Saðlıksız, güvencesiz, düşük ücrete, sendikasız, örgütsüz çalıştırılan milyonlarca işçinin, emekçinin katmerleşen sorunlarını 10 yıllık iktidarı süresince daha da artıran AKP iktidarı, hem yasal düzenlemelerle hem de uyguladıðı ekonomik politikalarla sermayenin her talebini güvence altına alıyor. Avrupa'da ölümlü iş kazaları sıralamasında ilk sırada, dünyada ise üçüncü sırada yer alan Türkiye'nin Ortaçað koşullarında işçi ve emekçilerin hayatları da emekleri de "takdiri ilahi"ye emanet.
Türkiye'de saðlıksız iş koşulları, bu koşullardaki güvensiz ve güvencesiz çalıştırılma şartlarından ötürü her yıl yüzlerce işçi hayatını kaybediyor. Bu ise sıradan bir durummuş gibi ele alınıp, söz konusu sorunlar, çözülecek yerde katlanarak işçi kıyımı yaşanmaya devam ediyor. Böylesi bir tabloda her yıl 4-10 Mayıs tarihleri arasında Ýşçi Saðlıðı ve Ýş Güvenliði Haftası etkinlikleri gerçekleştiriliyor. Hafta boyunca gün yüzünde gezinen bu sorunlara çözüm talep ediliyor.
Ýşsizlik ve güvencesizliðin yaygınlaştırıldıðı, başta eðitim ve saðlık olmak üzere kamu hizmetlerinin sermayeye devredildiði, hemen her sektörde özelleştirmeyle çalışma koşullarındaki güvencesiz ve saðlıksız durum katmerleşerek artıyor. AKP iktidarının ekonomide büyüme, işsizliðin azaldıðı söylemlerinin aksine ortada duran tabloda işçi ölümlerinin artışı, düşük ücrete saðlıksız ve güvencesiz koşullarda çalıştırma, çocuk işçi çalıştırılması ve yaşının aşaðı seviyelere çekilmesi, kadınların iş kollarında köle gibi çalıştırılması, taşeronlaştırma, özelleştirme eliyle yaratılan sözleşmeli ve süreli çalıştırma uygulamaları, emeklilik yaşının yukarılara çekilmesi gibi bu yıl da yine bir yıðın sorun sıkıntı içinde giriliyor işçi saðlıðı ve iş güvencesi haftasına.
Türkiye'de işçiler göçükte kalıyor, tersanede demir levhalar altında eziliyor, çadırlarda yanıyor, barajlarda boðuluyor, patlamalarda ölüyor. Sermaye, işveren, devlet gibi tanımlamaların egemen olduðu sektörlerde işçi saðlıðı ve güvenliði önlemlerinin bir maliyet unsuru olarak görülmesi ve güvencesizliðin, taşeronlaştırmanın, örgütsüzleştirmenin bir sonucu olarak işçiler üçer, beşer, onar onar ölüyor. Yanarak, düşerek, elektriðe kapılarak, göçük altında kalarak, çadırlarda yanarak, barajlarda boðularak öldürülüyorlar! Gün geçmiyor ki tersanelerde işçiler patronların azami kâr hırsları uðruna iş cinayetine kurban gitmesin.
Özelleştirme, taşeronlaşma, işçi saðlıðı ve güvenliði önlemlerinin alınmaması, kamusal denetimin ve yaptırımın yetersizliði, sendikasızlaştırma, örgütsüzleştirme politikaları ve bütün bunlara piyasaya açılmış işçi saðlıðı ve güvenliði alanı eklenince yaşanılan faciaların, yıkımların ardı arkası kesilmiyor. Özellikle metropollerde daha bir yoðun olan güvencesiz iş ortamlarında karın tokluðuna emekleri kadar yaşamları da zayii olan milyonlara ulaşan bir yıðını oluşturan işçiler, emekçiler, yasal düzenlemelerle de soluksuz bırakılmaya çalışılıyor.
