Yüksek Güvenlikli Cezaevleri -III- İmralı
Tarihteki Yüksek Güvenlikli ada cezaevlerinin en çarpıcı örneklerinden biri de İmralı Adası.
Tarihteki Yüksek Güvenlikli ada cezaevlerinin en çarpıcı örneklerinden biri de İmralı Adası.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999 da uluslararası bir komployla kaçırılarak Türkiye’ye getirilmesinden sonra yeniden dizayn edilen ve bir cezaevinden çok bir sistem haline getirilen İmralı sistemi nasıl geliştirildi, kısaca da olsa İmralı’nın tarihini inceleyelim.
İMRALI ADASI
İmralı adası, Marmara denizindeki Marmara adasından sonraki en büyük adadır. Üzerinde yerleşim yeri yoktur. Ada eskiden deniz kuvvetlerine bağlı iken, şimdi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan dolayı kime bağlı olduğu belli olmayan adına kriz merkezi denen bir merkeze bağlıdır. Bir dönem Bursa Cumhuriyet başsavcı yardımcılığını yapan savcı Cemil Kuyu bir yazısında İmralı adasına ilişkin şunları belirtir: “Bursa’ya bağlı İmralı adası Türkiye’nin en az bilinen ve tanınan, hakkında hiçbir araştırmanın yapılmadığı bir coğrafyadır. İmralı, Marmara Denizi’nin güneydoğusunda, Gemlik Körfezi açıklarında kuzeydoğuda, çekiç biçimde, Bozburun’dan 1.28, Karacabey’den 8, Mudanya’dan 22 mil uzaklıkta, kuzeyi denize dik kayalıklı, güneyi nispeten daha az engebeli, ormanla kaplı, içinde tatlı suyu bulunan bir adadır.”
Adanın geçmişi çok eskilere gitmektedir. Tarihte Bitinya olarak adlandırılan bu bölgede yeterince arkeolojik kazılar yapılmadığından tarihi her yönüyle açığa çıkarılmamıştır. Ada, Dor, Aka ve Hititlerin denetiminde kalmıştır. MÖ.74 yılında Roma imparatorluğu tarafından işgal edilir. Osmanlıların işgaline kadar Romalıların (Bizanslıların) denetiminde kalır. Ada, tarihsel süreç içinde değişik isimler alır. İlk adı, Aigainon’dur. Daha sonra Besbicus ve Galios olarak değişmiştir. Romalılar (Bizanslılar) zamanında da Kalolimnos’a dönüştüğü belirtilir. Adada Hıristiyanlardan kalma kilise ve manastırlar vardır.
Osmanlı zamanında Mudanya ilçesine bağlı bir Rum adasıdır. Kalolimnos olan adı, adayı işgal eden Osmanlı komutanlarından Emir Ali Beye, atfen Emirali adası veya Cezire-i Emir Ali olarak değiştirilmiştir. O günden sonra adanın denetimi Türklerde kalmıştır. Birinci dünya savaşının hemen öncesine kadar adada yoğun bir Ortodoks Rum nüfusu yaşar. Ancak savaş sürecinde ada halkı Gemlik ve Bursa’da mecburi iskana tabi tutulur. Savaş sonrasında kısmen geri dönmüşlerse de Lozan antlaşması gereği nüfus mübadeleleri yapılınca Girit adasındaki Türklere karşılık adadaki Rumlarda Yunanistan’a gönderilirler.
KİLİSENİN CEZAEVİNE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ
İmralı adasında, bir inşaat ustası olan hükümlü Fahri usta tarafından yıkılmış bir kilisenin duvarları onarılarak cezaevi yapılmıştır. İmralı’ya ilk getirilen tutuklular çevre il cezaevlerindeki cinayet suçundan tutuklulardır. 1999 yılında ada boşaltıldığında 247 tutuklu vardır. İmralı adasına ilişkin savcı Cemil Kuyu şunları belirtir: “1934 yılındaki ön çalışmalardan sonra 1935’te İmralı Adası’nda cezaevi kurulmuştur. Pırıl pırıl güneşi, berrak denizi, eşsiz gün batımları, kumsallarına kadar inen çam ormanları, sessiz koyları, yabani tavşanları, leylekleri ve çeşitli meyve bahçeleri ve balıkları ile cennet misali bu ada maalesef yıllarca idam ve infazlarla anılan bir cezaevi olarak kullanılmıştır.”
