Yıkım halkların belleğini silmek içindir

Nor Zartonk'den HDP MYK Üyesi Murad Mıhçı, Sur’daki yıkımın da İstanbul’dakilerle aynı amacı taşıdığını ifade ederek, "Bu yıkım tamamen orada yaşayan halkların tarihini ve belleğini yok etmeye yönelik bir girişim" diyor.

İstanbul ve Sur'daki yıkımın rant boyutunu yadsımadığını ama esasen o kültürü yok etmenin amaçlandığını belirten HDP MYK Üyesi Murad Mıhçı, bunun hem Ermeniler hem de şimdi Sur'da yaşayan Kürtler için geçerli olduğunu söylüyor. "Diyarbakır’a sadece bir gün, bir ayin için giden Ermeniler artık gelmeyecek" diyen Mıhçı, şunun altını çiziyor: "Yine de bunlara karşı direnilmeyeceği anlamına da gelmiyor, bu coğrafya bizim, hepimizin.”

AKP’nin yaklaşık 15 yıllık iktidarının temellerinden biri de kentsel dönüşüm. Özellikle İstanbul’da sık sık gündeme gelen bu konu her ne kadar temelinde rantın ve küresel sermayenin çekimini barındırsa da içerisinde toplumun yapısını homojenleştirmeye yönelik bir politikayı da bulunduruyor.

AKP bir yandan ekonomisini inşaata dayandırırken diğer yandan İstanbul’un yeniden fethini modern askerleri müteahhitlerle gerçekleştiriyor. Yeniden dizayn edilen kamusal alanlara, kendi tuğralarını atmasıyla başlayan bu süreç, gökdelen ve AVM’lerin gölgesinde bir muhafazakarlık tablosu resmediyor.

Elbette bu tabloyu yeniden çizmek, eskiyi ortadan kaldırmaktan geçiyor. Özellikle Beyoğlu’ndaki kentsel dönüşüm tartışmalarında “aslına uygun yapıyoruz” savunması havada uçuşsa da aslının akıbeti ve ait olduğu kültür, belleklerden altı otopark, üstü AVM yapılarla yok ediliyor.

Gezi Parkı öncesinde Tarlabaşı dönüşümü, Emek Sineması’nın yıkılışı ve dahası, kent belleği tartışmalarını da beraberinde getirdi. Kent belleği, daha da geriye gitmemize sebep oldu; yani tarihle yüzleşmeye. Emek Sineması’nın sadece bir sinema olmadığı, Beyoğlu’nda Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana süren belki AKP ile de iyice artan, tarihin ve oradaki asıl halkların mirasının silinmesi.

İstanbul’u bitmeyen bir inşaat şantiyesine dönüştüren bu değişim, 90 yıldır nice yaralar alan Rum ve Ermeni halklarının geriye kalan izlerini tamamen yok etmeye doğru gidiyor. Tıpkı bugün Amed/Sur’da yıkılan evlerin ve yapıların orada yaşayan halkların kültürünü sildiği gibi.

Hem bu kentsel dönüşümün ardına kalan tarihi hem de Sur’un İstanbul ile yaşadığı ortak kaderi, Nor Zartonk ve HDP MYK üyesi Murad Mıhçı, ANF’ye anlattı.

İSTANBUL’UN ERMENİ MİMARLARI

Ermenilerin İstanbul’un mimari şekillenmesi açısından bir hayli önemli rol oynadığını hatırlatan Mıhçı, “Buna İstanbul’a şekil verme de desek doğru olur, Balyan Ailesi’nin bunda büyük katkısı var. Dolmabahçe ve Çırağan Sarayı’ndan Bezm-i Alem Camii’ne ve dahasına İstanbul’un bugün simgeleşmiş birçok ünlü yapısında, Ermeni Balyan Ailesi'nin imzası bulunuyor” diyor.

Ermeni halkının 1700’lü yıllarda, bugünkü Beyoğlu’nda okullar ve hanlar açtığından bahseden Mıhçı, Beyoğlu’ndaki Üç Horan Ermeni Kilisesi, Esayan Okulu’nu bunlara örnek gösterirken, aynı şekilde Taksim Harbiye ve İstanbul’un çeşitli semtlerinde de bu tarz yapıların inşa edildiğini ekliyor.

