacaklardır. Ya Türkiye'deki demokrasi güçleriyle birlikte demokrasi mücadelesi verecekler; Türkiye'yi demokratikleştirip Kürtlerin kimliği ve kültürüyle özgür ve demokratik yaşama kavuşmasını sağlayacaklardır, ya da Türkiye'de yaşadıkları yerleri bırakıp Kürdistan'a döneceklerdir. Kürtlerin ikisinden birini yapmaları dışındaki her yol kölelik ve ölümdür. Kimliğini kaybedip ölmektense Kürdistan'a dönmek en doğru yoldur.
Türkiye'deki demokrasi güçleriyle birlikte mücadele verilmesi de çok değerli bir yoldur ve anlamlıdır. Bu mücadele sadece Kürtlerin Türkiye'deki yaşamları üzerindeki baskıyı kaldırmayacaktır; Kürdistan'ın özgür ve demokratik yaşama kavuşmasına büyük katkı yapacaktır. Bu mücadele doğru ve etkili yapılırsa en az Kürdistan'daki mücadele kadar Kürt’ün özgür ve demokratik yaşama kavuşmasına hizmet edecektir. Dolayısıyla Türkiye'de baskıları seyretmek sadece kendini ölüme yatırmak değildir, aynı zamanda Kürdistan'daki soykırıma seyirci kalmaktır. Bu açıdan başta metropoller olmak üzere Türkiye'nin her yerindeki Kürtler üzerinde uygulanan zalim ve uğursuz politikaları görerek her yerde örgütlenip Türkiye'nin demokratikleşmesi mücadelesinde aktif yer almalıdırlar.
Kürtler Muğla’da sosyal medyada bir paylaşımda bulunduğu için diz çöktürülüp Atatürk büstü öptürülen Kürt’ü unutmamalıdır. Kürtçe türkü söyledi diye şişlenip öldürülen Kürt’ü unutmamalıdır. Yakılan Kürt’ü unutmamalıdır. Linç edilen, yerlerde sürüklenen Kürtleri unutmamalıdır. Mahalleleri ve evleri basılan, yakılan, linç edilen, öldürülen Kürtleri unutmamalıdır. Kürt siyasetçilerine ve demokratik siyasi partilere yapılan saldırıları unutmamalıdır. Bunlar tekil olaylar değildir; bunlar tüm Kürtlere yönelik saldırılardır. Türkiye'de yaşayan Kürtler bu uygulamaların tüm Kürtlere yapıldığını bilmelidirler. Ayak öptürülen, yakılan aynı zamanda kendileridir. Bu saldırıları böyle anlamamak, kafayı kuma gömmektir. Saldırı kendilerine geldiğinde bu gerçeği görme durumuna düşülmemelidir.
Sinop’taki Kürtler “bu olay siyasi değil, biz işimizde gücümüzde insanlarız” diyorlar. Faşist güruhlar dinliyorlar mı? Tabii ki dinlemiyorlar. Türkleşip tam biat edilmediği müddetçe işinde gücünde demeyip saldıracaklardır. Çünkü Türkiye'deki politika Kürt’ü tümden bitirip soykırıma uğratma politikasıdır. Yani tek millet yaratma politikasıdır. Bu kadar tek millet, tek vatan niye tekrarlanıyor. Açıktır ki, Kürt ve Kürdistan ortadan kaldırılmak istendiği için. Hala Kürdistan demek suçtur. Televizyonlarda Kürdistan kelimesi kullanan susturulur. Çünkü Kürt’ün yaşadığı vatan kalmazsa kendisi de kalmaz.
Türk devleti Kürt sorununu çözmeyi değil, Kürt’ü ezip iradesini kırmayı düşündüğünden savaşta ısrar ediyor. Çözmeyen savaşır ve ezer. Çözümsüzlüğün yapacağı başka bir şey yoktur. Bu da savaşın şiddetlenmesidir. Asker ve polis ölümlerinin çoğalmasıdır. Asker ve polis ölümleri öyle bir şoven dille veriliyor ki, bunun sonucu birçok yerde Kürtlere saldırıya dönüşecektir. Devlet ve hükümet yetkilerinin açıklamaları ve basının dili Kürt düşmanlığını her gün arttırmaktadır. “Teröre acımasız olacağız, halka şefkatli” söylemi demagojidir. Yapılan, Kürt düşmanlığının üstünü örtmektir. Çünkü her gün Kürt düşmanlığını şoven dilleriyle körüklemektedirler. Zaten bu nedenle her gün bir yerde Kürtlere saldırı olmaktadır. Bu politikada ısrar sonunda Kürtleri her yerde linç etmeye kadar gidecektir. Nasıl ki asker ve polis Kürdistan'da halka her yerde saldırıyorsa, Türkiye'de de bu yapılacaktır.
Kürt soykırımı kafaya konulduğuna göre ya Özgürlük Hareketi ezilip Kürt’ün iradesi kırılacaktır ya da bu başarılmadığında doğrudan halka yönelim başlayacaktır. Şovenist politikanın varacağı yer kesinlikle burasıdır.
Bu durum karşısında yapılacak tek şey; Kürtlerin Türkiye'de bulundukları her yerde örgütlenerek demokrasi güçleriyle birlikte bu soykırımcı faşist politikalara karşı mücadele etmek olmalıdır. Kürtler hem kimi özgün örgütlenmelerini yapabilir, hem de demokrasi güçleriyle birlikte genel bir örgütlülük içinde yer alabilir. Bunlar birbirinin karşısına konulan değil, birbirini tamamlayan ve güçlendiren örgütlenmelerdir. Sadece Kürtlerin örgütlemeleriyle de bu saldırılara karşı konulamaz. Örgütlü olmadan da, genel demokrasi kurumları içinde örgütlemeyle de bu saldırılar engellenemez. Kürtler bulundukları sokak ve mahallede örgütlenmeli, ama aynı zamanda o ilçe ve ilde genel örgütlenmeler içinde yer almalıdır. Bu iki görev yapılırsa hem demokrasi mücadelesi güçlenecek, hem de Kürtler saldırılara karşı demokrasi güçleriyle birlikte karşı koyabilecektir.