Venedik Komisyonu'ndan Anayasa perspektifleri

Venedik Komisyonu'ndan Anayasa perspektifleri

Venedik Komisyonu Başkanı Giani Bouquiccio, Türkiye’nin mevcut anayasasının tamamen revize edilmesi Avrupa standartları çizgisine girebileceðini söyledi. Türkiye’deki anayasanın, vatandaşın taleplerine karşı bir duruş sergilediðine işaret eden Bouquiccio, “Yapılması gereken vatandaşı devlete karşı himaye etmek ve korumaktır” diyor. Gerek Avrupa’da, gerek ise dünyada merkezden yerelleşmeye doðru bir yönelme olduðunu da belirten Bouquiccio, “Türkiye federal bir devlet olmaya mecbur da deðil tabi. Ama yerel ve bölgesel idarelere özerklik, otonomi vermesi önemli. Bu artık bir modernitenin eðilimi ve gereðidir” dedi. Bouquiccio, artık işin, Türk-Kürt meselesi olarak deðil, aynı topraklarda yaşayanlar olarak, ortak yaşam sahasını geliştirme olarak görülmesi gerektiðinin altı çizdi. Bouquiccio, “Kendi toplumunuza ait, ama aynı devlet içinde birlikte yaşama koşullarını bulmak durumundasınız. Aynı devlet içinde ama desantralize olmuş, yani yerelleşmiş bir devlette” diye konuştu.

Avrupa’nın Anayasa ve hukuk sahalarında referans kurumu olan Venedik Komisyonu’nun kurucusu ve başkanı Giani Bouquiccio ile Türkiye’deki mevcut anayasayı, Avrupa’daki ve dünyanın deðişik yerlerindeki bölgesel özerklikleri, otonomileri, yeni ve modern bir anayasanın nasıl hazırlanması gerektiðini ve Türkiye hükümetinin bu konuda yapması gerekenleri konuştuk.

*Öncelikle Türkiye’ye ilişkin deðerlendirmeleriniz nelerdir ve ilişkileriniz ne düzeydedir?

-Türkiye’nin önemli bir ülke olduðunu belirtmek isterim. Bizim Türkiye ile kimi konularda birlikte çalışma talebimize ya da beklentimize bir türlü erişemedik. Nihayet her nedense, yakın bir zaman önceye kadar Türkiye’nin bizim ile işbirliði yapma arzusu da yoktu. Türkiye nihayet kendi yararına olacak olan ve bizim de Venedik Komisyonu olarak yetkin olduðumuz anayasal meselelere dair işbirliðini geliştirmeye başladı. Bu gecikmenin ana nedeniyse tahminime göre Türkiye’nin kendisini ‘eski bir demokrasi’ olarak görmesi ve bunu bir prestij nedeni yapması.

“KOMÝSYON BÜTÜN AVRUPA ÝÇÝN KURULDU”

*Peki bu Türkiye’nin hangi düşüncesinden kaynaklanıyor?

-Venedik Komisyonu’na yönelik var olan, ‘bu yeni demokrasiler için kurulmuştur, eðer biz başvuru yaparsak yenilerin, yani doðu ve orta Avrupa ülkelerinin sınıfına inmiş sayılırız’ gibisinden yanlış ve hatalı bir yaklaşımdan kaynaklanıyordu. Halbuki durum hiçte böyle deðil. Zira Venedik Komisyonu bütün Avrupa için kuruldu.

*Bu geçen zamanın Türkiye için kayıp bir zaman olduðunu söyleyebilir miyiz?

-Evet öyledir. Zira Türkiye ile daha önce çalışmaya başlamış olsaydık en azında zaman kazanırdık. Sonuçta Türkiye ile iyi bir işbirliði içindeyiz. Bu manada kaybedilmiş deðil. Umarım daha etkili ve daha yetkin bir demokrasi yolunda birlikte yol alırız. Şunu vurgulamak isterim, Cumhrbaşkanı Gül de en son buraya geldiðinde, genel kurulda Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduðuna vurgu yaptı. Ki biz uzun zamandır zaten bunu söylüyorduk. Evet yeni bir anayasa lazım.

“TAMAMIYLA REVÝZE EDÝLMELÝ”

*Türkiye’nin mevcut anayasasını nasıl deðerlendiriyorsunuz?

