‘Yargı paketi demokratikleşmeden uzak’
DEM Parti Riha Milletvekili Dilan Kunt Ayan, yakın zamanda Meclis’e sunulması beklenen 10. Yargı Paketi’nin demokratikleşmeden uzak olduğunu söyledi.
DEM Parti Riha Milletvekili Dilan Kunt Ayan, yakın zamanda Meclis’e sunulması beklenen 10. Yargı Paketi’nin demokratikleşmeden uzak olduğunu söyledi.
DEM Parti Riha Milletvekili ve Adalet Komisyonu Üyesi Dilan Kunt Ayan, 10. Yargı Paketi’nin bırakın demokratikleşme, adalet ve eşitlik getirmeyi, tam aksine yeni ayrımcılıklar ve hukuki sorunları barındırdığını belirtti.
İktidarın bir süredir üzerinde çalıştığı 10. Yargı Paketi’nin önümüzdeki günlerde Türkiye Meclisi’ne gelmesi bekleniyor. Adalet Bakan Yılmaz Tunç, 11 Nisan’da yaptığı açıklamada çok kısa süre içerisinde Meclis gündeminde yer alacağını söyledi. Tunç, hukuk ve idari yargılama süreçlerini hızlandıracak ikinci bir paketin de yaz döneminde Meclis'e sunulacağını belirtti. 55 maddelik paket henüz Meclis’e sunulmasa da kamuoyuna yansıyan maddeler birçok konuda tartışma yarattı. DEM Parti Riha Milletvekili ve Adalet Komisyonu Üyesi Dilan Kunt Ayan, pakete dair dair sorularımızı yanıtladı.
Yargı paketini en azından basına yansıyanlar çerçevesinde nasıl değerlendiriyorsunuz; yapılan düzenlemeler yeterli mi?
Henüz Meclis’e sunulmayan 55 maddelik “Türk Ceza Kanunu’nda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Teklifi” başlıklı bir kanun taslağı basına ve kamuoyuna yansıdı. 1,5 ay önce bahsi geçen bu kanunun henüz Meclis’e sunulmaması, iktidarın siyasi atmosfer nedeniyle geciktirmesi ya da üzerinde anlaşmazlıklar olmasıyla ilgili olabilir. Biz bunu dikkatlice inceledik. Çok geniş toplumsal kesimlerin geniş kitlelerin yasal düzenleme beklentileri varken, hapishanelerdeki ve infaz kanunundaki sorunlar başta olmak üzere pek çok alanda olumlu düzenlemeler beklenirken önümüzdeki taslak bunları karşılamaktan çok uzak. Bırakın demokratikleşme, adalet ve eşitlik getirmeyi, aksine yeni ayrımcılıklar ve hukuki sorunları içinde barındırıyor.
Nedir bunlar?
Örneğin “genel ahlak, biyolojik cinsiyet” gibi hukuk literatüründe olmayan kavramların yasa metinlerine ve gerekçelerine sokulması, yasal ve toplumsal kazanımların budanması ve toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından büyük bir gerileme anlamına geliyor.
Örneğin, kadınların yasal mücadelesini sürdürdüğü haksız tahrik ve cezasızlık algısıyla ilgili olarak, sözde iyileştirme yapan ama özünde bizlerin eleştirilerini karşılamayan bir madde var. Sanki sorun haksız tahrik indirimleri uygulandığında cezanın az olmasından ibaretmiş gibi bir algıyla ceza sınırları arttırılmak isteniyor. Oysa haksız tahrik indiriminin bir erkeklik indirimine dönüşmesi, meşru olmayan şekillerde bol keseden indirimler verilmesi, haksız tahrik indirimlerinin kadına şiddeti arttıran ve failleri yüreklendiren, göz yuman bir amaçla kullanılmasına karşıyız. Bununla ilgili hiçbir adım atmadan, ceza sınırını arttırmak, ataerkil zihniyette bir dönüşüm yaratmayacak.