ADANIN YÜZYILLIK TARİHİ
İmralı adasının son yüz yıllık tarihi, acılarla, gözyaşlarıyla, sürgünlerle, idamlarla dolu bir tarihtir. Bu yüzden cennetten bir köşe olan bu ada, korkunun, endişenin, baskının, zulmün, işkencenin kararttığı bir cehenneme dönüştürülmüştür. Günümüzde de Kürt halkına ve Önderliğine bu cehennem yaşamı yaşatılmak istenmektedir.
İmralı’ya, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan öncesi getirilenler arasında 1961 darbesine muhatap olan dönemin başbakanı Adnan Menderes ve iki bakanı da vardır. Adnan Menderes Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu Yassı adada yargılandıktan sonra İmralı’ya getirilmiş ve bir süre sonra burada idam edilmişlerdir. Bunların dışında adaya gelenlerden birisi de Kürt ve muhalif kimliğiyle öne çıkan Yılmaz Güney’dir. Bunların dışında yazar Rıfat Ilgaz, İbrahim Balaban, Rum ressam Angulos Stafonodis ve tanınmış daha onlarca kişi bu ada cezaevinde kalmışlardır. Burada kalanların kimliğine ilişkin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şunları belirtiyor: “Biliyorsunuz, İmralı’nın özelliği var. Burada kimlerin kaldığı belli. Bizans’tan beri bu böyledir. En üst devlet muhalifleri kaldı burada. Başbakanlar, devlet adamları geçti buradan.”
Rıfat Ilgaz cezaevinin ağır koşullarını anlatmak için, bir insanın burada iki yıldan daha fazla yaşayamayacağını, adanın rutubet ve nemini yiyenin birinin bir daha iflah olamayacağını söylediği belirtilir.
Daha sonra İmralı adasındaki cezaevinin statüsü değiştirilerek yarı açık cezaevine çevrilir. 1999 yılında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın komployla esaret altına alınışına kadar, adanın statüsü böyledir. Adada tutukluların çalıştırıldığı sabun ve konserve fabrikaları vardır.
ADANIN FİZİKİ KOŞULLARI
Adanın Fiziki Koşulları: Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan İmralı’ya getirilmeden önce, İmralı cezaevi boşaltılmış, alan yasak bölge ilan edilerek sivillerin girişine kapatılmıştır. Denizden ve karadan adaya 5 milden fazla yaklaşmak yasaktır. Ada askeri yasak bölge olarak ilan edilmiştir.
Adadaki diğer binalar yeniden gözden geçirilip tamir edilmiş ve askerlere tahsis edilmiştir. Gardiyanların dışında adada binin üzerinde asker bulunmaktadır. Son dönemde değişik inşaat çalışmaları olduğu, yeni hücrelerin yapıldığı söylenmektedir.
İmralı adasında birkaç bina bulunmaktadır. Ancak asıl cezaevini teşkil eden bina bodrum katının dışında iki katlıdır. Üst katta ada personeli kalmaktadır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın içinde bulunduğu kat ise birbirine benzeyen her biri 13 metrekare olan üç odadan oluşmaktadır. Asıl cezaevi bu odalardır. Bu odalardan birinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan kalmakta, birinde avukat görüşü diğerinde ise aile ziyaretleri gerçekleşmektedir. Kapıları normal cezaevi kapıları gibidir, kapının üst kısmında mazgal bulunmaktadır. Havalandırmanın kapısı avukat odasından açılır. Havalandırmanın üstü geniş plakalarla örülmüş olduğundan deyim yerindeyse bir avuç gökyüzünün dışında hiçbir şey görünmemektedir. Havalandırma ise, 4x10 metre alana sahip küçük ve daracık bir alandır.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın esaretinden günümüze kadar güvenliğe yönelik gerek tekniki tedbirler, gerekse de diğer tedbirlerde gözle görülür bir artış söz konusu. Adada 24 saat kamera çekimi yapılmakta, gidiş gelişler son derece kontrol altında tutulmaktadır. Bu anlamda İmralı’daki her davranış, her hareket, her söz 24 saat kayıt altına alınmaktadır.
İmralı adasının nem oranının yüksek olması, ağır tecrit koşullarıyla birlikte değerlendirildiğinde bu koşulların uzun vadede insanın fiziki ve ruhsal yapısı üzerinde derin etki yapması kaçınılmazdır. Rıfat Ilgaz’ın bu şartlarda insan iki yıl yaşayamaz değerlendirmesi anlamlıdır.