1980 anayasasının iyi tarafları olduðunu da söylemek isterim. Söz konusu bu anayasada iyi olmayan yan, 12 Eylül askeri darbe döneminin koşulları içinde hazırlandıðından içeriðinin geliştirilmesi gerekiyor. Ýyi yanları da var diyorum. Zira o günden, yani 1980’den beri revize edilmiş, deðiştirilmiş pek çok yönü oldu. Evet, Türk anayasasında bir ilerleme oldu, ama bunlar mükemmel deðil tabi. Nihayetinde Bu anayasa için, yapılması gereken bir adım daha ileriye atıp, bunu tamamıyla revize etmek, deðiştirmektir. Ki Ancak böyle olursa Avrupa standartları çizgisine girebilir.

“VESAYET ALTINDAKÝ DEMOKRASÝ”

*12 Eylül anayasasına yapılan en büyük eleştiri, bu anayasanın vatandaşı devlete karşı koruyacaðına, tam tersine devleti vatandaşa karşı koruma görevini üstlenmiş olması…

-Genellikle tersi oluyor ama Türkiye’de öyle oldu. Dediðiniz doðru. Zira Türkiye’deki anayasa, devletin çıkarlarını öyle yorumluyor ki, sonuçta vatandaşın taleplerine karşı bir duruş sergiliyor. Aslında bu bir yorum meselesidir de. Zira Türkiye’deki mevcut anayasada insan hakları beyannamesinde yer alan bütün özgürlükler, haklar var. Burada bir problem yok. Ama anayasada bu hakları kısıtlayan o kadar çok yasa ve madde var ki! Bu ise devleti koruma adına vatandaşın temel özgürlüklerini kısıtlıyor. Halbuki yapılması gereken devleti deðil, vatandaşı devlete karşı himaye etmek ve korumaktır. Ýşte bu sebeptendir ki, Türkiye’deki demokrasiyi, ‘vesayet altındaki demokrasi’ olarak deðerlendiriyoruz.

*Niye vesayet diyorsunuz?

-Askerin vesayetinde, yüksek bürokrasinin vesayetinde ve de yüksek yargının da vesayetindedir. Yapılan deðişimler askeri yargı organlarının, mahkemelerinin yetkisini azalttı, yine son deðişimler ile birlikte yüksek yargıda da deðişimler oldu. Ýşte biz de bu çerçevede işbirliði içindeyiz, bu kapsamda, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Ekim 2010’da Venedik’e geldi görüştük. Yapılan deðişimler ve bunların uygulanması konusunda konuştuk. Bu nedenle şu an itibarıyla birlikte çalıştıðımızı, iyi bir işbirliði içinde olduðumuzu belirtmek istiyorum. Tabi ümit ederim Türk halkının hizmetinde, demokratik yeni bir anayasa içinde birlikte çalışırız.

“ANAYASADA KÜRTLERE DE YER VERÝLMELÝ”

*Siz de ‘Türk halkı’ kavramını kullandınız. Bu belirli çevrelerce neredeyse genelleştirilmiş bir tanım. Kürtler kendisini bu tanım içinde görmüyorlar. Nasıl bir anayasa yapılmalı ki herkes kendisini içinde görebilsin? Hiç bir etnik tanıma gönderme yapmayan bir anayasa nasıl yapılır?

-Daha önce vatandaşlardan söz ettim ama tabiî ki azınlıklar da var. Sanırım bu bir komplekstir. Tabi belki de bu kompleksi oluşturan, biçimlendiren husus, hem geçmiş, hem de mevcut durumdur. Zira Kürt azınlıðın sorunları var. Ben Ýtalyanım. Ýtalya anayasasından söz edince ‘Ýtalyan anayasası’ diyorum. Tabi ki her anayasanın kendi içinde var olan bütün farklılıkları, azınlıkları kabullenmesi, yer vermesi ve kapsaması gerekiyor. Dolayısıyla, yeni yapılacak anayasanın Kürtlere yer vermesi ve kapsamasını umut ediyorum. Bu da ancak Türkiye’nin devleti ile olur. Kürt azınlıðı Türkiye’nin parçası olarak deðerlendirmeli. Siz etnik olarak Türk deðilsiniz bu doðru, ama bu safhayı aşmak gerekiyor artık. Nasıl ki Türkler kendilerini Türk his ediyorlar ise sizin de kendinizi Kürt hissetme hakkınız olmalı. Sonuçta siz kendinizi aynı toplum içinde iki kardeş olarak his etmelisiniz. Azınlıkların bir hassasiyeti var ve bunun dikkate alınması lazım.

