Tutsak Leyla Uyanık: Abdullah Öcalan'ın direniş yolunda kazanacağız

Zindanlarda direniş sürüyor. Tutsak Leyla Uyanık, "Abdullah Öcalan’ın insanlığa taşıdığı direniş yolunda kazanmayı yeğliyoruz" mesajını verdi.

TUTSAK LEYLA UYANIK

"Neden görüşe çıkmayacağız? Çünkü önderimizdir dediğimiz Sayın Abdullah Öcalan on yıldır bu hakkını kullanamıyor. Neden telefona çıkmayacağız? Çünkü Sayın Abdullah Öcalan 25 yıldır bir defa o da 5 dakika telefonla konuşabildi. Neden mahkemelere çıkmıyoruz? Çünkü adil yargılanma gerekmesine rağmen Sayın Abdullah Öcalan’a hukuk uygulanmıyor" diyen tutsak Leyla Uyanık,  savaşların, kayyumların, açlık ve yoklukların, sırf Kürt olduğu için tutuklanıp ömrünü zindanda geçirmelerin ve daha nice nedenlerin İmralı’ya tecrit olarak döndüğünü söyledi. 

Sincan Kadın Kapalı Cezaevi'ndeki tutsaklardan Leyla Uyanık ile siyasal süreci ve zindan direnişini konuştuk...

74 rakamının sembol olduğu bir yıldayız. Bu yıla damgasını vuran 74’ü içeriden bir gözle nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle bu satırları kaleme aldığımız dönem Sayın Abdullah Öcalan’ın 74’üncü doğum günü olarak kabul edilen Nisan ayına denk geliyor. Sayın Öcalan bugün milyonlar tarafından kabul edilen bir Kürt Halk Önderi. Sesini milyonlara ulaştırmış bir enternasyonal lider ve aynı zamanda yaratmış olduğu düşünsel-sezgisel külliyat olan ‘savunmalarıyla’ bir filozoftur. Yaşanılacaksa anlamlı bir yaşam ve direnişin timsali olmuş dolayısıyla tarihsel doğuşunu tamamlamıştır. Bu vesileyle ben de Sayın Abdullah Öcalan’ın doğuşunu kutluyorum.

Doğrudur, bu yıl en büyük anlamını 74 sembolünde buldu. Heyecanlanmamak, coşkuya kapılmamak aşka geçmemek elde değil. Bir yandan hem sanki geç kalınmış bir zaman, diğer yandan sanki tüm zamanlar bu ana akmış gibi. Bu hamleyi ilk duyduğumuzda hele de dünyanın 74 ülkesinde eş zamanlı olarak, birçok filozofun kayda değer kurum ve kuruluşun katılımı ve desteğiyle gerçekleşmiş olması ayrıca müthiş bir sevinç yarattı. Bulunduğum ülkede Sayın Öcalan’ın ismini anmak, düşüncelerini paylaşmak, resmini taşımak hala bir suç niteliğinde tutulmak isteniyor. Yani milyonlar her fırsatta Sayın Öcalan’ın fikirleriyle hareket ederken diğer yandan faşizan devlet aklı bunu cezalandırmak için akla hayale gelmeyecek uygulamaları, şiddet ve zulmü yayıyor. Dolayısıyla Sayın Öcalan’ın dünya nezdinde sahiplenilişi bu hamlenin dünyanın en özgürlükçü isimleri tarafından yürütülmesi çok değerlidir. Bu büyük sahipleniş karşısında etkilenmemek mümkün değil.

Biliniyor ki Sayın Öcalan’ın esareti üzerinden tam 25 yıl geçti. Bir çeyrek asırdır dünyanın gözü önünde işlenen bir işkence, bir tecrit ve ağır tecrit uygulaması var. Onun şahsında bu işkenceye tabi tutularak kırımdan geçirilmek istenen bir Kürt halkı gerçekliği var. İşte 74 rakamı bu faşizme karşı demokratik aklın ve yüreğin ortaklaşması ve aynı zamanda çığlığıdır.

Yine biliniyor ki İmralı işkence sistemi bir yok ediş, imha ve tasfiye çarkıdır ve bu çark kapitalist sistemin dünya gücü olan devletleri tarafından dizayn edildi. Biz buna uluslararası komplo dedik. Zira bu dizayn tamamıyla toplum ve ulusların karşıtlığı üzerinden devletlerin çirkin çıkarları sonucunda oluşturuldu. İşte 74 rakamı aynı zamanda Demokratik Modernite taşıyıcısı olan halkların sahiplenişidir. Öyle bir sahipleniş ki bir zamanlar bu komplo parçalansın diye (Güneşimizi Karartamazsınız) iddiasıyla yola çıkarak bedenlerini ateşe veren onlarca insanın hakikatiyle buluşmasıdır. Dolayısıyla anlamda, maneviyatta ve fiiliyatta doğru-güzel ve iyi olanı taçlandırmadır.