Uluslararası tüm sözleşmelerde yaşam hakkının kutsal olduğu, vazgeçilmez olduğu belirtilmesine rağmen, söz konusu Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan olduğunda bunların hepsi suya yazılmış yazılar gibi hükmünü yitirir ve birer kâğıt parçasına dönüşürler. Bu durum CPT’nin raporlarına da yansımasına rağmen, bunu dikkate alan olmamıştır. Çünkü bu sistemin oluşmasında bu güçlerin hepsinin payı vardır.
İMRALI SİSTEMİ
Önceki bölümlerde ada cezaevlerini, yüksek güvenlikli cezaevlerini, buralarda uygulanan kimi politikaları, bu politikaların insan yaşamına etkilerini kısmen anlatmaya çalıştık. Bu bölümde de tek kişilik bir ada cezaevi olan İmralı cezaevinin statüsünü ve oradaki sistemi değerlendirmeye çalışacağız. Bu sistem henüz tüm boyutlarıyla ortaya çıkmamış olsa da eldeki bilgiler ve yapılan uygulamalardan yola çıkarak bir değerlendirme yapabiliriz. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatlarla yaptığı bir görüşmede İmralı sistemi hakkında şunları belirtir: “İmralı üç ayaklı bir sistemdir. Bir ayağı ABD, bir ayağı Avrupa bir ayağı da Türkiye olan, kendine özgü bir derinliğe sahip bir sistem.”
Hem Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tutsak edilmesinde, hem de İmralı sisteminin oluşmasında belirleyici olan güç ABD ve NATO’dur. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan komployla Türkiye’ye getirildiği süreçte Türkiye başbakanı olan B. Ecevit, bir değerlendirmesinde “ABD’nin Öcalan’ı bize niye verdiğini anlayamadım” diyerek asıl planlayıcının ve uygulayıcının ABD olduğunu belirtmişti. Hafızalar biraz kontrol edildiğinde görülecektir ki, o süreçte ABD diplomasisi Türk diplomasisinden çok daha faaldir. ABD’nin elçilerinden, dışişleri bakanlığı ve hükümet sözcülerine, bakanlarından başkanlarına ve istihbarat örgütlerine kadar hepsi bu işin içindedirler. ABD, bu çabalarına NATO’yu da katar. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan daha Suriye’de iken tatbikat adı altında NATO ordusunu bu amaçla Akdeniz’e getirir. Yine dönemin NATO Genel Sekreteri Javier Solana’nın ağzıyla yaptığı açıklamalar da bu eksendedir. Bu yüzden ABD’den bağımsız bir İmralı sistemi düşünmek mümkün değildir İmralı’da uygulanan politikaların önemli bir kısmı Amerikan politikalarıdır. Bu yüzden ABD hegemonyacılığı anlaşılıp çözümlenmeden İmralı sistemi anlaşılamaz.
İmralı sistemini oluşturan sacayaklarından birisi de Avrupa Birliğidir. Komplo sürecine en az ABD kadar aktif katıldılar. Ancak bu politikalarını ABD kadar kaba ve şiddetle yapma yerine daha ince ve sinsice yaptılar. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan birçok Avrupa ülkesine iltica başvurusu yapmasına rağmen hiçbir devletin olumlu yanıt vermemesi bununla bağlantılıdır. Yine Almanya’nın tutuklama kararı olmasına rağmen, hiçbir yasal-hukuki dayanağı olmadan tamamen siyasal bir kararla yasağı kaldırması da bu planın bir parçasıdır. Uçağının havalanmasıyla birlikte tüm Avrupa ülkelerinin hava sahalarını uçuşlara kapatmaları ve iniş izni vermemeleri de bununla bağlantılıdır. Sonuçta Kenya’dan ‘bir Avrupa ülkesine gidiyorsunuz’ denilmesi de bunu gösteriyor. Tesadüf müdür bilinmez ama Napolyon’a da ‘İngiltere’ye gidiyorsun’ denilerek gemiye bindirildikten sonra, geminin rotası St. Hellen adasına çevrilir.
Bu kadar komplonun içinde olan Avrupa Birliği İmralı sisteminin dışında kalamaz. AB, İmralı politikalarını AİHM ve CPT üzerinden yürütmektedir. Buna ilişkin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şunları belirtiyor: “İmralı Cezaevine alındığımda beni ilk karşılayan kişi, Avrupa Konseyi’ne bağlı İşkenceyi Önleme Komitesi’nin başkanlık düzeyindeki temsilcisiydi. Bana söylediği ilk söz, ‘Bu cezaevinde kalacaksın, biz de Avrupa Konseyi üzerinden denetleyip bazı çözümler geliştirmeye çalışacağız’ oldu.”