“DÜNYA YERELLEŞMEYE GÝDÝYOR”

*Yeni anayasada azınlık hakları nasıl ele alınmalı, örneðin ‘Türklük’ yerine ‘Türkiye vatandaşı’ kavramı olamaz mı?

-Evet, öyle yapmalıyız ki söz konusu bu hassasiyetlere saygı göstermemiz lazım. Yeni yapılması öngörülen anayasada, azınlık haklarının da göz önünde bulundurulması gerek. Devletin daha adem-i merkezi, daha yerelleşmesini ön gören bir deðişim olmalı ki, azınlıkların hakları yaşam bulabilsin. Evet, bu mevcut anayasada eksik olan hatta olmayan bir yön. Şunun bilinmesi gerekiyor; eðilim olarak gerek Avrupa’da gerek ise dünyada merkezden yerelleşmeye doðru bir yönelme var artık. Kimileri buna bölgeselleşme diyor, kimileri buna federal ülkeler diyor.

*Türkiye’de durum nedir?

-Türkiye’de durumun öyle olmadıðını biliyoruz. Türkiye federal bir devlet olmaya mecbur da deðil tabi. Ama yerel ve bölgesel idarelere özerklik, otonomi vermesi önemli. Bu artık bir modernitenin eðilimi ve gereðidir. Hatta demokrasinin eðilimidir bu. Yeni anayasa yapıldıðında, Türk parlamentosunun işin bu yönüne daha büyük bir önem vermesi gerek. Ki vereceðini de ümit ederim. Artı, bu tür konuların kültürel boyutu da önemli. Artık bunları farklı bir şekilde telafi etmenin zamanıdır diyorum. Artık işi Türk-Kürt meselesi olarak deðil, aynı topraklarda yaşayanlar olarak, birbirimize saygı ve sevgi içinde, kendi farklılıklarınız ile ortak yaşam sahasını geliştirme olarak görmeliyiz. Kendi toplumunuza ait, ama aynı devlet içinde birlikte yaşama koşullarını bulmak durumundasınız. Evet aynı devlet içinde ama desantralize olmuş yani yerelleşmiş bir devlette.

“BÝRLEŞTÝREN ANAYASAYA ÝHTÝYAÇ VAR”

*Anayasadaki deðiştirilmesi dahi önerilemez denilen maddeler var. Bu maddeler, devletin dili, milleti, bayraðı gibi konularda tekliði esas alıyor. Ki bu deðişikliðin bile önerilemeyeceði vurgusu yapılıyor…

-Avrupa’da böylesi maddelerle deðiştirilmesi engellenmiş olan başka ülkeler var. Bu maddelere bakıldıðında, maddelerin kendisi kötü deðildir. Zira sözünü ettiðim bu maddelerin amacı laikliði muhafaza etmek içindir. Ama gel gelelim kamuoyunda bazen bu konu öyle ele alınmış ki, sanki deðişimi önerirsen laiklik yok edilmiş olacak gibi bir algı yaratılmış. Ýşte burada asıl meselenin özü, yorum meselesidir diyorum. Eðer siz yorumunuzu demokratik bir mantık ile yaparsanız, bu maddeler kendilerini muhafaza edebilirler. Ama amaç uzlaşı yoluyla farklılıklara yer vermek ise yani gelişkin bir adım atmak ise deðiştirilmesi neden olmasın ki?

Türkiye’de yaşanan geçmiş tecrübelerden derslerin çıkarılması gerek. Örneðin, siyasi partileri yasaklayan maddelerin ortak uzlaşı olmadıðından dolayı, iptalini isteyen paket geçmemişti. Sorun muhalefettin buna hemfikir olmamasıydı. Sonuç itibarıyla Türkiye’nin artık birleştiren bir anayasaya ihtiyacı var, bölendeðil. Tabi bunun için de ortak akıl ve uzlaşı gerekiyor. Ama her partinin her hassasiyetin farklı bir anaysa maddesi hazırlaması fikrine pek sıcak bakmıyorum.

“HER KESÝMDEN TEMSÝLCÝLER YER ALMALI”

*Neden sıcak bakmıyorsunuz? Peki nasıl bir yöntem?