ÝŞÇÝ SAÐLIÐI VE GÜVENLIÐI ALANI PÝYASANIN ÝNSAFINDA
Ýşçi saðlıðı ve güvenliði sistemi bütünlüklü politikalar ve merkezi bir müdahaleyi gerektirdiði yönünde bir görüş birliði bulunurken, özelleştirme ve taşeronlaşmayla bu bütünlük parçalanırken, etkin bir biçimde piyasanın insafına bırakılmış durumda. Sorunları iyileştirmenin en temel uygulamalarından biri olan etkin denetim mekanizması yok denecek düzeyde. Sendikalar ve ilgili kurumların talepleri ise bu konuda çok açık: "Ýşçi saðlıðı ve güvenliði alanı piyasaya kesinlikle açılmamalıdır. Hızla, işçi saðlıðı ve güvenliði yasal güvence altına alınmalı."
Ýşçi güvenliði ve saðlıðı konusunda gerekenleri yapmak yerine daha çok kâr için göz göre göre işçileri ölüme sürükleyen AKP Hükümeti bu ölümlerin birinci derecede sorumlusu. Ýşçilerin "iş kazalarıyla" hayatlarından olması dahi gayet sıradanlaşan ülkedeki bu cinayetlerden sorumlu kişiler ise hiçbir şekilde yargı önüne çıkarılmazken, ölümler, yaralanmalar, sakat kalmalar, saðlıksız ve güvencesiz koşullar nedeniyle zamana yayılan hastalıklarla gelen ölümler işçinin, emekçinin kaderiymişçesine sonu gelmiyor.
ORTAÇAÐ KOŞULLARI
Bu yılın ilk gününde Kırıkkale'nin Yahşihan ilçesindeki askeri silah mühimmat deposunda gerçekleşen patlamada 4 işçi; Şubat ayının sonunda Adana'nın Kozan ilçesindeki Gökdere Köprü Barajı Derivasyon Tüneli’nin kapaðının patlaması sonucunda 10 işçi hayatını kaybetmişti. Davutpaşa, Tuzla, Bursa, Balıkesir, Zonguldak, Ankara Ostim, Elbistan, Tarsus, Ýstanbul, Kırıkkale ve Adana’dan sonra ortaya çıkan katliam gibi iş kazalarından sonra güvencesizliðin, denetimsizliðin, örgütsüzlüðün bir sonucu olarak Esenyurt'ta 200 işçinin çalıştıðı bir AVM inşaatının şantiyesinde işçilerinin kaldıðı çadırda elektrik kontaðından çıktıðı sanılan yangında 11 işçi yaşamını yitirdi.
Ölümlü iş kazalarında Avrupa'da ilk sırada, dünyada ise üçüncü olan Türkiye, maden ocaklarında, tersanelerde, atölyelerde, şantiyelerde, tarımda güvencesiz, saðlıksız, korumasız, ruhsatsız ve denetimsiz işyerlerinde, cinayete dönüşen iş kazalarında hayatları sönen binlerce işçinin ölümlerine karşı önlem almak, denetimleri artırmak yerine, Torba Yasa gibi güvencesizliði ve denetimsizliði artıran yasalar ile koca bir işçi mezarlıðına dönüşmüş durumda. Her yıl azımsanmayacak sayıda insan çok rahatlıkla engellenebilecek ve hukuken de engellenmesi zorunlu olan iş kazaları ve meslek hastalıkları sebebiyle yaşamlarını yitirmektedir.
Resmi istatistiklere göre Türkiye’de her yıl ortalama 75 bin iş kazası yaşanırken, her yıl binden fazla işçi yaşamını yitiriyor. Kayıt dışı çalışan işçilerin yaşadıkları iş kazaları istatistiklere hiç girmediði gibi kayıtlı işçilerin geçirdikleri kazaların birçoðu da hasır altı edildiði kamuoyunda deşifre edilen bir durum. AKP iktidarı önlem almak, yasal düzenlemelerle çözüm bulmak yerine Diyanet hutbeleri ile Başbakan Erdoðan’ın “ölüm bu işin kaderinde var” söylemleriyle iş kazalarının meşruiyetini de oluşturmaya çalışması dikkat çekiyor.