Ne yazık ki yine Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarına uyulmamakta ısrar ediliyor. Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” başlıklı 220. maddesinde ve “silahlı örgüt” başlıklı 314. maddenin örgüt adına suç işlemeyi düzenleyen 3. fıkrasında hukuki belirsizlikler olması, suç kapsamındaki eylemlerin muğlak olması, Anayasa’ya aykırılık içermesi gibi nedenlerle değişiklik yapılmış mesela. Bu maddeler daha önce üç kez AYM tarafından iptal edilmiş ve son olarak 9 Ocak 2025 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan kararla iptal edilmişti.
Yüzlerce insan basın toplantısına katılmak, slogan atmak, halay çekmek gibi anayasal haklarını kullandıkları için silahlı örgüt üyelikleriyle yargılandı ve cezalar aldılar. Buna bağlı olarak infaz sisteminde de ağır koşullarda tutuldular. AYM, bu dosyalarla ilgili olarak verdiği iptal kararlarında bu maddenin uygulanmasının belirli hale getirilmesi gerektiğine karar verdi. Her ne kadar lehe birkaç adım atılmış gibi gösterilse de AYM’nin ölçü ve değerlendirmelerine göre yapılmayan bir yasa var ortada. Tüm bunlar başta hukuk devleti olma ilkesine aykırılık taşırken diğer yandan da siyasi suçlar bakımından devletin demokratik adımları atmaktan imtina ettiğini göstermektedir.
Diğer yandan pek çok yeni suç ihdas edilmesi, cezaların arttırılması söz konusu. Yaklaşık 20 maddede ceza artırımlarına gidiliyor. Demokrasilerde suçlarla mücadele ceza miktarlarıyla değil suça iten sebepleri, etkenleri ve dönüşümü hedefleyen politikalarla olurken, Türkiye hukuk sisteminde bu yolların tercih edilmesi sadece kamuoyuna bir görüntü vermeye yarar.
Eğer hukuk sistemindeki adaletsizlikler giderilmez, adil yargılama kültürü artmaz, demokratik ve eşit ilkeler çerçevesinde, bağımsız, tarafsız bir yargılama yapılmazsa bunların da ceza sisteminde yeni hükümlü-tutuklu yığınlarına dönüşmesi an meselesidir.
Yeni suç ihdaslarında neler var?
Yeni suç ihdaslarına baktığımızda toplumun ihtiyaçlarına, taleplerine göre değil iktidarın politikaları yönünde bir güç kullanımının amaçlandığı ortadadır. Öreğin; “hayasızca hareketler” suçunun kapsamı genişletilerek ve cezası arttırılarak toplumsal cinsiyet rolleri, iktidar eliyle pekiştirilmekte ve özellikle kadınların cezalandırılmasının önü açılmaktadır.
Yasa teklifi, var olan beklentileri, toplumun temel sorunlarını, adaletsizlik ve eşitsizlikleri gidermek, kadına yöneliş şiddetle mücadele, yoksulluk, ifade ve düşünce özgürlüğü, demokrasi gibi alandaki sorunları çözmekten uzak. Var olan çelişkiler ve kutuplaştırmayı arttıracak, ülkeyi koca bir cezaevine dönüştürecek ve cezaevlerinin sorunlarını arttıracak uygulamaların önünü açacak bir teklif olması nedeniyle henüz Meclis’e sunulmadan geri çekilmesi ve adil, katılımcı, çoğulcu bakış açısıyla revize edilmesi gerekmektedir.
Pakette özellikle iki yılın altındaki suçlarda cezasızlık algısını ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalar olduğu söyleniyor. Bu tür cezalar muhaliflere de çok veriliyor. Bu düzenleme ile muhaliflerin hedef haline gelmesi mümkün mü?