-Çünkü bu bizi bitimsiz bir zamana yayılmışlıða götürebilir. Bu olursa sonra ortak paydaları bulmakta zorlanabiliriz. Bunun yerine herkesimden temsilcilerin içinde yer aldıðı, yani muhalefetin azınlıkların, velhasıl farklı eðilim ve hassasiyetlerin bünyesinde yer aldıðı, -ki bunun adı komisyon olabilir-, bunlar herkesin hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak, ortak bir uzlaşı metni hazırlayabilirler. Doðrusu ben bu yöntemi daha makul görüyorum. Yani ilk başta birlikte çalışabilecek ama farklılıklardan oluşan bir oluşum. Tabi burada yetkililerin de, muhalefetin de, azınlık temsilcilerinin de iyi niyetlerini sergilemeleri gerekiyor. Yapıcı ve pozitif bir yaklaşım olmalı ki, birlikte bir ilerleme saðlanabilinsin. Öyle bir metnin çıkarılması gerekiyor ki, bu sürece müdahil olmuş bütün kesimlerin, mümkün mertebe en geniş şekliyle memnun ayrılmasının saðlanması lazım. Mümkün mertebe hiç kimsenin bu yeni anayasa hazırlama sürecinin dışarısında tutulmamasına özen gösterilmeli.

*Burada kör bir düðüm var. ‘Demokraside çoðunluk ne derse o olur’ deniliyor. Böylece azınlıklar yine inkar edilmiş oluyor…

-Bu bir noktaya kadar doðru. Ama eðer hele bu konu bir anayasal deðişim ise azami uzlaşıya varılması gerekiyor ki, yapılan deðişimi en geniş kesimler yani herkes sahiplenebilsin. Tabi bir bütünen sahiplenmek, hemfikir olmak saðlanamayabilir. Ama azami bir uyum saðlanması zaruridir. Yeter ki herkes iyi niyetini ortaya koysun. Böylece memnuniyet verici bir uzlaşıya varılır. Ben geniş katılımı önemle vurguluyorum zira bu katılım yapıcı olursa çok deðerli olur.

*Etnik yapılardan bahsedilmeden modern bir anayasa yapılamaz mı? Anayasada sadece cumhuriyete veya vatandaşlıða baðlı tarafsız-nötr bir aidiyet tanımı olamaz mı?

-Evet bu mümkündür. Anayasada illa etnik kökenlerden söz etmek bir gereklilik deðildir. Ama anayasaların bir ülkede var olan etnik ve dini azınlıkların haklarını garanti edecek cevheri içinde barındırması gerek. Ýşte onun içindir ki bizim Avrupa Konseyi’nde azınlıkları koruma sözleşmemiz var. Hazırlanacak olan yeni anayasa sadece Türkler için olmamalı. Ya da sadece Kürtler için olmamalı. Bu anayasanın Türkiye’de yaşayan diðer farklı hassasiyetleri ve farklı etnik kökenleri de hesaba katması ve bunları anayasada yansıtması gerekiyor.

*Ýktidara geldiðinde Başbakan Erdoðan da ‘Türk vatandaşlıðı’ kavramı yerine ‘Türkiyelilik vatandaşlıðı’ kavramını kullanmaya aşladı. Ama bunun gereðini yapmadı.

-Evet, bu önemli bir husustur. Ve bunun en iyi çözüme kavuşması için de şimdiden arayışlara gidilmesi ve herkesi kapsayacak en uygun çözümün bulunması gerekiyor.

“BÖLGELERE YETKÝ VERÝLMELÝ”

*Eski parlamenterler meclisi başkanının deyimi ile Türkiye’de bölgelerin adı var, ama idari olarak içi boş…

-Türkiye’deki merkezi yapı, ya da merkez kaç, daha çok ilkeldir. Türkiye çok merkezi bir devlettir ve yerel ve bölgesel yönetimlere fazla yer yoktur. Tabi bu şu an öyledir ve deðişebilir. Evet, Türkiye’de bölgeler var ama yetkileri yok. Dolayısıyla bu bölgelere idari otonomi için yetki vermek gerekiyor. Sonuçta Bu yetki daðılımını belediyelere, diðer yerleşim birimlerine de yaymak lazım. Bu eðilim epeydir Avrupa’da yaygınlaştı ve halen de gerçekleşmektedir. Siz Fransa’yı örnek verdiniz, doðru, Fransa merkezi bir yapıya sahip, ama bölgesel ve yerel yetkiler sahasında pek çok ilerleme kaydetti ve etmeye de devam ediyor.

*Ýtalya da bu duruma dahil mi?