En nihayetinde bu sahiplenişin asıl muhatabı yine Abdullah Öcalan’dır. Sesini duymadığımız, ondan haber alamadığımız, yaşamına, sağlığına dair hiçbir bilginin olmadığı bir süreçteyiz. Haftalar, aylar ama en önemlisi yıllar geçti ve mutlak bir tecrit ile yüz yüzeyiz. Her şeye rağmen Sayın Abdullah Öcalan’ın bu zulme karşı insanüstü bir iradeyle direndiğini biliyorum. Bugün İmralı adası demek mutlak bir direniş demektir. Biliyorum ki çoğumuzun gücünün yetmediği hakikat adalet ve barış kavgasını bugün sayın Abdullah Öcalan hepimiz adına ve tek başına veriyor. Yani dünya insanlığı onu sahipleniyor. Çünkü en büyük parçasını onda görüyor.

Bu sahipleniş aynı zamanda zamanla bir yarıştır ve bizim de tarihe geç kalmayacağımıza dair bir borcumuz var. Madem ki İmralı çarkı bir vahşet olarak tarihte eşi benzeri olmayan bir ilki yaşıyor, o vakit buna yanıt olarak direnişin ve zaferin benzersizliğini yaratmalıdır. Bizimle yürümeyi başardığı için buna en çok biz kadınların; yok edilme eşiğinde bizi varlık ve özgürlükle buluşturduğu için buna en çok biz Kürtlerin; savaş ve kaos bataklığından bizi birlikte olmaya barış ve ait olmaya sevk ettiği için buna en çok biz Ortadoğuluların sahip çıkması lazım. Sesimiz ve soluğumuzun yetmediği yerde dünya insanlığının bugün 74 defa, yarın tümüyle bu sesi Sayın Abdullah Öcalan’a ulaştırması dileğiyle.

GÖRKEMLİ NEWROZ VE MÜJDE

Bu yıla damgasını vuran bir Newroz coşkusu da vardı. Newroz Öncesi HPG Komutanı Murat Karayılan’ın açıklayacağı müjde hem Kürt halkı nezdinde hem de Türk basınında oldukça yankılandı. Zindanda siyasi gündemin takip araçlarının sınırlı olduğunu bilinse de bir siyasi tutsak olarak içeriden bakınca bu yıl Newroz’un önemini ve verilen müjdenin farklı çevrelerce değerlendirilmesini siz nasıl yorumlarsınız?

Ben de baharın gelişini, bereketli güzel günlerin doğuşunu ve kötülüğün yenilgisini tarif eden Newroz bayramınızı kutluyorum. Tüm Ortadoğu halklarının ama özelde Newroz günüyle mücadelesini bütünleştiren ve bu uğurda Mazlum Doğan’dan Zeki Alkan'lara birçok nice isimsiz bedel veren Kürt halkımıza ayrıca kutluyorum.

Biz “içeriden” Newroz kutlamalarına pek vakıf olamıyoruz. Zaten bize verilen sınırlı kanallar var. Buna ek olarak özel savaş politikası olarak Kürdü medyadan silme, hiçleştirme konsepti uygulanıyor. Bazen arkadaşlarla aramızda mizahını yapıyoruz, diyoruz “Eskiden Kurdistan’da eylem etkinlik olunca televizyondan izleyebiliyorduk. Çünkü mutlaka polis saldırıyordu ve medyada 'teröristleri' göstermek için görüntüleri yayımlıyordu. Şimdi ona bile tahammül edemiyorlar” diye. Yani bir Newroz kutlamasını izlemek için saatlerce kanal tarıyoruz mesela ama mümkünatı yok, göremiyoruz. Çünkü medya bile isteye “ölü Kürde” oynuyor. Muhalif kanallarda ise çoğu kısmı adeta cüzamlılar muamelesiyle yaklaştığından haberi yakalamak için TV başında nöbet tutmamız gerekiyor. Sonuç itibarıyla Türk basınından doğru ve gerçek bir haber almak için akla karayı seçmemiz gerekiyor maalesef.