Cezasızlık meselesi, Türkiye’de tam olarak doğru anlaşılamayan bir mesele. Sadece suçların ceza miktarları ya da ne kadar süre hapishanede kalındığıyla ilgili bir sorunmuş gibi ele alınmasını doğru bulmuyoruz. Zaten cezasızlık çoğu zaman henüz ceza verilmeden, bazı suçları hiç soruşturmadan, dava açmadan ya da beraat vererek kendini gösteriyor. Her gün haberlere baksanız en az bir işkence vakası görürsünüz. İşkence bildiğiniz gibi mutlak yasak kapsamına alınmış bir suç. Evrensel olarak böyle ama bu kadar çok işkence vakası olan bir ülkede işkence suçundan ceza alan, hatta ceza almayı bırakın yargılanan kamu görevlisi sayısı devede kulak diyeceğimiz sayılarda. Bu da bize işkence suçuna dair iktidarın ve yargının, bir cezasızlık politikası olduğunu gösteriyor. Keza kadın cinayetleri davasında öngörülen ceza, yasada ağırlaştırılmış müebbet olmasına rağmen iyi hal indirimleri, haksız tahrik indirimleriyle bu cezalar daha yargılama aşamasında düşürülüyor. Yani asıl cezasızlık, yargılama yapan ve onları yönlendiren iktidarın zihniyet ve kabullerinde ortaya çıkıyor.
Paketteki ceza artırımlarına gelecek olursak, zaten pek çoğunun yargılaması adil ve etkili şekilde yapılsa kanundaki ceza miktarları yeterli. Karşılaştırmalı hukuktaki oranlara oldukça yakın. Asıl sorun infaz kanunundan kaynaklanıyor. Bundan önce bir hukuk perspektifi ve politikası geliştirmek zorundayız. Hangi suçlarla nasıl mücadele edilir, infazı hangi esaslara göre yapılmalıdır, ek önlem ve alternatif çözümler neler olmalıdır gibi sorulara cevap aramadan “cezayı arttır daha çok yatsın” demekle olmaz.
Mesela tutuklama hükümleri ve sayıları kanunda en önemli sorunlar arasında geliyor. Bazı suç tiplerinde iki yıl altı, tutuklama yasağı olan suçlarda tutuklama imkânı yaratmak için yeni pakette düzenlemeler yapılmış. Ancak tutuklama bir ceza değil, tedbirdir. Bunu anlamayan, yasayla birlikte tutuklama kapsamını genişleten bir yasa yapılmak isteniyor. Sonucunda ise kamuoyu vicdanını yaralayan suçlarda değil, muhalifleri susturmak, bastırmak amacına hizmet ediyor.
Demokratik hukuk devletleri tutuklama tedbirinin uygulama alanını daraltırken, bu yasa ile bu kapsamı genişletmek cezasızlıkla mücadele değil, antidemokratik siyasallaşan yargı pratiklerine hizmet etme tehlikesi taşıyor.
Yargı çok uzun süredir özellikle de son süreçlerde gördüğümüz üzere, 2911 sayılı kanun kapsamında bile öğrencilere tutuklama kararları vererek yasaları ve hukuk normlarını iktidar lehine kullanmanın örneklerini tüm ülkeye göstermişken bu kaygılarımızda ne derece haklı olduğumuzu söylemek zorundayız.
Peki, 30 yılını doldurmuş mahpusların infaz ertelemeleri, hasta mahpuslar ve Türkiye'de cezaevlerinin kapasitesinin çok çok üstünde dolu oluşu gibi birçok sorun varken yeni yargı paketi bunlara bir çözüm getiriyor mu?
Türkiye’deki hapishanelerin durumu ve sorunları çoktan hapishanelerin sınırını aşmış; toplumsal, sosyal bir sorun haline gelmiştir. 400 binden fazla tutuklu ve hükümlü sayısıyla Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında ilk sıraları elden bırakmıyor. Aynı zamanda hapishanelerdeki mahpus sayıları kapasitelerinin çok çok üzerinde olup bu durum hapishaneleri insanlık onuruna yakışmayan mekanlara dönüştürmüştür.