-Evet, örnek olarak Ýtalya’yı da gösterebiliriz. Ýtalya bir bölgeler ülkesine dönüştü. Bölgelerin artık pek çok yetkileri var. Hatta kimi siyasi partiler Ýtalya’da tam federal bir yapı istemekteler ve er geç varılacak bir hedeftir bu. Şunu söylemek istiyorum, bu tür gelişmeler, er ya da geç olur. Hedefe adım adım ilerlemek gerek. Ben Türkiye’deki yerel yönetimlerin ilkel olduklarını söyledim. Zira daha fazla yetkiye sahip olmaları gerektiðini söylüyoruz, işte bunun yeni anayasada yer alması gerekiyor.

*Farklı kimlikler ve dillerin varlıðının kabulü yeni anayasada mı yer almalı, yoksa yasalar kendi başına bunu çözebilir mi?

-Bu bir metot sorunudur. Kimi anayasalar var ki genel ve belirli bir çerçeveyi kapsarlar, kimi anayasalar ise daha teknik ve yasasal bir içeriðe sahipler. Bu yöntemlerden birinden biri seçilebilir. Burada önemli olan garantiler vermektir. Öce bu haklar garantisini anayasal çerçeve bazında ararsın. Daha sonra ise daha özgün ve detaya inen bir yasalar bütünlüðüne indirgersin.

*Yeni anayasanın kabulü için en uygun yöntem hangisidir; referandum mu, parlamento mu?

-Bu deðişebilir. Görecelidir. Bunun anayasal deðişimleri nasıl öngördüðünü, biçimlerini bilmek gerekiyor. Anayasayı hazırlama yetkisine sahip bir organ gerekiyor. Hatta şu an ki hazırlıklardan daha önce de Türkiye’de yeni bir anayasanın maddelerini hazırlamak ile görevli teknik bir komisyon icra edilmişti. Söz konusu bu komisyonunun başkanı ise Türkiye’nin Venedik Komisyonu üyesi olan Prof. Ergun Özbudun’nun kedisiydi. Bana bizatihi aktardıðına göre iyi bir çalışma yapmışlardı. Prof. Özbudun’nun kendisi iyi bir anayasacı, iyi bir demokrat ve iyi bir Avrupalı olarak deðerlendiriyorum. Malesef bu yazılı metin parlamentodan geçmedi. Nedeniyse muhalefetin itiraz edişi ve iktidarın bunu geçirmesi için gerekli çoðunluðun olmamasıydı.

*Ya da hükümetin niyeti ve istemi yoktu, diyebilir miyiz?

-Bu kanıda deðilim ben. Bu komisyonu kuran, bu projeyi hazırlatan bu hükümetin bizatihi kendisiydi. Hükümet parlamentoda yeteri çoðunluðu bulamayacaðını hesaplayarak bundan vazgeçmişti. Yoksa kendisi komisyon atayıp o komisyonu dikkate almamazlık yapmış olamaz herhalde. Yine anayasa referandumundaki pakette daha önce genişti ve bu daraltıldı. Zira parlamentoda yeteri destek bulunamadıðından bu daraltıldı. Yine çok önemli olan ve yeni anayasanın da çözmesi gereken siyasi partiler kanunu da geçmedi. Bu da muhalefetin itirazlarına takıldıðından geçemedi. Ki bunun kesinlikle çözüme kavuşturulması gerekir. Zira bu anahtar bir konumdadır ve siz hep eski yoldan yürüyerek çok yeni yola varamazsınız.

*Ýlgili kişilere ve yöneticilere öneriniz nedir?

-‘Devleti vatandaşa karşı koruyan’ bir mantık ile kesinlikle olumlu sonuç alınmaz. Önce bu yaklaşımın deðişmesi gerekiyor. Bunun deðişmesi sorunu, sadece kültürel yada mantalite sorunu deðildir. Aynı zamanda yazılı yasal metinler sorunudur da. Ýlk başta özgürlükleri kısıtlayan bütün engelleyici maddelerin kaldırılması, eski metinlerden ayıklanması gerekiyor. Örneðin, Türkiye’deki basın yasasına şöyle bir bakarsanız standartlarına uygundur. Ama devamında bir bakıyorsunuz, Türkiye pek çok defa AÝHM’de mahkum olmuş ve oluyor. Peki neden kaynaklanıyor bu? Ýşte bu kısıtlayıcı bir mantık ve yaklaşım ile yorumlanmış olmasından kaynaklanıyor. Sözde devletin çıkarlarını her şeyin üstünde gören bir mantıða dayanıyor bu. Vatandaş kendisine hizmet eden bir devlete kötülük yapmaz.