Diğer yandan, evet, tüm engellemelere rağmen bu yıl 8 Mart coşkusunun Newroz’la bütünleşerek çok coşkulu ve yüksek katılımla geçtiğini öğrenebildik. Bana öyle geliyor ki mücadele bir ruh ve yürek olayıdır. Çünkü ilginçtir ki biz de bu mekânlarda bu yıl çok farklı bir Newroz karşıladık. Zindan koşullarında fiziki kutlamalar standarttır. Temsili bir ateş yakılır, halay çekilir, şarkılar türküler söylenir ama ruh olayı başkadır; canlılık katar, niteliğini güçlendirir, inancını tazeler. Böylelikle biz de siyasi tutsaklar olarak Newroz günü özel bir buluşmayla halkımıza kavuştuk. Onların arasında gezindik, diyebilirim.

Diğer yandan sarsılmaz bir gerçek ise elbette ki “Sayın Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” hamlesinin bu özgürlüğe bitimsiz özlemin ve gerçekleşmesi için duyulan inancın göstergesi olarak halkımızla beraber Newroz alanına akın etmiştir, diyebilirim.

Şüphesiz bu yılın Newroz coşkusuna can damarı olan diğer gerçek ise verilen müjde haberiydi. Bu haberi duyduğumuzda biz de “içeriden” epey tahminlerde bulunduk, hızımızı alamayıp arkadaşlarla beraber iddiasına girdik. Doğruya en yakın tahminde bulunana ‘gönlümüzden ne koparsa' hediyesi vereceğiz diye iddiaya girdik. Müjdeye yakın olanlar da vardı, tam tutturanı da vardı elbette. Müjdelerin, umutların açlığını yaşayan bir halk olarak heyecanımız dizginlenemez bir boyuttaydı, diyebilirim. Siyasi konjonktürü okumaya çalıştığımızda müjdeyi de çıkarmaya çalışıyorduk. “Kesin Önderlikten haberdir” diyen ya da “kesin Başur’da Kürt birliğinin yakalanmasıdır” diyen gibi düşünceler etrafında toplandık, diyebilirim.

Türk basınında da yankılanması oldu ama bilinen medyanın bilinen, değişmeyen ve her konuda profesör olan ‘konukları’ Kürtlere karşı savaşın da hamisi kesiliyorlar. Onlara göre müjde olsa olsa ancak Kürdün teslimiyeti olabilir! Değerlendirme ve tartışmaları ‘Diz çöktürme planı’ düzeyini geçmedi tabii. Diğer yandan kimi demokrat çevreler diyebileceğimiz seyredilmeye-okunmaya dair ekranlarda daha çok “bu haberi nasıl kaçırmışız müjde varmış da bizim haberimiz nasıl olmazmış” edasında ya da “Kürde müjde mi olurmuş” gibi daha çok şaşkınlık diyebileceğimiz bir durum vardı.

En nihayetinde verilen müjde Kürt halkında ve barış, adalet mücadelesi veren her kesimde mutlulukla, büyük bir sevinçle karşılandı. Özelde tam da TC devleti, AKP-MHP hükümetinin kendi iktidarını uzatmak için bir kez daha savaş çanlarını çaldığını; Başur’a, Şengal’e, Maxmur’a ya da buralar olmasa da Rojava’ya saldırmaya hazırlandığı bir dönemde müjde haberi can suyu oldu, diyebilirim. Zira biliyoruz bugün tüm dünyada yankılanan bir İsrail-Filistin savaşı var. Özelde bu savaşta Filistin halkının yaşadığı insani trajediyle İsrail bir savaş suçlusu olarak dünyada lanse ediliyor. Gelin görün ki aynı süreçte Rojava’ya saldırıyla halkın canına kıyan, suyunu, elektriğini kesen, aşını yok eden bir Türk devleti bu suçtan aklanabiliyor. Dolayısıyla bir halkın kendini savunamadığı bir realite ile mümkünatı yok ki başka bir devletin-gücün himayesince korumada olsun. Bu müjde ile bugün Kürt halkı kendini savunmada yeni bir aşamaya evrilmiştir. Bir faşist blokun artık her istediği gibi İHS ve SİHA’larla savaş suçu işleyemeyeceği kaydedilmiştir. Bu müjde en çok Türkiye halklarınadır ki bundan böyle bir halkı yok etme pahasına savaş girdabına değil, bir ülkeyi-Türkiye’yi kazanma adına barış girdabına tutunsun. Zira bu bir savaş, saldırı teçhizat değil, bir halkın kendini öz savunma kalkanıdır. Dolayısıyla en çok barışın teminatıdır. Bundan sonraki süreç bu müjde haberinin vücut bulmasıyla şekillenecek, dolayısıyla hep beraber daha güzelini yaşayacağımız, umut ettiğimiz bir süreç olacak.