Gelişen teknolojik imkanlarla da iş kazalarının yüzde 100’ü önlenebilir durumdayken, AKP hükümeti kayıtdışı, kuralsız, güvencesiz, saðlıksız koşullara sahip işyerlerine yönelik önlem almamamsı durumun vahametini gözler önüne seriyor. Saðlık, güvenlik ve çevreyle ilgili, özerk, demokratik bir işleyişe sahip olan kurumsal bir yapının sosyal taraflarla birlikte oluşturulması ve gerekli tedbirlerin alınması vakit kaybetmeksizin yaşama geçirilmelidir.
ÖRGÜTLENME ORANI DÜŞTÜ
2012 yılı itibariyle SGK verilerine göre işçi sayısı yaklaşık 11 milyon. Sendikalarda örgütlü işçi sayısı yaklaşık 885.000. Toplu sözleşme kapsamındaki işçi sayısı da 580.000. Bu verilere göre Türkiye’de sendikalaşma oranı yüzde 5’lere kadar düşmüş vaziyette. Kamuda örgütlü işçi sayısı belediyeler de dahil olmak üzere yaklaşık 360.000 civarındayken, özel sektörde örgütlenme oranı yüzde 2 oranına kadar gerilemiş durumda.
Örgütlenmeye, sendikal mücadeleye de ancak hükümetin uygulamalarını onaylayan çevrelere hak olarak görülürken, bugüne kadar yüzlerce sendika üyesi, yönetici tutuklandı.
Sendikal hakların dünya genelinde en çok ihlal edildiði ülkelerden biri durumundaki Türkiye'de yaklaşık 30 yılına damga vuran 12 Eylül yasalarıyla da dünyanın en baskıcı ve yasakçı sendikalar yasası halen yürürlükte. AKP iktidarının yeni düzenlemelerinde de işçiler, emekçiler üzerindeki baskı ve yasakçı zihniyet ürünü yasalar işlevini koruyor. Toplu sözleşme hakkının önündeki barajlar, noter şartları, grev yasakları olan Türkiye, 87 nolu Örgütlenme Özgürlüðü Sözleşmesi’ni 1993 yılında, 98 No'lu Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı Sözleşmesi’ni 1951 yılında imzalamıştı. Ýmzalamasına raðmen yasalarla desteklenmeyen ve uygulanmayan sözleşmelerdeki hükümler ise yerine getirilmiyor.
Toplu Ýş Ýlişkileri Yasası ise örgütlenmenin önündeki engelleri kaldırmadıðı gibi, toplu pazarlık hakkını kısıtlamakta, sendikaları en az mevcut yasalarda olduðu kadar baskı altına almayı, özgürlüklerini kısıtlamayı, tüm faaliyetlerini işveren ve siyasi otoritenin baskı, kontrol ve güdümünde tutmayı hedefliyor. Yasa yeni yasaklar yanında, sendikalar üzerinde siyasi iktidarlara yeni tahakküm ve vesayet imkânı da getiriyor.
Ulusal Ýstihdam Stratejisi Belgesi ile kazanılmış haklara yönelik Cumhuriyet tarihinin en antidemokratik uygulamayla sermaye kesimlerinin bu alandaki beklentilerinin neredeyse tamamı yer buluyor. Sendikaların, konfederasyonların tepki gösterdiði bu belgede amaçlanan ise kayıt dışı sektörlerdeki kuralsızlıðın, sömürünün ve güvencesizliðin, yasal çerçeveye kavuşturularak çalışma yaşamının bütününe yayılması. Ýşçileri patronların karşısında güçsüz ve örgütsüz kılmak isteniyor.