AKP YIKIMIN YENİ TEMSİLCİSİ

Murad Mıhçı, kökleri bu kadar eskiye dayanan bu tarihin sadece AKP dönemiyle birlikte silinmeye çalışılmadığını, ilk olarak 1915, biraz daha yakın tarihe bakarsak da 1950’lerde başladığını vurguluyor: “Bugün yeni yeni versiyonlarını yaşıyoruz. Sadece Beyoğlu da değil, Ermenilerin yoğunlukla yaşadığı Kadıköy, Şişli ve Bakırköy’deki yapıların yıkılmaya başlaması bu sürecin devam ettiğinin de işareti. Çünkü iktidar değişse de ortada bir devlet aklı var.”

Tarlabaşı kentsel dönüşümünün yeni başladığı dönemde, Beyoğlu Belediye Başkanı ile yaşadığı bir anekdotu ise şöyle anlatıyor Mıhçı: “İstiklal Caddesi’nde Süryanilerin bir bayramına katılmıştık, o zamanki HDP İl Başkanımızla birlikte. Biz oradayken Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan geldi ve Tarlabaşı’ndaki alanı ne kadar güzel yaptıklarını anlatırken ‘Biz buraları aslına uygun bir şekilde yapıyoruz, altlarına da otopark koyacağız’ dedi. O zaman buna itiraz edip ‘Aslını yapmanız ne kadar mümkün, bir şeyin aslını yapmak için var olanı yıkmanız gerekiyor o zaman da tarih denen bir şey kalmıyor’ demiştim ama ne yazık ki zihniyet bu.”

ARŞİVLERDEN DE SİLDİRLER

Mıhçı, bu sürecin başına dayandırdığı 1915 Soykırımı sonrası yaşananları da şöyle aktarıyor: “1915 sonrası Anadolu’daki Ermenilere bir daha baskı yapılıyor ve buradaki insanlar İstanbul’a ve büyük şehirlere göç ediyor. Zaten Anadolu’da yeniden göç edenlerden geriye kalanlar, özellikle kiliseler defineci zihniyetin istilasına uğruyor ve tabii ayakta kalabilenler de ne yazık ki ahır ya da başka amaçlarla kullanılıyor. Aynı şekilde Ermenilere ait mezarlar da bugün aynı kaderi yaşıyor. Belki orada yaşamış insanları, halkın belleğinden silemiyorlar ama 1950’lerde arşivleri de yakarak resmi kayıtlarda bile ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.”

BİR İKİ SEMBOLİK YER GERİ VERİLDİ

Mıhçı, AB uyum kriterleri döneminde çıkarılan Vakıflar Yasası çerçevesinde AKP’nin ‘tarihle yüzleşmek’ adı altında bir dönem malları geri vermeye yönelik çalışmalarından da bahsediyor. Ermenilerin o dönemde mallarını beyan ettiğini ve geri almak için çabaladığını aktarıyor. Örneğin İstanbul Yedikule’deki Surp Pırgıç Ermeni Hastanesi ve yine Yedikule Bostanları’ndaki büyük alanın haklarının yurtdışındaki mahkemelerde de kazanıldığını fakat iadesinin gerçekleşmediğini söylüyor. Mıhçı, bu yasa çerçevesinde bir iki sembolik yerin verilir gibi olduğunu da belirtiyor. Bunlardan bir tanesi Amed'de. Amed/Sur’da yaşananlardan sonraki durumu ise şöyle özetliyor: “Bugün bırakın vakıflara mallarının iadesini, vakfa ait Suriçi’ndeki kilise bile yıkılmış durumda. AKP’nin bu uyum yasaları çıkardığı başlangıç evresinden bile çok geri durumdayız.”

KAMP ARMEN DİRENİŞLE KAZANDIK

Kamp Armen’deki iade sürecini de anlatan Murad Mıhçı, burada yürütülen direnişe değiniyor: “Yakın zamana gelirsek son zamanlarda kamuoyunda da epey gündem olan Tuzla’daki Kamp Armen’de de yine bir Ermeni mülkünün gaspı söz konusuydu. Orada 160 gün gibi uzun bir sürede, geceli gündüzlü nöbet tutarak direndik ve Kamp Armen'in sadece bir bölümünü kurtardık. Kamp Armen’in Hrant Dink ile birlikte anılması da kurtulmasında bir avantaj sağladı, diyebiliriz. Aynısını benzer yerler için söylemek zor. Buna benzer çok fazla yer var ve gasp devam ediyor.”