İmralı sacayağının üçüncü ayağı Türkiye’dir. İmralı sisteminin oluşmasında belki de en az etkisi olan güçtür. Uluslararası güçler, Türkiye’ye uygulama rolünü vermişlerdir. Yani bu gardiyanlık ve bekçilik rolüdür.
Avukatlarla başka bir görüşmesinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, İmralı sistemi hakkında şunları belirtiyor: “Size İmralı sisteminden bahsedeceğim. Aslında İmralı bir sistem dahilinde işliyor. Kendine özgü yanları ve derinliği olan bir sistem. Bu sistemi tam olarak çözemediğiniz için uygun tavrı alamıyorsunuz. Aslında şu ana kadar buradaki sistemi çözmüş olmanız gerekiyordu. Ama yetersiz kaldınız. Ne sürekli işkence ve savaş hali, ne de halkın sandığı gibi bir barış için diyalog durumu vardır. Daha farklı bir durum. Burada üçlü bir yapı var, ABD, Avrupa ve Türkiye. ABD’nin etkisi bilinmeliydi. İmralı’ ya geldiğim günlerde beni ilk muayene eden doktor İngilizce konuşuyordu, muhtemelen ABD’liydi. Yanında biri vardı, İsrailli olabilir. İlk sağlık kontrolünü yaparak, adeta ‘biz size sağ salim teslim ettik’ mesajını verdi. Buradaki sistemin bir ucu CIA’ye dayanıyor.
Benim teslim edilmemde Türkiye’nin hiçbir rolü yoktur. Başbakanlığa bağlı Kriz Merkezi’ni biliyorsunuz. Buradaki sistemi koordine edendir. Halen de etkilidir. Jandarma, Genelkurmay, içişleri Bakanlığının temsilcileri var, hatta MİT’te olabilir. Bunlardan oluşan bir komisyon var. Bu komisyon en üst düzeyde buradaki sistemi organize ediyor. Dolayısıyla burada görev yapan müdürün, personelin bir etkisi yok. Kendilerine söyleneni yapıyorlar. Bu komisyon günlük olarak gelişmeleri değerlendiriyor ve karar veriyor.
Burada 24 saat çalışan bir kamera sistemi var. Benim bütün hareketlerim kontrol ediliyor. Gece yarısı kalkıp lavaboya gittiğimde bile kamera hemen bildiriyor. Sıkı biçimde kontrol ediliyorum buna rağmen her dakikada bir, bir personel gelip gözetliyor. Önemli olan buradaki sistemi kavramanızdır.”
Türkiye’de İmralı sisteminin asıl yürütücü gücü MGK’dır. Her ne kadar kriz merkezi başbakanlığa bağlı olarak görülse de MGK’ya bağlıdır. Yönetimleri, uygulamaları Milli Güvenlik Kurulunda planlanmaktadır. Zaten İmralı sisteminin uygulamasından sorumlu kişinin direkt MGK üyesi olması da bunu gösteriyor. Bu durum zaman zaman basına da yansımıştır. Emekli olmuş kimi generallerin anlatımında da İmralı sistemiyle direk MGK’nın ilgilendiği belirtilmiştir.
Yasalara göre Türkiye’deki cezaevleri Adalet Bakanlığına bağlıdırlar. Ancak İmralı gerçeğinde Adalet Bakanlığının hiçbir etkisi ve yetkisi yoktur. İmralı Cezaevi Adalet Bakanlığı ve hükümetin yetki alanının dışında, tamamen hukuka aykırı bir tarzda MGK Genel Sekreterliğine bağlı kriz merkezince yönetilmektedir. Adanın yasal hukuki bir statüsü yoktur. Kriz yönetimleri olağanüstü dönemlerde, depremlerde, doğal afetlerde vb. hallerde olur. Bu durumlarda bile kriz hali, cumhurbaşkanlığı tarafından toplanan bakanlar kurulunca alınan kararlarla olur. Böylesi durumlarda bile kriz hali en fazla altı ay için geçerlidir. Bu durum Türk anayasasında da mevcuttur. Ancak İmralı adası kriz bölgesidir ve bu durumun daha ne kadar süreceği de bilinmemektedir. Ve bu kriz hali cumhurbaşkanlığı başkanlığında toplanan bakanlar kurulunun kararıyla değil, MGK Genel Sekreterliği –yani derin devlet- kararıyla alınmıştır. Bu yüzden İmralı’dan sorumlu kriz merkezinin hiçbir yasal ve hukuki dayanağı yoktur.