KADINLAR DÜŞÜK ÜCRETLE DAHA KÖTÜ KOŞULLARDA ÇALIŞIYOR
DTÖ Ticaret Politikalarını Gözden Geçirme Genel Konseyi’ne de sunulan raporda da belirtildiði üzere sunulan rapora göre; kadınlar erkeklere göre daha düşük ücretler alan kadın işçiler özellikle emeðin yoðun olduðu alanlarda çalışıyor. Tarımda ve kayıt dışı istihdamda çalışan kadınlar çok düşük ücretler alıyor ve neredeyse hiçbir soysal güvenlik hakkına sahip deðiller. Her dört kadından yalnızca biri resmi iş gücüne dahil.
ÇOCUKLARA DAYATILAN SÖMÜRÜ
Iş Kanunu'nun 71. maddesine göre 15 yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılması yasak. Yine Iş Kanunu'nun 85. maddesine göre 16 yaşını doldurmamış genç işçiler ve çocuklar aðır ve tehlikeli işlerde çalıştırılamaz. Ancak, daha küçük yaşlardaki çocuklar çeşitli sektörlerde aðır iş koşullarında yasada belirtilen "bedensel, zihinsel ve ahlaki gelişmelerine ve eðitime devam edenlerin okullarına devamına engel olmayacak hafif işlerde çalıştırılabilirler" hükmüne raðmen acımasızca emek sömürüsü çarkında hayatları öðütülüyor. Yine çocuk işçilerin yüzde 41'i yetersiz sosyal güvenlik önlemleriyle tarlalarda çalışıyor. Şehirlerde pek çok çocuk sokaklarda çalışıyor. Insan kaçakçılıðı sonucunda fuhuşa, dilenciliðe ve adi suçlara da zorlanıyorlar.
KESK DIKKAT ÇEKMIŞTI
4688 Sayılı Kanun'da deðişiklik yapılmasını öngören ve kamuoyunda “sahte sendika” yasa tasarısı olarak tanımlanan tasarı, TBMM Genel Kurulu'nda 4 Nisan kabul edilmiş, Cumhurbaşkanının “jet hızıyla” onayladıðı yasa deðişiklikleri, 11 Nisan 2012 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanmıştı. KESK, deðişikliðe tepki göstererek AKP Hükümeti'nin 4688 sayılı yasada kısmi tadilatlar yaparak, anayasanın 90. Maddesiyle iç hukukun üzerinde olduðu kabul edilen, Türkiye'nin altında imzası olan uluslararası sözleşmeleri ve evrensel sendikal normları yok saydıðını açıklayarak, 10 yıldır sürdürülen “toplu görüşme” oyununun sadece adının deðiştirildiðini, içerik olarak toplu görüşmeden bile daha geri bir düzen getirildiðini duyurmuştu.
Bu tablonun tersyüz edilmesi, insani standartlara varan çalışma koşullarının yaratılarak sorunların çözüme kavuşmasını isteyen birçok sendikanın sık sık alanlarda haykırdıðı belli başlı ortak talepleri ise şöyle:
* Özellikle sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkı ülkemizin taraf olduðu uluslararası sözleşmelere uygun olarak herkese tanınan bir hak olmalıdır.
* Sendikaların farklı işkollarında da örgütlenebilmelerine olanak saðlanmalı, sendikalar arasında gönüllü birleşmelere olanak saðlayıcı düzenlemeler yapılmalıdır.
* ILO’nun mesleklerin ayrımını ve baðlantılarını gösteren ana standardına göre sektörel tanımlamalar yapılmalı, siyasi iktidarca yandaş sendikaları koruyucu düzenlemeler yerine objektif kriterlerle, önceden tanımlanmış esaslara göre işyerlerinin hangi işkollarına gireceðinin belirlendiði bir sistem kurulmalı, idari vesayet kaldırılmalı, baðımsız bir kurul kurulmalıdır.
* Yardımcı hizmetlerde çalışan taşeronların, çırak, stajyer, çaðrı üzerine çalışanların, evden çalışanların asıl işteki sendikaya üye olmasının önü açılmalıdır. Taşeron sorunu kalıcı ve işçileri koruyucu bir biçimde çözüme kavuşturmalıdır.
* Sendikalara her türlü dış müdahale biçimleri ortadan kaldırılmalı, faaliyet alanlarına yönelik yasak ve kısıtlamalar sona erdirilmelidir.