Ermeni toplumunun yaşadığı yerlerde, okul, vakıf, dernek ve basın-yayın organı kurarak var olmaya çalıştığını dile getiren Mıhçı, elde kalan vakıfların bugün hâlâ gasp edilmiş ya da el konulmuş mülklerin ve toplumsal bellek mekanlarının takipçisi durumunda olduğunu söylüyor.

MEZARLIĞIMIZIN AĞAÇLARIYDI

Murad Mıhçı, tüm bunlara bağlı olarak kent hakkı ve toplumsal belleğin korunması açısından Gezi Parkı’ndaki direnişte bulunmalarının sebebini de şöyle paylaşıyor: “Gezi Parkı direnişi sırasında Nor Zartonk adındaki aynı zamanda tek siyasi yapılanmamızla yer aldık. Orada bizim de bir çadırımız vardı. Gezi Parkı’nın aslında bir Ermeni Mezarlığı olduğuna dair bir maket de hazırlamıştık ve şöyle demiştik: ‘Mezarlarımızı kaybettik ama ağaçlarımıza sahip çıkıyoruz.’ Çünkü o ağaçlar esasen o mezarlığın ağaçlarıydı. Ağaçların bizim atalarımızın ruhlarını taşıdığına inandık. Öte yandan Taksim’deki Gezi Parkı merdivenlerinin bir Ermeni Kilisesi’nin taşlarından yapıldığını da eklemek isterim. Ki oradaki büyük bir alan, Üç Horan Vakfı'nın tapu ispatına rağmen elimizden alındı. Hatta son inşaatlarda 16 tane mezar taşı çıktı ve onlar kilisemize verildi. Belleğin böylesi bir tahribatla yitmesi ve silinmesi elbette Ermeni halkı için son derece üzücü ama direnç meselesine geldiğimizde ise bir avuç kalmış toplumuz. Yine de gücümüz oranında, toplumun birçok kesimine göre bu konuda daha çok direnç gösterdiğimizi söyleyebilirim. Bugün burada konuşmam da bu dirençlerden bir tanesi hatta...”

BU SADECE RANT YIKIMI DEĞİL

“Son dönemlerde Ermeni toplumu açısından önemli yerler, özellikle HDP’li belediyelerin çabasıyla restore edildi; örneğin Suriçi’ndeki Ermeni Surp Kevork Kilisesi gibi Diyarbakır’da bulunan diğer kiliselerde yeniden düzenleme yapıldı ve Dikranagertli Ermeniler yeniden oraya gitmeye başladı. İlk defa Paskalya da orada kutlandı” diyen Mıhçı artık bunun oralarda da mümkün olmadığını dile getiriyor. Suriçi’ndeki kiliselerden birinin yıkılacağını, diğerinin de durumunun hiç iyi olmadığı söyleyen Mıhçı, bir dönem 'Ermeni mallarını geri vereceğiz' diyen iktidarın şimdi üstlerine kayıtlı olanları da tahrip ettiğini aktarıyor.

Sur’daki yıkımın da İstanbul’dakilerle aynı amacı taşıdığını ifade eden Mıhçı sözlerini şöyle bitiriyor: “Ben tek başına buna ekonomik bir rant yıkımı olarak bakılmasını doğru bulmuyorum. Bu yıkım tamamen orada yaşayan halkların tarihini ve belleğini yok etmeye yönelik bir girişim. Elbette burada rant da var ama burada esasen o kültürü yok etme söz konusu hem Ermeniler hem de şimdi orada yaşayan Kürtler için. Bugün dönüp baktığımızda İstanbul Beyoğlu için de aynı şeyi söyleyebiliyoruz.

Aslında Sur ile İstanbul’daki ya da Artvin’deki kentsel dönüşümün seyri kentsel belleğin de yok edilmesinden geçiyor. Ben kendi halkım açısından şunu söyleyebilirim; Diyarbakırlı Ermenilerde son dönemlerde artan yeniden geri dönüş ve oralarda yaşama, yerini yüzyıl önceki korkuya bırakmış durumda. Diyarbakır’a sadece bir gün, bir ayin için giden Ermeniler artık gelmeyecek. Yeniden bize ait olmayan bir toprakmış hissi yaratılıyor. Yine de bunlara karşı direnilmeyeceği anlamına da gelmiyor, bu coğrafya bizim, hepimizin...”