ZİNDAN DİRENİŞİ

Gündemde zindanlar var. 27 Kasım’dan bu yana başlatılan açlık grevleri yerini yeni bir aşamaya bıraktı. Görüşlere çıkmayacağınız, telefon açmayacağınız kamuoyuna yansıdı. Bu yeni aşama kamuoyuna ne anlatmak istiyor?

27 Kasım’dan bu yana zindanlarda uzun soluklu bir mücadele ivmesi başladı. Öncelikle zindanın tüm zorlu koşullarına rağmen direnmesini bilen, kendinden ödün verip büyük fedakarlıklara bu sorumluluğu üstlenen herkesi selamlıyorum. Yine dışarıda bu çığlığa kulak veren, dışarıya yansıyan bu sesin kamuoyunda duyulmasını sağlayan, bu süreci sahiplenen en başta Barış Annelerimiz olmak üzere tüm halkımızı demokrat ve sosyalist çevreleri canıgönülden ve minnetle selamlıyorum.

Bu süreçte açlık grevlerimize başlarken Adalet Bakanlığı, Meclis ve benzeri yerlere dilekçe yazmış, bu dilekçelerimizde taleplerimiz karşılanmadığı takdirde bu süreci bir üst aşamaya taşıyacağımızı belirtmiştik. Üzerinden tam dört ay geçti. Açlık grevlerimiz aylarca sürdü ama en küçük bir gelişme kaydedilmedi. Bizler Kürt halkı ve Türkiye halkları olarak Ortadoğu’nun barışına en büyük imkanı sağlasın diye Sayın Abdullah Öcalan’nın özgürlüğe giden yolda ağır tecrit koşullarından çıkarılmasını istedik. Kürt sorununun demokratik yollardan çözülmesi için kendi irademizle kendi bedenlerimiz üzerinden tasarrufta bulunduk. Bu eylemsellikte emeği olsun diye yer alan onlarca hasta tutsak vardı. Binlercesi bir an için bile olsa kendi geleceğini ya da bireysel özgürlüğünü düşünerek davranmadı. Tüm bunlar halklarımızın yarın daha geç olmadan bugün, kendi barış ve özgürlüğünü yakalasın diyedir. Sayın Abdullah Öcalan barışın en büyük teminatı olarak bu süreçte rolünü oynayabilsin diyedir.

Neden görüşe çıkmayacağız? Çünkü önderimizdir dediğimiz Sayın Abdullah Öcalan on yıldır bu hakkını kullanamıyor. Neden telefona çıkmayacağız? Çünkü Sayın Abdullah Öcalan 25 yıldır bir defa o da 5 dakika telefonla konuşabildi. Neden mahkemelere çıkmıyoruz? Çünkü adil yargılanma gerekmesine rağmen Sayın Abdullah Öcalan’a hukuk uygulanmıyor. 

Tüm bu nedenler bugün Sayın Abdullah Öcalan şahsında tecrit edilmeye çalışıldığı bir izahı barındırıyor. Sınırda savaşlar, şehirde kayyumlar, açlıkta-yoklukta en büyük bedeller, sadece Kürt olduğu için tutuklanıp ömrünü zindanda geçirmeler ve daha nicesi ve daha hepsi bu nedenlerin bir parçası olarak İmralı’ya tecrit olarak dönüyor. Kürt'e her kıyımsal neden aynı zamanda Türkiye'ye, Arap ve Farsa bir savaş, zulüm diyeti olarak dönüyor. Dolayısıyla Ortadoğu halklarının üstündeki baskı iktidarlarının bir yaşam mücadelesi olarak nedenleri oluşturup İmralı tecridini oluşturuyor. Bizler bu nedenler altında boyun eğip itaat etmektense Sayın Abdullah Öcalan’ın insanlığa taşıdığı direniş yolunda kazanmayı yeğliyoruz. Bunun için önderlik koşullarında yaşıyoruz diyoruz. Bize yakışan da halklara dayanak olan da bu direnişe ses olmaktır. Kamuoyuna temel talebimiz budur; bizi ancak anlayacak olan ama yine de özelde vicdani olarak zorlanacak olan ailelerimiz, halkımız, demokratik ve sosyalist çevrelerden talebimizdir. Barış ve özgürlüğe giden yol duygu ve düşüncelerimizi eylemselliğe kavuşturduğumuzda gerçekleşecektir. Bu yolda hep beraber güzelliklere kavuşmak inancıyla emeği geçen herkese ve hepimize başarılar diliyorum.