Özellikle Nisan 2020’de küresel salgın gerekçesiyle çıkartılan Yeni İnfaz Kanunu pek çok ayrımcılık ve eşitsizliği infaz sistemine dahil etmiş, bir yandan adli mahpuslara denetimli serbestlik ve açıktan koşullu salıverme haklarını genişletirken diğer yandan siyasi mahpusların özgürlüklerini uzun süreli engelleyen mekanizmalar geliştirilmiştir. Bu ayrımcılık ve eşitsizlik, yalnızca siyasi mahpuslar açısından değil, adli mahpusların bir kısmı açısından da meydan gelmiştir. 31 Temmuz yasası olarak bilinen yasa, kapsam ve hukuk tekniği açısından eşitsizlikler yaratmıştır.
Hasta mahpuslar ise adeta ölüm cezasına geri dönüş gibi bir gerçeklik yaratmaktadır. 2024’te 50 kişi hapishanelerde hayatlarını kaybetmiş, bunlardan 27’si ağır hasta mahpustur. Ayrıca İHD verilerine göre; bin 583 olan ağır hasta mahpus sayıları her geçen gün artmakta, hastalar tedaviye, ilaca ve sağlık personeline erişemedikleri için ölümle her geçen gün burun buruna gelmekte. Cezaevleri cenaze evlerine dönüşmüş halde. Adli Tıp Kurumu (ATK) görevini bağımsız yapmayan bir kurum olarak ölüm döşeğine kadar tahliyeleri engelleyerek hasta mahpusların ölümlerine göz yumuyor.
İdari ve Gözlem Kurulları, sistematik bir biçimde siyasi mahpusların tahliyelerini engellemek ve yasal haklarına kavuşmalarını önlemek amacıyla kullanılmaktadır. Pişmanlık dayatmaları, keyfi disiplin cezaları ve gerekçesiz kararlarla olumsuz iyi hal raporları hapishanelerin en temel sorunlarından birine dönüşmüş ve yüzlerce kişiyi mağdur etmiş, etmeye de devam ediyor.
Ne yazık ki bu yargı paketinde bu sorunlara dönük etkili, kapsayıcı, somut adımlar ve düzenlemeler göremiyoruz. İnfaz Kanunu değişiklikleri çok az yer alıyor. Üstelik yapılan lehe düzenlemelerde de siyasi mahpuslar yine istisna gösterilerek ayrımcılık ve eşitsizlikler derinleşiyor.
Bu haliyle bu pakette yer alan İnfaz Kanunu düzenlemesi çok sınırlı ve yetersiz olduğu gibi, ayrımcılık da devam etmektedir. İnfaz kanunu milyonları ilgilendiren ve demokratik bir hukuk devletinden eşitlik, insan onuru, işkenceyle mücadele, mahpus hakları gibi bağlamlarda bütünlükle ele alınması gereken bir yasa olarak hala en acil ihtiyaçların başında gelmektedir.
Özellikle kamuoyunda af ya da kısmi af ile gündeme geliyor bu paket. Bakan, böyle bir şey olmadığını söyledi ve ceza infazda bazı düzenlemeler yapıldığını belirtti. Aslında siz de infaz değişiklikleri çok az yer alıyor dediniz ama yine de şunu sormak gerekli; İnfaz Kanunu’nda düzenlemeleri çok fazla yapılıyor. Bu kadar yapılmasının hukuki anlamda bir karşılığı oluyor mu?
İnfaz Kanunu, hem yapısı gereği hem de düzenlediği alan açısından ülkede en sık değişikliğe uğrayan yasalardan biri. Bu yasadaki değişikliklerin hemen hepsi, iktidarın siyasi menfaatleri, toplumu ve muhalefeti kontrol etme hedefleri doğrultularında yapıldığı için hukuki değer ve yasa kalitesi bakımından oldukça düşük yasalar. Tabii diğer yandan antidemokratik ve ayrımcı bir akılla hazırlandığı için tam bir kaos haline gelmiş durumda.