* E-devlet kapısı gibi, kimlerin sisteme hangi ölçüde müdahil olabileceðinin anlaşılamayacaðı; doðru ve güncel bilgilerin işlenip işlenmediðinin asla kontrol edilemeyeceði; iktidar partisinin siyasi denetimi altındaki bir Bakanlık bürokrasisinin yönetiminde, her an yandaş kayırmacılıðına dönüşebilecek bir sistemin adaletine güven duyulmamaktadır. Yetkili sendikanın belirlenmesi artık baðımsız ve özerk bir kuruluş denetiminde olmalıdır.
* ILO’nun 87, 98 ve 135 Sayılı Sözleşmeleri’ne uygun ve işçileri koruyucu sendikal güvenceler getirilmeli, sendikal örgütlenme nedeniyle iş akitlerinin feshinde tazmin mekanizması yerine mutlak işe iade sistemi kurulmalıdır.
* Sendikalara ve sendika yöneticilerine yönelik, siyaset yasakları kaldırılmalıdır.
* Ister işkolu. ister işyeri, isterse işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi yapabilmek için barajları kaldırılmalıdır.
* Toplu iş sözleşmesi için gerekli olan yetki sürecinin, siyasetçi-bürokrat denetiminden çıkarılmasını, TIS yetkisi için gerekli olan veri toplama, işleme ve belge verme yetkisinin baðımsız ve özerk bir kuruma verilmeli.
* “Yüksek Hakem Kurulu” ve “Resmi Arabulucu” sistemi kaldırılmalıdır.
* Sendika özgürlüðü, sendikaların, faaliyetleri için gerekli olan uygulamaları serbestçe yapabilmeleri demektir. Sendika özgürlüðü, sendikaların amaçlarını, idari ve siyasi makamların denetim ve vesayeti olmadan özgür iradeleri ile belirleme ve gerçekleştirme hakkına sahip bulunmaları demektir. Işçi sendikaları yetkisini kaybetme tehdidi olmadan, toplu iş sözleşmesi sürecini başından sonuna, dilediði zamanlamayla, amacını en uygun tarzda gerçekleştirebilecek şekilde serbestçe yürütme hakkına sahip olmalı.
* Hak grevi, dayanışma grevi, siyasi grev ve genel grev gibi grev hakları ile iş yavaşlatma, işyeri işgali, uyarı grevi, verimi düşürme gibi eylem ve grev türlerinin de hak olarak tanınması gerekmektedir. Sendika özgürlüðünün özünü ortadan kaldıran; idari makamlara, hiçbir somut ve objektif kritere dayanmadan grevleri yasaklama, erteleme yetkisi veren; sonra da zorla uzlaşmaya sürükleyen bir yasa, bizim istediðimiz çaðdaş, demokratik ve özgürlükçü bir yasa deðildir ve asla olmayacaktır.
* ILO özellikle grev yasaðı konusunda ana kıstaslar olarak işler bazında devlet otoritesini kullanan devlet memurları ve kelimenin tam anlamıyla hizmetin kesintiye uðraması halinde yaşamı, kişisel güvenliði ve toplumun tamamının veya bir kısmının saðlıðını tehlikeye düşürebilecek temel hizmetlerde grevin yasaklanabileceðini belirtmektedir. Bu hizmetler ve işlerin dışındaki hiçbir grev yasaklaması kabul edilemez.
* “Genel saðlıðı ve ulusal güvenliði bozucu nitelikte” gibi muðlak, son derece geniş çerçevede yorumlanabilecek ve objektif kriterler yerine, idari makamların keyfine ve inisiyatifine kalmış gerekçelerle grevlerin yasaklanmasına; başlamış ya da başlamamış bir grevin ertelenebilmesine imkan tanıyan düzenlemeler kaldırılmalı ve ILO normlarına uygun düzenlemeler yapılmalıdır.
* Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu özgürlükçü bir biçimde yeniden düzenlenmelidir.
ANF NEWS AGENCY