Minareyi çalanın kılıfını hazırlaması gibi, yaşanan hukuksuzluğu gidermek için yapılan düzenlemeler daha büyük hukuksuzluğu açığa çıkartmıştır. İmralı adası kriz yönetim merkezine meşruluk sağlamak için yapılan düzenlemeyle kriz merkezi başbakanlığa bağlanmıştır. Ancak düzenlemeye konan ek bir madde ile İmralı adasını başbakanlık adına takip ve idare yetkisi MGK Genel Sekreterliğine verilmiştir. Zaten pratikte işleyen buydu. Böylece MGK Genel Sekreterliğine hem meşruluk kazandırılıyor, hem de İmralı adasındaki uygulamalar yargı dışında tutuluyor.
Meclis’te egemenliğin kayıtsız, şartsız milletin olduğu, millet adına bu egemenli milletvekillerinin kullandığı belirtilir. Meclis insan hakları inceleme komisyonu İmralı adasında inceleme yapmak istemesine hiçbir şekilde izin verilmemesi de bu sözün gerçeğini yeterince göstermektedir.
Sonuç olarak İmralı sistemi uluslararası bir sistemdir. Sosyal bilimcilerin dünya sistemi dedikleri bu sistem anlaşılmadan İmralı gerçeği anlaşılmaz.
Bu anlamda İmralı sistemi, Kürtlerin verdikleri mücadeleyle verili sınır ve uygulamaları parçalamaları, bu gezegende, bağımsız, özgür ve demokratik bir tarzda yaşamak istemelerini kendi çıkarlarına uygun bulmayan Özgür Kürde yaşama şansı tanımayan güçlerin oluşturduğu bir sistemdir.
İmralı sisteminin oluşmasında Ortadoğu bölgesiyle ilgilenen ve Türkiye’yle ilişkileri olan tüm devletlerin şöyle veya böyle etkisi vardır. Ancak Ortadoğu’yla en fazla ilgilenen ve Türkiye ile büyük siyasi ve ticari ilişkileri olan ABD bu sistemin baş yaratıcısıdır. Aynı şey Avrupa, Rusya ve diğer ülkeler içinde geçerlidir. Türkiye’yi Ortadoğu’da kullanmak isteyen tüm güçlerin etkisi vardır.
Reel sosyalizmin yıkılmasından sonra geliştirdiği yeni felsefik açılımlarla sınıfçı uygarlığın beş bin yıllık dünya sisteminin günümüzdeki modernitesine teslim olmayarak, onların mezhebi haline gelmeyerek alternatif bir sistem geliştiren Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bu açılımlarında çıkarlarını görmeyen, bir avuç olan dünyanın efendileri sorumludurlar.
Bu yüzden İmralı sistemini çözüp aşmak, beş bin yıllık dünya sistemini, bunun günümüzdeki ifadesi olan kapitalist moderniteyi ve bunun üzerinde şekillenen uluslararası sistemi anlamak ve aşmakla mümkündür. Bunlar derinliğine anlaşılmadan İmralı sistemi anlaşılamaz.
Bunun için İmralı sistemine karşı mücadele etmek, uluslararası sisteme karşı mücadele etmektir. Belki de tarihte ilk defa Kürtlerin, Türklerin, sistem dışı kalmış güçlerin, bu sistemden zarar gören herkesin birleştiği bir zemin oluşmuştur. Bu yüzden sistemden rahatsız olan herkesin, Müslümanların kıbleye dönmeleri gibi İmralı’ya dönmeleri gerekir.
Kürtler için kölelikten kurtulmak, özgür ve bağımsız yaşamanın yolu Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la bütünleşmekten geçiyor. Özgür Kürt, Apo Kürdüdür sözü bu gerçekliğin ifadesi oluyor. Bu yüzden Kürtlerin kıblesi İmralı olmalıdır.
Türk halkının tam bağımsız, özgür ve demokratik yaşaması ancak dış güçlerin müdahalelerini engellemekle mümkündür. Denizlerin, Mahirlerin vasiyeti, Türk halkının bağımsız ve demokratik bir yaşam sürmesidir. Bu vasiyet aynı zamanda ezilen, sömürülen Türk halkının da istemidir. Bunu en fazla isteyen, bu konuda mücadele eden Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dır.
İmralı sistemi, Kürtleri, Türkleri ve sistem dışı kalmışları bastırmak, seslerini kesmek için inşa edilmiştir. Bu sistemi kırmak, Kürtlerin, Türklerin ve sistem dışı kalmışların demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma ekseninde birleşerek, mücadeleyi yükseltmeleri adil, demokratik, barışçıl bir sistemin oluşturulmasıyla mümkündür.