Mevcut infaz sistemi, adeta ikili bir sistem üzerine kurulu. İktidar, adli mahpuslar ve siyasi mahpuslar olarak çok keskin bir ayrım yapıyor. Baktığınızda tek bir kanun var gibi görünse de onlarca infaz maddesinde istisna tutulan siyasi suçların bu sistem içinde ayrı bir muamele gördüğü artık reddedilmeyen bir gerçek.
Yalnızca yasalar değil, cezaevleri idareleri bile kurum iç uygulamalarda hiç utanıp sıkılmadan “siyasi mahpuslara özel muamele” talimatları veriyor. İşte İdari ve Gözlem Kurulları değerlendirme ve kararları bunların en önemli örneği. Son 5 yıldır kurul kararıyla tahliye olan ve olmayan siyasi mahpus sayısı, adlilerle kıyaslandığında ortaya çıkan net bir gerçek var. Sistematik olarak ret kararı veriyorlar ve böylece siyasi mahpuslar açısından ikinci bir mahkeme gibi cezaları yıllarca uzatıyorlar.
Hasta mahpuslar gibi hiçbir ayrımı kabul etmeyecek bir konuda bile karar verirken ATK bir sağlık kurumu gibi davranmıyor. Önce hasta mahpusun dosyasına ve suç tipine bakıp öyle karar veriyor. Cumhurbaşkanlığının tahliye yetkisini kullandığı hasta mahpuslara bakın, numunelik bir örnek dışında siyasi mahpuslar ölmek üzereyken bile tahliye edilmiyor.
Tüm bunlar aslında hukukun üstünlüğüne, insanlık onuruna ve eşitlik ilkelerine dayalı, Uluslararası Mahpus Hakları kriterlerine göre yapılan, hakkaniyeti önceleyen bir infaz yasası yapılarak ve tabii ki layıkıyla uygulayarak çözülebilir. Bunun için hukukçular, sivil toplum örgütleri, uzmanlar, akademisyenler ve siyasi partilerden temsilcilerle oluşacak, bağımsız tarafsız bir komisyon eliyle yasanın yapılması şart.
Af meselesine gelince, Türkiye’deki hapishanelerin durumu o kadar kaotik ve adaletsiz, hak ihlalleriyle yanıp kavrulan bir hal aldı ki bunun çözümü ve telafisi yalnızca afla sağlanır gibi bir algı söz konusu. Hukuk ve kanunlar güvenilmez hale geldiği için bu talebi de insani olarak anlamak mümkün. Mahpuslar yerlerde, üst üste yatarken, aç kalırken, parasızlıktan sabun bile alamazken mahpus ailelerinin taleplerini anlayabiliyoruz.
Gerçek çözüm, geçici ve siyasi menfaatlerde araç olarak kullanacak bir af değil, aksine sistematik, uzun soluklu ve kalıcı çözümler getirecek, eşitlikçi ve adil bir yasada geçiyor. Daha önceki yıllarda yapılan adı kısmi af olsa da niteliği aslında yasal düzenleme olan infaz yasaları da bu şekilde yapılmıştı. Biz parti olarak şu anki hapishaneleri rahatlatacak, mevcut sorunları çözecek ve yenilerinin oluşmasını önleyecek bir İnfaz Kanunu taslağını hazırladık.
Barış ve demokratik toplum çağrılarının yapıldığı, özgürlükçü ve eşitlikçi adımların beklendiği bu siyasi süreçte de herkesi her kesimi ilgilendiren önerilerimizi muhataplarına ve öznelerine sunmaya devam ediyoruz. Biz bu süreçte yalnızca Kürtlerin, siyasi mahpusların uğradığı haksızlıkları değil, tüm toplumun demokrasi ve adalete inancını tazeleyecek kalıcı, somut ve sürekli çözümlerin ve adımların atılması için çabalıyoruz ve buna inanıyoruz.